Harry Potter ve Ölümcül Kutsallar J. K. Rowling 2007

ÖNSÖZ

Sevgili Harry Potter hayranları,

Hem biz uzun bir yolculuğu sonlandırırken, hem de sizler bir ömür boyu devam eden büyünün son parçasını tatmak üzereyken, Harry Potter kitaplarının ve serisinin son kitabı Harry Potter ve Ölümcül Kutsallar’ı sunmaktan gurur duyuyorum.

Az sonra okumaya başlayacağınız çeviri, onlarca insanın büyük özverileri sonucunda ortaya çıktı. Kimimiz ailesini, kimimiz arkadaşlarını, kimimiz işini ihmal etti, gece gündüz çalışıp kitabı çevirdi. Ancak şimdi, tatlı sona ulaşmanın keyfini çıkarıyoruz.

Umarız bu çeviriyi okuduktan sonra, uzun bir hikayeyi sona erdirmenin keyfini siz de çıkarırsınız.

Ancak son bir konuya değinmek istiyorum. Her ne kadar bizler, kitaba geç kavuşan siz Türk hayranları için çabalayıp bu çeviriyi hazırlasak da, yine de en iyisi orijinal kitabı satın alıp öyle okumaktır.

Bu sayede bizim gibi gecelerini gündüzlerine katan çevirmenler, bu emeklerinin karşılığını alacaklardır.

Ayrıca buradan kitabın çevrilmesi ve arkaplan çalışmaları sırasında yardımları dokunan çeşitli kişilere teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Başta, bana her konuda destek çıkıp yardımlarını esirgemeyen, bölümlerin kontrolleri aşamasında bana büyük yardımları dokunan Lethe’ye; arta kalan bölümlerde ekstra çaba harcayan Kirke ve beraberinde Constantine, Corinthian.NL, McGayver ve Okyanus’a, ayrıca özgüven eksiliği ve kişilik gelişimini tamamlayamama gibi sorunlardan muzdarip kişilerin grubu yarıda bırakmasıyla artan ek bölümleri çevirmek için ayrı bir çaba harcayan ve bir kez olsun bir dediğimi ikiletmeyen diğer üyelerime teşekkür ederim.

Bunun yanı sıra web sitesinin tasarımı sırasında bana desteklerini esirgemeyen M00dy’e, geçici olarak da olsa siteye hosting yardımı sunan Hazerfen’e, sitenin sunucularında bulunması ricamı kırmayan arkadaşım d4rkz’a ayrıca teşekkürlerimi iletirim.

Çeviriler sırasında, isteğimi geri çevirmeyip radyo yayınını sürdüren Zuzu’ya da teşekkür ederim.

Kitabın Türkçeleştirilmesi aşamasında, babasını kaybeden çok sevgili dostum Fovundur’a Allah’tan sabır, babasına ise rahmet diliyorum.

Bu sırada ihmal ettiğimiz ailelerimizden, arkadaşlarımızdan özür dileriz. =)

Son olarak bu üstün çaba sonucu oluşturduğumuz bu çeviriyi okuyacak siz saygıdeğer Harry Potter hayranlarına hem sabırlarından hem de desteklerinden ötürü şükranlarımı sunarım. Zannediyorum, dünya çapında en çok geri plana itilen Harry Potter topluluğu olan biz Türk fanlarına, böyle bir çeviri yakışırdı.

Hayatlarımızın en ücra köşelerine kadar ulaşıp, bizi yer yer uykusuz bırakan, yer yer güldüren, yer yer ağlatan bu sihirli dünyayı yaratan J. K. Rowling’e de tüm hayranlar adına teşekkür ederim. Zannediyorum ki kimse bu kitaplarda küçük bir parça da olsa kendinden bir şeyler bulduğunu inkâr edemez.

Ayrıca bizi ikinci kitaptan bu yana güzel çevirileriyle yalnız bırakmayan, bu büyülü dünyayı olduğu gibi ruhumuza işleyen, çok sevgili kitap çevirmenleri Sevin Okyay ve oğlu Kutlukhan Kutlu’ya minnettar olduğumuzu belirtirim.

BİRİNCİ  BÖLÜM:
KARANLIK  LORD  YÜKSELİŞTE

İki adam ay ışığının aydınlattığı dar caddede birbirlerinden birkaç metre ötede yoktan var oldular. Asaları birbirlerinin göğsüne doğrultulmuş halde bir saniyeliğine hareketsiz durdular; sonra, birbirlerini tanıyarak asalarını pelerinlerinin altına soktular ve aynı yöne doğru hızlı adımlarla yürümeye başladılar.

“Haberler?” diye sordu uzun olan.

“Sadece en iyileri,” diye cevapladı Severus Snape.

Caddenin solunda kısa boylu vahşi böğürtlenler dikiliydi, sağındaysa uzun boylu düzgün budanmış çalı çitler. Yürürken, adamların uzun pelerinleri bileklerinin etrafında dalgalandı.

“Belki geç kalırım diye düşündüm,” dedi Yaxley, yuvarlak hatları yukarıdan sarkan ağaçlar ay ışığını kestikçe gözden kaybolup tekrar görünürken. “Beklediğimden daha zordu. Ama umarım memnun kalır. Kabul töreninin iyi olacağından eminmişsin gibi konuşuyorsun?”

Snape başıyla onayladı, ama ayrıntıya girmedi. Evi caddeye bağlayan geniş bir yola doğru sağa döndüler. Uzun boylu çalı çitler onlarla beraber kıvrıldı; adamların önünü kapayan heybetli dövme demir kapıların ötesindeki uzaklığa doğru devam ediyorlardı. İkisi de adımlarını kesmediler: Sessizlik içinde ikisi de bir tür selam verir gibi sol kollarını kaldırdı ve koyu metal dumanmış gibi direk içinden geçti.

Porsukağacı çalı çiti adamların ayak seslerinin sesini bastırdı. Sağ taraflarında bir yerlerde bir hışırdama vardı: Yaxley yine asasını çıkardı ve refakatçisinin kafasının üstünden uzattı, ama gürültünün kaynağının çalı çitin tepesinde asaletle kasılarak yürüyen bembeyaz bir tavus kuşundan başka bir şey olmadığı ortaya çıktı.

“Kendine iyi baktı hep şu Lucius. Tavus kuşları…” Yaxley gülerek asasını pelerinin altına geri soktu.

Düz yolun sonunda, içinde ışık parıldayan, alt pencereleri baklava şeklinde camlarla kaplı olan güzel bir konak karanlığın içinde yükseldi. Çalı çitin ötesindeki karanlık bahçede bir yerlerde bir fıskiye akıyordu. Snape ve Yaxley ön kapıya doğru hızla yürürken çakıl taşları ayaklarının altında çatırdadı. Kapı görünürde kimsenin açmamasına rağmen, onlar yaklaşırken içeri doğru açıldı.

Koridor genişti, loştu ve taş yerin çoğunu kaplayan muhteşem bir halıyla şatafatlı bir dekorasyona sahipti. Duvardaki soluk yüzlü portrelerin gözleri, geçerlerken Snape ve Yaxley‘yi izledi. İki adam bir sonraki odaya açılan ağır bir tahtadan kapının önünde durdu, çok kısa bir an tereddüt ettiler, sonra Snape bronz tokmağı çevirdi.

Çalışma odası uzun, görkemli bir masada oturan sessiz insanlarla doluydu. Odanın her zamanki mobilyası dikkatsizce duvar diplerine itilmişti. Işıklandırma yaldızlı bir aynanın altındaki güzel bir mermer şöminenin altında gürüldeyen ateşten geliyordu. Snape ve Yaxley bir anlığına eşikte beklediler. Gözleri az ışığa alışınca sahnenin en tuhaf bölümüne dikkatlerini yönelttiler: masanın üzerinde baş aşağı asılı duran ve görünmez bir iple asılmışçasına yavaşça dönen, görüldüğü kadarıyla kendinde olmayan bir insan figürü. Aynada ve altındaki masanın cilalı yüzeyinde yansıması görünüyordu. Neredeyse tam altında oturan, soluk tenli genç adam hariç, bu görüntünün altında oturan insanlardan hiçbiri ona bakmıyordu. Genç adam kendini birkaç dakikada bir yukarı bakmaktan alıkoyamıyor gibi görünüyordu.

“Yaxley, Snape,” dedi yüksek, anlaşılır bir ses masanın başından. “Az kalsın geç kalıyordunuz. ”

Konuşan, şöminenin tam önünde oturuyordu, bu yüzden yeni gelenlerin siluetinden daha fazlasını çıkarabilmeleri zordu. Fakat yaklaştıklarında, yüzü karanlıkta parladı; saçsız, yılansı yüzdeki burun delikleri birer yarıktı ve parlayan kırmızı gözlerin gözbebekleri dikeydi. O kadar soluktuki incimsi bir parıltı yayıyor gibi görünüyordu.

“Severus, buraya,” dedi Voldemort, kendi sağındaki sandalyeyi işaret ederek. “Yaxley – Dolohov‘un yanına.”

İki adam kendilerine tahsis edilen yerlere oturdu. Masanın etrafındaki gözlerin çoğu Snape‘i izledi ve Voldemort da ilk onunla konuştu.

“Evet?”

“Lordum, Zümrüdüanka Yoldaşlığı Harry Potter‘ı şu anki güvenli yerinden sonraki cumartesi akşam karanlığında uzaklaştırmayı planlıyor.”

Masanın etrafındaki ilgi hissedilir ölçüde çoğaldı. Bazılarının duruşları sertleşti, diğerleri yerlerinde kımıldadı. Hepsi Snape ve Voldemort‘a bakıyordu.

“Cumartesi… akşam karanlığında,” diye tekrar etti Voldemort. Kırmızı gözleri Snape‘in siyah gözleri üzerine o kadar yoğun bir şekilde odaklandı ki izleyenlerden bazıları, besbelli kendilerinin de bakışın vahşetinden kavrulacağından korkarak, bakışlarını kaçırdı. Fakat Snape, Voldemort‘un yüzüne sakince baktı ve birkaç saniye sonra Voldemort‘un dudaksız ağzı gülümsemeye benzer bir şey yapmak için kıvrıldı.

“İyi. Çok iyi. Ve bu bilgi-”

“-konuştuğumuz kaynaktan geliyor,” dedi Snape.

“Lordum.”

Yaxley uzun masanın üzerinden Voldemort ve Snape‘e bakmak için öne doğru eğilmişti. Bütün yüzler ona çevrildi.

“Lordum, ben farklı şekilde duydum.”

Yaxley bekledi, ama Voldemort konuşmadı, bu yüzden devam etti. “Seherbaz Dawlish, Potter‘ın otuzuna kadar, çocuğun on yedi yaşına basmadan önceki geceye kadar yerinin değiştirilmeyeceğini sızdırdı.”

Snape gülümsüyordu.

“Kaynağım yanlış bir iz bırakmak için planlar olduğunu söyledi; bu o olmalı. Şüphesiz Dawlish‘e bir Kafa Karıştırma Büyüsü yapıldı. Bu ilk olmazdı; çevresindekilerden çabuk etkilenmesiyle tanınan biri.”

“Sizi temin ederim, Lordum, Dawlish emin görünüyordu,” dedi Yaxley .

“Eğer kafası karıştırıldıysa, doğal olarak emindir,” dedi Snape. “Sizi temin ederim Yaxley, Seherbaz Ofisi, Harry Potter‘ın korunmasında daha fazla bir rol oynamayacak. Yoldaşlık bizim Bakanlık‘a sızdığımıza inanıyor.”

“Yoldaşlık en azından bir şeyi doğru yakalamış öyleyse, ha?” dedi Yaxley‘in yakınında oturan tıknaz bir adam; masanın çeşitli yerlerinde yankılanan hırıltılı bir sesle kıkırdadı.

Voldemort gülmedi. Bakışı başlarının üzerinde yavaşça dönen vücuda kaydı; düşüncelere dalmış gibi görünüyordu.

“Lordum,” diye devam etti Yaxley. “Dawlish çocuğun transferinde bütün Seherbaz grubunun kullanılacağına-”

Voldemot büyük beyaz elini kaldırdı ve Yaxley anında sustu. Voldemort Snape‘e dönerken sinirle izledi. “Çocuğu saklayacakları bir sonraki yer neresi?”

“Yoldaşlık üyelerinden birinin evinde,” dedi Snape. “Kaynağa göre bu yer Yoldaşlık ve Bakanlık‘ın birlikte temin edebileceği her korumaya sahip. Oraya vardıktan sonra onu alabilme şansının çok az olduğunu düşünüyorum, Lordum, tabi Bakanlık bir sonraki cumartesinden önce düşmediği sürece; çünkü bu bize geri kalanını kırabilmek için yeterince büyüyü keşfedip kaldırma fırsatı verir. ”

“Ee, Yaxley?” diye masanın ucuna seslendi Voldemort. Ateşin ışığı kırmızı gözlerinde tuhaf bir şekilde parıldıyordu. “Bakanlık öbür cumartesine kadar düşmüş olacak mı? ”

Bir kez daha, bütün kafalar çevrildi. Yaxley vücudunu dikleştirdi .

“Lordum, o konuda iyi haberlerim var. Ben zorluklarla ve büyük bir uğraş sonucunda Pius Thicknesse üzerine İmperius Laneti yapmayı başardım.”

Yaxley‘in çevresinde oturan birçok kişi etkilenmiş göründü; yanındaki Dolohov, uzun kötücül bir yüze sahip bir adam, sırtına bir şaplak attı.

“Bu bir başlangıç,” dedi Voldemort. “Ama Thicknesse sadece bir adam. Ben harekete geçmeden önce adamlarımız tarafından Scrimgeour‘un etrafı sarılmış olmalı. Başkan‘ın hayatına kasıt olarak yapılmış tek bir yanlış hamle beni çok geriye sürükler.”

“Evet, Lordum, bu doğru, ama biliyorsunuz, Sihirli Kanun Yürütme Ofisi‘nin başı olarak Thicknesse‘in sadece Başkan‘ın kendisiyle değil, bütün diğer Bakanlık departmanlarının başlarıyla da düzenli irtibatı vardı. Kontrolümüzün altında böyle bir üst düzey memurun olması sayesinde şimdi sanıyorum ki diğerlerini de ele geçirmemiz kolaylaşacak ve sonra hepsi Scrimgeour‘u çökertmek için beraber çalışabilir.”

“Dostumuz Thicknesse, diğerlerini de döndürmeden önce keşfedilmezse tabi,” dedi Voldemort. “Her halükarda, Bakanlık‘ın öbür cumartesiden önce benim olması hala olanaksız gibi görünüyor. Eğer çocuğa gideceği yerde dokunamıyorsak, o zaman bu, yolculuk ettiği süre içinde olmalı.”

“Orada avantaj bizde, Lordum,” dedi Yaxley; biraz olsun onay görmeye kararlı gibi görünüyordu. “Şu anda Sihirli Ulaşım Departmanı‘nın içine birkaç insan yerleştirmiş durumdayız. Eğer Potter cisimlenirse veya Uçuç Şebekesi‘ni kullanırsa anında haberimiz olacak.”

 

“İkisini de yapmayacak,” dedi Snape. “Yoldaşlık, Bakanlık tarafından düzenlenen veya kontrol edilen her tür ulaşım yolundan sakınıyor; o yerle ilgili hiçbir şeye güvenmiyorlar.”

“Daha da iyi,” dedi Voldemort. “Açıkta hareket etmek zorunda kalacak. Ele geçirmesi

daha kolay.”

Yine, Voldemort, yukarıda yavaşça dönen vücuda baktı lafına devam ederken, “Çocukla ben kendim ilgileneceğim. Harry Potter‘la ilgili pek çok hata yapıldı. Bazıları benim kendi hatalarım. O Potter, kendi zaferlerinden çok benim hatalarım sayesinde yaşıyor.”

Masanın çevresindekiler Voldemort‘u endişeyle izledi. Her biri, yüz ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla, Harry Potter‘ın devam eden var oluşundan ötürü suçlanma korkusu taşıyordu. Ancak Voldemort, onlardan biriyle değil de daha çok kendisiyle konuşuyormuş gibiydi. Hala üzerindeki kendinden geçmiş vücuda doğru konuşuyordu.

“Dikkatsiz davrandım ve şans tarafından engellendim. En iyi hazırlanmış planları bile bozdu. Ama şimdi aklım başıma geldi. Daha önce anlamadığım şeyleri anlıyorum. Harry Potter‘ı öldürecek olan ben olmalıyım ve olacağım da.”

Bu sözlerle birlikte, görünüşe bakılırsa ona cevap olarak, ani bir feryat sesi geldi; korkunç, acı bir haykırış. Masadakilerin birçoğu hayretle aşağı baktı, çünkü ses ayaklarının altından geliyormuş gibiydi.

“Kılkuyruk,” dedi Voldemort, sessiz, düşünceli tonu hiçbir değişime uğramadan ve gözlerini yukarıdaki dönen vücuttan ayırmayarak,” esirimizi sessiz tutma konusunda senle konuşmamış mıydım?”

“Evet, Lordum,” dedi, masanın ortalarında oturan ufak bir adam nefes nefese. Sandalyesinde o kadar alçakta oturuyorduki ilk bakışta sandalye boş gibi görünüyordu. O an yerinden fırladı ve ardında gümüşi, merak uyandıran bir parıltıdan başka bir şey bırakmadan aceleyle odadan dışarı çıktı.

“Söylediğim gibi,” diye devam etti Voldemort, müritlerinin gergin yüzlerine tekrar bakarak, “şimdi daha iyi anlıyorum, Potter‘ı öldürmeye gitmeden önce birinizden bir asa ödünç almam gerektiğini mesela.”

Etrafındaki yüzler şok ifadesine büründü; sanki kollarından birini ödünç almak istediğini duyurmuştu .

“Gönüllü yok mu?” dedi Voldemort. “Bakalım… Lucius, senin bundan sonra bir asan olması için bir sebep göremiyorum.”

Lucius Malfoy başını kaldırdı. Cildi ateşin ışığında sarımsı ve cilalı görünümdeydi, gözleri de gölgeli ve çökmüştü. Konuştuğunda, sesi boğuktu.

“Lordum?”

“Asan, Lucius. Asanı istiyorum.”

“Ben…”

Malfoy eşine yan yan baktı. Direk önüne bakıyordu, onun kadar solgundu. Uzun sarı saçları sırtından aşağı iniyordu, ama masanın altında ince parmakları kısa süreliğine bileğini kavradı. Onun dokunuşuyla Malfoy elini cüppesinin içine koydu, bir asa çıkardı ve Voldemort‘a uzattı. O da onu kırmızı gözlerinin önünde tuttu ve yakından inceledi.

“Ne bu?”

“Karaağaç, Lordum,” diye fısıldadı Malfoy.

“Ve üstünde?”

“Ejderha – ejderha yürek lifi.”

“İyi,” dedi Voldemort. Kendi asasını çıkardı ve uzunluklarını karşılaştırdı. Lucius Malfoy istem dışı bir hareket yaptı; saniyenin onda biri kadar bir süre kendi asasının yerine Voldemort‘un asasını alacağını beklemiş gibiydi. Voldemort hareketi kaçırmamıştı; gözleri kötücülce büyüdü.

“Sana asamı mı vereyim, Lucius? Benim asamı mı?”

Topluluğun bazısı kıs kıs güldü.

“Sana özgürlüğünü verdim, Lucius, bu senin için yeterli değil mi? Ama fark ettim ki sen ve ailen bundan çok da memnun görünmüyorsunuz… Evindeki varlığımın nesi seni bu kadar mutsuz ediyor Lucius?”

“Hiçbir şeyi – hiçbir şeyi, Lordum!”

“Hep yalanlar, Lucius…”

Yumuşak ses, acımasız ağız hareket etmeyi kestikten sonra bile tıslamaya devam ediyor gibiydi. Tıslama büyürken büyücülerden bir veya ikisi titremesine ancak hâkim olabildi; ağır bir şeyin masanın altındaki yerde sürünmesi duyulabiliyordu.

Koca yılan yavaşça Voldemort‘un sandalyesinden yukarı tırmanırken göründü. Sonsuza kadar devam edecekmiş gibi bedenini kaldırdı ve Voldemort‘un omuzları üzerinde durdu: Boynu bir adamın bacağı kadar kalındı, gözbebeği yerine dikey çizikleri olan gözlerini ise kırpmıyordu. Voldemort Lucius‘a bakmaya devam ederken uzun ince parmaklarıyla yaratığı boş boş okşadı.

“Neden Malfoy’lar hallerinden bu kadar mutsuz görünüyorlar? Dönüşüm, benim güce

erişmem, onların pek çok yıllar boyu yürekten istediklerini iddia ettikleri şey değil miydi?”

“Elbette, Lordum,” dedi Lucius Malfoy. Eli üst dudağındaki teri silerken titredi. “Gerçekten istedik – istiyoruz.”

Malfoy‘un solunda eşi, tuhaf, sert bir edayla başıyla onayladı, gözlerini Voldemort ve yılandan uzaklaştırarak. Sağında, oğlu, başlarının üstündeki hareketsiz bedene bakan Draco, hızla Voldemort‘a baktı ve onunla göz teması kurduğu için korkuyla tekrar gözlerini kaçırdı.

“Lordum,” dedi masanın ortalarındaki karanlık bir kadın. Sesi duyguyla doluydu, “sizi burada, aile evimizde konuk etmek bir şeref. Daha üstün bir memnuniyet olamaz .”

 

Kaskatı ve hareketsiz oturan kız kardeşinin yanında oturuyordu; siyah saçlarıyla ve şiş gözkapaklı gözleriyle ve tavırlarıyla ona hiç benzemiyordu. Bellatrix, Voldemort‘a doğru eğildi, çünkü sadece sözler onun yakınlığa hasretini gösteremezdi.

“Daha üstün bir memnuniyet olamaz,” diye tekrarladı Voldemort. Bellatrix‘in söylediklerini düşünürken başını bir tarafa yatırdı. “Bunun senden gelmesinin önemi çok büyük, Bellatrix. ”

Yüzüne renk hücum etti; gözleri mutluluk gözyaşlarıyla doldu.

“Lordum, doğrudan başka bir şey konuşmadığımı biliyor!”

“Daha üstün bir memnuniyet olamaz… Duyduğuma göre ailenizde gerçekleşen mutlu olayla kıyaslandığında bile mi?”

Ona ağzı aralık bakakaldı; besbelli kafası karışmıştı.

“Ne demek istediğinizi anlamıyorum, Lordum.”

“Yeğeninden bahsediyorum, Bellatrix. Ve senin de, Lucius ve Narcissa. Kurtadam Remus Lupin‘le evlendi. Çok gurur duyuyor olmalısınız.”

Masanın etrafında yüksekçe bir kahkaha patlaması oldu. Çoğu birbirine neşeli bakışlar atmak için öne eğildi, birkaçı da masayı yumruklarıyla dövdü. Büyük yılan bu karışıklıktan hoşlanmayarak ağzını genişçe açtı ve sinirle tısladı, ama Ölüm Yiyenler, Bellatrix ve Malfoy’ların rezil olmasına o kadar sevinmişlerdi ki onu duymadılar. Bellatrix‘in biraz önce mutlulukla kızaran yüzü, çirkin lekeli bir kırmızıya dönmüştü .

“O bizim yeğenimiz filan değil, Lordum,” diye feryat etti coşkun kahkahalar arasından. “Biz -Narcissa ve ben- o Bulanık’la evlendiğinden beri kız kardeşimizi görmedik bile. Veletinin de evlendiği herhangi bir yaratığın da ikimizle ilgisi yoktur.”

“Sen ne diyorsun, Draco?” diye sordu Voldemort, ve sesi alçak olmasına rağmen ıslıkların ve alayların arasından açık seçik duyuldu. “Yavrulara bebek bakıcılığı yapacak mısın?”

Rezalet daha da büyüdü; Draco Malfoy kendi kucağına öylece bakan babasına dehşetle baktı, sonra da annesinin gözünü yakaladı. Başını neredeyse belli belirsiz iki yana salladı, sonra karşı duvara donuk donuk bakmaya devam etti.

“Yeter,” dedi Voldemort, kızgın yılanı okşayarak. “Yeter.”

Ve kahkaha anında durdu.

“Zamanla en eski aile ağaçlarımızın çoğu mikrop kapıyor,” dedi Bellatrix, ona nefessiz ve yalvaran bakışlarla bakarken. “Onu sağlıklı tutmak için sizin de onu budamanız gerekiyor, değil mi? Diğerlerinin sağlığını tehlikeye atan parçaları kesip atmanız.”

“Evet, Lordum,” diye fısıldadı Bellatrix, gözleri yine şükran gözyaşlarıyla yüzerek. “İlk fırsatta! ”

“Elinde olacak,” dedi Voldemort. “Ve senin ailende ve dünyada bize bulaşan mikropları kesip atacağız, sadece gerçek kana sahip olanlar kalana kadar…”

Voldemort, Lucius Malfoy‘un asasını kaldırdı, masanın üstünde sarkan, yavaşça dönen figüre doğru uzattı ve ufak bir hareketle salladı. Figür bir homurdanmayla hayata döndü ve görünmez iplere karşı mücadele etti.

“Misafirimizi tanıdın mı, Severus?” diye sordu Voldemort.

Snape gözlerini baş üstü duran yüze doğru çevirdi. Bütün Ölüm Yiyenler tutsağa bakıyordu şimdi, sanki meraklarını gösterme izni verilmiş gibi. Kadın ateşe doğru dönerken çatlak ve korkmuş bir sesle dedi ki, “Severus! Yardım et bana!”

“Ah, evet,” dedi Snape, esir yavaşça tekrar uzağa doğru dönerken .

“Ve sen, Draco?” diye sordu Voldemort. “Bilmeyenler için söylüyorum, bu geceki konuğumuz, yakın bir zamana kadar Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu‘nda öğretmenlik yapan Charity Burbage. ”

 

Masanın etrafında oturanlar anladıklarını belli eden sesler çıkardı. Sivri dişli, geniş, kambur bir kadın kıkırdadı.

Evet… Profesör Burbage, cadıların ve büyücülerin çocuklarına Muggle‘lar hakkında ders verdi… Bizden ne kadar farklı oldukları hakkında…”

Ölüm Yiyenler’den biri yere tükürdü. Charity Burbage, Snape‘in önüne doğru döndü. Gözlerinden saçlarına doğru yaşlar akıyordu. Ondan uzağa doğru dönerken Snape de ona hareketsizce baktı.

“Avada Kedavra”

Yeşil ışığın parıldaması odanın her köşesini parlattı. Charity yankılanan bir sesle sallanan ve gıcırdayan masanın üzerine düştü. Bazı Ölüm Yiyenler sandalyelerinde zıpladılar. Draco, sandalyesinden yere düştü.

“Akşam yemeği, Nagini,” dedi Voldemort, yumuşak bir sesle ve koca yılan sallandı ve omzundan cilalı tahtanın üzerine doğru süründü.

İKİNCİ  BÖLÜM:
ANISINA

Harry‘nin eli kanıyordu. Sağ elini sol eliyle tutarak ve fısıltıyla küfrederek odasının kapısını omzuyla açtı. Kırılan porselen sesi duyuldu: Odasının kapısının dışında, yerin üstünde duran bir fincan soğuk çayın üzerine basmıştı.

“Bu da -?”

Etrafına baktı; Privet Drive, Dört Numara‘nın koridoru boştu. Muhtemelen çay Dudley‘nin zekice bir bubi tuzağı anlayışıydı. Harry, kanayan elini yüksekte tutup öbür eliyle parçalarını toplayıp aldı ve odasının kapısından görünen dolup taşmış çöp kutusuna attı. Sonra parmağını musluğun altına tutmak için kuvvetli adımlarla banyoya doğru yürüdü.

Hala sihir yapamayacağı dört günün olması aptalca, mantıksız, inanılmaz derecede sinir bozucuydu… Ama kendisine itiraf etmeliydi ki, yine de parmağındaki bu derin kesik onu bozguna uğratırdı. Yaraları iyileştirmeyi hiçbir zaman öğrenmemişti ve şimdi farkına varıyordu ki -özellikle yakın zaman sonrası için yaptığı planlarından önce- sihir eğitiminde bu ciddi bir eksiklikti. Nasıl yapılacağını Hermione‘ye sormayı aklının bir köşesine yazarken, büyük bir tomar tuvalet kâğıdıyla silebildiği kadar çayı silerek odasına döndü ve kapıyı arkasından çarparak kapattı.

Harry sabahı tamamen okul sandığını altı yıl önce topladığından beri ilk defa tamamen boşaltarak geçirmişti. Araya giren okul yıllarının başında, sadece içeriğinin en üstteki üç çeyreğini almıştı ve yenilemişti. Bu da dibine genel bir yıkıntı tabakası bırakmıştı – eski tüy kalemler, kurutulmuş böcek gözleri, artık ona olmayan çiftsiz çoraplar. Dakikalar önce Harry, elini bu karışıklığın içine daldırmıştı, sağ elinin yüzük parmağında bıçak gibi bir acı tecrübe etmişti ve geri çektiğinde bir sürü kan görmüştü .

Şimdi daha dikkatlice işine devam etti. Sandığın yanında diz çökerek dibini yokladı ve sönükçe “CEDRIC DIGGORY‘Yİ DESTEKLEYİN” ve “DANDİK POTER” arasında parıldayan eski bir rozeti, çatlamış ve eskimiş bir Sinsioskop’u, ve içinde R.A.B. tarafından imzalanmış olan bir notun saklandığı altın kolyeyi çıkardıktan sonra, sonunda zarara neden olan keskin köşeyi keşfetti. Onu anında tanıdı. Ölmüş vaftiz babası Sirius‘un ona verdiği büyülü aynanın bir kaç santimlik parçasıydı. Harry onu bir köşeye koydu ve geri kalanı için sandığın içini dikkatlice yokladı, ama vaftiz babasının son hediyesinden geriye, enkazın en derin katmanında parlayan, kum taneleri gibi yapışan, toz haline gelmiş camdan başka bir şey kalmamıştı.

Harry doğruldu, kendisini kestiği keskin parçayı inceledi ve ona geri yansıyan kendi parlak yeşil gözünden başka bir şey görmedi. Parçayı yatağın üstünde okunmamış duran o sabahki Gelecek Postası‘nın üzerine koydu ve acı hatıraların ve kırık aynanın keşfinin neden olduğu pişmanlık ve özlem darbelerinin ani akışını, sandığındaki geri kalan çerçöpe saldırarak durdurmaya teşebbüs etti.

Sandığı tamamen boşaltmak, işe yaramaz şeyleri atmak ve kalanları bundan sonra ihtiyacı olup olmayacağına göre iki yığına ayırmak bir saatini daha aldı. Okul ve Quidditch cüppeleri, kazanı, parşömeni, tüy kalemleri ve okul kitaplarının çoğu arkada bırakılmak üzere bir köşeye yığılmıştı. Teyzesinin ve eniştesinin onlarla ne yapacağını merak etti; gecenin köründe onları yakacaklardı muhtemelen, korkunç bir suçun kanıtlarıymışçasına. Muggle giysileri, görünmezlik pelerini, iksir yapım seti, bazı kitaplar, Hagrid‘in ona verdiği fotoğraf albümü, bir mektup yığını ve asası eski bir sırt çantasına yeniden toplanmıştı. Bir ön cepte Çapulcu Haritası ve içinde R.A.B. imzalı notla beraber madalyon vardı. Madalyona bu onur yeri değerli olduğu için verilmemişti -normalde değersizdi- onu elde etmenin bedeli için verilmişti.

Geriye beyaz baykuşu Hedwig‘in yanında çalışma masasının üstünde duran oldukça büyük bir gazete yığını kalmıştı: Harry‘nin bu yaz Privet Drive‘da geçirdiği her gün için bir tane.

Yerden ayağa kalktı, esnedi ve masasına doğru ilerledi. Gazeteleri karıştırmaya ve teker teker çöp yığınına atmaya başlarken Hedwig hiç hareket etmedi. Baykuş uyuyordu ya da uyuma taklidi yapıyordu; şu sıralar kafesinden fazla uzaklaşamadığı için Harry‘ye kızgındı.

Gazete yığının sonuna yaklaştığında Harry, yavaşladı ve yaz için Privet Drive‘a vardığından kısa bir süre sonra geldiğini bildiği özel bir basımı aradı; ön sayfada Hogwarts‘ta Muggle Araştırmaları öğretmeni olan Charity Burbage‘in istifası üzerine ufak bir not olduğunu hatırlıyordu. Sonunda buldu. Onuncu sayfayı çevirerek çalışma masasının sandalyesine çöktü ve aradığı makaleyi tekrar okudu.

ALBUS DUMBLEDORE HATIRLANIYOR
Elphias Doge

Albus Dumbledore ile on bir yaşında tanıştım, Hogwarts‘daki ilk günümüzde. Karşılıklı çekimimiz şüphesiz ikimizin de yabancı gibi hissettiği gerçeğinden kaynaklanıyordu. Okula gelmeden kısa bir süre önce ejderha çiçeği kapmıştım ve artık bulaşıcı olmamama rağmen benekli yüzüm ve yeşilimsi rengim çoğunu bana yaklaşmaya davet etmedi. Albus ise Hogwarts‘a istenmeyen kötü şöhret yükü altında gelmişti. Neredeyse bir yıl önce babası Percival, üç genç Muggle üstünde vahşi ve tanınmış bir saldırı yüzünden suçlanmıştı.

Albus hiçbir zaman (Azkaban‘da ölecek olan) babasının bu suçu işlediğini inkâr etmeye teşebbüs etmemişti; tam tersi, ona soracak cesareti topladığımda, bana babasının suçlu olduğunu bildiğini temin etti. Bunun ötesinde, birçoğunun onu zorlamaya teşebbüs etmesine rağmen, Dumbledore, bu üzücü olay hakkında konuşmayı reddetti. Bazıları, gerçekten de, babasının hareketini övme eğilimindeydi ve Albus‘un da bir Muggle-düşmanı olduğunu varsaydılar. Daha yanlış düşünemezlerdi. Albus‘u bilen herkesin tasdik edeceği gibi, en ufak bir anti-Muggle eğilimi göstermedi. Aslında, Muggle haklarına kararlı desteği, takip eden yılarda ona pek çok düşman kazandırdı.

Fakat birkaç ay içinde Albus‘un kendi ünü babasınınkini gölgede bırakmaya başladı. İlk yılının sonunda, bir daha asla bir Muggle-düşmanının oğlu olarak tanınmadı, ama sadece okulda görülmüş en parlak öğrenci olarak tanındı. Onun arkadaşları olma ayrıcalığı olan bizler, onun örneğinden faydalandık; her zaman cömertçe sağladığı yardımı ve teşvikinden söz etmeye gerek bile yok. Daha sonraları bana, onun en büyük memnuniyeti, öğretmekten aldığını itiraf etti.

Okulun verdiği her not ödülünü almakla kalmadı, yakın zaman içinde zamanın en göze çarpan büyülü isimleriyle düzenli mektuplaşmaya başladı; ünlü simyacı Nicholas Flamel, önemli tarihçi Bathilda Bagshot ve sihir teoristi Adalbert Wafling dâhil. Kâğıtlarının bazıları iyi bilinen basımlara ulaştı; Biçim Değiştirme Güncesi, Büyülerle Başa Çıkma ve Pratik İksirci gibi. Dumbledore‘un gelecekteki kariyeri göz kamaştırıcı olacak gibiydi ve geriye kalan tek soru, ne zaman Sihir Bakanı olacağıydı. Sonraki yıllarda işi almak üzere olduğu sıkça öngörülmesine rağmen, hiçbir zaman Bakanlık hırsları olmadı.

Hogwarts‘a başladıktan üç yıl sonra, Albus‘un kardeşi, Aberforth okula geldi. Benzer değillerdi; Aberforth hiçbir zaman kitap kurdu değildi ve Albus gibi olmaksızın, anlaşmazlıkları mantıklı tartışmalarla değil, düellolarla hizaya sokmayı tercih ederdi. Fakat bazılarının söylediği gibi, kardeşlerin arkadaş olmadığını söylemek yanlış olur. Bu derecede farklı iki çocuk ellerinden geldiği kadar iyi geçindiler. Aberforth için, hakkını yemeyeyim, Albus‘un gölgesi altında yaşamanın fazla rahatlatıcı bir deneyim olmadığı kabul edilmelidir. Sürekli onun boyunduruğu altında kalması, onunla arkadaş kalmasına karşı zorlu bir tehlikeydi ve bir kardeş olarak daha memnun edici olamazdı.

Albus ve ben, Hogwarts’tan ayrıldığımızda, birlikte o zamanlar geleneksel olan dünya turunu yapacaktık. Ayrı kariyerlerimize atılmadan önce yabancı büyücüleri ziyaret edecektik ve gözlemleyecektik. Fakat bir trajedi araya girdi. Yolculuğumuzun arifesinde, Albus‘un annesi Kendra, Albus‘u ailenin başı, evin tek direği olarak bırakarak öldü. Gidişimi Kendra‘nın cenazesine taziyede bulunmaya gidecek kadar erteledim, sonra artık yalnız başıma sürdüreceğim yolculuğa çıktım. Bakacak kardeşleriyle ve onlara kalan çok az altınla Albus‘un bana eşlik etmesi artık mevzu bahis bile olamazdı.

Bu hayatımızda en az irtibatta olacağımız dönemdi. Albus‘a, belki biraz düşüncesizce, Yunanistan‘da Chimera’lardan ucu ucuna kaçmaktan, Mısırlı simyacılarla yaptığım deneylere kadar yolculuğumun güzelliklerini anlattığım mektuplar yazdım. Mektupları bana, öylesine parlak bir büyücü için hayal kırıcı derecede sıkıcı olduğunu tahmin ettiğim günlük yaşamının çok azını anlatıyordu. Kendi tecrübelerimin içine öyle dalmıştım ki, bir yıllık yolculuğumun sonlarına doğru Dumbledore‘ları bir trajedinin daha vurduğunu dehşet içinde duydum: kız kardeşi Ariana‘nın ölümü.

Ariana‘nın sağlığı uzun bir süre kötü durumda olmasına rağmen, darbe, annelerinin kaybından hemen sonra geldiği için, kardeşlerinin ikisi üzerinde de derin bir etki bırakmıştı. Albus‘a yakın olan herkes -ve ben kendimi bu şanslı insanların arasından sayarım- Ariana‘nın ölümünün ve Albus‘un bundan kendisini sorumlu tutmasının (elbette suçsuz olduğu halde), onun üzerinde sonsuza kadar iz bıraktığını kabul eder.

Eve döndüğümde çok daha yaşlı bir insanın acılarını yaşamış genç bir adam buldum. Albus önceden olduğundan daha ağzı sıkıydı ve çok daha az kaygısızdı. Sefaletine ek olarak, Arina‘nın kaybı, Albus ve Aberforth arasında yenilenmiş bir yakınlığa değil bir farklılaşmaya neden olmuştu. (Zamanla bu ortadan kalkacaktı – daha sonraki yıllarda yakın olmasa da samimi bir ilişkiyi tekrar kurdular.) Fakat o zamandan sonra ailesi veya Ariana hakkında çok seyrek konuştu ve arkadaşları onlardan bahsetmemeyi öğrendi .

Takip eden yıllardaki zaferlerini başka tüy kalemler anlatacaktır. Dumbledore‘un büyü bilgisinin durumuna, ejderha kanının on iki kullanımının keşfi dâhil sayısız katkısı, gelecek jenerasyonlara da fayda sağlayacak Büyüceşura‘nın Baş Büyücüsü olarak yaptığı pek çok yargılamada gösterdiği, bilgeliğinin sağladığı katkı gibi. 1945’te Dumbledore ve Grindelwald arasında olan düelloya hala hiçbir Büyücü düellosu denk olmamıştır derler. Tanık olanlar, iki olağandışı büyücüyü savaşırken izlerlerken hissettikleri korku ve şaşkınlığı yazdılar. Dumbledore‘un zaferi ve Büyücü Dünyası‘na yaşattığı neticeleri, sihir tarihinde Uluslararası Gizlilik Yasası‘nın çıkması veya Adı Anılmaması Gereken Kişi‘nin düşüşüne denk bir dönüm noktası olarak nitelendiriliyor.

Albus Dumbledore asla gururlu ya da kendini beğenmiş değildi; ne kadar görünürde gereksiz veya perişan olsa da herkeste değer verecek bir şey bulabilirdi ve inanıyorum ki çok erken yaşadığı kayıpları ona büyük bir insanlık ve sempati kazandırdı. Dostluğunu ne kadar özleyeceğimi kelimelerle tarif edemem, ama kaybım Büyücü Dünyası‘nınkiyle kıyaslanamaz. Çünkü bütün Hogwarts müdürleri arasında en ilham kaynağı ve en sevilen olduğu sorgulanamaz. Yaşarken öldü: Her zaman daha iyisi için çalıştı ve onunla tanıştığım günkü kadar, ejderha çiçeği geçiren küçük bir çocuğa bir el uzatmaya son saatine dek gönüllüydü.

Harry okumayı bitirdi, ama biyografiye eşlik eden resme bakmaya devam etti. Dumbledore tanıdık, sevecen gülümsemesiyle gülüyordu, ama yarım ay şeklindeki gözlüklerinin üzerinden bakarken, bir gazete baskısında olsa bile, Harry üzüntüyle karışık bir küçük düşme hissine kapıldı.

Dumbeldore‘u epey iyi tanıdığını düşünmüştü, ama bu biyografiyi okuduğundan beri, onu neredeyse hiç tanımadığını anlamak zorunda bırakılmıştı. Dumbledore‘un çocukluğunu veya gençliğini bir kere bile hayal etmemişti; sanki Harry‘nin onu tanıdığı gibi oluşmuştu, saygı uyandıran ve gümüşi saçlı ve yaşlı. Yeniyetme bir Dumbledore düşüncesi tuhaftı, aptal bir Hermione ya da arkadaş canlısı bir Patlar Uçlu Keleker düşünmek gibiydi.

Dumbledore‘a geçmişi hakkında soru sormayı hiç akıl etmemişti. Tuhaf, hatta münasebetsiz kaçacağına şüphe yoktu, ama her şeye rağmen, Dumbedore‘un Grindelwald‘la olan o efsanevi düellonun bir parçası olduğu genel bilgiydi ve Harry, Dumbledore‘a nasıl bir his olduğunu ya da diğer meşhur başarıları hakkında soru sormayı düşünmemişti. Hayır, hep Harry‘yi, geleceğini, planlarını tartışmışlardı… ve şimdi Harry‘ye öyle geliyordu ki, geleceğinin çok tehlikeli ve çok muallakta olduğu gerçeğine rağmen, Dumbledore‘a kendisi hakkında daha fazla soru soramadığında geri getirilemeyecek fırsatları kaçırmıştı, müdürüne sorduğu en kişisel sorunun, Dumbledore‘un dürüstçe cevaplamadığı tek soru olduğu konusunda şüphelenmesine rağmen:

“Aynaya baktığınızda siz ne görüyorsunuz?”

“Ben mi? Ben kendimi bir çift kalın yün çorap tutarken görüyorum.”

Birkaç dakika düşündükten sonra Harry, biyografiyi gazeteden yırttı, dikkatlice katladı ve Savunma Sihri ve Karanlık Sanatlara Karşı Kullanımı‘nın ilk cildinin içine sıkıştırdı. Sonra gazetenin geri kalanını çöp yığınına attı ve odasına doğru döndü. Çok daha düzenliydi. Yerli yerinde olmayan tek şey, yatağın üstünde duran bugünün Gelecek Postası ve üstünde duran kırık ayna parçasıydı.

Harry odası boyunca yürüdü, ayna parçasını bugünün Posta’sının üstünden aldı ve gazeteyi açtı. Kıvrılmış gazeteyi teslim baykuşundan o sabah erkenden aldığında manşete bakıvermişti ve Voldemort hakkında hiçbir şey söylemediğini gördüğünde bir köşeye atmıştı. Harry, Bakanlık‘ın Posta‘ya Voldemort hakkındaki haberleri bastırmamak konusunda baskı yaptığına emindi. Bu yüzden ne kaçırdığını henüz şimdi görmüştü.

Ön sayfanın alt yarısı boyunca daha küçük bir başlık, Dumbledore‘un uzun adımlarla yürüyüp endişeli göründüğü bir resminin üzerine yazılmıştı:

DUMBLEDORE – SONUNDA GERÇEKLER?

Birçoğu tarafından jenerasyonunun en büyük büyücüsü olarak görülen kusurlu dâhinin şok edici hikâyesi haftaya geliyor. Sakin, gümüş sakallı bilgenin popüler imajını soyarak, Rita Skeeter sorunlu çocukluğu, kanunsuz gençliği, hayat boyu süren kavgaları ve Dumbledore‘un mezarına götürdüğü suçlu sırlarını açığa çıkarıyor. NEDEN Sihir Bakanı olması tavsiye edilen adam alelade bir müdür olarak kalmaktan memnun kalmıştı? Zümrüdüanka Yoldaşlığı diye bilinen gizli organizasyonun gerçek amacı NEYDİ? Dumbledore sonuyla gerçekte NASIL karşılaştı?

Bunların cevapları ve daha fazlası yeni, Rita Skeeter tarafından yazılmış, Betty Braithwaite‘in çok özel röportajlarını içeren şok biyografisi, Albus Dumbledore‘un Hayatı ve Yalanları‘nda keşfedilebilir, sayfa 13.

Harry gazeteyi yırtarcasına açtı ve sayfa on üçü buldu. Makalenin üstüne başka bir tanıdık yüzü gösteren bir resim konulmuştu: mücevherli gözlük takan ve düzgün kıvırcık sarışın saçlı bir kadın, besbelli galip bir gülümseme olması gereken bir gülümsemeyle dişlerini gösteriyordu ve parmaklarını ona doğru oynatıyordu. Bu mide bulandırıcı görüntüyü görmezden gelmek için elinden geleni yapan Harry devamını okudu.

Acımasızlığıyla ünlü tüy kalem portrelerinin yansıttığının aksine, Rita Skeeter‘ın kendisi çok daha sıcak ve yumuşak. Sıcacık evinin holünde beni karşıladıktan sonra, beni bir fincan çay, bir dilim dövme pastası ve söylemeye ne hacet, buharlı bir fıçı dolusu en taze dedikodular için doğru mutfağa yönlendiriyor.

“Elbette Dumbledore bir biyografçının rüyası,” diyor Skeeter. “Öyle uzun, dolu bir yaşam ki, eminim kitabım pek çoğunun ilki olacak.” Skeeter kesinlikle yarış çizgisinden çok çabuk kalktı. Dokuz yüz sayfalık kitabı Dumbledore‘un Haziran‘daki esrarengiz ölümünden sadece dört hafta sonra tamamlandı. Bu süper hızlı marifeti nasıl başardığını soruyorum.

“Ah, benim olduğum kadar uzun süre bir gazeteci olduğunuzda, bir son teslim tarihi için çalışmak ikinci doğanız haline geliyor. Büyücü dünyasının bütün hikâye için yaygara kopardığını biliyordum ve ihtiyacı karşılayacak ilk kişi olmak istedim.”

Büyüceşura‘nın Özel Danışmanı ve Albus Dumbledore‘un uzun süreli arkadaşı olan Elphias Doge‘un yeni, genişçe tanınmış görüşlerinden bahsettim: “Skeeter‘ın kitabı bir Çikolatalı Kurbağa kartından daha az gerçek içeriyor.”

Skeeter başını arkaya atarak gülüyor.

“Sevgili Dodgy! Birkaç yıl önce onunla deniz insanları hakları konusunda röportaj yaptığımı hatırlıyorum, tanrı onu korusun. Tamamen üşütük, Windermere Gölü‘nün dibinde oturduğumuzu sanıyor görünüyordu. Bana sürekli alabalıklara dikkat etmemi söyleyip durdu.”

Buna rağmen Elphias Doge‘un yanlışlık suçlamaları pek çok yerde tekrarlandı. Skeeter gerçekten dört kısa haftanın Dumbledore‘un uzun ve olağanüstü hayatının tam resmini elde etmek için yeterli olduğunu düşünüyor mu?

“Ah, hayatım,” diye gülümsüyor Skeeter, parmak eklemlerimi şefkatle sararak, “şişman bir torba dolusu Galleon, ‗’hayır‘ kelimesini duyma itirazı ve keskin güzel bir Tez‗ Tekrar Tüyü aracılığıyla ne kadar bilgi elde edilebileceğini benim kadar iyi biliyorsun! İnsanlar Dumbledore‘a çamur atmak için kuyruğa giriyordu zaten. Herkes onun çok harika olduğunu düşünmüyordu, biliyorsun – pek çok önemli kişinin ayağına bastı. Ama yaşlı Dodgy Doge hipogrif gözlüklerini çıkarabilir çünkü pek çok gazetecinin uğrunda asasını vereceği bir kaynağa ulaştım, daha önce halk içinde hiç konuşmamış, Dumbledore’a gençliğinin en karışık ve huzursuz döneminde yakın olan biri.”

Skeeter‘ın biyografisinin önceden tanınmış olması, Dumbledore‘un suçsuz bir hayat yaşadığına inananlara kesinlikle şoklar yaşatacağı düşüncesi uyandırdı. Ortaya çıkardığı en büyük sürprizler nelerdi, diye soruyorum.

“Hadi canım, Betty, kimse kitabı almadan önemli kısımları söylemeyeceğim!” diye gülüyor Skeeter. “Ama hala Dumbledore‘un sakalı kadar ak olduğuna inanan herkesin kaba bir uyandırılışa maruz kalacağına söz verebilirim! Şöyle diyelim ki, onun Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen‘e karşı köpürdüğünü duyan kimsenin Dumbledore‘un kendisinin gençliğinde Karanlık Sanatlar‘la

uğraştığını hayal edemezdi! Ve daha sonraki yıllarını hoşgörü için yalvararak geçiren bir büyücü için, gençliğinde tam olarak geniş fikirli biri değildi! Evet, Albus Dumbledore gerçekten nahoş bir geçmişe sahipti, hakkında konuşulmaması için çok uğraştığı şüpheli bir aile de cabası.”

Skeeter‘ın on beş yıl önce Büyüceşura tarafından Sihrin Yanlış Kullanımı yüzünden tutuklanması ufak bir skandal yaratan Dumbledore‘un kardeşi Aberforth‘dan mı bahsettiğini soruyorum.

“Ah, Aberforth tezek yığının sadece ucu,” diye gülüyor Skeeter. “Yo, yo, keçilerle oyalanmaya yatkınlığı olan bir kardeşten çok daha kötü bir şeyden bahsediyorum. Muggle sakatlayan babadan da kötü – Dumbledore ikisini de sessiz tutamadı zaten, ikisi de Büyüceşura tarafından suçlandı. Hayır, benim ilgimi çeken, anne ve kız kardeşti ve biraz didiklemek, bir pislik yuvasını açığa çıkardı – ama söylediğim gibi, detaylar için dozudan on ikinci bölüme kadar olan kısmı beklemeniz gerekecek. Şimdi söyleyebileceğim tek şey, Dumbledore‘un burnunun kırılmasından hiç bahsetmemesine hiç şaşırmamak lazım.”

Aile kirli çamaşırlarına rağmen Skeeter, Dumbledore‘un pek çok sihirli keşiflerine yol açan dehayı inkâr mı ediyordu?

“Kafası çalışıyordu,” diye kabul ediyor, “fakat şimdi pek çoğu, sözüm ona başarılarının hepsi için tam bir övgü kazanabilir olup olmadığını sorguluyor. On altıncı bölümde açığa çıkardığım gibi, Ivor Dillonsby, Dumbledore onun kâğıtlarını ‘ödünç‘ aldığında ejderha kanının sekiz kullanımını çoktan keşfettiğini iddia ediyor.”

Ama Dumbledore‘un başarılarının bazılarının önemini inkâr etmeye cüret etmem. Peki ya Grindelwald‘ı meşhur yenişi?

“Ah, şimdi, Grindelwald‘dan bahsettiğine sevindim,” diyor Skeeter, boşuna ümit verici bir gülümsemeyle. “Korkarım Dumbledore‘un muhteşem zaferi yüzünden gözleri buğulananlar kendilerini bir bomba için hazırlasınlar – ya da belki bir Tezek bombası, gerçekten çok kirli bir iş. Söyleyeceğim tek şey, gerçekten muhteşem efsanevi bir düello olduğuna çok emin olmayın. Kitabımı okuduktan sonra insanlar, Grindelwald sadece asasının ucundan beyaz bir mendil çıkarıp sessizce geldiği sonucuna varmak zorunda kalabilir!”

Skeeter bu ilgi çekici konu hakkında daha fazla şey ele vermek istemiyor, bu yüzden okuyucularını şüphesiz her şeyden daha fazla hayran bırakacak ilişkiye dönüyoruz.

“Ah, evet,” diyor Skeeter, canlılıkla başını sallayarak, “bütün Potter-Dumbledore lişkisine tam bir bölüm adıyorum. Sağlıksız, hatta sinsi deniyor. Tekrar, okuyucularınızın tüm hikâye için kitabımı almaları gerekecek, ama Dumbledore‘un Potter‘a doğal olmayan bir ilgi beslediğine şüphe yok. Çocuğun iyiliğini düşünüp düşünmediğini – eh, göreceğiz. Potter‘ın çok acılı bir ergenlik geçirdiği gerçekten bilinen bir sır.”

Skeeter‘a geçen sene çok ses getiren bir röportaj yaptığı Harry Potter‘la hala irtibatta olup olmadığını soruyorum: Potter‘ın Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’in döndüğüne dair inancı hakkında ilk kez konuştuğu, ani atak yapan bir parçaydı.

“Ah, evet, yakın bir bağ kurduk,” diyor Skeeter. “Zavallı Potter‘ın çok az gerçek dostu var ve hayatının çok zorlayıcı bir döneminde tanıştık – Üçbüyücü Turnuvası. Ben muhtemelen gerçek Harry Potter‘ı tanıyan yaşayan çok az kişiden biriyim.”

Dumbledore‘un son saatleri hakkındaki birçok dedikoduya gelelim. Skeeter, Dumbledore öldüğünde Potter‘ın orda olduğuna inanıyor mu?

“Eh, çok fazla söylemek istemiyorum -hepsi kitapta- ama Hogwarts şatosunun içindeki görgü tanıkları, Potter‘ı Dumbledore‘un düşüşünden, atlayışından ya da itilişinden birkaç dakika sonra olay mahallinden kaçarken gördü. Potter, daha sonra garezi olduğu bilinen adamın, Severus Snape‘in aleyhinde kanıt verdi. Her şey göründüğü gibi mi? Bu büyücü toplumunun muhakemesine kalmış – benim kitabımı okuduktan sonra.”

Bu ilginç noktayla beraber, kalkıyorum. Skeeter‘ın anında çok satanlar listesine girecek bir kitabı tüy kaleme aldığına şüphe yok. Bu arada Dumbledore‘un hayranlar topluluğu, kahramanları hakkında ortaya çıkacak olanlar hakkında ürperiyor olabilir.

Harry makalenin sonuna ulaştı, ama sayfaya boş boş bakmaya devam etti. Tiksinti ve öfke, içinde kusmuk gibi yükseldi; tüm gücüyle gazeteyi buruşturup taşmış çöp tenekesinden yükselmiş çöpün birleştiği duvara attı

Odada körlemesine, ne yaptığının farkında olmadan, Rita‘nın makalesinden rasgele cümleler kafasında yankılanırken volta atmaya, boş çekmeceleri açmaya ve kitapları alıp tekrar aynı yığınların üstüne yerleştirmeye başladı: “Bütün Potter-Dumbledore ilişkisine tam bir bölüm…”, “Sağlıksız, hatta sinsi deniyor…”, “Kendisinin gençliğinde Karanlık Sanatlar‘la uğraştığını…”, “Pek çok gazetecinin uğrunda asasını vereceği bir kaynağa ulaştım…”

“Yalanlar!” diye böğürdü Harry ve pencereden çim makinesini başlatmak için duraklamış olan yan komşusunun endişeyle yukarı baktığını gördü.

Harry yatağın üstüne sertçe oturdu. Kırık ayna parçası ondan uzaklaştı; onu aldı ve Dumbledore‘dan Rita Skeeter‘ın ününe leke sürmek için kullandığı yalanları tekrar tekrar düşünerek parmaklarıyla çevirdi…

En parlağından mavi bir parlama. Harry dondu ve kesilmiş parmağı yine aynanın sivri kenarı üzerinde kaydı. Hayal görmüştü, öyle olmalıydı. Omzunun üzerinden baktı, ama duvar Petunia Teyze‘nin seçtiği hastalıklı şeftali rengiydi: Orada aynanın yansıtabileceği mavi olan hiçbir şey yoktu. Tekrar ayna parçasına baktı ve ona bakan kendi parlak yeşil gözünden başka bir şey görmedi.

Hayal görmüştü, başka bir açıklaması yoktu; hayal görmüştü, çünkü ölmüş müdürünü düşünüyordu. Kesin olan bir şey varsa, o da Albus Dumbledore‘un parlak mavi gözleri onu bir daha hiç delip geçmeyecekti.

ÜÇÜNCÜ  BÖLÜM:
DURSLEY’LERİN  GİDİŞİ

Ön kapının çarpışı merdivenlerde yankılandı ve birisi kükredi, “Ah! Sen!”

On altı yıldır bu şekilde hitap edilen Harry‘nin, ona seslenenin eniştesi olduğu konusunda hiçbir şüphesi yoktu, yine de hemen cevap vermedi. Hala, Dumbledore‘un gözünü gördüğünü sandığı o kısa anı düşünüyordu. Eniştesi “ÇOCUK!” diye böğürdüğü zaman, yavaşça yatağından kalkıp yatak odasının kapısına doğru yöneldi, elindeki kırık aynayı, yanında götüreceği diğer şeylerle dolu sırt çantasına eklemek için durdu.

“Zamanın doldu!” diye kükredi Vernon Dursley, Harry merdivenlerin başında belirdiği zaman, “Aşağı in. Konuşmak istiyorum!”

Harry merdivenlerden indi, elleri pantolonunun cebindeydi. Odaya bakındığında üç Dursley‘in de orada olduğunu gördü. Toplanmak için giyinmişlerdi; Vernon Enişte açık kahve fermuarlı bir mont içindeyken Dudley, Harry‘nin geniş, sarışın, kaslı kuzeni, deri montunun içindeydi .

“Evet?” diye sordu Harry.

“Otur!” dedi Vernon Enişte. Harry kaşlarını kaldırdı. “Lütfen!” diye ekledi Vernon Enişte, kelime boğazına saplanmış gibi hafifçe irkilerek.

Harry oturdu. Neyle karşılaşacağını bildiğini düşündü. Eniştesi volta atmaya başlamıştı, Petunia Teyze ve Dudley, adamın hareketlerini meraklı ifadelerle izliyorlardı. Sonunda, büyük mor yüzü konsantrasyonla kasıldı. Vernon Enişte, Harry‘nin önünde durdu ve konuştu.

“Fikrimi değiştirdim,” dedi.

“Aman ne şaşırtıcı,” dedi Harry.

“O ses tonunda konuşmayacaktın.” diye başladı Petunia Teyze tiz bir sesle, ama Vernon Dursley durması için işaret etti.

“Hepsi tamamen zırvalık,” dedi Vernon Enişte, küçük domuz gözleriyle Harry‘ye öfke dolu bakarak. “Hiçbir kelimesine inanmadığıma karar verdim. Olduğumuz yerde kalıyoruz, hiçbir yere gitmiyoruz.”

Harry, eniştesine baktı ve can sıkkınlığıyla eğlenme karışımı bir şey hissetti. Vernon Dursley son dört haftanın her yirmi dört saatinde bir fikrini değiştiriyordu, her fikrini değiştirdiğinde arabaya eşyaları yerleştiriyor, boşaltıyor ve tekrar yerleştiriyordu. Harry‘nin favori anı, son yeniden toplanmadan sonra Dudley‘nin dambıllarını çantasına koyduğundan habersiz olan Vernon Enişte‘nin, bavulu bagaja koymaya kalkıştığı sıradaki acı içindeki düşüşü ve durmadan küfür edişiydi.

“Sana göre,” dedi Vernon Enişte, oturma odasındaki volta atışını sürdürerek, “biz -Petunia, Dudley ve ben- tehlikedeyiz, şey yüzünden – şeyden”

“Benim türümdeki insanlardan, değil mi?” dedi Harry.

“İşte, buna inanmıyorum,” diye tekrar etti Vernon Enişte, yeniden Harry‘nin önünde durarak. “Bütün gece boyunca yarı uyanıktım ve tekrar tekrar düşündüm ve inanıyorum ki bu, evi almak için çevirdiğin bir entrika.”

“Evi?” diye tekrar etti Harry. “Ne evi?”

“Bu ev!” diye bağırdı Vernon Enişte, alnındaki damar atmaya başladı. “Bizim evimiz! Buralarda ev fiyatları hızla artıyor! Bizi ayak altından çıkarıp biraz hokus pokus yapacaksın ve biz farkına varmadan ev senin üzerine olacak ve -”

“Sen aklını mı kaçırdın?” diye sordu Harry. “Evi almak için çevirdiğim bir entrika? Gerçekten de göründüğün kadar salak mısın?”

“Sakın buna cüret etme -!” diye cıyakladı Petunia Teyze, ama yine Vernon ona susmasını işaret etti. Görünüşünün aldığı şekil, Harry‘nin işaret ettiği tehlikeye nazaran hiçbir şeydi .

“Unutmuşsundur diye söylüyorum,” dedi Harry, “Benim zaten bir evim var, vaftiz babam bıraktı. Bu durumda bu evi neden isteyeyim? Mutlu anılar yüzünden mi?”

Sessizlik oldu. Harry, bununla eniştesini etkilediğini düşünüyordu .

“İddia ediyorsun ki,” dedi Vernon Enişte, yeniden volta atmaya başlayarak, “şu Lord şey -”

“- Voldemort,” dedi Harry sabırsızca, “ve bunun üzerinden yüz kez geçtik. Bu bir iddia değil, bir gerçek. Dumbledore geçen sene söyledi size, Kingsley ve Mr. Weasley -”

Vernon Dursley kızgınca omuzlarını silkti ve Harry, eniştesinin yaz tatili boyunca iki yetişkin büyücü tarafından yapılan habersiz ziyaretleri hafızasından silmeye çalıştığını tahmin etti. Kingsley Shacklebolt ve Arthur Weasley‘nin kapı girişinde belirmeleri, Dursley’ler için hiç hoş olmayan bir şoktu. Ama Harry kabul ediyordu, Mr Weasley bir

keresinde oturma odalarının yarısını yok etmişti ve yeniden belirmesinin Vernon Enişte‘yi memnun etmesi beklenecek bir şey değildi .

“- Kingsley ve Mr. Weasley de açıkladılar,” diye üsteledi Harry acımasızca, “Ben on yedi yaşında olduğum zaman, beni koruyan koruyucu büyü kalkacak ve bu beni olduğu kadar sizi de korumasız bırakacak. Yoldaşlık, Voldemort‘un sizi hedefleyeceğinden emin, size işkence edip benim nerede olduğumu öğrenmeye çalışacak ya da sizi esir aldığı zaman benim gelip sizi kurtarmaya çalışacağımı düşünecek.”

Vernon Enişte ve Harry‘nin gözleri birleşti. Harry, o an için ikisinin de aynı şeyi düşündüğünden emindi. Sonra Vernon Enişte yürümeyi sürdürdü ve Harry devam etti, “Gidip saklanmalısınız ve Yoldaşlık yardım etmek istiyor. Size çok sağlam bir koruma teklif edildi, olabilenin en iyisi. ”

Vernon Enişte bir şey demedi, ama volta atmaya devam etti. Dışarıda güneş alçalmaya başladı. Yan komşunun çim biçme makinesi tekrardan durdu.

“Sihir Bakanlığı diye bir şey var sanıyordum?” diye sordu Vernon Enişte beklenmedik bir şekilde .

“Var,” dedi Harry şaşırarak.

“Eh, öyleyse neden onlar koruyamıyor bizi? Bana öyle geliyor ki, masum kurbanlar olarak, işaretlenmiş bir adamı barındırmaktan başka bir suçumuz yokken, hükümet korumasını hak ediyoruz! ”

Harry güldü; kendine hakim olamamıştı. Eniştesinin, bu küçük gördüğü ve güvenmediği dünyada bile umutlarını bir kuruma bağlaması tam ona göre bir davranıştı.

“Mr Weasly ve Kingsley’nin söylediklerini duydunuz,” diye cevapladı Harry. “Bakanlık’ın içine sızdıklarını düşünüyoruz.”

Vernon Enişte büyük adımlarla şömineye doğru yürüdü ve öyle şiddetle soludu ki, büyük siyah bıyığı hala mor ve konsantrasyondan kasılmış olan suratında dalgalandı.

“Pekala,” dedi. Tekrar Harry‘nin önünde durarak, “Pekala, diyelim ki tartışmanın hatırı üzerine bu korumayı kabul ettik. Hala neden Kingsley‘yi alamadığımızı anlamıyorum.”

Harry gözlerini devirmemeyi başardı, ama zorlukla. Bu soru üzerinden de en az yarım düzine kez geçilmişti.

“Söylediğim gibi,” dedi dişlerini sıkarak, “Kingsley, Mug- demek istediğim, sizin başkanınızı koruyor.”

“Kesinlikle – en iyileri o!” dedi Vernon Enişte, boş televizyon ekranını işaret ederek. Dursley’ler Kingsley’yi haberlerde Muggle Başkanı’nın bir hastaneyi ziyaret edişi sırasında ona eşlik ederken görmüşlerdi. Bu, ve Kingsley‘nin bir Muggle gibi giyinmede gösterdiği ustalık, kesin bir güven telkin eden sakin ve derin sesinden söz etmeye bile gerek yok, Dursley’lerin ona daha önce hiçbir büyücüye yaklaşmadıkları bir şekilde yaklaşmasını sağladı ve tabii ki onu küpe takarken görmemişlerdi.

“Eh, o kapıldı,” dedi Harry. “Ama Hestia Jones ve Dedalus Diggle bu işlerde daha iyiler -”

“Eğer CV‘lerini görseydik…” diye başladı Vernon Enişte, ama Harry sabrını yitirdi. Eniştesinin üzerine yürüyerek “Bütün bunlar, kazalar, kaza değiller – çarpışmalar ve patlamalar ve raydan çıkan tren haberleri, son izlediğimizden bu yana her ne olmuşsa. İnsanlar ortadan kayboluyorlar ve ölüyorlar ve arkasında o var – Voldemort. Size tekrar tekrar anlattım, Muggle‘ları zevk için öldürüyor. Sis bile Ruh Emiciler yüzünden oluyor ve eğer ne olduklarını hatırlayamıyorsan, oğluna sor!”

Dudley‘nin eli ani bir hareketle ağzına gitti. Ebeveynlerinin ve Harry‘nin gözleri üzerinde, ellerini yavaşça indirdi ve sordu, “Onlardan… daha fazla mı var?”

“Daha fazla?” diye güldü Harry. “Bize saldıran o ikisinden fazla demek istiyorsun? Tabii ki yüzlerce var, belki bu kez binlerce, korku ve umutsuzlukla beslendiklerine göre -”

“Pekala, bu kadar kabadayılık yeter,” diye bağırdı Vernon Enişte. “Anlatmak istediğini anlattın -”

“Öyle umarım,” dedi Harry, “çünkü ben on yedi olduğum zaman, hepsi – Ölüm Yiyenler, Ruh Emiciler, belki İnferi bile -karanlık bir büyücü tarafından büyülenmiş cesetler- sizi bulup saldıracak. Ve eğer en son büyücüleri alt etmeye çalıştığınızda ne olduğunu hatırlıyorsanız, sanırım yardıma ihtiyacınız olduğu konusunda hemfikir olacaksınız.”

Kesin bir sessizlik oluştu, Hagrid’in tahta ön kapıyı devirmesinin yankısı yıllardır devam ediyor gibiydi. Petunia Teyze, Vernon Enişte’ye bakıyordu; Dudley gözlerini Harry‘ye dikmişti. Sonunda Vernon Enişte ağzından kaçırdı, “Ama peki ya benim işim ne olacak? Dudley‘nin okulu ne olacak? Sanmıyorum ki bu tarz şeyler bir avuç tembel büyücü için önemli olsun -”

“Anlamıyor musun?” diye bağırdı Harry. “Size işkence edecekler ve sizi öldürecekler, tıpkı anne ve babama yaptıkları gibi!”

“Baba,” dedi Dudley yüksek sesle, “Baba – ben şu Yoldaşlık insanlarıyla birlikte gideceğim.

Dudley,” dedi Harry, “hayatında ilk kez mantıklı bir şey söyledin.”

Savaşın kazanıldığını biliyordu. Eğer Dudley, Yoldaşlık‘ın yardımını kabul edecek kadar korkmuşsa, ebeveynleri de ona eşlik edecekti. Dudleycik’lerinden ayrılmaları söz konusu bile olamazdı. Harry şömine rafının üzerindeki saate baktı.

“Beş dakika içinde burada olacaklar,” dedi, Dursley’lerden biri cevap verdiğinde odadan ayrıldı. Teyzesinden, eniştesinden ve kuzeninden ayrılacak olma durumunu büyük bir sevinçle karşılayacaktı, ama yine de havada bir gariplik seziliyordu. On altı yıllık katı bir hoşnutsuzluktan sonra biri diğerine ne diyebilirdi ki?

Odasına geri dönünce Harry, sırt çantasıyla oyalanarak zaman öldürdü, sonra Hedwig‘in kafesinin parmaklıklarından içeri birkaç baykuş çerezi attı. Boğuk bir gümbürtüyle kafesin zeminine düştüler, Hedwig görmezden geldi.

“Yakında ayrılıyoruz buradan, çok yakında,” dedi Harry kuşa. “Ve sonra sen tekrar uçabileceksin.”

Kapı zili çaldı. Harry tereddüt etti, sonra odasından çıkıp merdivenlerden indi. Hestia ve Dedalus‘un Dursley’lerle tek başlarına başa çıkabilecekleri düşüncesi biraz fazlaydı.

“Harry Potter!” diye cikledi hevesli bir ses Harry kapıyı açtığı sırada; küçük bir adam leylak rengi bir şapka içinde uzun bir reverans yaptı. “Bu ne büyük bir onur!”

“Teşekkürler, Dedalus,” dedi Harry koyu saçlı Hestia üzerinden, suratına küçük ve utangaç bir gülümseme oturtarak. “Bunu yaptığınız için gerçekten çok iyisiniz… İçerdeler, teyzem, eniştem ve kuzenim…”

“Harry Potter‘ın akrabalarına iyi günler!” dedi Dedalus, neşeyle oturma odasına doğru büyük adımlarla yürüdü. Dursley’ler bu şekilde hitap edilmekten ötürü hiç de hoşnut değildiler; Harry iyiden iyiye bir fikir değişimi bekledi. Dudley cadı ve büyücünün göz hizasından kaçınarak annesinin yanına büzüldü .

“Görüyorum ki toplanmış ve hazırsınız. Mükemmel! Plan, Harry‘nin de size söylediği gibi çok basit,” dedi Dedalus, yelek cebinden kocaman bir cep saati çıkarıp inceleyerek. “Harry ayrılmadan önce ayrılmalıyız. Evinizde sihir kullanmak tehlikeli olduğuna göre – Harry‘nin hala reşit olmaması Bakanlık’a onu tutuklamak için bir bahane verir – arabayla gideceğiz, sizin için seçtiğimiz güvenli bölgeye doğru buharlaşmadan önce on mil falan uzaklaşmamız gerekiyor. Araba kullanmasını biliyor musunuz, yoksa ben mi süreyim?” diye sordu Vernon Enişte’ye nazikçe.

“Araba kullanmasını bilmek mi -? Tabii ki lanet olasıca arabayı nasıl kullanacağımı biliyorum!” dedi Vernon Enişte.

“Çok akıllısınız, efendim, çok akıllı. Ben şahsen o bütün düğme ve göstergeler tarafından üçkağıda getiriliyorum,” dedi Dedalus, ağzından çıkan her bir kelimeyle görülebilir ölçüde plana olan güvenini yitiren Vernon Dursley‘yi açıkça pohpohladığı izlenimindeydi.

“Araba bile süremiyor,” diye mırıldandı dilinin ucuyla, bıyığı kızgınca ttiredi, ama neyse ki ne Dedalus ne de Hestia onu duymuşa benziyorlardı.

“Sen, Harry,” diye devam etti Dedalus, “burada koruyucunu bekleyeceksin. Ayarlamalarda biraz değişiklik oldu -”

“Ne demek istiyorsun?” dedi Harry bir kerede. “Sanıyordum ki Deli Göz gelecek ve Yarı-Cisimlenme yapacağım?”

“Öyle yapamayız,” dedi Hestia kısaca, “Deli Göz açıklayacak.”

Suratlarında tamamen ne olup bittiğini anlamadıklarını belirten ifadelerle konuşmaları dinleyen Dursley’ler, keskin bir çığlık duyulduğunda sıçradılar, “Acele edin!” Harry sesin Dedalus’un cep saatinden geldiğini anlayana dek odanın her yerine baktı.

“Oldukça haklı, çok sıkı bir programda hareket ediyoruz,” dedi Dedalus, saatine onaylayarak kafa salladı ve tekrar yelek cebine yerleştirdi. “Yapmaya çalıştığımız şey, senin evden ayrılış anınla ailenin buharlaşma anını denk getirmek Harry, böylelikle büyünün bozulduğu anda hepiniz güvenli bir yere doğru gidiyor olacaksınız.”

Dursley’lere döndü, “Eh, toplandık ve gitmeye hazır mıyız?”

Kimse cevap vermedi. Vernon Enişte hala şok ifadesiyle Dedalus‘un yelek cebindeki şişkinliğe bakıyordu.

“Belki biz dışarıda, holde beklemeliyiz, Dedalus,” diye mırıldandı Hestia. Harry ve Dursley’ler karşılıklı sevgi dolu ve büyük ihtimalle ağlamaklı bir şekilde veda ederken, odada kalmalarının açıkça düşüncesizlik olacağını düşündü.

“Gerek yok,” diye mırıldandı Harry. Vernon Enişte uzatmadan yüksek sesle, “Eh, o zaman hoşça kal çocuk,” dedi.

Sağ kolunu Harry‘ye tokalaşmak için uzattı, ama son anda bunu yapamayacakmış gibi göründü, yalnızca yumruğunu sıktı ve bir metronom gibi ileri geri sallamaya başladı.

“Hazır mısın Duddy?” diye sordu Petunia, huysuzca el çantasının tokasını kontrol ederek, neticede Harry‘ye bakmaktan kaçındı.

Dudley cevap vermedi ama Harry‘ye küçük dev Grawp‘ı hatırlatan bir şekilde olduğu

yerde ağzı yarı açık olarak durdu.

“Hadi o zaman,” dedi Vernon Enişte.

Dudley “Anlamıyorum,” diye mırıldandığı zaman oturma odasının kapısına ulaşmıştı bile .

“Neyi anlamıyorsun balkabağım?” diye sordu Petunia Teyze oğluna bakarak .

Dudley geniş, jambona benzeyen elini kaldırıp Harry‘yi işaret etti.

“O neden bizimle gelmiyor?”

Vernon Enişte ve Petunia Teyze Dudley‘ye bakakalıp öyle bir dondular ki, sanki çocuk az önce balerin olmak istediğini ifade etmişti.

“Ne?” dedi Vernon Enişte yüksek sesle.

“Neden o da bizle gelmiyor?” diye sordu Dudley.

“Eh, o – gelmek istemiyor,” dedi Vernon Enişte, Harry‘ye bir bakış atıp ekledi, “İstemiyorsun, değil mi?”

“Hem de hiç,” dedi Harry.

“Tamam işte,” dedi Vernon Enişte Dudley‘ye. “şimdi gidelim hadi.”

Odadan dışarı çıktı. Ön kapının açıldığını duydular, ama Dudley kıpırdamadı, birkaç tedirgin adımdan sonra Petunia Teyze de durdu.

“Şimdi ne var?” diye havladı, tekrar kapıda beliren Vernon Enişte .

Öyle görünüyorduki Dudley, söylemek istediği şeyleri kelimelere dökmekte zorlanıyordu. Birkaç dakikalık acı verici bir iç mücadeleden sonra, “Ama nereye gidecek?” dedi .

Petunia Teyze ve Vernon Enişte birbirlerine baktılar. Dudley‘nin onları korkuttuğu belli oluyordu. Hestia Jones sessizliği bozdu.

“Ama… emimin ki yeğeninizin nereye gittiğini biliyorsunuz?” diye sordu sersemlemiş bir şekilde .

“Kesinlikle biliyoruz,” dedi Vernon Dursley. “Sizin türünüzün olduğu bir yere gidiyor, değil mi? Pekala Dudley, hadi arabaya bin, adamı duydun, acelemiz var.”

Yine, Vernon Dursley ön kapıya doğru yürüdü, ama Dudley takip etmedi.

“Bizim türümüzün olduğu bir yere mi gidiyor?”

Hestia çok öfkeli görünüyordu. Harry bu tepkiyle daha önce karşılaşmıştı, cadılar ve büyücüler ünlü Harry Potter‘ın yakın akrabalarının ona bu kadar az ilgi gösterdiklerini öğrendikleri zaman donup kalıyorlardı.

“Sorun değil,” dedi onu inandırmak istercesine. “Gerçekten fark etmiyor.”

“Fark etmiyor mu?” diye tekrar etti Hestia, sesi gittikçe yükseliyordu.

“Bu insanlar neler yaşadığını anlamıyorlar mı? Ne gibi bir tehlike içinde olduğunu? Voldemort karşıtı hareket içinde nasıl eşsiz bir rol üstlendiğini?

“Şey – hayır, anlamıyorlar,” dedi Harry. “Onlar benim vakit kaybı olduğumu düşünüyorlar aslında, ama alıştım -”

“Senin bir vakit kaybı olduğunu düşünmüyorum.”

Eğer Harry, Dudley‘nin dudaklarının kıpırdadığını görmeseydi, buna inanmayabilirdi. Bununla birlikte, konuşanın gerçekten kuzeni olduğunu kabul edinceye dek Dudley‘ye birkaç saniye boyunca gözlerini dikip baktı. Dudley kızardı. Harry şaşırdı ve utandı.

“Eh… şey… sağol Dudley.”

Yeniden, Dudley mırıldanmadan önce, ifade etmek için çok ağır olan düşüncelerle boğuşuyor gibi göründü, “Sen benim hayatımı kurtardın.”

“Pek sayılmaz,” dedi Harry. “Ruh Emiciler’in senden alacağı şey ruhundu…”

Kuzenine merakla baktı. Harry, Privet Drive‘a geri gelmek zorunda kaldığında yalnızca konuşmak zorunda olduğu zamanlarda konuşup vaktinin geri kalanını odasında geçirmişti; bu veya geçen yaz boyunca neredeyse hiç konuşmamışlardı. Sabah devirdiği soğuk çayla dolu kupanın bubi tuzağı olmadığı Harry‘nin kafasına dank etti. Daha çok duygulanmış gözükse de, yine de Dudley’nin kendi duygularını açıklama yeteneğini sonlandırmış gözükmesinden hafif rahatlamıştı. Ağzını bir iki kez daha açıp kapadıktan sonra Dudley, kırmızı suratıyla sessizce durdu.

Petunia Teyze göz yaşlarına büründü. Hestia Jones‘un ona attığı onaylayıcı bakış, Petunia Teyze Harry yerine Dudley‘ye doğru koşup onu kucakladığı zaman öfkeli bir bakışa dönüştü .

“Ç-çok tatlısın, Dudders…” diye ağladı çocuğun kocaman göğsü üzerinde. “N-ne kadar tatlı bir çocuk… t-teşekkür ediyor…”

“Ama teşekkür ettiğini falan söylemedi!” dedi Hestia içerlemişçesine. “Söylediği şe

yalnızca, Harry‘nin bir vakit kaybı olduğunu düşünmediğiydi!”

“Evet, ama bu eğer Dudley‘den geliyorsa ‘seni seviyorum‘ gibi bir şeydir,” dedi Harry, Petunia Teyze‘nin sanki Dudley az önce Harry‘yi yanan bir binadan kurtarmışçasına onu sıkıca kavramasını izlerken, can sıkıntısı ve gülme isteği arasında kalmıştı .

“Gidiyor muyuz, gitmiyor muyuz?” diye kükredi Vernon Enişte, oturma odasının kapısında yeniden belirerek. “Çok sıkı bir programla hareket ettiğimizi sanıyordum!”

“Evet-evet, öyle yapıyoruz,” dedi, bütün bu olayları izlemeye dalmış Dedalus Diggle ve şimdi kendini toparlıyordu. “Gerçekten gitmeliyiz, Harry-”

Öne doğru sendeledi ve iki eliyle uzanıp Harry‘nin elini sıktı.

“-iyi şanslar. Umarım tekrar karşılaşırız. Büyücülük dünyasının yükü senin omuzlarında.”

“Ah,” dedi Harry, “evet. Teşekkürler.”

“Elveda, Harry.” dedi Hestia, o da elini sıktı. “İyi dileklerimiz seninle.”

“Umarım her şey yolundadır,” dedi Harry, Petunia Teyze ve Dudley‘ye bakarak.

“Ah, eminim çok iyi arkadaş olacağız,” dedi, nazikçe şapkasını sallayıp odadan ayrılan Diggle. Hestia onu takip etti.

Dudley kendini nazikçe annesinin pençelerinden kurtardı ve onu büyüyle tehdit etme dürtüsünü güçlükle bastıran Harry‘ye doğru yürüdü. Sonra Dudley büyük pembe elini uzattı.

“Vay canına Dudley,” dedi Harry, Petunia Teyze‘nin yeniden başlayan zırlamasının üzerine. “Ruh Emiciler senin içine başka bir kişilik mi yerleştirdiler?”

“Bilmiyorum,” diye mırıldandı Dudley. “Görüşürüz, Harry.”

“Evet…” dedi Harry, Dudley‘nin elini alıp sıkarak. “Belki. Kendine iyi bak Koca D.”

Dudley neredeyse gülümsedi, sonra hantalca yürüyerek odadan çıktı. Harry onun ağır ayaklarının çakıl taşıyla döşeli yolda çıkardığı sesleri duydu ve sonra bir araba kapısı kapandı.

Petunia Teyze suratının yarısı mendile gömülmüş bir halde sesin geldiği yere bakındı. Kendini Harry‘le yalnız bulmayı beklemiyordu. Aceleyle mendilini cebine yerleştirdi ve “Eh, hoşça kal,” dedi ve Harry‘ye bakmaksızın kapıya doğru yürüdü .

“Hoşçakal,” dedi Harry.

Kadın durdu ve geri baktı. Bir an için Harry teyzesinin ona bir şey söylemek istediği gibi garip bir hisse kapıldı. Kadın ona garip, gergin bir bakış attı ve konuşmak üzere gibi göründü, ama sonra kafasını silkeleyerek kocası ve oğlunun arkasından koşarcasına odadan çıktı.

Benzer İçerikler

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz

yakutlu

Maturidi’de Dini Cogulculuk

yakutlu

KAYGI KAVRAMI-SØREN KIERKEGAARD

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy