Bir Deney Faresinin Sırları – Anne, Beeson Gölü’nde Bir Dinozor Gördüm

Sivri McNally derin sulara dalıyor. Oysa ölümüne korktuğu tek şey de bu!

Sivri, en yakın dostları Doyle, Will ve köpeği Joe ile birlikte yakındaki bir göle balık tutmaya gidiyor. O da ne? Gölde bir yaratık yaşıyor! İyi de, bu çılgınca hikâyeye kim inanır ki? Sivri bunu bir şekilde ispatlamalı…

Bu sırada annesi de Sivri’nin yüzme dersleri almasında son derece ısrarlı. Yoksa balık tutmaya gitmesine izin vermeyecek. Al işte! Suyla ilgili bir sorun daha! Sivri buna kesinlikle hazır değil.

Acaba Sivri bu konuda ne yapmayı düşünüyor? Çılgınca planları yolunda gidecek mi? Ama her şey yolunda gitse bunun eğlencesi olmaz ki!

“Tam bir şamata tufanı…”
Booklist

“Sevimli ve esprili”
School Library Journal

***

BÜYÜK AV

Yoksa o bir kıpırdanma mı? Oturduğum yerde doğruldum. Evet! Oltamın ucundaki mantar hareket ediyordu. Balığın yemi yutması için oltayı hafifçe salladım. Buna zokayı yutmak denir. Birkaç saniye sonra kırmızı mantar top suya dalıp hemen çıktı. Evet, bir şey yakaladım! Oltamı sol elimle sıkıca kavrayıp sağ elimle makarayı sarmaya başladım.

Joe kulaklarını dikti.

Will şekerlemeleri birbiri ardına yuvarlamayı bıraktı. Doyle’u dürtükleyerek, “Sivri bir şey tuttu galiba,” dedi.

Doyle gözlerini açtı. Ben ise deli gibi makarayı sarıyordum. En sonunda oltanın kurşunu yüzeye çıktı. Kancanın bir kısmını, kız kardeşimin yusufçuklu tokasını, lokumu, sosis parçasını, kıvrık karidesi görebiliyordum… ve… güneş kör ediciydi. Şey tutmuştum…
Şey…

1.BÖLÜM
Küçük Derede Büyük Bela

“Herkes suya girdi bile, Sivri.” Annem Küçük Dere Yüzme Kulübü’nün erkekler soyunma odasının kapısında durmuş bana sesleniyordu. Ben ise içerideydim. “Sivri? Orada mısın?”

“Hayır.”

Ah!

“Antrenman başlıyor.”

“Umurumda değil.”

“Bu yaz suya ayağını bile sokamayınca umurunda olacak ama.”

Böcek tükürüğü aşkına! Neden böyle aptalca bir söz verdim ki? Yüzmekten nefret ediyorum. Yüzme derslerinden de gerçekten nefret ediyorum. Öyleyse annemlerin Karınca Amcamla mersinbalığı avına çıkmama izin vermeleri için neden bir dönem daha yüzme dersi almaya söz verdim ki? Cevap çok basit: Balık avlamama izin vermeleri için elbette duymak istedikleri her şeyi söylemek zorundaydım.

“Ayak çırparak su üstünde kalma çalışmalarını yapmadığın için amcanın teknesinden düşüp boğulmak istemezsin herhalde,” diye seslendi annem. Sesi seramik karolarda pinpon topu gibi sekti. “Boğulmak istemezsin, öyle değil mi?”

Aynada uzun uzun kendime baktım.

“Sivri?”

“Düşünüyorum.”

“O kadar da kötü olmadığına eminim, Ayıcık.”

İçim ürperdi. Bunun tek sebebi bana tüm havuzdakilerin duyabileceği kadar yüksek sesle Ayıcık diye seslenmiş olması değildi. “Çok aptal görünüyorum anne.”

“Benimle ve Isabelle ile çarşıya gelmiş olsaydın…”

Annem ve ikiz kız kardeşimle alışverişe çıkmak, yaşanacak en büyük işkencelerden biridir. İşkence şöyle gerçekleşir: Isabelle bir dolu giysiyle birlikte deneme kabinine girer. Bir süre sonra feryat ederek dışarı fırlar: “Hepsi çok çirkin!” Ben de o zaman, “Belki de sorun giysilerde değildir,” der ve kafama askılardan birini yerim. Kızlar neden kıyafetler konusunda bu kadar takıntılı oluyorlar ki? Ben ne giydiğimi pek umursamam. Lacivert olsun yeter. Lacivert renkte bir çöp torbası mesela, o bile bana uyar.

“Nasıl durdu? Üzerine oldu mu, Sivri?”

“Evet, ama―”

“Öyleyse hadi. Sorun neyse daha sonra çözeriz.”

Neden beni hiç anlamıyor? Bana bir bakın. Bir bakın bana! Hayır, durun, bakmayın. Bu çok utanç verici. Lacivert plaj havluma sarınmamı bekleyin. Tamam, artık bakabilirsiniz. Biliyorum, kollarım çırpı gibi. Ama Lewis Pigford öğle yemeğinde iki kat çikolata soslu kekimi almaya kalkışsın, bu kollar iki kat hızlı hareket eder. Bacaklarım yaptığım cesaret gösterilerinden dolayı morluklarla ve çiziklerle kaplı. Sol dizimde kabuk tutmuş yeri gördünüz mü? Doyle ve Will Greenleaf ile birlikte bizim arka bahçeye kurduğumuz dev labirentte yaptım bunu.

Ben bir insan roketiydim. Fırlatmadan sonra bir zikzak çizip üst üste dizilmiş boya kutularının oluşturduğu altılı bir engeli aştım, midemin üstünde yılan gibi sürünerek büyük brandanın altından geçtim ve timsahlar tarafından kuşatılmış su tuzağının üzerinden neredeyse tek bir ayak parmağımı bile suya değdirmeden uçtum (tamam, itiraf ediyorum; çocuk havuzunda hiç timsah yoktu). Joe’nun kulübesini aşmak için çabalarken Joe adında büyük bir bela ile karşılaştım. Sarı tüylü Labrador cinsi köpeğim beni ayak bileğimden yakaladı. Her zaman olduğu gibi o da oyuna katılmak istiyordu. Ben ise yarışı bitirmek istiyordum. İkinci denememde daha başarılı oldum. Hatta 22,5 saniye ile yeni bir dünya rekoru kırdım. Ben Dev Labirent’in kralıyım! Ama bu önceki gündü. Yani on dokuz buçuk saat önce. Yüzyıllar önce.

En iyi dostum Doyle Ferguson soyunma odasının girişinden içeri doğru başını uzattı. Üzerinden sular damlıyordu. “Bu yüzyıl içinde gelecek misin acaba, Sivri?” Yüksek bir sesle konuşuyordu yani annem onu peşimden göndermişti.

Havluma daha sıkı sarındım. “Hayır.”

“Bana uyar,” dedi normal bir ses tonuyla. Siyah mayosunun arkasını çekiştirdi. Düz, siyah bir mayo. Şanslı çocuk.

“Bana bir dakika ver, dışarı çıkman için seni gerçekten ikna etmeye çalıştığımı düşünsünler,” dedi Doyle. “Ondan sonra gidip Ashlynn’e gelmeyeceğini söylerim.”

“Kime?”

“Yüzme hocamıza. O liseye gidiyor.” Sırıttı. “Liseye.”

Buradan çıkmam için hoş bir liseliden fazlası gerekiyordu.

“Ashlynn’e sudan korktuğunu söylerim…”

“Korkmuyorum,” dedim. “Oradaki herkesten daha iyi yüzebilirim ben.”

“Benden bile mi?”

“Senden bile.” Bunu o da biliyordu.

“Kız kardeşinden bile mi?” İkimiz de biliyoruz ki hiç kimse hiçbir şeyi Isabelle’den daha iyi yapamaz.

Göğsümü havayla doldurarak iyice kabarttım. “Özellikle de ondan.”

“İspatla o zaman.”

Ciğerlerime doldurduğum tüm havayı istemsiz olarak boşalttım. Bir anda küçücük kaldım. “Ben… şey… pek istemiyorum.”

“Dalga mı geçiyorsun? Alec Ichikawa’nın Devasa Toprak Rampası’ndan üç metre yirmi üç santim uçabilen, dev labirenti 23 saniyede alev gibi yakıp geçen, pabuç kadar bir kurulama bezini yiyen sen mi söylüyorsun bunu?”

“Yirmi iki buçuk dakika,” diye düzelttim. “Ve bir kez daha söylüyorum, dışarı çıkamam.”

“Neden ki?”

“Öyle işte.”

“Öyle ama neden? Ödlek bir kedi misin sen yoksa?”

“Hayır.” Sıcaklamaya başlamıştım.

“Öyleyse neden? Miyav, miyavvv.” Sesi, kısırlaştırılmadan önce Will’in kedisi Mayonez’e benziyordu. Kediden bahsediyorum elbette, Will’den değil.  Doyle kollarını kaldırıp bileklerinden bükerek pati yaptı. Tırmıklarıyla havayı tırmaladı. “Miyav, miyav. Hadi ama, Sivri!”

“Öyle işte dedim ya…”

“Neden? Miii…”

“İşte BU yüzden!” diyerek havlumu üzerimden attım.

“…yav.” Doyle’un ağzı bir karış açık kaldı.

Gözlerine inanamıyordu. Gözlerini ovuşturdu, ama ikimiz de onun gözlerinde bir sorun olmadığını biliyorduk. Sorun bendim. Sorun tamamen bendim. Üzerimde taksi sarısı bir şort mayo vardı ve (ah, söyleyemiyorum bile) mayo tamamen sincap figürleriyle kaplıydı. Belimden dizlerime kadar sincaplarla kaplıydım. Büyük sincaplar, küçük sincaplar, gri sincaplar ve kırmızı sincaplar, şişko sincaplar ve cılız sincaplar, erkek sincaplar ve dişi sincaplar. Her bir sincabın pofuduk bir kuyruğu vardı. Her sincap koca bir meşe palamudu tutuyordu. Daha da kötüsüne hazır olun. Çok daha kötü.

Doyle şaşalamış vaziyette sahte patilerini indirdi. “Yoksa…”

“Evet,” dedim iniltili bir sesle. “Dans ediyorlar.”

Bazı sincaplar üzerlerinde smokinlerle step dansı yapıyorlardı. Bazıları ise yerli giysileri içinde Hawaii dansı… Aralarında az da olsa hiçbir şey giymemiş olanlar vardı.

Bu işte kız kardeşimin parmağı olduğuna emindim. Anneme muhtemelen bu sincap figürlü mayoların en son moda olduğunu söylemişti. Üstelik İspiyoncu Isabelle’in dışarıda çoktan dedikoduya başlayıp Ashlynn de dâhil olmak üzere herkese üzerimdeki bu komik mayodan bahsetmiş olduğuna da emindim. Tüm sınıf kahkahayı basmak için benim soyunma odasından çıkmamı bekliyor olmalıydı. Ama çıkmayacaktım. Asla. Ne olursa olsun. İmkânsız.

“Doyle? Sivri? Neler oluyor orada?”

“Annen,” diye tısladı Doyle.

“Hadi bakalım çocuklar!”

“Şimdi ne yapacağız?”

Bir ön kapıya bir de havuz girişine baktık. Ön kapı. Havuz girişi. Ön ka―

“Salvatore Wallingford McNally! Oradan çıkacak mısın yoksa ben mi girip çıkartayım?”

“HAYIR!”

Bir bu eksikti: River Rock İlkokulu’ndaki herkesin annemin Küçük Dere Yüzme Kulübü’ndeki erkekler soyunma odasına dalıp üzerimdeki sincaplı mayoyla beni havuza soktuğunu öğrenmesi.

“Çıkıyorum,” diye seslendim.

Doyle heyecanla nefesini tuttu.

“Karınca Amcamla balığa gitmek istiyorsam başka çarem yok,” diye hatırlattım. Derin bir nefes aldım. “Hepsi balıklar için.”

“Balıklar için,” diye tekrarladı Doyle.

Yumruklarımızı tokuşturduk.

Doyle sırtıma bir şaplak indirdi. “Sen evrendeki en cesur çocuksun, Sivri.”

Başımı sallayarak onayladım, ama bunun doğru olmadığını da biliyordum. Biraz şansım varsa Doyle gerçeği tahmin etmeye ne kadar yaklaşmış olduğunu asla bilmeyecekti yani benim aslında ödleğin biri olduğum gerçeğine.

Dişlerimi sıktım. Yumruklarımı sıktım. Dans eden sincaplı popomu sıktım.

Ve şu kısacık hayatımın en uzun yürüyüşünü yaptım.

Benzer İçerikler

Uzaya Yolculuk

yakutlu

Kurdun Gözü – Daniel Pennac

yakutlu

On İki Gezici Öykü

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy