1841de New Yorkta yaşayan Solomon Northup, kendisini müziğe adamış siyahi bir adamdır. Ailesiyle birlikte yaşayan Solomon, özgür yaşayan ve istediği şeyleri yapabildiği için mutlu bir adamdır. Fakat bir gün bir müzik işi için 2 adam ile tanışır ve çalışmak için Washingtona gider.
İnandığı medeni dünya alt üst olur çünkü kendisini kaçırıp Güneyde bir çiftlikte köle olarak çalışması için satarlar. Özgürlüğünü korumak için verdiği tüm emekler ve mücadele yerle bir olmuş, hayatı kabusa dönmüştür. Bu cehennemde Solomon acıyı, şiddeti, küçük düşürülmeyi yeniden öğrenecek ve isyan etmeye cesareti olmayan bir grup insanın umutsuzluğuna şahit olacaktır. Sevdiklerini ve hayatını geri almak için ne yapması gerektiğini kesinlikle bulmuştur… Aynı isimle filme de aktarılan 12 Yıllık Esaret bir nefeste okunacak bir şaheser.
***
BÖLÜM 1
Özgür bir adam olarak dünyaya gelmiş ve hür bir eyaletin nimetlerinden otuz yıl faydalanmıştım, bu sürenin sonunda kaçırılıp Köleliğe satıldığım zaman, ki bu 12 yıllık esaretten sonra 1853 yılının Ocak ayında kurtarılana kadar kaldığım yer idi – hayatımı ve kaderimi gözler önüne sermenin kamuya ilginç geleceği teklifinde bulunuldum.
Özgürlüğüme yeniden kavuştuğumdan beri, kölelik konusuyla ilgili olarak kuzey eyaletlerin her tarafında Kölelik konusunda artan ilgiyi anlamakta zorluk çekmiyorum. Kölelik’in en hoşa giden ancak aynı zamanda daha aykırı olan yönlerini betimlediğini iddia eden kurmaca eserler, daha önce görülmemiş bir boyutta yayılmıştı ve anladığım kadarıyla, oldukça karlı bir yorum ve tartışma başlığı yaratmıştı.
Bugün Kölelik hakkında konuşabiliyorsam bu sadece kendime ait gözlemlerim olduğu içindir- bunu bildiğim ve birebir olarak tecrübe ettiğim içindir. Amacım, gerçeklerin samimi ve asıl ifadesini vermektir: hayatımın hikayesini tekrarlamak, abartısız olarak, diğerlerinin takdirine bırakarak, sayfalar dolusu kurmacalar daha zalim, yanlış ya da daha ağır köleliği resmetse bile.
Aslını öğrenebildiğim kadarıyla, baba tarafından atalarım Rhode Island’da* kölelermiş. Northup adında bir aileye ait olup, içlerinden birisi New York eyaletine taşınarak, Rensselaer’da bulunan Hoosic’e yerleşmiş. Mintus Nothup’ı da yanında getirmiş, yani babamı. Bu beyefendinin ölümü üzerine ki bu durum yaklaşık elli yıl önce gerçekleşmiş, vasiyeti doğrultusunda babam azad edilmiş ve özgürlüğüne kavuşmuştur.
Henry B. Northup, Sandy Hill’de bir beyefendi, tanınmış bir avukat, ve benim bugünkü özgürlüğüm için, eşim ve çocuklarımın arasına geri dönüşüm için minnettar olduğum adam, atalarımın kendisinin hizmetinde bulunmak zorunda olduğu ailemizin yakını olan adam, ve onlar tarafından adına katlanmak zorunda bırakıldığım adam. Bu hakikatin ardında, bana karşı gösterdiği azimli ilgi aranabilir.
Babam, kurtuluşundan bir süre sonra, Temmuz 1808 yılında benim de dünyaya gelmiş olduğum, New York’un Essex ilçesindeki Minerva kasabasına taşınmış. Bu ikinci yerde ne kadar süre kaldığından tam olarak emin değilim. Oradan, Washington’da, Slyborough olarak bilinen bölgenin yakınlarındaki Granville’e taşınmış, burada birkaç yıl için aynı zamanda eski sahibinin bir akrabası da olan Clark Northup’un çiftliğinde çalışmış; oradan Sandy Hill köyünün kuzeyinde kısa bir mesafede olan, Moss caddesindeki Alden çiftliğine geçmiş; ardından Fort Edward’dan Argyle’e giden yol üzerinde yer alan ve şu an Russel Pratt’e ait olan çiftlikte 22 Kasım 1829’a, yani ölümüne dek kalmaya devam etmişti. Geride dul bir eş ve iki çocuk bıraktı — ben ve ağabeyim Joseph. Joseph hala Owsego da, aynı adlı şehirde yakıyor; annem esir bulunduğum dönemde hayatını kaybetti.
Bir köle olarak doğmuş ve ırkımın dezavantajlarına maruz bırakılarak çalışmış olsam da, babam, dürüstlüğü ve çabasından dolayı saygı duyulan bir adamdı, onu iyi tanıyan ve şu anda hayatta olan pek çok kişi bunu dile getirmeye hazırdır. Onun tüm hayati tarımın verdiği huzurun içinde geçti, asla daha önemsiz mevkilerin arayışında olmadı, sanki bunlar bilhassa Afrikalı çocuklara tahsil edilmişti.
Bize, bizim durumumuzda olan çocuklara genelde verilen düzeyi aşan bir eğitim sağlamasının yanı sıra, kendi çabası ve tasarrufuyla, oy verme hakkını kullanabileceği düzeyde bir mal varlığı kazandı. Bizimle gençlik yıllarını konuşmaya alışkındı, o yılları her zaman nezaketin en sıcak duygularıyla anmasına, ve hatta evinde köle olarak bulunduğu aileye karşı duyduğu sevgisine rağmen, yine de Kölelik sistemini anlıyordu, ve ırkının aşağılanmasının verdiği keder ile hayatını sürdürüyordu. Akıllarımızı ahlak anlayışı ile doldurma ça- basındaydı, inanç ve güvenimizi yaradılışın en mütevazı olduğu kadar en yüce olanına yerleştirmemizi öğretti bize. O zamandan beridir bana bulunduğu babacan tavsiyelerinin anılarını sık sık yad ederim, Louisiana’nın soğuk ve hastalıklı bölgelerinde bir köle kulübesinde uzanmış, zalim sahibinin açtığı hak etmediği yaraları çekmekteyken özlemini duyduğu tek şey onunla aynı mezarda olabilmekti, aynı zamanda o gaddarın zulmünden kendisini korumak için. Tanrının yürümesini işaret ettiği yolda, görevlerini mensup olduğu sınıfa yaraşır bir şekilde uyguladıktan sonra, Sandy Hill’deki kilise mezarlığında, onun ebedi istirahatini mütevazı bir mezar taşı göstermektedir.
Bu döneme kadar ben de çoğunlukla babamla birlikte çiftlikteki işlerle meşgul olmuştum. Boş zamanlarımda ya kitaplarla haşır neşir olmama, ya da gençliğimin tutkulu bir eğlencesi olan keman çalmama izin verilirdi. Ayrıca bu benim için bir teselli kaynağıydı, kaderim hakkında acı veren düşüncelerden saatlerce çekip çıkartıyordu.
1829’un Noel günü, o zamanlar bizim ikamet etliğimiz bölgede yaşayan renkli bir kız olan Anne Hampton ile evlendim. Tören, bir sulh hakimi ve hala bu bölgenin önde gelen vatandaşlarından biri olan Timothy Eddy tarafından, Fort Edward’da gerçekleştirildi. Anne, aynı zamanda Peder Alexander Proudfit ailesinden olan, Eagle Tavern’in sahibi Bay Braid ile uzun süre Sandy Hill’de yaşamıştı. Bu beyefendi, uzun yıllar boyunca başka bir bölgede Presbiteryen toplumuna başkanlık etmişti, öğrenimi ve dindarlığıyla göze çarpıyordu. Anne, hala bu iyi insanın olağanüstü kibarlığını ve mükemmel öğütlerini minnettarlıkla yâd eder. Anne soyağacını tam olarak belirleyemese de, onun kanında üç ırkın kanı dolaşmaktaydı. Kırmızı, beyaz veya siyahtan birinin daha baskın olup olmadığını söylemek zordu. Hepsinin birleşiminden oluşan kökeni, nadiren görülen bir durum olduğu için ona farklı ama hoş bir izlenim vermekteydi. Biraz benzemesine rağmen, yine de bütünüyle bir zenci melezi gibi görünmüyordu, ki bu da bahsetmeyi atlamış olduğum ve ağabeyimin ait olduğu bir sınıf idi.
Ben, reşit olmadığım yılları geçmiş, geçen Temmuz ayında yirmi bir yaşıma ulaşmıştım. Babamın tavsiye ve desteğinden yoksun, bana muhtaç olan eşimle birlikte, rengin benim için bir engel olmasına rağmen, endüstri yaşamına atılmak İçin azmettim. Elbette rengin getirdiği engeller ve bulunduğum yerin bilinciyle, birkaç dönüm atazi ile çevrelenmiş mütevazı bir evin sahibi olunca, emeklerimin mükafatlandıracağı ve bana mutluluğu, rahatlığı getireceği güzel günlerin vaadi rüyasına kapıldım.
Evlendiğimiz günden bugüne kadar eşime hiç azalmayan ve içten bir sevgi besledim; ve benim evlatlarıma beslediğim sevgiyi de yalnızca bir babanın soyunu devam ettirecek olan evlatlarına duyduğu hassasiyeti hissedebilenler anlayacaktır. Bunları gün yüzüne çıkarmanın uygun ve gerekli olduğunu düşünüyorum, zira bu şekilde bu sayfaları okuyanlar, katlanmak zorunda kaldığım ıstırabın düzeyini anlayabilirler.
Evlendikten hemen sonra, Fort Edward köyünün güney ucunda bulunan şimdilerde modern bir malikaneye dönüştürülen ve Kaptan Lathrop tarafından kullanılan, eski, sarı bir binada temizlikçiliğe başladık. Burası Fort House olarak bilinmekteydi. Kasabanın kuruluşundan bir süre sonra mahkemeler bazen bu binada yapılmış idi. Ayrıca Hudson’ın sol kıyısında bulunan eski Fort’un yanına konumlanmış olarak, 1777 yılında Burgoyne tarafından da kullanılmıştı.
Kış boyunca başkalarıyla birlikte, operasyon yetkilisinin William Van Nortwick olduğu Champlain Kanalının onarımında çalıştım. İşçi olarak çalıştığım şirketinde, Da- vid McEachron’ın adamlarına sorumluluğu vardı. Baharda kanal açıldığında, maaşımdan biriktirdiklerim sayesinde, bir çift at ve seferin gerektirdiği başka şeyleri almama olanak sağlanmıştı.
Bana yardımcı olması için yetenekli insanları tutarak, Champlain Gölü nden Troy a keresteden büyük salların taşınması için anlaşmaya girdim. Dyer Beckwith ve White Hall’dan Bay Bartemy, çeşitli gezilerde bana eşlik ettiler. Sezon boyunca, sanatla ve raftingin büyüsüyle haşır neşir oldum – bu tecrübe daha sonra kıymetli bir efendiye karlı bir hizmet sunmamı sağlayıp aynı zamanda Bayou Boeuf bankalarındaki sıradan zekalı kerestecileri hayrete düşürecekti.
Champlain gölündeki yolculuklarımdan birinde, Kanada’yı ziyaret etmem gerekti. Montreal’i onarırken, katedrali ve şehirdeki diğer ilgi uyandıran yerleri ziyaret ettim. Kingston ve diğer yerler için gezime kaldığım yerden devam ederken, bölgeler hakkında benim için oldukça işe yarayacak bilgiler edindim, bu hikayenin sonuna doğru anlayacağınız üzere.
Kanal sözleşmesini, kendim ve işverenlerim için tatmin edici bir şekilde tamamladıktan sonra, boşta kalmak istemeyişim, kanal seferlerinin de yeniden askıya alınması nedeniyle, Medad Gunn ile büyük çaplı odunun kesimi için anlaşma yaptım. 1831-32 kışı boyunca bu işle meşgul oldum.
Baharın gelişi ile Anne ve ben, civardan bir çiftlik almayı düşündük. Tarımla ilgilenmeye genç yaşlardan beri aşinaydım, bu benim zevklerime uygun bir uğraştı. Bu nedenle, öncesinde babamın da yaşadığı eski Alden çiftliğinin bir bölümü için bir takım anlaşmalara girdim, son dönemde Hartford’da bulunan Lewis Brown’dan satın aldığım bir inek, bir domuz ile gayet iyi durumdaki bir öküz boyunduruğunun yanı sıra diğer kişisel mülk ve eşyalarla Kingsbury’deki yeni evimizi başlattık. O yıl, yirmi beş dönüme mısır, geniş bir alana da yulaf ektim ve imkanlarımın elverdiğinden fazla bir ölçüde tarım hayatıma başlamış oldum. Ben oldukça zahmetli olan tarım işleriyle ilgilenirken, Anne de titizlikle ev işlerini yapıyordu.
1834 yılına kadar bu yerde yaşamaya devam ettik. Kış sezonunda keman çalmam için sayısız telefon aldım. Ne zaman gençler dans etmek için bir araya gelseler, ben de neredeyse istisnasız bir şekilde orada bulunurdum. Çevre köylerde de keman çalışım nam salmış durumdaydı. Anne de Eagle Tavern’de ki uzun ikameti sırasında, yaptığı yemeklerle ünlenmişti. Mahkeme haftaları boyunca ve halka açık özel durumlarda Sherrill s Coffee Housc’un mutfağında yüksek ücretlerle çalışıyordu.
Bu hizmetlerin karşılığında evimize her zaman cebimizde paralarımızla dönüyorduk; böylece keman çalarak, yemek yaparak ve çiftçilikle kısa zamanda kendimizi varlık içinde bulduk ve aslında bize mutlu ve zengin bir hayatın kapılarını açtı. Eh, Kingbury’deki çiftlikle kalsaydık aynen böyle olacaktı; ancak beni bekleyen zalim kaderime doğru atacağım adımın vakti gelmişti.
1834 yılının Mart ayında Saratoga Springs’e taşındık. Washingron caddesinin kuzey tarafında, Daniel O’Briena ait bir evde ikamet etmeye başlamıştık. O zamanlar lsaac Taylor, Broadway’in kuzey ucunda, Washington Hail olarak bilinen yerde büyük bir misafirhane tutmuştu. Beni, at arabası kullanmam için işe aldı ve onun yanında iki yıl kadar çalıştım. O zamandan sonra genellikle ziyaret sezonları boyunca çalıştım, üstelik Anne de United States Ho- tel’de ve şehirdeki diğer meyhanelerde çalışıyordu. Aslında Troy ve Saratoga demiryolu inşaatının işçiliğinde oldukça zor günler geçirmeme rağmen, kış sezonunda kemanıma bel bağlıyordum.
Saratoga’da, sayısız nazik davranışları sayesinde her ikisine de kuvvetli derecede saygı duyduğum Bay Cephas Parker ve Bay William Perry’nin mağazasından ailem için gerekli makaleleri satın almayı alışkanlık edinmiştim. Beyler birçok iyilik hareketinde bulundular bubu yüzden onlara güçlü bir saygı besliyordum. İşte bu nedenle, on iki yılın sonunda aşağıda birazdan okuyacağınız mektubu direk onlara göndermiştim, ki bu da talihli benim kurtuluşumun Bay Norchupun elinde olması demekti.
United States Hotel’de yaşarken, güneyden gelen efendilerine eşlik eden kölelerle sık sık karşılaşırdım. Her daim iyi giyimli ve iyi koşullarda görünüyorlardı, belli ki rahat bir yaşam sürmekteydiler, ancak aralarından birkaçının sıradan dertleri allak bullak olmalarına sebep oluyordu. Çoğu kez benimle Kölelik konuşmaya giriştiler. Neredeyse hepsinde aynı oranda gizli bir özgürlük arzusu gördüdem. Bazıları kaçmak için can atmanın verdiği kaygının izlerini taşıyorlar ve bana bunu gerçekleştirebilecekleri en iyi yöntemi danışıyorlardı. Ne var ki, tekrar yakalanıp geri döndüklerinde başvurulacağına emin oldukları cezalandırılmanın verdiği korku, her durumda onları bu deneyden vazgeçirecek kadar yeterliydi.
Bütün hayatım boyunca Kuzey’in özgür havasını soludum, ve beyaz adamın bağrındaki aynı hislere ve sevgiye sahip olmanın bilincindeydim; dahası bazı adamlarınkine eşdeğer zekaya sahip olduğumun bilincindeydim, en azından daha adil bir tenle. Herhangi birisinin bir kölenin aşağılık durumunda yaşamaktan nasıl memnun olacağım anlamak için fazla cahil, belki de fazla özgürdüm. Köleliği tanıyan ya da destekleyen kanunun ya da inancın adaletini anlayamıyordum; ve söylemekten gurur duyuyorum, bir kez olsun fırsatım gözetip özgürlüğüne kavuşturmam için bana gelen hiçbir kimseyi yarı yolda bırakmadım.
1841 yılının baharına kadar Saratoga’da ikamet etmeye devam ettim. Yedi yıl önce Hudson’ın doğu kıyısındaki sessiz çiftlik evimizdeyken bize cazip gelen ve pohpohlayan beklentiler gerçekleşmemişti. Her zaman iyi koşullarda olmamıza rağmen, işler iyi gitmedi. Dünyaca tanınmış kaplıca bölgesindeki topluluk ve kuruluşlar, benim alışık olduğum endüstri ve ekonominin sıradan alışkanlıklarını muhafaza etmek için planlanmamıştı, ancak aksine beceriksizlik ve savurganlık eğilimi olunca onların yerine de çalıştım.
O zamanlar biz üç çocuklu bir aileydik – Elizabeth, Margaret ve Alonzo. En büyükleri olan Elizabeth 10 yaşındaydı, Margaret ondan iki ya; küçük ve ufak Alonzo ise be; yaş doğum gününü yeni geçirmişti. Evimizin neşe kaynağıydılar.
Sesleri, bizim kulağımıza müzik gibi gelildi. Anneleri ve ben, bu masumlar için birçok hayali şato yapardık. Çalışmadığım zamanlarda, her zaman en iyi kıyafetleri giydirilmiş olarak onlarla birlikte Saratoga sokaklarında ve bahçelerinde yürürdüm. Onların varlığı benim mutluluğumdu, ve ben onları, sanki kar kadar beyaz bulutlu tenlerini, sıcak ve şefkatli sevgimle bağrıma basardım.
Hayatımın bu zamana kadar olan geçmişinde herhangi bir sıra dişilik yok -anlaşılması güç renkli bir adamın bu dünyada kendi yağında kavrulurken müşterek umutları, sevgileri, ve çalışması dışında sıra dışı herhangi bir şey. Ancak şimdi hayatımda bir dönüm noktasına varmıştım – tarifsiz yanlışlar, üzüntü ve umutsuzlukların eşiğindeydim. Şimdi içinde kaybolmak üzere olduğum yoğun karanlığa, bulutun gölgesinde yaklaşmıştım, ondan sonra bütün akrabalarımın gözünün önünden saklanmak ve özgürlüğün tatlı ışığından mahrum edilmek üzere, pek çok yorucu yıllar sürmek üzere…