4 Hane 1 Teslim | Eyüp Aygün Tayşir


Sabri gitgide korkusunu yenip dedesinin kara ve kırışık suratına yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı… Yaklaştıkça görünen arttı. Kurumuş çatlamış toprakları gördü Sabri dedesinin yüzünde. O topraklarda yan yana oturmuş, el çırpıp türkü söyleyen, yüzü kaba fakat yüreği narin adamlar gördü. Dedesinin yüzünde engebeleri aşarak ağır ağır yürüyen hayvanları gördü. Kırmızı akan nehirleri gördü. Yağmur duasına çıkmış köylüleri gördü ve nihayet gözünden bir damla yaş düştü. Teneke Mahallesi’nden Bostancı’da bir apartman dairesine.

Nalân, Baki’den illallah etti Baki de Nalân’dan. Bitmeyen bir hır gür. Erkekler ve erkeklikler… Bahçede tuhaf bir kara kedi… Sonra yıllar geçmiş, çocuklar büyümüş, gençler yaşlanmış, yaşlılar bu dünyadan göçüp gitmiş… Meyhanede bir masa. Bir ucunda Sabri diğerinde Gabriel Garcia Marquez…

Sabri rakı içiyor, fısıl fısıl konuşuyor Gabo’yla. “İnsan babasını sırf babası olduğu için sevmek zorunda mıdır?” Nalân bağırıyor oğluna, şaşkın ve öfkeli, “Hâlâ utanmadan baba diyorsun o şerefsize!” 4 Hane 1 Teslim babalar ve oğullarının, anneler ve kızlarının, sersefillerin, arafta kalanların, hayallerinden uzağa düşenlerin romanı… Haneler, aileler… Dualar ve beddualar… Eyüp Aygün Tayşir, efsunlu bir dilin maharetli yazarı… Yeni ve geleneği bilen… İlk roman… Kitaptan bir bölüm okumak için tıklayın.

İÇİNDEKİLER

I. Hane

Teneke Mahallesi’nde Bir Gecekondu………………………………………………………………… 13
Cinli Ev……………………………………………………………………………………………………………………………………….. 25
Plakçı Dükkânı…………………………………………………………………………………………………………………….. 33
İki Yaka Bir Arada……………………………………………………………………………………………………………. 41
Camide Başlayıp Genelevde Biten Bir Bayram Günü……………………….. 49
Kandilli Rasathanesi’nde……………………………………………………………………………………………. 57
Bostancı’da Bir Apartman Dairesi…………………………………………………………………….. 69
Nasihatler …………………………………………………………………………………………………………………………………. 79
Kahvede Başlayan Sıradan Bir Gün…………………………………………………………………. 91
Ziyaretler…………………………………………………………………………………………………………………………………… 99
II. Hane

Şampiyonluk Kutlaması……………………………………………………………………………………………..109
Çengelköy’de Bir Apartman Dairesi…………………………………………………………………117
Bostancı’da Bir Korku Tüneli…………………………………………………………………………………129
Feza Apartmanı’nda Daireler ………………………………………………………………………………..141
Aynı Şehirde Gurbet………………………………………………………………………………………………………..149
Özlem……………………………………………………………………………………………………………………………………………157
Kar Örttü Üstümüzü……………………………………………………………………………………………………….163
İftar………………………………………………………………………………………………………………………………………………..175
Çelişkiler …………………………………………………………………………………………………………………………………..183
Para Budalası………………………………………………………………………………………………………………………191
Her Başlangıç Bir Bitiş………………………………………………………………………………………………..197
III. Hane

Feza’nın Arka Bahçesi…………………………………………………………………………………………………..207
Misafir…………………………………………………………………………………………………………………………………………221
Erkek Erkeğe………………………………………………………………………………………………………………………….229
Okulda…………………………………………………………………………………………………………………………………………237
Baharla Gelenler I…………………………………………………………………………………………………………….243
Baharla Gelenler II………………………………………………………………………………………………………….249
Buz Gibi Soğuk Sudan İçen? ……………………………………………………………………………………255
Güneye Gidelim…………………………………………………………………………………………………………………..265
Şampiyon Türkiye…………………………………………………………………………………………………………….269
Ayrılık…………………………………………………………………………………………………………………………………………275
Katil Kim?………………………………………………………………………………………………………………………………..277
Sayım…………………………………………………………………………………………………………………………………………..283
Teneke Mahallesi’nden Haberler…………………………………………………………………………..291
Düş Kırığı…………………………………………………………………………………………………………………………………297
Geldikleri Gibi Gittiler …………………………………………………………………………………………………305
IV. Hane
Sakızlı Sohbet……………………………………………………………………………………………………………………….311
Kadıköy………………………………………………………………………………………………………………………………………319
Ömer’in Gelişi………………………………………………………………………………………………………………………323
Karanlıkta……………………………………………………………………………………………………………………………….331
Naim’in Uyanışı…………………………………………………………………………………………………………………339
Baba – Oğul – Kadıköy…………………………………………………………………………………………………….345
Kapalı Balkon Sefası………………………………………………………………………………………………………351
Kadıköy’ün Derinliği……………………………………………………………………………………………………..361
Raşit’in Ölüm Döşeği………………………………………………………………………………………………………367
Mezarcı……………………………………………………………………………………………………………………………………….371
Teslim
Kendi Efkârımca Okur Yazarım…………………………………………………………………………..377

I. Hane

Teneke Mahallesi’nde Bir Gecekondu

Sözün kısası, yine evleneceğim! Göreceksin, yeni ve
parlak bir evlilik yapıp her şeyi düzelteceğim!
– Thomas Mann, Buddenbrook Ailesi

“Neden hayallerimin bu denli uzağında oturuyorum?” Nalân’ın kendini bildi bileli kafasını kurcalayan soruydu bu. Hayallerine yaklaşmak için hayaller kurmuş, dilekler dilemiş, adaklar adamış, planlar yapmıştı fakat aradaki mesafe bir türlü kapanmak bilmemişti. Şimdi yine bir fikri vardı. Ona bu fikri verense gazetede gördüğü bir ilandı. Babasının yıpranmış gömleğinin kol ağzında düşmeye meyyal bir diş gibi sallanan düğmeyi sağlamlaştırırken, aklı o ilandaydı. Nisan güneşinin boyası dökülmüş ahşap çerçevelere tutunan geniş camları eriterek içeri dolduğu odada, dikiş iğnesi kan emici bir sinek gibi alçalıyor, gömleğin narin kumaşında incecik bir delik açarak bir an gözden kaybolduktan sonra yeniden tavana doğru yükseliyordu. Nalân, son düğümü de atınca, ipi dişlerinin arasında sıkıştırıp kopardı; dikiş iğnesini iplik sarılı makaraya sapladı ve cüce bir semazenin sikkesini akla getiren gümüş rengi yüksüğü parmağından hırsla çıkardı. “Adaksa adadık, duaysa ettik, sadakaysa verdik. Artık başka çarem kalmadı!” Zihninde annesinin öfkeli bakışlarıyla karşılaşınca, kararlılık yerini korkuya bıraktı: “Ya annem duyarsa? Ya ilanı verenin niyeti başkaysa?” Düşündükleri cesaretini kırdı. “Yazayım, kenarda dursun, istersem gönderirim, istemezsem yırtar atarım!” Evet, bu daha mantıklıydı. Dikiş malzemelerini lacivert renkli teneke kutuya bırakırken, yuvarlak kutunun etrafına resmedilmiş, içi çikolata taneleriyle dolu kurabiyelere baktı. Ağzı sulandı; yutkundu. Kapaksız kutuyu odanın pencereleri boyunca uzanan divanın altına doğru itip bir lale bahçesine öykünen divan örtüsünü düzeltti. Oturduğu minderden kalktı; tam olarak üç buçuk adım tutan bir yürüyüşle odanın diğer ucuna gitti ve kapının yanında duran sandalyenin üzerinden hasır örgülü çantasını aldı. Elinde çantası tekrar mindere döndü. Sayfalarını şarkı sözleri, şiirler, pratik bilgiler, ünlülerin adresleri ve zaman zaman aklına esen düşüncelerle doldurduğu defterini çıkardı. Defterin arasına sakladığı gazete parçasını bulup bir kez daha okudu. İlanı gazetede gördüğünde hemen cevap yazmayı istemiş ancak cesaret edememişti. Hem o zamanlar annesi, her gün yeni önerilerle geliyor ve umutlanmasına sebep oluyordu. Olmamıştı işte! Boğaz’ın manevi bekçisi Telli Baba bile çare bulamamıştı derdine. Yıkılan hayallerinin enkazı altında sıkışıp kaldığı o anlarda bu ilan, ufukta beliren tek umut ışığıydı. Elinde bir kalem ve defterinden koparttığı boş bir sayfa, yazacaklarını düşünmeye çalışıyor, ancak annesini zihninden kovmayı beceremediğinden bir türlü başlayamıyordu. Nalân en çok annesinden korkardı çünkü evde hâkimiyet Muhlise Hanım’ındı. Nalân’ın babası Raşit, karısı tarafından alınan ve tüm ailenin yaşamını etkileyen kararlardan haberdar olduğunda o kadar geç olurdu ki, o anlarda karısına belalar okuyup yakası açılmadık küfürler etmekten başka bir şey gelmezdi elinden. Muhlise Hanım, hayal gücünün sınırlarını zorlayan bu küfürlerin iddialı vaatleriyle, vaat edenin kudreti arasındaki tezadı düşünerek gülümser ve kocasının duyamayacağı kadar kısık bir sesle, “Pis adam!” derdi. “Pis adam!” Karı koca Arap asıllıydılar; bu yüzden evde Arapça ve Türkçe bir arada konuşulurdu. Tam olarak Arapça da denemezdi konuştukları bu dile; Siirt’te, köylerinde öğrendikleri, o bölgeye özgü bir dildi kullandıkları.

Muhlise Hanım ve Raşit, birbirleriyle genellikle bu dilde, çocuklarıyla da kimi zaman Türkçe, kimi zaman Arapça, kimi zaman da iki dilin iç içe geçtiği bir dille konuşurlardı. Çocuklar Arapçayı anlar fakat yanıtlarını mutlaka Türkçe verirlerdi. Evin dışındaysa, bir akraba ya da hemşeri ile konuşulmadığı sürece, hepsi bir çeşit Türkçe konuşurdu. Nalân yazmaya başlayacaktı ki, “Mektuba tarihle başlanır çocuklar!” diyen ilkokul öğretmenini hatırladı birden. Ortaokul ikinci sınıfta son bulan eğitimiyle ailedeki en tahsilli kişiydi. Kardeşi Kemal, ilkokulu zor bitirmişti. Okula düzenli olarak gelen, ancak vaktinin çoğunu okulun bahçesinde geçiren bu çocuktan illallah eden öğretmenleri, çareyi onu sınıfta bırakmaktan vazgeçip bir an önce mezun etmekte bulmuşlardı. O gün bugündür, annesinin dua vaadiyle ikna ettiği tanıdıkların yanında çalışıyordu Kemal.

O günlerde de, Hamza’nın kahvesinde çay dağıtmak ve ortalığı temizlemekle meşguldü. Raşit’in bir okul binasının önünden geçtiği bile şüpheliydi. Muhlise Hanım ise, kızların işinin okumak değil, ev işlerine yardım etmek ve daha çocukken evlenmek olduğu bir yer ve zamanda doğmuş olduğundan okula hiç gitmemişti. Fakat ileriki yıllarda, kocasının itirazlarına kulak asmadan okuma yazma seferberliği eğitimlerine katılmış ve Türkçe okuma yazmayı öğrenmişti.

Bu sayede, imza atması gereken durumlarda kocası gibi parmak basıp rezil olmaktan kurtulmuş, eciş bücüş harflerle de olsa adını yazarak imza atabilir hale gelmişti. Bu başarısından aldığı cesaretle, bir komşusundan Arapça harfleri okuyacak kadar Kuran dersi de almıştı. Nalân’ı korkutan, annesinin yazıyı okuyabiliyor olması değildi sadece. Kadın, yüzünü de okuyabiliyordu kızının. Hem de akıcı bir şekilde. Şimdi çıkıp gelecek olursa, ne yaptığını yüzüne baktığı gibi anlardı. İşte bu sonu olurdu. Bir kadının, bir erkeğe mektup yazıp buluşmak istemesiyle, kötü yola düşmesi arasında fark görmeyecek bir kadındı Muhlise Hanım. Nalân, hemen herkes kısa süren evliliğinin bitişinde kendisinin de önemli kusurları olduğunu düşünürken bunun hiç de iyi olmayacağını biliyordu ama başka çaresi de yoktu. Ne yaptılarsa, duldemenin hakaret olacağı bu genç kadına hayırlı bir kısmet bulamamışlardı. İş başa düşmüştü artık. Acele etmeliydi.

Ayın kaçı olduğunu tahmin edebiliyordu ama hem emin olmak hem de ne yazacağını düşünmek için, yerinden kalkıp yeşim rengi duvara çakılı paslı çivide asılı duran takvime doğru ilerledi. Annesi her gece yatsı ezanından sonra en üstteki yaprağını kopartıp arkasındaki yazıları okumayı alışkanlık edindiğinden, takvim hiç şaşmazdı. 2 Nisan 1973 Pazartesi. Erkek ismi: Civan… Kendisi için özel anlamlar ifade eden kavramları umulmadık an ve yerlerde karşısında gören insanların şaşkınlığıyla, “Dayım nasıl acaba? Epeydir de gelmiyor,” diye düşünerek yerine döndü. Mindere oturunca defteri kâğıdın altına yerleştirdi. Kâğıdın sağ üst köşesine tarih atıp yazısına özenerek yazmaya koyuldu.

2 Nisan 1973 “İlanınızı okudum. 21 yaşındayım. Çok kısa süren bir evlilik yapmış çocuksuz bir bayanım. Aylemle yaşıyorum. Buğday tenli orta boylu ve siyah saçlıyım. Sizin gibi niyeti ayle kurmak olan iş güç sahibi bir beyle tanışmak isterim.” Rumuz: Yaralı Kalp

Söyleyenin kendisi olduğunu hayal ettiği bir şarkıdan geliyordu bu rumuz. Şarkıcının sesini taklit ederek usulca mırıldanmaya başladı:

Ne olurdu bütün hayat boyu senin elinde açıp solsaydım
Kalbindeki sevgilinin yerinde ben olsaydım.

Menteşelerin gıcırtısından, üzeri mahallenin çocukları tarafından çizilmiş tuhaf şekiller ve yazılarla dolu tahta bahçe kapısının açıldığını anlayarak ürperdi. Şarkıyı hemen kesti; mektubu ilanla birlikte defterin arasına kaldırıp, defteri çantasına koydu ve telaş içinde kapıya yöneldi. Bahçe kapısını açıp içeri girenin Efsun’un kızı Lal olduğunu da, işte o zaman anladı. Korktuğunun başına gelmemiş olmasının verdiği rahatlama hissiyle kıza gülümsedi. Yüzünü gizlemek istercesine ayak uçlarına bakan küçük kız, bir eliyle içinde iki parça kumaş olan 17 torbayı uzatırken, diğer elinin işaretparmağıyla Şerife Hanımların evini işaret etti. Bu ev, mahallede içinde hem telefon hem de televizyon olan az sayıdaki evden biriydi.

Belli ki, Şerife Hanım üzerlerine kanaviçe işlenmesi için Muhlise Hanım’a göndermişti bu kumaşları. Nalân, torbayı kızın elinden aldı; tam kapıyı kapatacakken çocuğun kapının hemen yanından başlayıp evin duvarı boyunca sıralanmış boş bidonları işaret eden parmağını fark etti. Küçük kızın su istediğini anlayan genç kadın, yüzünde acı bir tebessüm, “Acaba bir gün benim de çocuklarım olacak mı?” diye düşünerek mutfağa doğru yürümeye başladı. Mutfağa girdi; evde elektrik bulunmadığından asli görevini yerine getiremeyen buzdolabının kapısını açıp küçük, plastik bir bidon çıkardı.

Elinde bir bardak suyla geri döndüğünde kapıda kimse yoktu. Hem kızın yan bahçeye geçip geçmediğini kontrol etmek, hem de açık bahçe kapısını kapatmak niyetiyle, önündeki bir çift terliği ayaklarına geçirip dışarı çıktı. Çıkar çıkmaz da dışarıda havanın evdekinden daha sıcak olduğunu hissetti. Kızı yan bahçedeki salıncakta sallanırken bulacağından o kadar emindi ki, salıncağın eski bir kilimden yapılma, beşik benzeri oturağında, Muhlise Hanım’ın mutfakta yakaladığında tekmeleyip gece ortalıkta göremediğinde saatlerce sokaklarda aradığı Velet’i görünce şaşırdı. İpinden kavradığı salıncağı sarsıp kediyi yere indirdi ve ondan boşalan yere kendisi oturdu. Ayaklarını yerden kesmeden, yavaş bir ritimle ileri geri sallanıp, bedenini ve ruhunu ısıtan güneşin keyfini çıkarmaya başladı. Velet, Nalân’ın ayakları altında, tahtından edilmiş biçare bir imparator edasıyla biraz söylendiyse de çok uzatmadı. Yürüdü; çevik bir hareketle bahçe duvarının üzerine çıktı; küçük, pembe dilini duvarın üzerindeki oyukta birikmiş yağmur suyuna birkaç kez daldırdı ve sokağa atlayıp gözden kayboldu.

Benzer İçerikler

Masal Masal İçinde | Ahmet Ümit

yakutlu

Mürebbiye – Stefan Zweig Online Kitap Oku

yakutlu

Baba ve Piç

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy