Kitabın Adı: | 6 Numaralı Koğuş | |
Yazarı: | Anton Pavloviç Çehov | |
ESERLERİ
Hiç şüphe yok ki, dünün olduğu kadar bugünün de «en büyük muharrirlerinden biri, Anton Pavloviç Çehov’dur.
Gündelik hayatını kazanmak için, şöyle «şakacıktan», mizah mecmualarına yazı yazmağa başlayan Anton Çehov, günün birinde kendisi de farkına varmadan Rusya-.nın en büyük muharrirleri mertebesine yükseldi.
Rus edebiyatında kısalığın, sadeliğin, vuzu-Çehov’un hun en büyük üstadlarından biri sayılan ailesi Çehov, tipik bir küçük burjuva ailesine mensuptur. Çehov’un büyük babası Yegor Mihayloviç Çehov, Çertko-v isimli bir derebeyinin toprak kölesi imiş.
Fakat kabiliyetli bir iş adamı olduğu için çabucak sivrilmiş; köleliğine rağmen, derebeyinin çiftliğine kâhya olmuş. Bu arada, o devir için çokça sayılabilecek bir para da biriktirmeğe muvaffak olmuş. Günün birinde 3500 rublelik bir «fidyei necat» mukabilinde kendisinin ve çocuklarının hürriyetini satın almış.
Çehov’un büyük babası, sert ve haşin bir adammış. Oğullarından Pavel Yegoroviç Çehov da, babasının bu huylarını aynen kapmış.
Yegor Mihayloviç, oğlunu da kendisi gibi bir «iş adamı» yetiştirmek istemiş. Onu Taganrog tüccarlarından Kobilinin yanına çırak olarak: vermiş.
fşte bu çocuk, yani Pavel Yegoroviç Çehov, muhar–rir Cehov’un babasıdır. Cehov’un babası, tüccar Kobilinin yanında yıllarca çıraklık ve tezgâhtarlık yaptı. Ni-hayat 1857 yılında, tüccarın yanında” ılarak Tagan-rog’da başlı başına bir bakkal dük] ı.
Fakat Pavel Yegoriç, yirmi y. ûütün didinmelerine rağmen bakkallık işini bir türlü ileri götüremedi. Kâr etmek şöyle dursun, bütün varını yoğunu bu uğurda sar-fetti. 1876 yılında da, dükkânını kapayarak Moskovaya göç etmeğe mecbur oldu.
Pavel Yegoriç’in bu hale gelişinin en mühim sebeplerinden biri, onun kendi istidad ve kabiliyetleriyle hiç te1 münasebeti olmıyan bakkallık gibi bir meslek tutmuş olmasıdır. Pavel Yegoriç’in belli başlı hiç bir tahsili yoktu. Fakat buna rağmen o, keman çalar, resim yapar, güzel ilâhi taganni eder, ve bilhassa kilise korosunu fevkalâde iyi idare etmesini becerirdi.
Pavel Yegoriç,in sanatkâr tarafını aksettiren bu meşgaleler ve bilhassa kilisedeki koro işi, onu ticaret işlerinden ziyade meşgul ediyordu.
Bütün bunları dikkate aldığımız takdirde Pavel Yegoriç’in birçok kabiliyetleri nefsinde toplayan iradeli ve sebatkâr bir insan olduğunu görürüz. Fakat o devrin ağır ve karanlık hayat şartları, Pavel Yegoriç’in kabiliyetleri üzerinde de kendini hissettirmekten geri kalmadı.
Pavel Yegoriç’in sanatkâr temayülleri dinî bir mecraya, kilise muganniliğine döküldü. Onun irade ve sebatı ise sertlik ve müstebitlik şeklinde tecelli etti.
Anton Pavloviç Çehov, Azak
Cehov’un çocukluğu denizi kıyısındaki Taganrog ve yetiştiği şehrinde dünyaya geldi. Çehov’un dünyaya gelişine ait
Taganrog’un Uspenski kilisesindeki resmî kayıtlar şöyledir :
«Bin sekiz yüz altmış yılının 17 İkincikânununda dünyaya geldi ve 27 İkincikânununda vaftiz edilerek Antoni ismiyle tesmiye edildi.
Babası: Tagonrog’un üçüncü sınıf tüccarlarından Pavel Yegoroviç Çehov; annesi de: Pavel Yegoroviç’in meşru zevcesi Yevgeni Yakovleva’dır. Vaftiz babası: Taganrog’un üçüncü sınıf tüccarlarından Spiridov Fedoroviç Titov; vaftiz annesi: Taganrog’un üçüncü sınıf tüccarlarından Dimitri Kirikov Safyanopulo’nun karışıdır.»
Uspenski kilisesi kayıtlarının gösterdiğine göre, Çehov ailesini çevreleyen insanlar, umumiyetle üçüncü sınıf, yani küçük küçük tüccarlarmış. Rusyanm o zamanki vaziyetine göre bu sınıf tüccarlar, hakikî tüccarlarla esnaflar arasında geçici bir halka teşkil etmekte imiş.
Safyanop’ulo adından da anlaşılacağı üzere Cehov’un vaftiz annesinin kocası bir Yunanlıdır. Bu, hiç te tesadüfi değildir. Çünkü o devirde Tagonrog Yunanlıların pek bol “bulunduğu bir şehirmiş.
Bütün bunlar Taganro’nun çehresini tayin eden keskin hatlardır: Taganrog, 65 bin nüfuslu bir taşra şehridir. Endüstri buracla hemen hemen hiç yok gibidir. Cehov’un dünyaya geldiği sıralarda, Rostov gibi Odesa gibi rakip ve modern ticaret şehirlerinin doğması üzerine, Taganrog şehrinin ticareti de yavaş yavaş sönmeğe yüz tutmuş.
Çehov, 1887 senesinde kız kardeşine yazıdığı bir mektupta Taganrog şehrini şöyle tarif etmektedir:
Kitabın ilk sayfalarından alıntılar aşağıdadır. Beğenirseniz kitabı satın alabilirsiniz.
6 No KOĞUŞ
Hastahanenin avlusunda, avret otlarının, ısırganları» ve yabani kenevirlerin teşkil ettiği koca bir ormanla çevrili küçük bir pavyon vardır. Çatısı paslanmış, bacası yarı yarıya yıkılmış, antresinin çürümüş basamaklarında otlar fışkırmış ve sıvalarından ancak izler kalmıştır. Pavyonun ön cephesi hastahaneye bakar; arka cephesi ise – hastahanenin, üzerine çiviler çakılmış kurşunî renkli tahta perde-sile ayrılan – tarlaya nazırdır. Sivri uçları yukarıya çevrili olan bu çivilerin, bu tahta perdenin ve bizzat bu pavyonun, bizde yalnız, hastahane ve hapishane binalarında görülebilen, o kendine has mağmum ve menhus bir manzarası vardır.
Şayet ısırganların sizi dalamasından korkmazsanız, pavyona giden daracık yoldan yürüyerek, içerde ne olup ne bittiğini gözden geçirelim. Dış kapıyı açarak taşlığa giriyoruz. Burada, duvarların dibinde ve sobanın yanında, hastahanenin eski püsküleri, bir dağ
gibi yığılı durmaktadır. Şilteler, parça parça olmuş eski hırkalar ve kaputlar, nantalonlar, mavi çizgili gömlekler, hiç bir işe yaramayan kullanılmış ayakkabılar… Bütün bu eski püsküler bir kümeye yığılmış, buruşmuş ve birbirine karışmış bir halde çürümekte ve boğucu bir koku neşretmektedir.
Bu eşya yığını üzerinde, piposu daima dişleri arasında, şeridleri solmuş pantalonile eski bir asker mütekaidi cilan bekçi Nikita yatar. Bunun sert ve solgun bir yüzü, kendisini stepteki çoban köpeklerine benzeten aşağı doğru sarkık kasları, ve kırmızı bir burnu vardır. Boyu kısa, vücudu zaif ve adalı; fakat görünüşü heybetli ve yumrukları* kuvvetlidir. O, dünyada herşeyden fazla nizam ve intizamı seven, bundan ötürü de dayağın lüzumuna kani bulunan, basit ruhlu, dar kafalı, müspet memur ruhlu insanlar zümresindendir. Nikita, surata, göğse, sırta, velhasıl nereye rast gelirse oraya vurur; böyle yapılmazsa burada intizamın temin edilemiyeceğine inanırdı.
Biraz ilerleyince, taşlığı hesaba ^katmazsanız, bütün pavyonu kaplayan büyük ve geniş bir odaya girersiniz!. Buranın duvarları kirli mavi bir renge boyalıdır; tavanı, ocaksız bir izbeninki gibi islidir. Kışın burada sobaların tüttüğü, ve ortalığın marsık koktuğu besbellidir. Pence-reler,içer
gibi bir intiba bırakır.
Odada, döşemeye vidalarla tutturulmuş karyolalar vardır. Bunların üzerinde, mavi hastahane hırkaları, ve eski âdet üzere takkeler giymiş insanlar oturmakta ve yatmaktadır; bunlar akıl hastalarıdır.
Bunlar burada beş kişidir. Bunlardan yalnız biri asîl tabakaya mensubtur, diğerleri küçük burjuvadır. Kapıdan itibaren birincisi, uzun kırmızı bıyıklı, ağlamaktan gözleri kızarmış, uzun boylu zayıf bir adamdır. Başını ellerine dayamış olduğu halde oturmakta ve bir noktaya bakmaktadır. Gece gündüz kederlidir. Başını sallar, içini çeker ve acı acı gülümser. Nadiren lafa karışır, suallere umumiyetle cevap vermez.. Otomatik olarak, kendisine verildiği zaman, yer ve içer. Devamlı ve ıstırab verici öksürüğüne, yanaklarının zayıflığına ve penbeliğine bakılırsa »#nda verem illetinin başladığına hükmedilebilir..
Bundan sonra sivri sakallı, bir zenci gibi siyah ve kıvırcık saçlı, yerinde hiç duramayan, canlı ve ufak tefek bir ihtiyar gelir. Gündüzleri bir pencereden öbürüne gider gelir veyahut yatağında bağdaş kurarak oturur ve bir şakrak kuşu gibi, hiç durmadan ıslık çalar, yavaş
sesle şarkı söyler ve kıs kıs güler. Geceleyin Allaha dua etmek, yâni göğsünü yumruklamak ve parmaklarile kapıyı tırmalamak için kalktığı zaman da çocuk neşesini ve canlı karakterini belli eder. Bu, sahibi olduğu şapka atölyesi bundan yirmi yıl önce yandığı zaman akimi kaçıran, budala, yahudi Moyseyka’dır.
6 numaralı koğuşun bütün sakinleri içinde bu pavyon-»dan, hattâ hastahaneden dışarıya çıkmak müsaadesi yalnız buna verilmiştir.
Her halde o, hastahanenin eski bir sakini, sessiz ve zararsız bir deli, şehrin – çocuklarla ve köpeklerle çevrili olarak görmeğe alışılmış – eski bir eğlencesi olmak itibarile, uzun zamandanberi böyle bir imtiyazdan istifade etmektedir. Sırtında hırkacığı, başında gülünç bir takke, ayağında terlikler, bazan yalın ayak hattâ pan-talonsuz olarak, sokaklarda dolaşır, dükkânların ve kapıların önünde durarak birer kapik isterdi. Burada ona kvas, [*] ötede ekmek, daha ötede bir kapik verirler; öyle ki, u-mumiyetle, pavyona karnı tok ve cebi dolu olarak döner. Bu suretle dilenerek bütün getirdiği şeyleri Nikita elinden alır ve kendine mâleder.
Nikita bu işi, Moyseyka’nm ceblerini tersine çevirerek ve onu birdaha sokağa bırakmayacağına, dünyada intizamsızlık kadar kendisini hiç birşeyin sinirlendirmediğ
Sabık mahkeme mübaşiri ve vilâyet kâtibi İvan Dimit-riç Gromov, otuz üç yaşlarında, asîl tabakaya mensub bir adamdır. Hastalığı (itisaf manisi-Manie de persecution) idi. O, ya yusyuvarlak bir halde yatağında yatar, yahut da ek-zersis yapıyormuş gibi bir köşeden öbür köşeye gider, gelir, ve pek nadir olarak otururdu. Belli olmayan, gayri muayyen birşeyin vukuunu bekliyormuş gibi daima müteheyyiç, uyanık ve üzüntülüdür. Koridordaki ufak bir hışırtı, veyahut sokaktan gelen bir haykırma, onun, başını kaldırıp kulak kabartması için kâfidir. Onu yakalamak i-çin mi geliyorlar?. Onu mu arıyorlar?. Bu anlarda yüzü büyük bir telâş ve dehşet ifade eder.
Onun, mücadele ile ve bitmez tükenmez ıstırablarla ezilmiş ruhunu bir ayna gibi aksettiren, geniş, elmacık kemikleri çıkık, daima solgun ve bedbaht yüzü hoşuma gider. Yüzünün hareketleri tuhaf ve hastalıklıdır. Fakat derin ve hakikî bir ıstırabın simasında doğurduğu ince çizgiler, zeki ve münevver adamlannki gibidir; gözlerinde sıcak ve canlı bir pırıltı vardır. O, kibarlığıle, inceliğile,.
Nikita müstesna, herkese karşı olan tatlı muamelesile hoşuma gider. Birisi yere bir düğme ve yahut bir kaşık düşürse, onu yerden kaldırmak için derhal yatağından sıçrar. Arkadaşlariyle her sabah selâmlaşır; gece yatarken-de onlara hayırlı geceler temenni eder.
Deliliği, daimî teheyyücünden ve yüzünün hareketlerinden mada, aşağıdaki hallerde de kendini belli eder. Bazan geceleri hırkasına sarılır ve bütün vücudu t: rek, dişleri birbirine vurarak, bir köşeden diğer köşeye ve karyolaların arasında suratla yürümeğe başlar.
Adetâ kuvvetli bir hummaya tutulmuş gibi görünür. Birdenbire duruşundan ve arkadaşlarına bakışından, onlara çok mühim birşey söylemtek istediği anlaşılır; fakat zahir kendisini dinlemeyecekleri
Kitabı okumak için lütfen satın alınız.