“Henüz yirmi iki yaşında, bütün maneviyatı yalnız bir ümidin tahakkukuna muntazır… Şöhret bulmak, edip olmak, herkesçe tanılmak, bugün o kadar acılıklarına göğüs vermek için hayatını zehirlediği bu edebiyat aleminin bir gün yüksek zirvelerine çıkmak ve ismini o kadar yükseltmek ki… O tasavvur ettiği yüksek payeye bir had bulamıyor; sonra da bu derece itila emellerine kapılıyor olduğundan kendi kendine utanıyordu. Edip olmak, şöhret almak, senelerden beri bütün düşünce bu değil miydi?”
Batılı anlamda Türk romanının başlangıcı sayılan ve Tanpınar’ın “Türkiye’de nesli adına konuşan ilk eser” diye tanımladığı Mai ve Siyah, döneminin basın, edebiyat ve şiir hayatına ilişkin gözlemleriyle de ayrı bir öneme sahiptir
SUNUŞ
Batılı anlamda Türk romanının öncüsü sayılan Halid Ziya Uşaklıgil’in kendisi ve eserleri üzerine birçok araştırmalar yapılmasına, sempozyumlar düzenlenmesine rağmen eserlerinin bugüne kadar sağlıklı bir yayımının maalesef gerçekleştirilemediği görülmektedir. Oysa, kültürel aktarımda edebiyatın rolü ve önemi düşünüldüğünde bu tür eserlerimizin ihmali affedilemez bir aymazlıktır. Çünkü, 21. yy.’da ulusların ayakta kalabilmeleri büyük ölçüde kültürleri ile mümkün olabilecektir.
Halid Ziya Uşaklıgîl’in (i/ellikle modern Türk edebiyatının klasikleri arasında yer alan eserlerinin birçoğu, yazarın sağlığında sadeleştirilmiş olmasına rağmen dil bakımından eskimiş olduklarından genç kuşaklar tarafından anlaşılamamaktadır. Bunların dışında kalan sadeleştirme çabaları ise yazarın en çok aranan eserleriyle sınırlı kaldığı gibi, sadeleştirmeler sırasında bu eserlerin epeyce örselenmiş oldukları görülmektedir. Bir eseri sadeleştirmek, mutlak surette onun taşıdığı edebi değerleri de göz önüne almayı gerektirir. Böyle bir eseri okuyan dikkatli her okuyucu, kuşkuya düştüğü noktalarda eserin sadeleştirmeye esas olan baskısına bakmak isteyecektir. Her iki metni tek kitapta toplamak ise, eseri hacim bakımından hem şişirip hem de edebi değerini düşüreceğinden sadeleştirme çalışmalarında farklı yöntemler aramanın gerekliliği de ortadadır.
Bilim adamlarının yaptığı çalışmalar, okuma ediminin “göz sıçramalarıyla” gerçekleştiğini göstermektedir. Eğer, bir metinde bilinen sözcüklerin sayısı ne denli fazla ise göz, satır üzerinde o kadar büyük bir alanda sıçrama yapabilmekte, “görüş genişliği veya algılama alanı” denilen bu sıçrama yayı da okuma hızını doğrudan etkilemektedir.
İşte, elinizdeki bu çalışmada, bilinmeyen kelime, terkip ve ibarelerin anlamının köşeli parantezler içinde verilmesi bu düşüncenin ürünüdür. Bu yöntemle, eğer sözcüğün anlamı biliniyorsa, göz, sıçramalar sırasında bu parantezi görmezden gelecek ve onu atlayacaktır. Böylelikle hem metne fazla müdahale edilmemiş hem de okuyucu metnin aslını görme olanağına da sahip olacaktır.
Çalışmalarımızın çoğu, yazarın sağlığında sadeleştirdiği metinler üzerinden yapılmıştır. Ancak, yazarın sadeleştirdiği metinlerde de, bazı sözcüklerin yazımında o günlerin anlayışı sergilenmekte olduğundan biz o sözcüklerin bugünkü kullanışlarına yer verdik. Anlamları parantez içinde verildiği için yazar tarafından kaldırılan “izafet kesre”lerini ise genç kuşağın terkiplerin nasıl yazıldığını görmeleri ve terkipleri ayrı ayrı kelimeler olarak algılamamaları için yeniden koymayı uygun gördük.
Anlam verilirken sözcük veya terkiplerin tek tek karşılıkları yerine, cümle içinde oynadıkları role ve ana düşünceye uygun olmalarına dikkat edilmeye çalışılmış; böylelikle, okuyucunun metinden kopma dan akıcı bir şekilde okumayı sürdürmesi amaçlanmıştır.
Metinlerde geçen ve açıklanması gerekli sözcükleri ise dipnotlarda verilmeye çalışılmıştır. Sadeleştirme çalışmaları sırasında yazım konusu bizi en çok düşündüren nokta oldu. Yazımda birlik oluşturabilmek için Türk Dil Kurumu’nun kılavuzunu esas almakla birlikte “inceltme ve uzatmalar” gibi bazı problemli noktalarda Ömer Asım Aksoy’un yazım kılavuzundan yararlanılmıştır.
Bu sadeleştirmeler, bir ekip çalışmasıdır. En büyük problem de kararlaştırılan bu noktaların uygulanması ve denetlenmesidir. Koordinasyondan yoksun bir toplumda böyle bir çalışmanın zorluğu sanırım takdir olunur. Bu nedenle, bu çalışmalar sırasında gözden kaçan birtakım eksiklik veya yanlışlar olabilir. Bu türden olası yanlışlık ve eksikliklerde, her türlü yapıcı eleştiriye de açık olduğumuzu söyleyelim. Bu yolda, gerekli uyanlar geldiği takdirde bunların değerlendirmeye alınacağından kimsenin kuşkusu olmaması gerekir. Ancak, olası eleştiri sahiplerinden tek dileğimi/, eleştirilerini yaparken önceki yayımları, Halid Ziya Uşaklıgil’in yeniden yayımının önemini de göz önüne alarak yargıda bulunmalarıdır. Çünkü, bir şairimizin dediği gibi “Biz bu işin tadımdayız. Ne paraya çevrilmez, biz onun ardındayız.”
Yayın Yönetmeni
ÖNSÖZ
Mai ve Siyah Halid Ziya’nın Gümrük Genel Müdürü olarak İstanbul’a geldikten sonra 18961897 yıllarında Serveti Fünun dergisinde tefrika (=yazı dizisi] halinde, 1900 yılında da Alem Matbaası tarafından kitap olarak yayımlanan romanıdır.
Anılarında “en çok beğendiğim romanım” diye söz ettiği Mai ve Siyah’ta Halid Ziya, kendi kuşağının edebiyat alanındaki yenilikçi görüşleriyle buna karşı çıkan ve “eski’yi temsil eden düşünceler arasındaki çatışmaları; basın hayatı hakkındaki eleştirel düşüncelerini kahramanı Ahmet Cemil’in şahsında dile getirmektedir. Bu yönüyle Ahmet Cemil, bir bakıma Halid Ziya’yı hatta bütünüyle Serveti Fonun topluluğunu temsil eden bir roman kahramanıdır.
Romana hâkim olan diğer bir düşünce ise, bu topluluğun ortak özelliklerinden olan hayalgerçek veya mai siyah çalışmasıdır. Ahmet Cemil’in mai kelimesinde ifadesini bulan bütün düşünce, arzu ve ümitleri “hayal”i temsil ederken; siyah kelimesi etrafında anlamını bulan yaşadığı hayal kırıklıkları, uğradığı felaketler ve sıkıntılar ise “gerçek”i ifade et mektedir. Zaten roman realizm (gerçekçilik] ve romantizm {hayalcilik} arasında gidip gelmekte, hatta romanın çoğu yerinde gerçek ağır basmaktadır.
Konu Örgüsüyle, kahramanlarıyla, üslubu ve yazım tekniğiyle, içerdiği duygusal ve eleştirel temlerle Mai ve Siyah, Türk romancılığında yeni bir çığır açan, her dönemde okuyucudan büyük bir rağbet gören, Türk aydınını ve aydın olma yolundaki Türk gençliğini derinden etkileyen mükemmel bir eserdir. Bu yönüyle Mai ve Siyah, Batılı anlamda ilk romanımızdır, demek yanlış olmaz.
Cumhuriyet döneminde, eskiden ağır ve süslü bir Türkçe ile yazdığı eserlerini sadeleştirerek yayımlayan Halid Ziya, Mai ve Siyahı da yeni harflerle sadeleştirerek yayımlamıştır (Hilmi Kitabevi, Naşiri: İbrahim Hilmi, İstanbul 1938).
Halid Ziya bu sadeleştirmede nasıl bir yol izlediğini eserin giriş kısmında şöyle açıklamaktadır; “Mai ve Siyah” için sadeleştirilmesi ve yeni yazı ile tekrar basılması hakkında ısrar edenler olduğu gibi eserin, yeni yazı ile basılmasına değil, fakat sadeleştirilmesine itiraz edenler de bulundu. Eser eski halinde mevcut olmakta devam ediyor, eğer ona genç nesil de rağbet edecekse yeni yazı ile basılması bir zaruret demek oluyor, bu takdirde de sadeleşmesine şiddetle lüzum var; mademki yeni nesle mahsus olacaktır, lisanını [dilini) onun kabul edebileceği bir şekle sokmak teşebbüsün tabii bir icabı demektir.
Ancak sadeleştirmek için ne yaptım: Terkipleri [Farsça yapıda kurulmuş isim ve sıfat tamlamalarını], menus olmayan [bilinmeyen] kelimeleri, ağır cümleleri bugünün zevkine uydurmak istedim. Üsluba, ibarelerin inşa [söyleniş! tarzına, velhasıl eserin bünyesine asla dokunmadım. Aksim1 hareket, kitabı esas mahiyetinden soymak olurdu.
Terkipleri ve kelimeleri değiştirirken bunların hayale ait olan vasıflarını açık lisan ile muhafaza ettim. Hatta mesela: “Baranı elmas [elmas yağmuru]”, “Baranı dürri siyah [siyah İnci yağmuru]” terkiplerini, sonra hikâyenin kahramanı şairin kendi şivesinde kullandığı tabir ve terkipleri bıraktım. Bunlara dokunmak mümkün değildi. Kitapta kalan lügatleri [kelimeleri] yeni nesilden menus bulmayanlar olabilir, fakat itikadımca yenilik, lisanını, yenisi kadar eskisini de, bilmemek değildir. Hiç bir millette hiç bir münevver laydın] genç yoktur ki kendi lisanının geçmişine vâkıf olmasın l ti ilinin içmişini bilmesin].
Yapılan işe dair fazla izahata lüzum görmüyorum, vücuda gelen eser işin mahiyetini göstermeğe kâfidir.”
Emek isteyen bu çalışmayı hazırlarken yardım ve desteklerini gördüğüm insanlara içten bir teşekkürü esirgemenin vefasızlık olacağı kanısındayım. Başta bu eseri benim hazırlamam imkânını sağlayan hocam, ağabeyim Rahim Tarım’a, maddi manevi destekleri için İstanbul Üniversitesi’nin değerli öğretim görevlileri ve mesai arkadaşlarım Ferhat Aslan ve Lemi Akın’a, çalışmalarım anında ve sair zamanlarda kahrımı çeken çok sevgili eşim Özlem Doğana ve Halid Ziya Uşaklıgilin bütün eserlerini yayımlamak gibi faydalı bir işi üzerine alan Özgür Yayınlarına teşekkür ediyorum.
Enfel Doğan
1
Sofranın etrafında yedi kişiydiler.
Bir gün, Mir’al i Şuûn [Olayların Aynası gazetesi! sahibi imtiyazı Hüsevin Baha Efendi, matbaaya çehrenindi.’ bir başka sevinç parıldayarak girdiği zaman dört nüshadan [sayıdan] beri devam eden “Dahili Sanatlar” [lîlusai Sanatlar başlıktı] makalesinin altına son kelimesini iri bir yazı şeklinde …….