“Bihter hepsini unutmak isteyerek, kandili hala bütün bütüne yakmadığı için birtakım karartılar yansıtan aynanın karşısına geçiyor, çıplak gövdesine bakıyor, nergisçe bir tutumla hazdan sarsılıyordu. Başkaları ne düşünürdü bilmem, ama bu, kendi kendine tatmine giden yol, Bihter’i büsbütün yalnızlıkla sarıp sarmalardı. Hazlarda söze dökülemeyecek uçurumlar hissederdim. Romancı, Bihter için, ‘Evet bu vücudu seviyor…’ diye yazıyordu. Genç kadın ayna karşısındaydı, vücuduna sevgiler, vurgunluklar duyuyordu. Gülümsüyor, aynadaki aksinden sevda umuyordu.
(…) Çünkü Bihter, hayatında bundan böyle aşkların karşılıksız kalacağını, daha da yalnızlıklarla dolup taşacağını, kendisinden o kadar yaşlı Adnan Bey’in ne aşka, ne ihtirasa yanıt verebileceğini sezinlemişti. İşlemeli, dantelalı yatak örtüleri, bu gece ve her gece, Bihter’e bomboş süsler, düzmece incelikler sunacak, ama Bihter süslü döşeğinde hep ihtirasların, genç tenlerin hayalini kuracaktı…”
SUNUŞ
Batılı anlamda Türk romanının öncüsü sayılan Halid Ziya Uşaklıgil’in kendisi ve eserleri üzerine birçok araştırmalar yapılmasına, sempozyumlar düzenlenmesine rağmen eserlerinin bugüne kadar sağlıklı bir yayımının maalesef gerçekleştirilemediği görülmektedir. Oysa, kültürel aktarımda edebiyatın rolü ve önemi düşünüldüğünde bu tür eserlerimizin ihmali affedilemez bir aymazlıktır. Çünkü, 21. yyda ulusların ayakta kalabilmeleri büyük ölçüde kültürleri ile mümkün olabilecektir.
Halid Ziya Uşaklıgil’in özellikle modern Türk edebiyatının klasikleri arasında yer alan eserlerinin birçoğu, yazarın sağlığında sadeleştirilmiş olmasına rağmen dil bakımından eskimiş olduklarından genç kuşaklar tarafından anlaşılamamaktadır. Bunların dışında kalan sadeleştirme çabaları ise yazarın en çok aranan eserleriyle sınırlı kaldığı gibi, sadeleştirmeler sırasında bu eserlerin epeyce örselenmiş oldukları görülmektedir. Bir eseri sadeleştirmek, mutlak surette onun taşıdığı edebi değerleri de göz önüne almayı gerektirir. Böyle bir eseri okuyan dikkatli her okuyucu, kuşkuya düştüğü noktalarda eserin sadeleştirmeye esas olan baskısına bakmak isteyecek tir. Her iki metni tek kitapta toplamak ise, eseri hacim bakımından hem şişirip hem de edebi değerini düşüreceğinden sadeleştirme çalışmalarında farklı yöntemler aramanın gerekliliği de ortadadır.
Bilimadamlarının yaptığı çalışmalar, okuma ediminin “göz sıçramalarıyla” gerçekleştiğini göstermektedir. Eğer, bir metinde bilinen sözcüklerin sayısı ne denli fazla ise göz, satır üzerinde o kadar büyük bir alanda sıçrama yapabilmekte, “görüş genişliği veya algılama alam” denilen bu sıçrama yayı da okuma hızını doğrudan etkilemektedir.
İşte, elinizdeki bu çalışmada, bilinmeyen kelime, terkip ve ibarelerin anlamının köşeli parantezler içinde verilmesi bu düşüncenin ürünüdür. Bu yöntemle, eğer sözcüğün anlamı biliniyorsa, göz, sıçramalar sırasında bu parantezi görmezden gelecek ve onu atlayacaktır. Böylelikle hem metne fazla müdahale edilmemiş hem de okuyucu metnin aslım görme olanağına da sahip olacaktır.
Çalışmalarımızın çoğu, yazarın sağlığında sadeleştirdiği metinler üzerinden yapılmıştır. Ancak, yazarın sadeleştirdiği metinlerde de, bazı sözcüklerin yazımında o günlerin anlayışı sergilenmekte olduğundan biz o sözcüklerin bugünkü kullanışlarına yer verdik. Anlamlan parantez içinde verildiği için yazar tarafından kaldırılan “izafet kesrelerini ise genç kuşağın terkiplerin nasıl yazıldığını görmeleri ve terkipleri ayrı ayrı kelimeler olarak algılamamaları için yeniden koymayı uygun gördük.
Anlam verilirken sözcük veya terkiplerin tek tek karşılıkları yerine, cümle içinde oynadıkları role ve ana düşünceye uygun olmalarına dikkat edilmeye çalışılmış; böylelikle, okuyucunun metinden kopma dan akıcı bir şekilde okumayı sürdürmesi amaçlanmıştır.
Metinlerde geçen ve açıklanması gerekli sözcükleri ise dipnotlarda verilmeye çalışılmıştır. Sadeleştirme çalışmaları sırasında yazım konusu bizi en çok düşündüren nokta oldu. Yazımda birlik oluşturabilmek için Türk Dil Kurumu’nun kılavuzunu esas almakla birlikte “inceltme ve uzatmalar” gibi bazı problemli noktalarda Ömer Asım Aksoy’un yazım kılavuzundan yararlanılmıştır.
Bu sadeleştirmeler, bir ekip çalışmasıdır. En büyük problem de kararlaştırılan bu noktaların uygulanması ve denetlenmesidir. Koordinasyondan yoksun bir toplumda böyle bir çalışmanın zorluğu sanırım takdir olunur. Bu nedenle, bu çalışmalar sırasında gözden kaçan birtakım eksiklik veya yanlışlar olabilir. Bu türden olası yanlışlık ve eksikliklerde, her türlü yapıcı eleştiriye de açık olduğumuzu söyleyelim. Bu yolda, gerekli uyarılar geldiği takdirde bunların değerlendirmeye alınacağından kimsenin kuşkusu olmaması gerekir. Ancak, olası eleştiri sahiplerinden tek dileğimiz, eleştirilerini yaparken önceki yayımları, Halid Ziya Uşaklıgil’in yeniden yayımının önemini de göz önüne alarak yargıda bulunmalarıdır. Çünkü, bir şairimizin dediği gibi “Biz bu işin tadındayız. Ne paraya çevrilmez, biz onun ardındayız.”
Yayın Yönetmeni
ÖN SÖZ
Aşkı Memnu’nun yazarı olan Halid Ziya Uşaklıgil, Türk romanının batılılaşmasında çok önemli bir role sahiptir. “Kahramanlarının ihtiras ve duygularını tahlil etmeyi, onları muhitleri içinde göstermeyi esas gaye bilerek, sanatkârâne bir üslup ile Türk dilinde hakiki batılı romanı o yarattı. Halid Ziya, ilk romanlarında romantizmin etkisiyle kahramanlarının duygularım anlatıcının bakış açısıyla ve değerlendirmeleriyle okuyucuya yansıtmıştır. Fakat Ferdi ve Şürekası adlı romanından başlayarak daha sonraki romanlarında realist ve naturalist akımların etkisiyle gerek olay örgüsünün oluşturulması ve şahısların canlandırılmasında gerçekçi bir tutum takınarak gerekse anlatıcının değerlendirmelerini sınırlayarak gerçekçi bir yol izlemiştir.*2* Böylelikle Türk romanının da realist bir zemine oturmasını sağlamıştır.
Halid Ziya Uşaklıgil’in romanlarıyla ilgili makale, kitap yazan, araştırıcı, incelemeci ve eleştirmenler onun en iyi romanının Aşkı Memnu olduğunu belirtmişlerdir. Ahmet Hamdi Tanpınar, bu romanın “sadece realist teknik ve psikoloji itibariyle bakılırsa, her zaman için mükemmel sayılabilecek bir eser” olduğunu ileri sürer. Türk romanı üzerine bir kitabı yayınlanmış olan Robert P. Finn “Türkçede yazılmış tekniği en kusursuz romandır belki de” diyerek bu romanın önemini vurgular. Selim ileri “Yapısal özellikleri bakımından Aşkı Memnu modern romancılığımızın en büyük klasiği sayılmalıdır.” der.(5) Fethi Naci, Türk romanının gelişim zinciri dikkate alındığında bu romanın kronoloji olarak değil, edebi olarak ilk Türk romanı olduğunu belirtir.(6) O. Faruk Huyugüzel, bu roman için “birkaç farklı bakış açısının bir kurgu dünyası içinde çok başarılı bir şekilde birleştiği ölmez eserlerden birisi” der.(7) Durali Yılmaz ise romanımızın abc’si olarak niteler.(8) Bu romanı sinemaya uyarlayan Halit Refiğ, Aşkı Memnu’dan “kadınların sağlam bir biçimde edebiyatımıza girdiği ilk eser” diye bahseder.9
Türk romanında bu kadar Önemli bir yere sahip olan Aşkı Memnu neyi anlatmaktadır? Romana tematik açıdan bakılınca Bihter’in yasak aşkının, Ni hal’in çocukluktan genç kızlığa geçişinin, Adnan Bey’in temsil ettiği, on dokuzuncu yüzyılın sonundaki yüksek sosyetenin yaşayış tarzının, Behlül’ün aşk hayatının anlatıldığı ileri sürülebilir/10 Bunların hepsi de anlatılmaktadır. Fakat bütün bunları bir araya getirip okutturan roman şahısları arasındaki çatışmalardır. Bu çatışmalar hem şahıslar arasında hem de şahsın iç dünyasında gerçekleşmektedir. Bu açıdan bakılınca şahısların, romanın olay örgüsündeki rolleri daha anlaşılır hâle gelir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, bu romanın “bovarysme ve esthetisme’de mahpus”) olduğunu belirtir. Berna Moran da Bihter’in, sebepleri değişik de olsa, sonunun benzerliği itibariyle Madam Bovary ve Anna Karenina ile benzeştiği üzerinde durur.Bu romandaki Bovarizm etkisi, özellikle olay örgüsü ve şahıs özelliklerinde dikkati çeker. “Bihter, büyük ölçüde Madame Bovary’dir. Bihter’i bu kötü sona hazırlayan, biraz da, Örnek alınan bu romanlardır.
Aşkı Memnu için, “bir tür yeniden doğuşla, cennet bahçesine ya da altın çağa dönüşle sonuçlanıyor” diyen Berna Moran, Nihal’in romanın başındaki ve sonundaki durumuna dikkati çekerek onun pek çok şey yaşayarak olgunlaştığını ve romanın bu yönüyle bir Bildungs roman olduğunu belirtir. Aşkı Memnu romanı, Nihal merkez alındığında bu mitolojik kalıba uyar ama bu roman sadece Nihal’ın romanı değildir. Bu romanda en başat unsur, yine Berna Moran’m deyişiyle trajik bir kahraman olan Bihter’dir. Ayrıca Bildungsroman’ın sonunda kahramanın ulaştığı bir üst seviye vardır, fakat bu romanın sonunda görürüz ki Nihal yine babasına bağımlı bir genç kızdır, yani geriye dönmüştür.
Aşkı Memnu romanı, özellikle kahramanlarının ruh tahlilleriyle bir psikolojik roman özelliği göstermektedir. Romana bu gözle bakıldığında kahramanlar arası bağlantılar ve çatışma sebepleri de ortaya çıkmaktadır. Nihal’le Bihter’i karşı karşıya getiren sebep ikisinde de çok yoğun olan sevgi tatminsizliğidir. İkisi de sahip olarak tatmin olmayı denerler. Bihter, Adnan Bey’in zenginliğine sahip olur ama duygusal ve cinsel tatminsizlik, evin tek hâkimi olmasını da anlamsız kılar. Bihter, Behlül’ü sevdiği için onu kendisine bağlamak, hayatına hâkim olmak ister, fakat uçarı bir kişiliği olan Behlül ondan kaçar. Nihal’in sevdiği babasına ve evine hükmeden Bihter, onunla olan çatışmasından galip çıkmıştır ama kendi tatmin edilemeyen duygularına yenilmiştir. Nihal de babasını önce kaybeder sonra kavuşur, fakat sevebileceği ve sevileceği bir erkeği, Behlül’ü kaybederek. Aynı şekilde onu seven Beşir de karşılık beklemeden seven, koruyan bir âşıktır, fakat o da bu aşkının kurbanı olur, veremden ölür.
Romandaki şahıslar arasındaki çatışmalar, olay örgüsü içinde özellikle üç noktada düğümlenmektedir. Birincisini Bihter’in annesine benzememe mücadelesinde başarıya ulaşıp ulaşamayacağı; ikincisini Bihter’le Behlül’ün ilişkilerinin nasıl sonuçlanacağı; üçüncüsünü ise Nihal’le Behlül’ün evlenip evlenemeyecekleri oluşturur. Bu düğümler de Bihter’in annesi gibi anılmaktansa ölmeyi tercih etmesi, bu anlamda ona benzememesi, Nihal’le Behlül’ün evlenememesi ve Behlül’ün kaçması ile çözülür15
Bihter’in ve Nihal’in başından geçenlerin, romanda iki ayrı olay Örgüsü oluşturur gibi görünmesine rağmen bu iki şahsın ortak bir noktada çatışmaları bunları bir bütünlük hâlinde görmemizi sağlar. Olay örgüsünde işlevi olmayan şahısların yer almaması ve şahıslar arasında birbirine bağlı ilişkiler ağı yüzünden, roman, Tanpınar’ın deyişiyle bir satranç oyununa benzer.(16 Berna Moran, bu romanın yapısını dans figürlerine benzetir. Nihal ve Adnan Bey’in yakınken, bir ara uzaklaşmaları sonra tekrar yakınlaşmaları, Bihter ve Behlül ile Nihal ve Behlül’ün önce ayrıyken, bir ara birleşmeleri sonra tamamen ayrılmaları dansı andıran biçimsel kalıpları oluşturur.
Aşkı Memnu romanı gerek olay örgüsünün kuruluşundaki ustalık, gerekse şahısları tahlil, eşyayı, tabiatı tasvir etmekteki başarısı’18 onu yüz yıl sonra bile okunabilen bir roman hâline getirmiştir. Roman kahramanları her ne kadar Türk toplumundan uzak, evrensel, genel bir insan Özelliği gösterse de Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminde Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazdığı romanlardaki şahıslar, kendi toplumumuzun insanını bir roman kahramanı haline getirmiştir. Sosyal hayattan uzak olmaları biraz da devrin şartları gereği zorunluydu; bunu da görmek gerekir Serveti Fünûn edebiyatının zor anlaşılan kelimeleri, tamlamaları, imgeleri bu romanda da etkisini hissettirir, fakat değişen edebiyat ve dil anlayışını gören Halid Ziya, kendi eserlerinin dilini daha anlaşılır bir şekilde sadeleştirerek, Aşkı Memnu romanının uzun bir süre daha okunmasını sağlamıştır.
Muharrem Kaya
….