Kitaplarıyla kaç kuşağı büyüten Gülten Dayıoğlu’nun Ece ile Yüce dizisinin Duvardaki Gölgeler – Yüce Kim Biliyor musun?
– Ece Abla Oluyor – Anneler Çocuklarını Çok Sever hikâyelerini içeren ilk kitabı yeni okurlarıyla buluşuyor.
Yazarın torunu gibi sevdiği komşu çocuğu Ece ve kardeşi Yüce’nin hikâyelerini anlattığı bu diziyi Mustafa Delioğlu resimliyor.
*
Duvardaki Gölgeler
Sevgili çocuklar, Ece ilk öyküye böyle başlamamı istiyor. Ama ben onun dediğini yapmıyorum. Bir varmış bir yokmuş, sözleriyle masala başlanır. ECE İLE YÜCE adlı dizi, masal değil ki! Bunlar, günümüzde yaşanan öyküler. Ece ile Yüce, aramızda. Çoğunuz onları tanıyorsunuz. Çocuklar! Ece ile arkadaş olmak ister misiniz? Onu, çok seveceksiniz. Ece’yi bebekliğinden beri tanıyorum. Aynı katta oturuyoruz. Evlerimiz yan yana. Ana babası işe giderken onu, anneannesine götürürler. Ece, ana babasından ve evinden ayrılmayı hiç istemez. Sabahları evden çıkarken uykulu gözlerini ovuşturarak hep ağlar. Akşamüstleri, ana babasıyla eve dönerken de pek neşelidir.
Ece, böyle evden eve paket gibi taşınarak büyüdü. Kocaman kız oldu. Bu yıl anaokuluna başladı. Annesi işe giderken onu okula bırakıyor. Ece, akşamüstü, okul servisiyle eve dönüyor. Evin anahtarını, kolye gibi boynunda taşıyor. Onunla kapıyı açıp içeriye giriyor. Ana babası işten oldukça geç dönüyorlar. Ece onları beklerken bebekleriyle oynuyor. Kasetlerden masal dinliyor, resim yapıyor. Bazen de kendi kendine şarkılar söylüyor.
Canı sıkılınca pencere önüne oturup gelen geçene bakıyor. Evde yalnızken, günler hep böyle geçiyor sanmayın. Ne ilginç serüvenleri var bir bilseniz! Şimdilerde bir de okul öyküleri başladı. Her şeyi Ece’yle birlikte, sizlere bir bir anlatacağız.
Ben yazarım. Çocukları çok seviyorum. Onlar için masallar, öyküler, romanlar yazıyorum. Ece benim en iyi arkadaşım. Ben de onun Yazar Teyze’siyim. Onunla dostluğumuz nasıl başladı biliyor musunuz? “Nereden bilelim?” diyeceksiniz. Haklısınız, anlatmazsam, nereden bileceksiniz!
Ece anaokuluna yeni başlamıştı. Bir akşamüstü, alışverişe gidiyordum. Bir de ne göreyim! Ece kapı önünde paspasın üstünde oturuyor. “Ece!” diye seslendim, duymadı. Yanına varınca, uyuduğunu anladım. Saçlarını okşayarak uyandırdım. Önce, çok korktu. İrkilerek ayağa kalktı. Yabancı olmadığımı anlayınca rahatladı. Meğer, o gün anahtarını evde unutmuş. Okul dönüşü kapıda kalmış.
Onu eve aldım. Birlikte çay içtik. Bir şeyler yedik. Sonra konuşmaya giriştik. Arkadaşlığımız, işte o gün başladı. İşlerim yüzünden, çok sık buluşamıyoruz. Uygun günlerde onu bize çağırıyorum. Bazen de ben onlara gidiyorum. Arkadaşlığımızdan Ece’nin ana babası da çok hoşnut.
Ece, çok konuşkan bir çocuk. Bana neler anlatıyor neler! Bebeklerini çok seviyor. Her birine ad koymuş.
Onları artık iyice tanıdım. Sarı saçlı bebeğe, “Hanım Bebek” diyor. Kurulunca ağlayan bebeğin adı, “Sulugöz.” Sünger bebeğin hiç saçı yok. O da, “Keloğlan.” Zeyno var. İbiş var. Ayıcık ve Dalmaçyalı köpek var. Ece hepsinin iyi, kötü huylarını da biliyor. Ece, en çok “Tıktık Bebek” dediği, yastık bebeği seviyor. Onu babaannesi dikmiş. Küçüklüğünden beri Tıktık’la yatıyor. Bebekleriyle evcilik oynarken, hep Tıktık Bebek’in annesi oluyor. Dediğine göre, Tıktık da onu çok seviyor. Kendisini hiç üzmüyor.
Ece’nin sadece oyuncaklarını tanımıyorum. Bana, okuldaki arkadaşlarından da söz ediyor. Kimlerin yaramaz, kimlerin uslu olduğunu, adım gibi biliyorum. Yemek ve yatma saatlerinde öğretmeni üzenleri birlikte kınıyoruz.
Ece ile konuşmak çok hoşuma gidiyor. Ece, bana ev ve okul serüvenlerini anlatıyor. Bazen, olanlara çok gülüyoruz. Bu serüvenler, bazen çok şaşırtıcı bazen de acıklı oluyor.
Ece konuşmaya başladı mı, susmak bilmez. Sadece başından geçenleri anlatmakla kalmıyor. Düşündüklerini ve düşlediklerini de dile getiriyor. Öyle güzel öyle tatlı konuşuyor ki!.. Onu dinlerken kaç kez tencerenin dibi tuttu. Bir kez de yemeği yaktım.
Dün başına neler gelmiş bilseniz!
Akşamüstü, birden elektrik kesilmiş. Ben evde yoktum. Ece de evinde yapayalnız. Ne yapacağını bilememiş.
“Korktun mu?” diye sordum.
“Çok” dedi. “Hiç karanlık bir evde tek başıma kalmamıştım. Annem, yalnızken kibrit yakmama izin vermiyor. Yangın çıkmasından korkuyor. Bu yüzden mum yakamadım. Önce pencere önüne dikilip annemleri bekleyeyim, dedim. Ellerimle eşyaları yoklaya yoklaya, yürümeye başladım. Tam cama yaklaşmıştım, ayağıma çantam takıldı. Yere devrildim. Başımı duvara çarptım. Ağlamaya başladım. Bu sırada bir de sıkıştım ki!
Bu kez emekleyerek oda kapısına doğru gittim. Karanlık odada dört ayaklı ilerlemek daha kolay oldu. Kapıya ulaştım. Ama, odadan çıkıp tuvalete gidemedim. Oralar daha koyu karanlıktı. Olduğum yere oturdum. Beklemeye başladım.
Yoldan, arada bir arabalar geçiyordu. Bu sırada duvarlarda korkunç gölgeler oluyordu. Onlardan gözümü alamıyordum. Bir
….