Gizemlerle ve beklenmedik karşılaşmalarla dolu bir tren yolculuğunun ardından İstanbul’a, büyük amcaları Kaptan Barnekas’ın işlettiği Pera Palas’a gelen Ran ve Lusin, ailelerinin tarihöncesine dayanan sırlar barındırdığını fark ediyor. Kendilerini İstanbul’un en eski dönemlerine, serafimlere, Kadim Halk’a, Körler Ülkesi’ne, Madenciler’e ve tiran hükümdar Alacakaranlık Firavunu’na dair anlatılanların ortasında bulan ikizler, İstanbul’u bekleyen büyük tehlikeyle doğrudan ilgili olduklarını öğreniyorlar. Derken, Pera Palas’ın eski konuklarından ünlü yazar Agatha Christie’nin odasında esrarengiz bir anahtar ortaya çıkıyor…Delal Arya, okurları uzak ve yakın tarihin koridorlarında gizemlerle örülü fantastik bir maceraya davet ettiği “Pera Günlükleri” dizisinde, dönüşüm politikalarıyla yok edilen kent, tarih, kimlik ve anlatılara da değiniyor.
İçindekiler
Karakterler……………………………………………………………………………..12
İpuçları ……………………………………………………………………………………14
Sorular …………………………………………………………………………………….15
Gökkafes…………………………………………………………………………………..17
Yeni Bir Dost…………………………………………………………………………..28
Agatha Christie………………………………………………………………………43
Şafağın Gözü…………………………………………………………………………..53
Medusa…………………………………………………………………………………… 64
Pera Palas Kutusu ………………………………………………………………….67
Madenciler …………………………………………………………………………….. 81
Kaplumbağa Terbiyecisi……………………………………………………….89
Gizli Geçit……………………………………………………………………………….99
Sırlar Kalkmalı……………………………………………………………………..122
Tavan Arasında…………………………………………………………………….135
Agatha’dan Mektup Var ………………………………………………………148
Kurtlar Geliyor……………………………………………………………………..157
Piramit…………………………………………………………………………………..168
Teşekkürler…………………………………………………………………………..174
Üçüncü Kitap Hakkında……………………………………………………..175
Adını ve dilini bilmediğimiz bir ülkede
benimle uzun bir yolculuğa
çıkan anneme…
Sevgili okuyucu senin de tahmin
edeceğin gibi bu kitapta geçen yerler
ve karakterler aslında yok. Her şey
fırtınalı bir gecede yazarın zihninde
küçücük bir hayalin belirmesiyle
başladı. İki çocuk bir otelin önünde
soğuktan tir tir titriyordu.
Ve olaylar gelişti…
Karakterler
Ran Eltanin: On iki yaşında bir oğlan. Yaz tatillerini arkeolog olan babasıyla uzak ülkeleri gezerek geçirdiği
için eski diller ve kültürler konusunda bir dolu şey biliyordu.
Lusin Eltanin: Ran’ın ikiz kardeşi. Balerin. Avucunun içinde üç başlı bir yılan fosili taşıyordu.
Hakan Varanj: Pera Palas otelinde kalan maceraperest bir çocuk. Babası İstanbul’un en zenginlerindendi. Kaptan Barnekas: Ran ve Lusin’in büyük amcaları. Pera Palas Oteli’nin sahibi. Denizi çok özlüyordu ama oteli bırakıp gidemiyordu.
Süreyya: Puslu sesi, kısık bakan çelik mavisi gözleri ve çıkık elmacık kemikleriyle efsunlu bir kadın. Kimsenin bilmediği bazı planları vardı.
Cahit: Pera Palas Oteli’nin aşçısı ve Kaptan Barnekas’ın sağ kolu. Bir maymunu ve bir papağanı vardı. Herkes ona Cook Cahit diyordu.
İgor: Pera Palas Oteli’nde bir görevli. Daha önce Kaptan Barnekas’ın gemisinde kamarotluk yapmıştı.
Rudabe: İranlı bir kız. Annesiyle birlikte Pera Palas Oteli’nde kalıyordu. Geçmişi görebildiğini iddia ediyordu.
Peris: Madencilerin lideri ve Semistra Şehri’nin yöneticisi. Kaptan Barnekas’la dostlukları yıllar öncesine uzanıyordu.
Kontes Tamara Harpezein: Pera Palas Oteli’nin müşterilerinden biri. Seksenine merdiven dayamış, uçuk ve biraz deli bir kadın. Madenciler hakkında bir şeyler biliyordu.
Angantir Varanj: Hakan’ın babası. İstanbul’un sayılı zenginlerinden. Etrafındakileri aşağılayan, zalim bir kişiliği vardı.
Profesör Valamir: Kökleri tarihin derinliklerine uzanan kadim bir sülalenin son ferdi. Bir gökdeleni tepesinde yaşayan soğuk, merhametsiz bir adamdı.
İpuçları
Agatha Christie’nin odasında bulunmuş bir anahtar.
Şifreli bir kutu.
Madenciler hakkında bir dosya
Bir bebek evi.
Sorular
Agatha Christie’nin bahsettiği sır nerede saklıydı?
Şafağın Gözü kimdi?
Pera Palas’ın odalarının altında yatan gizem neydi?
Madenciler kimdi ve yeraltında ne yapıyorlardı?
Gökkafes
İstanbul’un başka bir köşesinde bir adam pencereden fırtınayı izliyordu. Elektrik yüklü şimşekler, Boğaz manzarasına kristal bir hançer gibi saplanmış gökdelenin üzerinde parıldamaktaydı. İstanbullular bu gökdelene Gökkafes diyordu. Kentin siluetini bozduğundan ve çirkinleştirdiğinden şikâyet ederlerdi ama çok azı bu gudubetin aslında büyük bir kötülüğün meskeni olduğunun farkındaydı. Gökdelenin pencerelerinde hiç ışık yoktu. Sadece soğuk ve keskin bir rüzgâr, camları yalayarak geçen bir yılan gibi etrafında dolanıyordu.
Yılın bu zamanında bile çatısı yer yer karla kaplıydı. Gökdelenin en tepe noktasına devasa, camdan bir kafes oturtulmuştu. Asansöre girilecek şifreyi bilmeyenlerin buraya çıkması imkânsızdı. Yıldırımların ve şimşeklerin göz kamaştırıcı ışığının etkisiyle bu camdan kafesin girinti çıkıntıları bütün çirkinliğiyle gözler önüne seriliyordu. Uzaklarda görünen bu kütlenin hatları o kadar kaba ve iticiydi ki Boğaz’dan gelip geçenlerin yüzlerini başka tarafa çevirmesine neden oluyordu. Ne var ki Gökkafes’in çirkinliği sadece görüntüsü değildi. Burada soğuk, merhametsiz ve insanlardan nefret eden varlık yaşıyordu. Herkes ona Profesör derdi. Kırklarının ortasında olmasına rağmen İstanbul’un en eski üniversitesinin rektörü, meşhur bir tarih profesörüydü. Gökkafes’te oturan bu profesör aynı zamanda kökleri tarihin derinliklerine uzanan kadim bir sülalenin son ferdiydi. Çok az kişinin bildiği, daha da azınınsa tanıdıktan sonra hayatta kalma hakkını kaybettiği adı Valamir’di. O, yeryüzünde yürüyen bütün kötülüklerden daha kötüydü.
Süreyya içeri girdiğinde Valamir, her gece olduğu gibi salonun ucundaki merdivenin tepesinde ayakta durmuş, etrafını çevreleyen yüksek pencerelerden dışarıyı seyrediyordu.
…