İnsan en çok kendiyle konuşur.
İnsan en çok kendini suçlar.
İnsan en çok kendine öfkelenir.
İnsan en çok kendiyle yüzleşmekten korkar.
İnsan en çok kendini affetmekte zorlanır.
Ve insan en az kendini anlar.
Kendini anlamaya giden yolculuk uzundur, güç ister, azim gerektirir, adım adım gelişir, devamlı bir seyirdir.
Yol uzundur ama orada varlıkları ile huzur veren insanlar vardır.
Dünyanın kalabalığına, gürültüsüne, olanca ağırlığına ve yüküne, anlamsız koşturmacasına rağmen sakin ve kendi halinde huzurlu bir hayat yaşayanlar…
Aldatıcı bir iyimserliğe ve yaşam enerjisini tüketen karamsarlığa bulaşmadan var olmaya devam edenler…
Kalbi sökülmüş bu çağda sevgiyi, aşkı, güzelliği en saf ve en temiz hali ile sessizce yaşayanlar…
Yaralarına rağmen yürümeye devam eden insanlar…
Dr. Ferhat Kardaş, işte bu yolculuğa niyetlenenlere, düşseler de kalkmaya gayret edenlere sesleniyor.
“Pes etme sakın, yürümeye devam et…”
I. BÖLÜM:
YOLA NEREDEN
BAŞLAMALI
SENİN HİKÂYEN HANGİSİ?
Her şey bir yana, yürüme arzusunu kaybetme. Ben her gün sağlığıma yürüyor ve her türlü hastalıktan yürüyerek uzaklaşıyorum; kendimi en iyi düşüncelerime yürüyerek götürdüm ve şimdi insanın yürüyerek kurtulamayacağı hiçbir can sıkıcı düşünce bilmiyorum. Kierkegaard
Hayat yola çıkmak ve yolda olmaya devam etmektir. Bizimkisi bir yol hikâyesi aslında. Devam eden, devam etmesi gereken bir yolculuğun hikâyesi… Yürümekten, yol almaktan ve ilerlemeye devam etmekten başka seçeneğimizin olmadığı bir yolcuğun… Kimi zaman yorucu, kimi zaman oldukça keyifli bir yolculuktur bu. Bazen yürümekten yorulur ve yürüyecek takatimizin kalmadığını düşünürüz
. Bazen yolun gerisi unutmak istediğimiz kâbus gibi yaşanmışlıklarla dolu olur. Bazen yolun ilerisi belirsizliklerle ve yoğun bir sis bulutuyla örtülmüştür. Geçmişi unutmak, geleceği düşünmemek isteriz. Geçmişte yaşadığımız travmalar belleğimizden silinsin ve gelecek bizi korkutmasın, endişelendirmesin isteriz. Kendimizi yolun olağan akışına bırakırız. Yolda zaman zaman bizi mutlu eden güzelliklerle karşılaşırız. İyi insanlar tanır, hatırlanmaya değer anılar biriktiririz, insanlara ve yaşamaya dair…
Yolun kötüleştiği yerde o güzel şeylerin anısına sığınır, ondan alırız yürüme cesaretini. İyisiyle kötüsüyle bu hikâye bizim hikâyemiz. Bu yolculuk bizim yolculuğumuz…
Her şeye rağmen yürümeye devam etmek zorundayız. En güzel şekilde tamamlamamız gereken bir hikâyemiz var bizim. Daha nice kederli yüreğe dokunacak, nice karanlığa aydınlık olacak, nice kötülüğe varlığımızla set olacağız. En güzel günlerini görmedik henüz hayatın. En güzel hayallerimizi henüz kurmadık ve gerçekleştirmedik. Daha söylenmemiş nice güzel sözlerimiz var hayata ve insan olmanın güzelliğine dair. Bizim için türküler ve şarkılar söylenecek, şiirler okunacak hâlâ. Birileri için şiir okuyacak, türküler söyleyeceğiz daha. O yüzden yolculuğun geçmişi de, bugünü de, geleceği de bizim… Kendi hikâyemizi yeniden düşünmek ve onu en güzel şekilde ilerletmeye devam etmek zorundayız. Öyleyse kendi hikâyemizi anlamaktan başlamalı önce, insan olmanın hikâyesini anlayarak başlamalı yola…
İnsan en çok kendisiyle zaman geçirir.
İnsan en çok kendisiyle konuşur.
İnsan en çok kendisini suçlar.
İnsan en çok kendisini ikna etmeye çalışır.
İnsan en çok kendisini aldatır.
İnsan en çok kendisine öfkelenir.
İnsan en çok kendi sırlarını saklar.
İnsan en çok kendisine yalan söyler.
İnsan en çok kendisiyle yüzleşmekten korkar.
İnsan en çok kendisini affetmekte zorlanır.
İnsan en çok kendisini unutmak için çaba gösterir.
Ve insan en az kendisini anlar.
İnsan en az kendisine tahammül gösterir.
İnsan en zor kendisini ikna eder ve en son kendisine inanır.
İnsan en az kendisini değiştirmek için çaba gösterir.
İnsan en az kendi güçlü yönlerinin farkındadır.
İnsan en az kendi hayatına ve ilişkilerine özen gösterir.
İnsan en az kendi kusurlarını düzeltmek için uğraşır.
İnsan aslında en az kendisini tanır.
Ve insan en çok kendisini iyi tanıdığını zanneder.
Şimdi, insanların dünyasına doğru bir yolculuğa çıkalım…
Kendi dünyamıza doğru bir yolculuğa…
Her gün gördüğümüz, konuştuğumuz ve bazen tartıştığımız insanların dünyasına… Ve kimi zaman çok iyi bildiğimizi düşündüğümüz, bazen de aslında zannettiğimiz kadar farkında olmadığımızı anladığımız kendi dünyamıza…
Neler var insanların dünyasında? Neler var bizim dünyamızda? Rutin bir hayat yaşayanlar sabah uyanır, çoğu zaman kahvaltı yapmadan işe gider, işten eve yorgun gelir… Yemek, televizyon, uyku… Televizyon karşısında bir hayat geçirenler… Hayatını yoğun şekilde çalışarak, sürekli bazı işleri yetiştirme kaygısıyla yaşayanlar… Hayatın güzel ve anlamlı yanlarını sürekli ıskalayıp gereksiz ayrıntılarında, sürekli takıldıkları olumsuz sahnelerinde boğulan ve tüm yaşamlarını melankolik bir şekilde geçirenler… Yaşamayı sürekli erteleyen insanlar…
Yaşamın aslında katlanılabilir dertlerini, taşınabilir yüklerini kendi anlamlandırma biçimleriyle daha da ağır hale getirerek bir süre sonra bu ağır yükün altında ezilenler… Hayatla, insanlarla, sevdikleriyle, sevmedikleriyle sürekli kavga halinde olanlar… Diğer insanlara ne kadar güzel bir hayat yaşadığını, ne kadar çok sevildiğini, ne kadar çok değer gördüğünü kanıtlama peşinde olan ve varlığını görünme, beğenilme ve paylaşılma üzerine temellendirenler…
Değersizlik duygusu ile bir ömür boyu mücadele edenler. Çocukluktan atılan olumsuz temeller üzerinden yaşamı boyunca bütün ilişkilerinde sevilmediğini, yeterince ilgi görmediğini, kendine ve diğer insanlara tekrarlayıp duran ve belki de bu yüzden hiçbir zaman ilgiye ve verilen değere doymayanlar… İçindeki derin boşlukları dışarıdaki gündelik ve yapay gündemlerle doldurmaya çabalayanlar. Kendi hayatlarındaki anlamsızlığı dış dünyanın daha da anlamsız olan meşguliyetleri ile kapatmaya çalışanlar…
Mutluluğu izleyeceği maçta, siyasetçilerin anlamsız polemiklerini takip etmekte, gösterime girecek bir sinema filminde, aylar sonra gideceği bir tatilde, sanal dünyada çok izlenen popüler videolarda arayan mutsuz insanlar… Yetersizlik duygusunu hayatının merkezine yerleştirip, bütün hayatını bunun üstesinden gelmeye adayanlar… Bunun için bazen fiziki güzelliğini, bazen dini kimliğini, bazen güç ilişkilerini, bazen de içindeki hayvani duyguları kullanan özünde zayıf insanlar… Kendisiyle, yalnızlığıyla ve korkularıyla baş başa kalmamak için bütün hayatını koşturmaca içinde geçirenler…
Geçmişe, geçmişteki travmalara, anne-babadan ilgi ve sevgi görmemeye saplanıp kalanlar… Bugünü yaşama arzusu ve iradesi olmadan, geleceğin meçhul iyi günlerinde, zenginlik hayallerinde, arzu edilen bir sevgide yaşayanlar… Dünden ve bugünden kaçıp, meçhul bir geleceğe sığınanlar… Maskelerle yaşayan insanlar… Sosyal hayatta, yakın ilişkilerde farklı farklı maskelerle yaşayan ve bir süre sonra gerçek yüzlerini de unutan insanlar… Kendilerine yabancılaşan, kendi bedeni içinde misafir bir ruh gibi yaşayanlar… Hayatın anlamını bulmaya kendilerini adayanlar… Okuyanlar, okuyanlar ve bir daha okuyanlar…
Anlam arayışına başlayınca sürekli yeni kapılar bulup bir süre sonra kendilerini artık yeterince tanımadıkları yenidünyalarda ve deneyimlerde bulanlar… Yalancı bir şöhretle, kalbi öldüren zehirli ballarla, insanlığın geri kalanını unutup, insani olan değerlere yabancılaşıp, insani olmayan bir dünyanın kandırıcı lezzetleriyle sarhoş olan ve artık gerçekliğe dönecek enerjisi, isteği ve iradesi kalmayanlar… Güç, eğlence, özgürlük, saygınlık, anlam, sevgi ve ait olma ihtiyaçlarını ısrarla yanlış yerlerde arayanlar, yanlış yollarla karşılamaya çalışırken yorgun düşenler ve etrafındaki insanları da bir süre sonra yıpratıp kendilerinden uzaklaştıranlar… Beklentilerine yetişemeyenler…
Dünyadan, insanlardan, sosyal hayattan beklentileri bitmeyenler ve bir süre sonra sonu gelmez bu beklentilerin ağırlığı altında ezilenler… Yaşamak için gerekli olan enerjiyi diğer insanlardan, diğer inançlardan, diğer cinsiyetlerden, diğer ırklardan, diğer etnik kökenlerden, diğer yaşam tarzlarından, diğer toplumsal gruplardan nefret etme yoluyla karşılamaya çalışanlar… Varlıklarını ötekinden nefret etme üzerine anlamlandıranlar…
Ve güzel insanlar… Varlıkları ile huzur veren insanlar… Dünyanın kalabalığına, gürültüsüne, olanca ağırlığına ve yüküne, anlamsız koşturmacasına rağmen sakin ve kendi halinde huzurlu bir hayat yaşayan insanlar… Kötülüklere aldırmadan iyi olmaya, iyiliği yaymaya ve iyi kalmaya çabalayan insanlar…
Aldatıcı bir iyimserliğe ve yaşam enerjisini tüketen karamsarlığa bulaşmadan var olmaya devam edenler… Kalbi sökülmüş bu çağda sevgiyi, aşkı, güzelliği en saf ve en temiz hali ile sessizce yaşayan insanlar… Yaralarına rağmen yürümeye devam eden insanlar…
İnsani olan değerlerin olanca pervasızlığıyla yok edilmeye çalışıldığı şartlarda sürekli iyiliğe, güzelliğe, yardım etmeye, iyiliği yaymaya, ihtiyaç sahiplerine ulaşmaya, düşenlerin elinden tutmaya, karanlığa bir mum yakmaya koşan koca yürekli insanlar…
Kalpsiz bir dünyada merhameti olanca derinliği ile hisseden, zaman zaman bunun altında ezilse de merhameti kalbinden eksik etmeyenler… Kötülük yapanlara, önüne sürekli engel çıkaranlara, yaşam enerjisini tüketmek isteyenlere aldırmadan hedeflerine koşan, anlamlı ve dolu bir hayat yaşamaya azmeden insanlar… Peki ya sizin hikâyeniz? Siz hikâyenizi hiç düşündünüz mü? Hayatın anlamını denizin dalgalarına mı soruyorsunuz? Kendi yaşam yolcuğunuz neler söylüyor size?
Bugünlerde yaptığınız iş, gündelik meşguliyetleriniz, ilişki içinde olduğunuz insanlar, yaşadığınız zorluklar… Artık tahammül etmekte zorlandığınız dertleriniz, çocukluğunuzu hayal meyal saran sis perdeleri… Geleceğe dair planlarınız, yaşamı sürdürmek için sahip olduğunuz enerji, güzel veya yakışıklı olup olmadığınıza yönelik düşünceleriniz, yaşanmışlıklarınız… Yorgunluklarınız, yaşanmamışlıklarınız, pes ettiğiniz anlar, okulda öğrenmediğiniz şeyleri size acı şekilde öğreten yaşam olaylarınız…
Ölümün kıyısından döndüğünüz anlar, ölmeyi arzu ettiğiniz zor zamanlar, hayatın sizin için taşınılması güç bir yük olduğunu düşündüğünüz günler, her şeyin ve herkesin sanki üstünüze üstünüze geldiği zamanlar, çaresiz şekilde güçlü dalgalara karşı yüzmekten yorulduğunuzun farkına vardığınız anlar. Ve güzel günleriniz…
Kalbinizin atışlarını size duyuracak kadar güçlü sevinçleriniz… Ayağınızın mutluluktan yerden kesildiği, gözlerinizden istemsizce yaşların döküldüğü, bitmesini hiç istemediğiniz zamanlar…
İnandığınız bir değer, savunduğunuz bir tutum, desteklediğiniz bir görüş için bütün dünyaya meydan okuyarak duruşunuzdan ve kararınızdan taviz vermemeye kararlı olduğunuz anlar… Bütün olumsuzluklara ve görünürde aşılması çok zor engellere rağmen umut etmeyi ve iyimserliğinizi korumayı sürdürdüğünüz zamanlarınız… Yalnızlığı, dışlanmayı, çaresiz kalmayı, bütün destek kaynaklarınızı yitirmeyi göze aldığınız ve bunu bir ömür gurur nişanı gibi vicdanınızda taşıdığınız yaşanmışlıklar…
Çocukluğunuz neler söylüyor size bütün yaşanmışlıkları ve yaşanmamışlıklarıyla? Gençliğinizin dili olsaydı hangi cümleyi fısıldardı kulağınıza? Peki çocukluğunuza ve gençliğinize birer cümle söyleme hakkınız olsaydı, ne söylerdiniz onlara?
Ve geleceğiniz… İhtiyarlığınız dile gelseydi, bugününüz için neler söylerdi size? Nasıl gitmenizi isterdi ona? Gençlikten ona neler götürmenizi beklerdi? Ve siz…
Neler söylüyorsunuz kendinize? Her gün zihninizden tekrarlayıp durduğunuz o binlerce düşünce ne söylüyor size? Kendinizi hangi sözlerle teselli ediyorsunuz? Hangi cümlelerle kendinizi kandırıyorsunuz? Hangi yalancı hayallerle kendinize tozpembe bir gelecek vaat ederek bugünün gerçeklerinden ve sorumluluklarından kaçmayı başarıyorsunuz?
Hangi süslü sözler o sürekli canınızı acıtan yaraların üstünü örtmeye yardım ediyor? Hangi umutlarla nice ayrılığın, yokluğun, ölümün sürekli yanı başımızda olduğu bu hayatın yükünü kaldırıyor ve her sabah yeni umutlarla yaşama sarılmaya devam ediyorsunuz? Hangi güç sizi sürekli düştüğünüz yerden kaldırıyor ve her defasında aldığınız yaraları iyileştirerek her şeye rağmen yürütmeye devam ediyor? Hangi inanç önünüzdeki karanlığa daldırıyor sizi?
Hangi güç kötülüğün sıradanlaştığı, ahlaki zaafların parlak dönem yaşadığı şu günlerde sizi iyi ve içinizi aydınlık kılıyor? Hangi hassasiyet sizi çocukların diri diri gömüldüğü bu modern cahiliye zamanlarında yetim hakkına el uzatmama, kul hakkına girmeme, ahlaklı ve dürüst nesiller yetiştirme umudu üzere tutuyor?
Hangi vicdan sizi Arakan’daki çocuk ve kadınlar için uykusuz bırakıyor, Yemen’de açlıktan ölen çocuklara gözyaşı döktürüyor, Akdeniz’in kıyılarına vuran savaş mağduru bebeklerin cesetlerini düşündürüyor, insanlığı ve vicdanı öldüren nice büyük yangına karınca misali size su taşıtıyor? İnsanların dünyasına doğru bir yolculuğa çıkalım…
Kendi dünyamıza doğru bir yolculuğa… Sizin de bir hikâyeniz var. Bir yerlerde başladı bu hikâye ve bugün yazılmaya devam ediyor. Hep başkalarının hayat hikâyelerini okuruz. Peki, siz hiç kendi hayat hikâyenizi okudunuz mu? Bu hikâyenin önemli yerlerini, dönüm noktalarını, diğer kahramanlarını, bu hikâyeyi geleceğe yönelik nasıl ilerletebileceğinizi ve nasıl daha güzel hale getirebileceğinizi düşündünüz mü? Her şey kendi hikâyemizi okumakla ve daha güzel bir hale getirmek için çabalamakla değişecektir belki de… Peki, nereden başlamalı kendi yol hikâyemize?
KENDİNİ TANIMA ÜZERİNE
Her insan yaşam sahnesinde sergilenen bir hikâyedir… Hepimiz kendi hikâyemizin kahramanıyız. Bazen rolümüze kendimiz karar verir, bazı bölümleri biz yazarız. Bazen de sadece bize yazılan hikâyeyi sergiler ve verilen rolü oynarız. Her durumda bize ait hikâyeyi iyi anlamak ve yaşam sahnesindeki rolümüzü güzel oynamak gibi bir sorumluluk taşıyoruz. Bununla birlikte kendi yaşam hikâyelerimizi en iyi şekilde yazmaya devam etmek sorumluluğumuz da var. Bir gün geriye dönüp baktığımızda şu hayat sahnesinde bize tanınan kısıtlı süre içinde anlamlı, etkileyici ve iz bırakan bir hikâye bırakmış olduğumuzu görmek bizim elimizde. Yaşam hikâyemizi bir drama veya trajediye dönüştürmek de öyle. Çoğu insanın yaptığı gibi yaşamın sorumluluğundan kaçıp yürüyeceğimiz yola, yürüme şeklimize ve hızımıza sürekli başkalarının karar vermesine alıştırabiliriz kendimizi. Güzel başlayan bir hikâyeyi kötü bir noktaya doğru sürüklemek veya kötü başlayan bir hikâyeden mutlu bir sona ulaşmak çoğu zaman bizim elimizde. Hikâyedeki rolünden sürekli şikâyetçi olmak ve bunu kendisi için katlanılması zor bir ızdırap haline getirmek…
Hikâyenin kendi yazdığı bölümlerini bütün kötü şartlara rağmen özenerek yazmak, oynamak veya özensizce yazıp özensiz bir şekilde oynamak… Herkes kendi yaşam hikâyesinin başrolüdür; kendisi hikâyesinin bütününü yazmamış olsa bile… Kimi insan kendi hikâyesini bir kenara bırakıp başkalarının hikâyelerini dinler, okur, konuşur, tartışır veya yazar. Kimi insan hikâyesinden kaçar, yaşamın anlamsız ve katlanılmaz olduğunu düşünerek hem kendini hem de hikâyesindeki diğer rol arkadaşlarını mutsuz bir ruh hali içinde bırakır. Kimi insan da hayat serüveninde ne kadar çok travmatik deneyim yaşamışsa yaşasın, ona karşı özenlidir. Bir yerlerde başlamış olan hikâyesini her şeye rağmen en güzel şekilde okumaya, yazmaya, anlamaya ve sergilemeye çalışır. Kederine rağmen hayata en güzel şekilde tutunmaya devam eder. Halil Cibran’ın bu ruhlar için kullandığı güzel bir ifade vardır; “Neşeli yüreklerle birlikte neşeli şarkılar söyleyen kederli bir kalp ne kadar yücedir.”
Her şeye rağmen hepimizin mutlaka okunmaya, anlaşılmaya, dinlenilmeye ve yaşanmaya değer bir hikâyesi vardır. Gerçek bir ilgi ile dinlenildiğinde her yaşam hikâyesinde ayrılığın, hüznün acılı izleri; mutluluğun, hayallerin, sevincin ışığı ve umudun, güvenin, hayal kırıklıklarının, pişmanlıkların sonu gelmez gel-gitleri görülecektir. Bazen yaşamayı yeterince ciddiye almamaktan ve yaşama özen göstermemekten bazen de yaşam yolculuğunun zaman içinde gönlümüzde oluşturduğu yorgunluktan dolayı kendimizi ve çevremizdeki etkileyici yaşam hikâyelerini yeteri kadar anlama çabası içine girmiyoruz.
Yaşamdaki Rolümüz
Yaşam hikâyelerimizle ilgili temel iki yanılsamamız bulunmaktadır. Birincisi, kendi hikâyelerimizin tamamen bizim dışımızda yazıldığını ve bu hikâyede hiçbir etkin sorumluluğumuzun bulunmadığını düşünmek. İkincisi ise, klasik kişisel gelişim kitaplarının temel yanlış vurgularından biri olan yaşam hikâyemizin kontrolünün tamamen bizde olduğu yanılsamasıdır. Hiçbirimiz yaşam sahnesinde rüzgârın önündeki yaprak değiliz. Hiçbirimiz, yaşam sahnemizin bütününü, rol arkadaşlarımızı veya kendi rolümüzü tamamen belirleyen senarist ve yönetmenler de değiliz.
Temelde hepimiz yaşamda bize verilen rolü oynarız ve birçok sahnede bu rolün nasıl oynanacağını tercih etme şansımız olmaz. Yani yaşamda kullanabileceğimiz bir irademiz ve yapabildiğimiz birçok tercih var. Yaşam denilen serüven de aslında bize biçilen rolü oynarken sınırlı da olsa tercihlerimizi doğru yönde kullanmakla ilgili bir süreç. Bu da kendimizi iyi tanımak, hikâyemizi tam anlamıyla bilmek ve doğru okumaya devam etmekle mümkün.