Bu kitapta youtuber olmak isteyenlerin macerası var. Kimi bunu başarır, kimi komik kalır, kimi de youtuber olamayınca Ezgi gibi kaleme sarılır.
Ezgi ve okul arkadaşlarının başlangıçtaki amaçları yalnızca eğlenmektir. Fakat bir süre sonra işin rengi değişir ve birden bambaşka bir sorunla karşı karşıya kalırlar. Okulun “Son Zil” gecesine katılmayıp süt fabrikasının kapısına dayanırlar. Ama fabrikanın içindeki “Madre” ne sizin ne de onların hayal ettiği gibidir; gördükleri sistem, insanlık için başka türlü bir “Son Zil”dir.
Ünsüz Youtuberın Günlüğü’nü soluksuz okuyacak, üretim ve reklam dünyasının perde arkasını daha iyi göreceksiniz.
*
1.Bölüm
DENEME BİR, Kİ, ÜÇ… DENEME BİR, Kİ, ÜÇ…
Hepinize merhaba arkadaşlaaar!
Bu sözü kullanmayanı youtuber saymıyorlar, kesin kural. 🙂 Şu an karşımda kamera varmış da ona konuşuyormuşum gibi hayal etmeye çalışıyorum. Arada bir “Kanalıma abone olmayı unutmayın!” diyerek başınızın etini de yiyebilirim. Nasıl abone olursunuz orasını bilmiyorum, çünkü kanalım yok. Önümde yalnızca kocaman bir ajanda var, işte bunun sayfalarına yazmak durumundayım. Şimdilik tek takipçim kendimim, belki annem de gizli gizli okuyor olabilir, emin değilim. (Anne, gerçekten okuyorsan hemen ajandayı elinden bırak ve kendi işine bak!)
Nasıl youtuber olunacağını tabii ki biliyorum, en azından yazarak olunmayacağı kesin. O zaman neden internette değil de sayfaların içindeyim? Nedeni basit, herkesin olduğu gibi benim de bir ailem var ve video çekip Youtube’a yüklememe izin vermiyorlar. Yani beni yazmaya mecbur bıraktılar. Yüzümün herkese açık bir platformda görünecek olmasından rahatsız olurlarmış. Çok mu güzelim? Hayır. Çok mu çirkinim? Hayır. Sebep yüzümün fiziksel háli değil, sebep internet ortamında videolarımı yayınlamak istismara yol açabilirmiş, ayrıca gereksizmiş. Youtube’ta o kadar gereksiz soytarı varken, daha kızlarının orada ne anlatacağını bilmiyorken karşı çıkmaları ne acayip!
Youtuber olayına takmış olmamın nedeni aslında biraz heyecan arayışımdan. Yoksa amacım süper ünlü olup çok para kazanmak, sağa sola imza dağıtmak, başka youtuberlara meydan okumak falan değil. Hiç tanımadığın insanların seni izlemesi gerçekten heyecan verici mi, yoksa ilgi çekmeye çalışmanın bir başka yolu mu? Odanı, yatağını, kedini, çantanın içindekileri, çoraplarını, saçını tarayışını falan görüyorlar; buna yorum yapıyorlar; belki yan binada, belki Amerika’da yaşıyorlar ama aynı odada gibisin. Bunun gerçekten eğlenceli olacağını düşünmüştüm. Sıkıcı hayatıma biraz renk gelsin istemiştim. Ama karşımda olmaz, olmaz diyen bir anne baba engeliyle karşılaştım. Beni destekleyecek bir kardeşim bile yok. Evde Tek Başına filmindeki gibi evimize giren hırsızlara karşı aksiyonlu bir mücadele yaşayamayacağıma göre Youtube’ta boy göstermek iyi bir seçenekti. Yalnızlık ve can sıkıntısı ancak youtuber olursam bitecekti. Ama az önce dediğim gibi bizimkilerden izin çıkmadı.
Dışarıdan ev gibi görünen bu duvarların arkasında konuşabileceğim tek kişi var, o da Arel. Ama Arel insan değil, kedi.
Onun da sabrı bir yere kadar, ben fazla konuşunca kalkıp gidiyor, sanırım kedilerin de kafası şişiyor!
İşte neyse arkadaşlar, sadede geleyim. Bizimkilere türlü seçenekler de sundum. Maske takıp video çekerim, o zaman yüzüm görünmez, dedim. Ağzımı yaya yaya konuşmam, dedim. Türkçeyi bozmadan cümle kuracağıma söz verdim, tek küfür bile olmayacak, diye yemin ettim. Yine olmaz, dediler. Kesinlikle makyaj videosu çekmem, dedim, olmaz dediler. Aslinda makyaj videosu çeksem çılgınca olurdu, çünkü makyaj yapmayı bilmiyorum, bence palyaço gibi boyanmak da takipçilerime neşe verirdi. Yani bu hayatta amacımız eğlenmek değilse neydi?!
Sonunda annem tabletimi önümden çekip yerine üç kalın ajanda koydu. Hani şirketlerin bedavaya verdiği defterler var ya işte ondan.
“Youtube’ta ne anlatacaksan buraya yaz, günlük tut.”
“Ya anne, günlük videonun yerini tutar mı? Günlüğün takipçisi mi olur, kendi kendine yazdığın şey bu…” “Ben takip ederim, merak etme.”
“Ne yani günlüğümü mü okuyacaksın?”
“Allah allah, video çekip koyduğunda izlememi isterdin ama değil mi?”
“Ne alakası var anne, o ayrı bu ayrı.”
“Tamam tamam, günlüğünü okuyacak değilim; takipçi, abone falan istiyorsun ya, sen bu ajandayı doldurduğunda biz de kitap olarak bastırırız, işte o zaman takipçilerin de, fanların da, yorumcuların da olur.”
İşte böyle tavladı annem beni. İnsanın kendi yazdıklarını kitaplaşmış olarak görmesi, videolarının izlenmesi kadar heyecan verici olabilir, diye düşünüp kabul ettim.
Aslında günlük tutmayı çocukça buluyorum. Yakında on üçümü tamamlayacağım. Bu yüzden Hoptirik Günlüğü gibi olmaması gerekir değil mi? Gerçi izlediğim youtuberlar bazen öyle aptalca şakalar yapıyorlar ki zekâ yaşları altı falan olmahı diye düşünüyorum. Neyse, annemin dediğini yapacağım (Mutlu musun anne?); sanki karşımda izleyiciler varmış gibi, bunları videoya kaydediyormuşum gibi hayal edeceğim. Bu yüzden ajandanın ilk sayfasına koca harflerle Ünsüz Youtuberın Günlüğü yazdım. Eğer kitaplaşırsa bu ismi taşısın isterim. Kulağa güzel geliyor. Belki de kitaplaşma işi hayal olacak. Zaten o aşamaya gelirsek sanırım başka bir problem daha çıkacak. Annem yazdıklarıma sansür uygulayacağından günlüğüm kuşa dönecek. Acaba günlüğün adını “Kuşa Dönmüş Youtuber” mi koysam?
Umarım hayatımda bu deftere yazacak heyecanlı şeyler olur da bir gün, “Evet arkadaşlaaar! Bugün karpuz nasıl kesilir, onu anlatacağım!” demek zorunda kalmam. Gerçi geçen gün altı yaşında bir kızın “Kalem kutumda ne var?” başlıklı videosunu izledim ve izlenme sayısı yedi yüz bindi! İnanabiliyor musunuz, kalem kutumda ne var! Sonra da aynı kızın, “Haribo Yedim” diye başka bir videosunu izledim, videonun sonunda kustu. Numara falan değil, gerçekten kusuyor ve bunu yayınlayan bir ailesi var. Haribo Yedim’i de beş yüz bin kişi izlemiş; yani yarım milyon insan, işi gücü bırakmış, altı yaşında bir çocuğun kusmasını izlemiş! Ben ne yapıyorum, o kızı kıskanmak durumunda kalıyorum, çünkü onun ailesi kameranın karşısında kusmasına izin verirken bizimkiler kameraya konuşmama izin vermiyor. Yazacakmışım!
Konuşmakla yazmak aynı şey değil, bunu herkes bilir. Yazmak daha zor ve sıkıcı, ayrıca yazarken konuşmanın do…