Sihirli Mozart | Göknil Özkök


Çünkü müzik sihrin kendisidir…

“Mozart’ın yaşamını ilk okuduğumda altı yaşında bir çocuktum. Resmini ilk gördüğümde, saçları, giysileri, yaşamındaki imparatorlar, saraylar onu bir masal kahramanına dönüştürmüştü benim için. Yıllar sonra müziğin sihrine kapılmış bir müzisyen olarak, onun masalsı yaşamını bir kitapla anlatmaya karar verdim. Onun müziğe olan bağlılığı ve inancı, yaşamında daima sihirli anlar yaratmıştır. Yüzyıllar sonra müziğinin bize ulaşması ise bunun en güzel kanıtıdır.”

İçindekiler

Küçük Dâhinin Sihirli Notaları, 9
Küçük Ev Konserleri, 20
Konser Gezileri ve Kırmızı Burunlu Sebastian, 25
Küçük Mozart’ın Evlenme Teklifi, 36
Süt ve Bisküvi Konçertosu, 43
Nannerl’in Sürpriz Haberi, 54
Mozart, Christian Bach’la Tanışıyor, 65
Sebastian’ın Vedası, 71
Yeniden Salzburg, 74
Dâhiler Okulu, 85
Beklenen Başarı, 95
Müzik Sevmeyen Piskopos Colloredo, 100
Elveda Salzburg, 109
Gerçekleşen Düş: Viyana, 116
Mozart’ın Sabah Perisi, 118
İmparator II. Joseph, 123
Leopold ve Nannerl, 131
Mozart ve Salieri, 136
Mozart, Sabah Perisiyle Evleniyor, 142
Beklenen Mektup, 146
Saraya Gelen Küçük Dâhi, 151
Mozart’ın Mektubu, 159
Huysuz Soprano, 162
Saraydan Kız Kaçırma, 167
Dostlukla Gelen Opera, 171
Salzburg’dan Viyana’ya, 177
Schikaneder, Papageno Oluyor, 179
Sihirli Flüt, 186

Dedeme…

KÜÇÜK DÂHİNİN SİHİRLİ NOTALARI 

Bir kış günüydü. Salzburg’da karlarla kaplı meydanda ilerleyen atlı arabanın tekerlekleri, bembeyaz karlar üzerinde kayarak yol alıyordu. Sokaklar boştu. Ortalık sessizdi. Duyulan tek şey, atlı arabanın kocaman tekerleklerinden bomboş sokağa yayılan seslerdi. Tıpkı uzaklardan gelen bir müzik sesi gibi. Araba yavaşladı, dört katlı bir evin önünde durdu. Bir sürü küçük penceresi, süslü bir ahşap kapısı olan şirin bir evdi burası. Girişindeki küçük baharat dükkânı, vitrinindeki renk renk baharat kavanozlarıyla, daha da şirin bir hale getiriyordu burayı. Soğuk havaya rağmen, insanın içini ısıtan bir görüntüsü vardı bu sevimli evin. Arabayı çeken atlar huysuzlaşmışlar, yola devam etmek için sabırsızlanıyorlardı. O sırada arabanın kapısı açıldı. İçinden siyah şapkalı, siyah pelerinli, siyah çizmeli bir adam indi.

Beyaz peruğunun üzerindeki gösterişli şapkasını, başını eğerek yavaşça çıkardı, arabacıyı selamladı. Sonra kapıya doğru yürüdü, basamakları yavaşça çıktı. Kapıyı açmak için elini uzattı… O da ne? Evin içindeki gürültü dışarıya kadar geliyordu. Neler olduğunu iyice anlamak için kulağını kapıya dayadı, içeriyi dinlemeye başladı. İçeride küçücük bir çocuk, kahkahalar atarak bir kız çocuğunu kovalıyordu. İkisinin de sesi kapının dışına kadar geliyordu. “Ah saçım! Saçımı çekme!” “Ne var. Al işte! Kendi saçımı da çekerim. Ha haa haa!” Derken kapı birden açıldı. Küçük çocuk, sanki biraz önce bağırıp oradan oraya koşuşturan o değilmiş gibi, piyanonun başına geçti, yüzünde ciddi bir ifadeyle çalmaya başladı. Kız bu duruma alışıktı zaten. “Her zamanki yaramazlıkları işte,” dedi kendi kendine omuz silkerek. Kapıya doğru yürüdü ve gülümseyerek, “Hoş geldin baba,” dedi. Baba, kızının saçlarını okşadı, dağılan kısmını düzelterek:

“Yine yaramazlık peşindesiniz çocuklar,” diyerek piyanonun başına geldi. “Bugün neler çalıştın bakalım Wolfgang?” Küçük Mozart aynı ciddi tavırla: “Bir beste yapıyorum baba. Üstelik bugün defterime yazdığın bütün egzersizleri de çalıştım.” Babasının hoşuna gitmişti bu. “Öyle mi? Demek beste yapıyorsun. Dinleyebilir miyim acaba?” dedi gülerek. “Bitirmedim ki. Bitirince çalarım.”

Babası, gururla okşadı oğlunun başını. Her şey düşündüğü gibiydi. Geleceği şimdiden görebiliyordu. Küçük oğlu Wolfgang, ileride büyük bir müzisyen olacaktı. Kendi kendine mırıldandı: “Wolfgang Amadeus Mozart.” Ve ellerini göğsünde sımsıkı birleştirdi. Bu yetenekli çocuk, onun oğlu olduğu için Tanrı’ya şükretti. Baba Leopold Mozart, ünlü bir müzisyendi. Keman ve piyano çalıyor, sarayda imparator için müzikler besteliyordu.

Üstelik, keman okulu ile ilgili çok önemli bir kitap yazmıştı. Anne Maria-Anna Mozart, müzisyen değildi ama o da müziği çok seviyor, çocuklarını bu konuda destekliyordu. Mozart’ın kendisinden beş yaş büyük olan ablası Nannerl, çok yetenekli bir kız olmakla birlikte, yaşıtları içinde iyi piyano çalan tek çocuktu. Piyano derslerini babasından alıyor, çok iyi bir piyanist olma yolunda ilerliyordu. Küçük Mozart’a gelince; üç yaşındayken ablasının çalışmalarını dinler, sessizce babasının yanında otururdu. İlgisizmiş gibi görünürdü ama bir yandan da çevreye bakınarak müziğin ritminde başını sallardı. Bu elbette ilgisizlik değildi. Nedeni başkaydı, zamanla, son derece şaşırtıcı şekilde ortaya çıktı: O aslında her şeyi aklında tutuyordu. Her şeyi. Bütün notaları, bütün müziği. Bunu uzunca bir süre kimse fark etmedi. Küçük Mozart beş yaşına geldiğinde piyano başında harikalar yaratıyordu. Müzik onun için yürümek, konuşmak, soluk almak kadar doğaldı. Evde oyunlarla müzik bir aradaydı. Elbette müzik hep öncelikliydi.

Çünkü piyano çalmak, Küçük Mozart için en keyifli oyundu. Elleri birer avcıydı. Hazine avcıları. Siyah-beyaz tuşlar üzerinde, değerli birer taş adı verdiği notaları yakalardı. Bunları da “müzikli hazine kutusu” dediği piyanosunun içine saklardı. Sonra da piyanonun içinden, dünyanın en değerli seslerinin yayıldığını düşünürdü. Bazen de parmaklarını komik kuklalar gibi tuşların üzerinde oynatırdı. Uydurduğu bu oyunları, zaman zaman ablasıyla da paylaşırdı. Nannerl’e, çaldığı bütün notaların sihirli olduğunu, piyano çalmaya başladığında bütün notaların uçuşarak çevresinde dolaştığını anlatırdı. “Ellerimi piyanonun üzerine koyuyorum, parmaklarım hangi tuşa basacaksa o notalar uçarak gelip, o tuşların üzerine konuyorlar. Bu çok eğlenceli, çok!” diyerek kahkahalar atıyordu. Nannerl de kardeşinin bu sevimli ve yaratıcı oyunlarına katılıyordu.

Tabii bunlar işin yalnızca eğlence kısmıydı. Küçük Mozart her zaman çalışıyordu. Hem de büyük bir keyifle. En keyiflisi de ablası ve babasıyla birlikte çalmaktı. Bunlara “küçük ev konserleri” adını takmışlardı. Leopold kemanını alır, Nannerl ve Mozart da piyanoyla ona eşlik ederlerdi. Leopold çok iyi bir öğretmendi. Bütün istediği iki çocuğunu da kültürlü ve iyi insanlar olarak yetiştirmekti. Küçük Mozart okuma yazma öğrenmişti. Notaları bile okuyup yazabiliyordu. Leopold, çocuklarına yalnızca müzik dersi vermiyordu. Resim, edebiyat, tiyatro gibi konularda da yetiştiriyordu onları. Matematik dersleri bile yapıyorlardı. Mozart’ın en çok sevdiği derslerden biriydi bu.

“Piyanodan sonra en sevdiğim derstir matematik,” diyordu her zaman ablasına. “Rakamlar da matematiğin notalarıdır, değil mi Nannerl?” Zengin değillerdi. Yalnızca orta düzey bir gelirleri vardı. Ama, “Görgü ve kültür aileden gelir,” diyordu Leopold ve çocuklarını da bu şekilde yetiştiriyordu. Her zaman saygılı ve nazik olmalıydılar. Günler müzikle, oyunla, derslerle devam ederken bir gün, işte o şaşırtıcı yetenek ortaya çıktı.

O gün küçük Wolfgang, piyanonun başına oturmuş, hiç durmadan aynı melodiyi tekrar tekrar çalıyordu. Bir yandan da yüzünü buruşturarak, eli çenesinin altında düşünerek mırıldanıyordu. Çaldığını beğenince, “Evet, evet, harika,” diye ellerini çırpıyordu sevinçle. O sırada Leopold içeri girdi. Henüz günün en aydınlık saatleriydi fakat oda biraz karanlıktı. “Tanrım! Bu karanlıkta nasıl piyano çalabiliyor?” diyerek hızlı adımlarla pencereye yürüdü, kalın kadife perdeleri iki yana açtı büyük bir gürültüyle. Şimdi güneşin tüm parlaklığı odaya dolmuştu. Leopold, önce başını güneşe doğru kaldırıp ışıktan kamaşan gözlerini kapadı. Yüzünde mutlu bir gülümsemeyle, piyanodan gelen melodiyi dinledi. Sonra da dönüp, Küçük Mozart’a baktı. Oğlunu piyano başında görmek, onu her zaman heyecanlandırırdı. Küçük Mozart’ın ne çaldığını merak etmişti. Daha önce bu melodiyi hiç duymamıştı çünkü. Yavaş yavaş piyanoya doğru yürüdü. “Hımmm, çalışıyorsun demek. Bu çaldığın nedir?” “Bestemi bitirdim!” dedi heyecanla bağırarak, Küçük Mozart. “O kadar güzel oldu ki. Çalabilir miyim baba?” “Demek bitirdin,” dedi Leopold, biraz düşünceli. “Çal tabii, dinlemek isterim. Ama dur! Şöyle güzel bir yere oturayım,” diyerek telaşla piyanonun yakınındaki koltuğa oturdu. Küçük oğlunun uzun zamandır beste yapmak için çalıştığını biliyordu ama…

“Eveeet, başlıyorum!” diyerek ellerini ovuşturdu Küçük Mozart. Derin bir soluk aldı ve çalmaya başladı. Başladı, hemen de bitirdi. Babasına döndü merakla: “Nasıl olmuş?” Leopold çok şaşırdı önce. Küçük oğlu beste yapmıştı. “Ne kadar da güzel bir müzik. Her şeyi ne kadar kolay yapıyor,” diye düşündü uzaklara dalarak. “Baba! Baba! Nasıl olmuş diyorum? Ben çok sevdim,” dedi sabırsızca. Acele ediyordu çünkü daha bitmemişti gösterisi. “Beğendim, çok hoşuma gitti. Bu neşeli bir parça olmuş.” “Evet, çok neşeli. Ben de yazarken çok neşelendim,” dedi heyecanla; sonra da hızlı hızlı anlatmaya başladı: “Geçen gece tam uykuya dalacaktım ki birden aklıma bir melodi geldi. Ben de onu kafama yazdım. Sabah uyanınca da kâğıda,” deyip sustu. Sonra aniden heyecanla, “Ama sonra bir şey oldu!” dedi. Leopold oturduğu yerde doğruldu ve merakla: “Ne oldu?” diye sordu. “Aklıma daha neşelisi geldi,” diyerek gülmeye başladı Küçük Mozart.

Leopold kendini koltuğa bıraktı ve o da Mozart’la birlikte gülmeye başladı. Karşısında duran bu küçük bestecinin anlattıklarına bir yandan gülüyor, bir yandan da seviniyordu. Küçük Mozart, çalışırken öğrendiklerini aklında tutmak için değişik yöntemler uydurmuştu kendisine. Bazen piyano başında değişik kahramanlar yaratıyor, oyun oynuyor, bazen de büyük bestecilerin çok önemli bestelerini çalıyordu. Leopold sakince bunları düşünürken Mozart heyecanla atıldı: “Baba? Yazdığım parçalara müzik numaraları… yok, yok müzik sayıları, hıımm şey, nasıl denir, şey işte…

Yani, ben bir sürü beste yapacağım, sonra hepsi birbirine karışabilir, öyle değil mi?” Bunları söylerken, elleri ve başıyla o kadar çok hareket ediyordu ki onu takip eden Leopold’ün gözleri yoruldu. Şaşkın bir gülümsemeyle oğlunun telaşını izliyor, yanıt verebilmek için soluksuz konuşan bay çokbilmişin bir soluk almasını bekliyordu. Küçük Mozart sorusunu sordu ve heyecanla babasının yanıtını beklemek üzere durdu. Leopold sakince, “Tamam Wolfgang. Söylediğin şeye ‘yapıt sayısı’ denir. Bestelediğin parçanın başına numarasını yazarız, böylece hem sırası bozulmaz hem de kaç besten olduğunu rahatça anlarsın. Böylece birbirine de karışmamış olur,” diye açıkladı. “Tamam anladım! Yapıt sayısı!” diye haykırdı heyecanla ve devam etti: “O zaman, tarihi de yazmalıyım. Ne zaman yazdığım da önemlidir, değil mi baba?” dedi. Ciddileşmişti birden. “Evet oğlum, önemli tabii,” dedi Leopold ve piyanonun üzerinde duran notayı aldı. Birden heyecanlanmıştı. Oğlu henüz beş yaşındaydı ve ilk bestesini yapmıştı. Uzun uzun baktı oğlunun küçük yapıtına. Bu kısacık beste, biliyordu ki uzun konçertolara, senfonilere, operalara ilk adımdı. Tüy kalemi eline aldı, oğlunun istediği gibi tarihi ve yapıt sayısını yazdı. Bir de her zaman gurur duyacağı ismini.

KÜÇÜK EV KONSERLERİ 

Mozart ailesinin çok iyi dostları vardı. Özellikle de Leopold’ün arkadaşları, sanat çevresinden ve saraydan, kültürlü, soylu insanlardı. Bazı akşamlar, Mozartların evine gelirler; müzik, tiyatro, felsefe tartışırlardı. Leopold ve müzisyen dostları, bazı akşamlar hep birlikte yeni yazdıkları yapıtları çalarlardı. İki kardeş, bu yüzden hep yetişkinlerle bir aradaydı. Onların söyleşilerini dinler, sonra da konuklara konser verirlerdi. Bu bazen sıkıcı bazen de keyifli olabiliyordu. Keyifli kısmı, tabii ki müzik olan kısmıydı. Aslında kendi yaşıtlarıyla da zaman geçirebilselerdi ne iyi olurdu… Bir akşam, ev yine konuklarla doluydu. Güzel bir sofra hazırlanmıştı. Konuklar da bu masanın çevresine toplanmış, bir yandan bir şeyler atıştırıp konuşuyorlardı.

Leopold ise her zaman olduğu gibi, kemanını eline almış, salonun bir köşesinde arkadaşları ile küçük bir konser vermeye hazırlanıyordu. “Sevgili Leopold, bu akşam çalmak istediğiniz özel bir parça var mı?” dedi müzisyenlerden biri, nazikçe. Kendisi saray orkestrasında kemancıydı. “Ben bir trio çalarız diye düşünmüştüm ama?” diyen Leopold, bir yandan düşünüyor bir yandan da eliyle çenesini ovuşturuyordu. “Trio çalabilmek için üç kişi olmamız gerek, iki kemancı olduğumuza göre, bizimle çalmak isteyen bir viyolonselci var mıdır acaba?” dedi yüksek sesle ve herkese duyurarak. Bir yandan da muzipçe gülüyordu. Çünkü konukların arasında, saray orkestrasının baş viyolonselcisi de bulunuyordu. Leopold gülümsedi, eliyle nota sehpalarını göstererek yanlarına davet etti viyolonselciyi. Müzisyen, viyolonselini alıp Leopold’ün yanına geldi, nazikçe onu selamladı. Herkes alkışlıyordu. Evet, artık grup tamamdı, müzik başlayabilirdi. O sırada yanlarına, elinde minicik kemanıyla Küçük Mozart yaklaştı. Bu kemanı ona, bir gezi sırasında Viyana’da hediye etmişlerdi. Babasına yaklaştı ve: “Ben de sizinle çalabilir miyim?” diye sordu.

eopold alaycı bir gülümsemeyle: “Hayır Wolfgang, lütfen bizi rahatsız etme,” dedi. Sonra da sesini iyice alçalttı, “Hadi bakalım, sessizce otur ve dinle.” Küçük Mozart, elinde kemanıyla öylece kalakaldı. Kaşlarını çatarak burnundan solumaya başladı. Dönüp piyanonun başında oturan ablasına baktı. Nannerl de öylece kardeşine bakıyordu. “Rahatsız etmek mi? Rahatsız etmek öyle mi?” diye söyleniyordu içinden. Bir yandan da öfkesine hâkim olmak için sıkıyordu kendini. Sakin bir sesle tekrarladı: “Ben de çalmak istiyorum! İkinci kemanı çalmak istiyorum ben!” Leopold öfkelendi. Küçük Mozart’a dönerek: “Wolfgang lütfen! Nereden çıktı şimdi bu? İkinci kemanmış. Olacak şey değil,” dedi biraz yüksek sesle ve sözcüklerin üstüne basa basa. Sonra biraz sert konuştuğunu hissederek tatlılıkla: “Wolfgang, sen henüz keman hakkında bir şey öğrenmedin. Şimdi bize izin ver bakalım,” dedi. Tam arkasını dönüyordu ki Küçük Mozart haykırdı: “Keman çalmam için öğrenmem gerekmiyor. Çalabilirim!”

Benzer İçerikler

Sırlar Oteli | Delal Arya

yakutlu

Uzaya Yolculuk

yakutlu

Fanatik Galatasaraylı

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy