Bir Yaşdönümü Rüyası | Erendiz Atasü


Çok kısa bir an… Çocuk, yaratma cesareti ve ıstırap arasındaki bağdan söz ederken… gövdesine çok yakın ama kadınlığına uzak bir ada kadar mesafeli bu kınından çekilmiş ince kılıç genç adama, bıçak saplanmasını andıran bir çekim duymuştu, öyle genç ve öyle dokunulmazdı ki… Bir Yaşdönümü Rüyası, 70’li yılların sonundan günümüze, daha sonra da 21. yüzyıla uzanan iki farklı zaman dilimi içinde, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal açıdan çalkantılı dönemlerinde, siyasi mücadele ile aşkları arasında bölünen Feride’nin öyküsü anlatıyor.

Sol mücadelenin içinde yer alıp devrimci bir örgütte çalışırken, ilgisiz bir kocanın karşısında tutkuları kabuk bağlayan; ilk eşinde bulamadığı sıcaklığı ikinci eşinde bulsa da başka hayal kırıklıkları yaşayan Feride, son olarak çocuğu yaşındaki Kâmuran’a taze bir aşkla bağlanır. Gelgelelim hayatına giren bu üç erkeğin yanı sıra, hep var olan, özel bir ana kız ilişkisi yaşadığı Ferhat’ın kızı vardır… Yapıtlarında hem sosyal ve siyasal belirlenimleri hem de psikolojik ve cinsel boyutu irdeleyen Erendiz Atasü, en önemli romanlarından biri sayılan Bir Yaşdönümü Rüyası’nda yakın tarihin kadınlık imgeleri üzerinde duruyor. Klasik edebiyatımızın yapıtaşlarından Çalıkuşu’na göndermeler aracılığıyla toplumun dayattığı kadınlık rollerini, cinsellik siyasetini ve annelik güdüsünü sorguluyor.

İçindekiler

I Gençlik ve Geçmiş
Ferhat
ÜVEYLİK…………………………………………………………… 15
MAZİ SAYFALARI 1 …………………………………………… 24
TUTKU ……………………………………………………………… 30
ŞİRİN’İN KUCAKLARI ……………………………………….. 38
Sedat
ŞEFKAT……………………………………………………………… 43
SEVME ARZUSU ……………………………………………….. 52
MAZİ SAYFALARI 2 …………………………………………… 55
SEVME KARARI ………………………………………………… 61
BİR EVLİLİK………………………………………………………. 66
MAZİ SAYFALARI 3 …………………………………………… 77
ŞİRİN’İN KUCAKLARI 2 …………………………………….. 82
II Orta Yaşa Uyanmak
Sedat
ARAYA GİREN GARİP OYUN …………………………….. 91
ZAR DUVARDA İNCE ÇATLAK ……………………….. 102
MAZİ SAYFALARI 4 / ANNEYLE HAYAT –
BABAYLA HAYAT…………………………………………….. 123
ZAR DUVARLAR……………………………………………… 127
ISTIRAP SINAVI……………………………………………….. 139
SEDAT’A MEKTUP…………………………………………… 146
FERİDE’YE SESSİZ SESLENİŞ……………………………. 148
ANNEYE SESSİZ SESLENİŞ………………………………. 150
Hayaldeki Gerçek
VEDA………………………………………………………………. 157
GÜNÜMÜZDEN PORTRELER ………………………….. 166
BEKLENMEYEN KONUK …………………………………. 185
ŞİRİN’İN KUŞKULARI………………………………………. 194
FERİDE’NİN KAYGILARI………………………………….. 197
GİRİTLİ KADINLAR…………………………………………. 200
SANA ASLA SÖYLEYEMEDİĞİM ŞEYLER ………… 217
HAYALDEKİ GERÇEK ……………………………………… 225
MUTFAK SOHBETLERİ……………………………………. 241
MAZİ SAYFALARI 5 / CAN ARKADAŞLA HAYAT… 251
TOPLULUK RUHU…………………………………………… 255
?………………………………………………………………………. 269
III Hayatı Sonrası
ŞEHİR ……………………………………………………………… 287
ŞİRİN’İN RÜYASI……………………………………………… 307
HARRANLI AĞALAR……………………………………….. 311
HAYAT KIRIKLARI …………………………………………… 320

I
GENÇLİK VE GEÇMİŞ

Ferhat

Üveylik

Çocuğun, yetişkin bir insanın işaretparmağı boyundaki kırmızı terlikleri yatağının yanında öylece duruyordu;terk edilmiş, biri ters dönmüş, minicik…Az önce, ince kollarını babasının boynuna dolamış, yataktan kocaman adamın göğsüne uçuvermişti. Kısa kesilmiş saçlarının çevrelediği uykulu başını babasının omzuna bıraktı. Bademcik ameliyatına götürüldüğünü bilmiyordu. Ayacıkları öylece sarkıyordu, savunmasız, edilgen; incecik bacaklarının ucuna takılıvermiş, iliştirilivermiş gibiydiler. Parmakları, tırnakları ne kadar, ne kadar küçücüktüler. Şirin’in terk edilmiş terlikleri ve savunmasız ayakları burnu sızlatan ve genzi yakan bir anı olup kalmıştı kadının zihninde, izleyen uzun yıllarda. Kocasına içini açsa, adam omuz silker, yürür geçerdi. Feride o gün Şirin’i aldattıklarını düşünmüştü. Ne çok şey saklıyorlardı çocuktan. Bol bol dondurma yiyeceği bir yere götüreceklerini söyleyip kandırmışlardı onu. Herkes çocukları kandırıyordu, herkes onları aldatıyordu. Çocukların canı daha az yansın diye böyle yapıyorlardı. Hastanede Şirin’in anesteziden uyanmasını beklerken kocasının kalabalık ailesinden az ötede duruyordu. Ferhat ailesinin yanında karısıyla ilgilenmezdi. Şirin herkesin gözbebeğiydi. Büyükbaba, babaanne, halalar, yeğenler, amcalar, hepsi… hepsi ordaydı. Feride kocasının akrabalarıyla birlikteyken, orta hallilerin yoksullar, kentlilerin köylüler, sessiz evlerde büyümüşlerin ev içlerine sığışamayan aileler karşısında kapıldığı suçluluğu duyuyordu.

Onu sevmiyorlardı, biliyordu. O da onları sevmiyordu. Karşılıklı katlanma… Hep birlikte, ona sessiz bir talep yöneltmişlerdi: Şirin’e severmiş gibi bakmasını bekliyorlardı. Çocuğu gerçekten sevmesini beklemiyorlardı ve sevdiğine inanmıyorlardı. Hiçbir zaman inanmayacaklardı. Şirin’i sevmek onların, yani kan akrabalarının hakkıydı. “Amaann!.. Gelin, ‘Ana, koş,’ diye feryat etmez mi! Hemen seğirttim ki ne göreyim… Su torbası patlamamış mı… Cahil işte, bilemiyo…” Kayınvalidesi kim bilir kaçıncı kez, Şirin’in doğumunu anlatıyordu diğer gelinlerine. Mahsus mu yapıyordu? Onu incitmek için mi, Şirin’in ölmüş annesinden ve Feride’nin tanık bile olmadığı doğumundan söz ediyordu? Emin olamıyor, kayınvalidesi hakkında kesin bir yargıya varamıyordu. Doğum ve ölüm bu köylü kadın, bu yaşlı toprak insanı için öylesine sıradandı ki… Özensizce bağlanmış başörtüsünün altından fırlayan asi kırçıl saçları gençlik pırıltısını çoktan yitirmişti.

Olduğundan da kocamış duran, yuvarlak çizgileri sarkmış,tarla yanığı bir yüz… çetin hayatın izlerini taşıyordu ve acıyla kardeş olmuştu. Kayınvalidesinin kimi uyumsuz ya da incitici tavırları belki de yalnızca yaşlı kadının beton insanlarının arasına düşmüş bir toprak insanı olmasından kaynaklanıyordu. Ferhat’la evlendiğinde aileyle kaynaşmak istemiş, becerememişti. Kardeşsiz ve neşesiz çocukluğunda kalabalık aileler özlemişti hep; ve işte böyle bir aileye gelin gitmişti. İnsanın alışkanlıklarının dışındaki şeyleri özlemesi, özlemine kavuşunca ise uyamaması hazindi. Kaynata evinde, kendi geçmişindeki sessizlikten bile kocamandı sözle dokunulmayan alanlar, düğüm düğüm, boğum boğum biriken, insanlar arasında. Nereye dönsen, bir gizli yasak! Ve geçit vermeyen saygı merdiveni.

Umudunu kesmişti kabul edilmekten. Yerini biliyor ve biraz ötede kendi başına duruyordu. Eltilerinin bir bankada memur olanı, yüzünde açık bir sıkıntıyla kayınvalideyi dinliyor, arada sırada “üvey gelin”den yana özür dileyen kaçamak bakışlar yolluyordu. Sade giyimli, başı açık, makyajsız bir kadındı, memure. Feride ailede en fazla onu, kendine yakın hissederdi. Öbür eltinin her zaman soğuk bir terle parıldayan suskun yüzünde bir anlam okumak mümkün değildi. Başını, yenilerde güçlenen tarikatlardan birinin ayrıntılı talimatı üzerine sıkıca örtmüştü. O da “üvey ana”ya bakıyordu arada sırada, Feride’nin tepkisini ölçmek isteyen durgun bir merakla. Kadın onları, aileyi yadırgamıyordu. Yadırgadığı Ferhat’tı. Her geçen gün biraz daha az kavrar ya da daha seyrek anımsar oluyordu, Ferhat’a bir zamanlar nasıl ve niye delice sevdalandığını. Oysa hepi topu birkaç yıl önceydi. Sahi kimdi bu yabancı?

Şirin’in babası. Bundan böyle Ferhat’ın kimliği buydu. Hepsi hayal miydi? Zihnin oyunu mu? Ferhat’a duyduğu o baş edilmez arzu… Kaslarını ezen, yüreğini hasretle derinden çizen arzu… Keşke bu kadar kırılgan olmayaydı… Kocası hoyrat ve buyurgandı ama yüreği temizdi adamın, hatta şefkatliydi. Sertlikle eğitilmişti; içindeki şefkati dışa vurmayı bilmiyordu. Hep bağışlıyordu kocasını. Öfkesini zapt etmese, boğmasa, döküp saçsa, kussa, kadınlık coğrafyası soğuk mevsimi geride bırakır mıydı?.. Ferhat’la evlenirken arzunun aşındığını biliyordu. Ferhat onu hep terk etmişti. Terk edip dönmüş, dönüp terk etmişti. Evli adama sevdalanmanın cilveleriydi bunlar. Sonra apansız Ferhat’ın karısı ölüvermişti. Herhangi bir yolu karşıdan karşıya geçerken, ehliyetsiz bir sürücü çarpmıştı kadıncağıza. O an ölmüştü. Beklenmedik ağlatı, güçlü bir asit gibi Feride’nin Ferhat’a duygularını yakmış, yüreğini kurutup arıtmıştı. Uzun süre Ferhat’ı görmedi. Ve sonra bir gün apansız, “Evlenelim,” deyiverdi adam. Ona “hayır” demeliydi.Ama otuzuna yaklaşıyordu ve anne olmak istiyordu. Ferhat’ı geri çeviremedi. Talihsiz bir huyu vardı kadının. Beğenmese de başladığı kitabı yarıda bırakamıyor,sıkıldığı filmden çıkamıyor, bir erkeği terk edemiyordu. Garip bir görev duygusuyla sonuna kadar dayanmak gerektiğini sanıyordu.

Kollarını sıvadı, elini beline doladı, canla başla daldı evlilik hayatına. Şirin olmayaydı, varır mıydı Ferhat’a? Anımsıyordu: Ferhat kızıyla idi. Üç buçuk yaşındaydı çocuk; sıkılıyordu büyüklerin arasında. Annesi öleli bir yıla yaklaşıyordu. Bir ara Feride’nin yanına sokuldu. Feride çocuğu kucakladı. Çocuk ince kollarıyla kadının bedenini sarmaya çabaladı, başını göğsüne gömdü ve, “Annemi özledim,” dedi. O an, aşkın bir deneyim yaşadı kadın. Sonradan bu ânı anlatırken, “Yüreğimden karnıma dek, sanki bir kapı açıldı ve sen içime doldun,” diyecekti Şirin’e. Ferhat yeni eşiyle çocuğunun kaynaşmasını memnuniyetle ve biraz uzaktan, yukarıdan izliyordu.

Onların zeminine inip oyunlarına katılmazdı. Kadın böyle erkeklerden hoşlandığını sanıyordu eskiden, çocukluğunda imrendiği o büyük ailelerin babalarından, onların kadınların ve çocukların patırtılı dünyasının üstünde seyreden kendinden emin, tarafsız ve sakin tavırlarından. Şimdiyse kendini aldatılmış hissediyordu. Kocasına yakıştırılan konumun sahiciliğinden kuşkuya düşmüştü. Miras kalmış tören giysisini andırıyordu, aile reisliği. Özellikle bol kesilmişti; bütün küçük güvensizlikleri, korkuları, beceriksizlikleri örtsün diye. Kadın aptal değildi, görebiliyordu. Kadınların hepsi farkındaydı; ne kayınvalidesi ne görümceleri, ne eltileri safça idiler, erkeklerini tanıyor, biliyor ve oyunu sürdürüyorlardı. İşte buna gelemiyordu kadın. Kocasında sezdiği, insanların zayıflık diye nitelendirdiği insani halleri anaçlığıyla sarmalamaya hazırdı. Ama istenen bu değildi. Hayat bir tiyatro sahnesiymiş gibi rol yapması bekleniyordu kendisinden. Denedi, başaramadı; olmuyordu; yer ayağının altından kayıyor, soluyacak hava kalmıyor, bir insan olmaktan çıkıp silik soluk bir hayale dönüyordu kadın, kendi imgeleminde. İşte o zaman “istifa”, “intihar” gibi soyunun sopunun yaşam deneyiminde yeri olmayan kavramlar önce kara örümcekler gibi dolaşmaya başladılar sabrın gittikçe aşınan yüzeyinde.

Sonra ince çatlaklar olup derinlere sızdılar. Evlilikten istifa edilebilir miydi? Ya kadınlıktan? Yaşamaktan? İki düşük yapmış, anne olamayacağı anlaşılmıştı. Bir tek Şirin kalmıştı elinde. Düşlerle yaşıyordu. Hep düşlerle yaşamıştı. Genç kızlığında bir erkeği sevmek üstüneydi düşler, şimdiyse ondan kurtulabilmek üstüne. Kurtulacaktı. Öylesine beklenmedik biçimde ki… Ya da hep beklendiği üzre… Bu yadırgı özgürlük sürgit yakıcı, delici acıya bulanacaktı. Ferhat’ın, Şirin’in doğum öyküsünü yarıda kesen, güncel meselelerle yüklü sesi duyuldu. Memurenin kocasına seslenmişti Ferhat, 1977 yılının bu Haziran gününde, memleketin geleceği için umutla dolu kardeşinin iyimserliğini yıkıyordu, kesin ama öfkesiz sözleriyle. Mahsus mu konuyu değiştirmişti, Feride’nin daha fazla yaralanmasını engellemek amacıyla mı? Kadın hiçbir zaman emin olamıyordu. Daha önce de böyle müdahaleler yaşanmış, Feride duygulanmış, kocasına teşekkür etmeyi dilemişti. Her kez, Ferhat’ın, “Neden söz ediyorsun?

Benzer İçerikler

57. Alay Galiçya | İsmail Bilgin

yakutlu

Milena’ya Mektuplar – Franz Kafka – Online Kitap Oku

yakutlu

İsa Hanginiz? | Selahattin Yusuf

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy