“Süper Gazeteciler” serisi yedinci sınıfa giden dört arkadaşın kendi çabalarıyla hazırlayıp dağıttıkları Süper Gazete için haber toplarken karıştıkları heyecan dolu serüvenleri anlatıyor; arkadaşlıklarını, okul ve aile ilişkilerini genç okurlarıyla içtenlikle paylaşıyor.
10-14 yaşın ilkgençliğe girişte karşılaştıkları sorunların da yansıtıldığı roman, sürükleyici dili ve heyecanlı öyküsüyle, okurlarını daha ilk sayfalardan serüvene katıyor.
Selin, Evren, Elif ve Yener, çok tehlikeli bir macerada, kimi soruların yanıtlarını ararken, kendilerini korkunç bir çeteyle karşı karşıya bulur. Üstelik işin içinde bu kez küçük kardeş Arif de vardır!
Selin’in Armağanı
“Eşinin ne düşüneceği senin sorunun.” “Ama… onun kalbini kırmak istemem.” “Ya benim kalbim? Benim duygularım yok mu?” “Bilmiyordum ki… Hiç aklıma gelmemişti…” “Ne yani, şimdi de bilmezden mi geleceksin? Benim için ne kadar üzücü biliyor musun? Yıllarca böyle yaşamak…” “Öyle demek istemedim. Yani… çok zor…” “Zor da olsa gerçekler böyle. Tabii ki ailen şaşıracak…” “Keşke duymaları gerekmese…” “Ama duymaları gerek. Bunca yıl geçti, artık saklanmak istemiyorum. Sen mi söylersin, ben mi söyleyeyim?” “Hayatları altüst olacak…” “Ya benim hayatım? Yıllardır altüst değil mi?” Selin, babasının oda kapısında donakaldı. Televizyon çekimi falan mı vardı? Babası dizide oynayacağını neden onlara söylememişti ki? Hem babasını tanıdığı kadarıyla, oyunculuk hiç de ona uygun bir meslek değildi. Oysa Selin’in kapı ardından duyduğu seslere bakılacak olursa, Oktay Bey bayağı usta bir oyunculuk sergiliyordu. Selin, ne yapacağını bilmez bir hâlde, bir süre kapı önünde kalakaldı. Okul çıkışı babasının iş yerine uğrama fikri, son derste aklına gelmişti. O gün babasının doğum günüydü ve Selin ona aldığı dijital çerçeveyi bürosundaki masasına yerleştirdiğini gözleriyle görmek istiyordu. Kitaplığa da koysa olurdu, ama mutlaka göz önünde bir yerde olmalıydı.
Çok özel bir çerçeveydi ve neredeyse son bir yıldır cep telefonu almak için biriktirdiği tüm parayı bu armağana yatırmıştı. Kısa bir süre önce katıldığı Süper Gazete’nin heyecanlı serüvenlerinin birinde, ödül olarak ona cep telefonu vermişlerdi. O da biriktirdiklerini buna harcamıştı işte. Değerdi ama. ‘Sihirli bir çerçeve bu,’ demişti satıcı delikanlı. Elbette inanmamıştı sihirli olduğuna. Yalnızca ilerleyen teknolojinin bir ürünüydü, ama inanmış gibi delikanlıya tatlı tatlı gülümsemişti. Yeşil gözlü, uzun boylu, yakışıklı bir çocuktu. Bakışları aklına geldiğinde, Selin’in içi ürperdi. Bu sihir değil de neydi? Aslında böyle pahalı bir şeyi okula götürmemeliydi, ama arkadaşlarına göstermezse çatlardı doğrusu. Elif çerçeveyi görünce gözlerine inanamamış, Evren ve Yener ise ağızları bir karış açık, bakakalmışlardı. Gökhan her zamanki ukalalığıyla, “Ohoooo, bu çerçeveden bizim evde çok. Siz şimdi mi keşfettiniz küçük hanım?” diyerek Selin’in sevincini bastırmaya çalışmıştı. Selin, çerçevenin özelliklerini arkadaşlarına en ince ayrıntısına kadar ballandıra ballandıra anlatmıştı. Gerçi ballandırmaya da gerek yoktu, gerçekleri sıralamıştı yalnızca. LCD ekranda ister film oynat, ister fotoğraf koy, ister farklı efektlerde ve zamanlarda slayt gösterisi ayarla… Kerem hemen atılmıştı: “Eh yani, bütün sevgililerimin resmini aynı anda arka arkaya gösterebilecek bir çerçeve desene; valla tam bana göre!” Gökhan kahkahalarla gülmüştü. Gerçi Kerem’in sözlerini duyan herkes gülmüştü, ama Gökhan iyice acımasızdı: “Sen önce bir tanesini bul da, sonra havalan,” demişti.
Çerçeve, her türlü teknolojik kullanıma uygundu. Bir yandan müzik çalabilir, bir yandan internetten indirilen resimleri yansıtabilirdi. A tabii, bunların hepsi uzaktan kumanda ile yönetilebilirdi. Müthiş bir yenilik!
“Bu çok yeni bir durum. Önce ailemi hazırlamalıyım…” “Bence bu gerçeğe bir an önce alışsanız hepimiz için iyi olur. Kaç gündür otel odasında yapayalnız bekliyorum.” “Biraz sabret.” “Yıllardır sabrettim zaten. Benim de mutlu olmaya hakkım var. Yeterince acı çektim.” “Evet anlıyorum.” “Anlamak yeterli gelmiyor. Artık bir şeyler değişmeli. Buraya gelmek benim için kolay mıydı sanıyorsun?” “Kolay olmadığını tahmin ediyorum.” “İşte, dosya burada. Dilersen burada bırakayım, raporları tek tek incele…” Selin, sahneyi böleceği kaygısıyla içeri girip girmemekte kararsız beklerken, aniden kapı açıldı. Yirmili yaşlarında görünen bir kız, hızla kapıdan fırlayıp yanından geçti ve koridorda kayboldu. ‘Amma abartılı makyaj yapmış!’ diye geçirdi içinden. Spot ışıkları önündeki çekimlerde böyle ağır makyaj gerekiyor diye biliyordu, kendisi de bir kez bir dizide çok kısa bir rol almıştı; ama gözlerinin çevresini zombi gibi kapkara boyamasına da ne gerek vardı? Hele giysisi… Bu da televizyonda son zamanlarda pek moda olan vampir dizilerinden biriydi herhâlde.
Simsiyah saçlar, siyah giysiler… Gerçekten inandırıcı bir karakterdi; rolüne uymuştu. Öyle ki, kız odadan telaşla çıkıp Selin’in yanından geçerken bir an gözleri birbirine kilitlenmiş, kızın güçlü bakışlarından yansıyan kendinden emin hava, Selin’in içinde korkuyla karışık bir gerginlik yaratmıştı. Selin babasının odasına girdiğinde, gözleri hemen kamera ve spotları aradı; yoktu. Yönetmen ya da kameramana benzer birileri de yoktu! Babası odada yalnızdı. “Baba!” Oktay Bey kapıda dikilen kızına bir süre boş boş baktı. Selin, az önce içine kıvılcım gibi düşen gerilimin daha da yayılarak neredeyse her yanını uyuşturmakta olduğunu hissetti. Gerginliğini zaman yitirmeden bastırmak için yüksek sesle tekrar seslendi. “Baba ben geldim, Selin!” Oktay Bey’in uyurgezer bedenine birden kan hücum etti sanki, abartılı bir refleksle yerinden fırlayıp Selin’i kucakladı. “Hoş geldin canım. Geleceğini söylememiştin.” “Sürpriz yapmak istedim. Hazır armağanın da yanımdayken, doğruca buraya gelip doğum gününü kutlayayım dedim.” Ambalajı defalarca açılıp kutusundan kim bilir kaç kez çıkarılan çerçeveyi, yıpranmış paketinde babasına uzattı. “Doğum günün kutlu olsun babacığım.” Babasının, armağanını beğeni dolu bir yüz ifadesiyle açmasını sabırsızlıkla bekledi. Bugün ne kadar da yavaştı babası; armağan paketi mi açıyor, bomba imha etmek için dikkat mi harcıyor, uzaktan bakan biri neredeyse ayrımına bile varamazdı. Dayanamayıp paketi babasının elinden kaptı ve parçalarcasına açarak çerçeveyi ortaya çıkardı; özelliklerini ardı ardına sıralamaya başladı. “Çok güzel, çok beğendim. Teşekkür ederim kızım.” Selin’in babasından beklediği tepki bu değildi. Belki de aldığı armağanın ne olduğunu tam olarak anlamamıştı. Sesinde ne heyecan ne de coşku vardı.
Kumandanın yeşil düğmesine bastı. Birkaç gün önce evde gizlice çektiği kısa bir film vardı bellek kartında. Çerçevede ardı sıra akan görüntülerde annesi ile babası gülüşüp şakalaşıyor, yaramaz kardeşi hoplayıp zıplayarak objektifin görüş alanını kapatmaya çalışıyordu. Sihir denen bir şey varsa eğer, işte buydu! Filmin, babasının keyfini yerine getireceğini düşünmüştü, ama tam tersi oldu. Oktay Bey gözlerini çerçeveye dikip görüntüleri bir süre kıpırtısız izledi, ardından olduğu yerde, koltuğuna çöküverdi. Kızının orada olduğunu unutmuş gibiydi. Selin gözyaşlarını tutmaya çalışarak düş kırıklığı içinde odadan çıkarken de gittiğinin farkına varmadı.
Karışık İşler
Selin eve ulaştığında, sırtında okul çantası değil de kocaman bir kaya parçası taşımış kadar yorgundu. Babasının iş yerinde olanlara bir türlü anlam veremiyordu. Babası ile konuşan garip kız kimdi? Ortada bir dizi çekimi de olmadığına göre… Babasının sözleri geldi aklına… “Onun kalbini kırmak istemem,” demişti annesi için. Annesi neden kırılacaktı? Herhâlde konu, annesinin çok istediği telkâri bilezik ya da yeni bir modelle değişmesi gereken fırın değildi. Başka şeyler… Selin’in aklında, sürekli uzaklaştırmaya çalıştığı bir soru vardı. Yok, hayır olamazdı…
Olası değil… Yine de aklı dönüp dolaşıp aynı soruya geliyordu: O kız… babasının sevgilisi miydi yoksa? Filmlerde bu tür olaylar çok sık çıkıyordu karşısına. Hoş, gerçek hayatta da böyle şeylerin olduğunu duymuştu. Daha geçenlerde annesi bir arkadaşından söz ediyordu. Kadın, kocasının genç bir kızla ilişkisini öğrenmişti. Elbette ardından boşanmalar, eşyaları paylaşmalar, ayrı eve geçmeler, çocukların kimde kalacağı tartışmaları falan… Selin sıkıntıyla mutfağa girdi. Annesi, haftada üç gün temizliğe gelen Hacer Teyze’nin akşam yemeğini de hazırlamasına neden izin vermez bir türlü anlayamıyordu. Yemeğini ille kendi elleriyle hazırlamak istediğini söyler, bir yandan da yorgunluktan yakınırdı… Akşam için makarna haşlayıp üzerine domatesli bir sos yapsa da, annesi okuldan döndüğünde, ona hoş bir sürpriz olsa… Bunu yapmak neden daha önce aklına gelmemişti ki? Nasılsa annesi her akşam yorgun gelirdi okuldan. Öğrencilerle uğraşmak kolay mıydı? ‘İyi ki bizim okulda değil. Ya bir de bizim sınıfa girseydi?’ diye düşündü. Annesi öğretmen olan bir sınıf arkadaşı vardı; bunun kendisi için ne kadar zor olacağını, onun durumundan biliyordu.
‘Onun kalbini kırmak istemem.’
‘Onun kalbini kırmak istemem.’
‘Onun kalbini kırmak…’
‘Onun kalbini…’
‘… kalbi…’
Sözcükler beyninde dolanıp duruyordu. Annesini kırmak istemeyen, babası idi. Neden şimdi onun makarna yapması gerekiyordu? En iyisi, atıştıracak bir şeyler var mı diye dolaba göz atmaktı. Selin dolabı açtı, raflara şöyle bir göz attı. Kapağı kapatırken, içeridekilere ait hiçbir şey hatırlamadığını fark etti. Kapağı tekrar açtı, dikkatle baktı. Dolabı kapattı. Aklında yine bir şey yoktu. “Telefon etmeliyim…” Aklındakini bu kez de yitirmemek için, rehberinde hızlı aramada kayıtlı tuşlardan birine aceleyle bastı.
“Alo?”
“Alo, Selin sen misin?”
“Alo? Kimsin?”
“Kızım, sen aramadın mı beni? Ben Yener ya!”
“Ha, Yener… Merhaba.
“Evet?”
“Ne?”
“Sen aradın ya beni. Niye aradın?”
“Bilmem.”
“Allah allaaah, sen iyi misin kızım?”
“Bilmiyorum.”
Yener, Selin’in hıçkırdığını duydu.
“Bir şey mi var Selin? Söyle Allah aşkına, delirtme insanı.”
Selin’in hıçkırıkları arttı.
“Annene haber vermemi ister misin? Ya da babana ulaşayım?
Söyle ne oldu, kötü bir şey yok ya?”
“Yok, kötü bir şey yok… Belki de var… bilmiyorum Yener.”
“Sus ya, ağlama. Düzelir her şey. Bana anlatmak ister misin?
Yoksa kızlarla ilgili bir şey mi?”
“Saçmalama!”
Selin elindeki telefonun çaldığını duydu. Nasıl olur, Yener ile konuşurken aynı anda telefonu nasıl çalardı? “Alooo Selin? Duymuyor musun kızım? Kapı çalıyor. Açsana.” Selin birden silkindi. Israrla çalan, cep telefonu değil; sokak kapısıydı. “Tamam Yener açıyorum, sen hatta bekle biraz.” Cep telefonu kulağında, kapıya doğru yürüdü. Gözetleme deliğinden bakmak aklına geldiyse de, o saatte olsa olsa kardeşinin okul servisi gelmiştir diye düşündü. Servis mahalle mahalle dolaşıp çocukları eve bıraktığından, Selinlere gelene kadar epey geç olurdu. Bugünkü gelişi erken bile sayılabilirdi. Aceleyle kapıyı açtı. Karşısında, abartılı makyajıyla, siyah giysili bir kız vardı.
Siyahlı Kız
“Hey, selam! Sen Selin olmalısın. Büroda karşılaşmıştık, ama o sırada senin Selin olduğunu bilmiyordum.” Kardeşini beklerken, karşısında babasının iş yerinde gördüğü garip kızı bulunca aniden yükselen heyecanı ağzından fışkırıp yerlere saçılacak sandı. “Kim… kimsiniz siz?” “Aaaa, öyle sizli bizli konuşmayalım. Biz çok yakınız aslında Selin, çok yakın… Haa, yaşça demiyorum tabii.” Selin sıcaktan pilleri erimiş bir robot gibi ne yanıt vereceğini, ne yapacağını bilmez bir hâlde, bir eli kapının kolunda, öteki eli cep telefonunda, gözleri siyahlı kızın gözlerine kilitlenmiş, şaşkın şaşkın baktı
“Alo… Alo?”
Yener’in cep telefonundan avaz avaz bağıran sesi neredeyse
Selin’in kulak zarını patlatacaktı.
“Efendim Yener?”
“Asıl sana ‘Efendim!’ Neler oluyor orada?”
“Bilmiyorum.”
“Kapatmamı ister misin?”
“Bekle biraz.”
Yener’in hatta olduğunu bilmek, Selin’e güç vermişti. Kaba bir
sesle kızı tersledi: “Sizinle hiçbir şekilde bir yakınlığım olmadığından eminim.” “Aaaa, ama buna önyargı derler. Bilmediğin konularda o kadar kesin konuşma küçük kız.” Selin’i tepeden tırnağa iyice süzdü. Bir şey söyleyecek gibi bir an ağzını açtı, ama sonra vazgeçti. Sırtını dönüp hoşça kal demeden gitmeye hazırlanmıştı ki Selin dayanamadı, arkasından seslendi:
“Bir daha da bizi rahatsız etmeyin.”
Siyahlı kız, Selin’e şaşkınlıkla baktı.
“Nasıl yani? Rahatsız mı ediyorum? Yalnızca konuşuyoruz burada. Hem daha ailenin tamamıyla tanışmadım bile.”
“Sizi tanımak istemiyoruz. Gidin buradan.”
“O kadar önyargılı olma demiştim ama.”
“Önyargı değil benimki, sadece gözlem…”
Siyahlı kız, Selin’i tekrar tepeden tırnağa süzdü.
“Benim de bir gözlemim var ama seninki gibi olumsuz değil…
Çok güzelsin, biliyor musun…”
“Aloooo, Selin. Hâlâ bekliyor muyum? Kiminle konuşuyorsun
ki? Bak kontörlerin gidiyor. Kapatıp sonra tekrar ara istersen.”
“Tamam, kapatalım.”
Selin telefonunu kapatıp cebine yerleştirirken siyahlı kız,
Selin’i alıcı gözle incelemeyi sürdürdü. Sonunda baklayı çıkardı
ağzından:
“Mankenliğe başlamak için ideal ölçülerdesin…”
“Daha on dört yaşındayım… on üç… Tamam, on üç buçuk.”
“Bu işlere o yaşta başlanıyor kızım. Yirmisini geçip de yağlandığında, zaten sana iş veren olmaz.”
Uzanıp Selin’in boşta kalan elini tuttu. Selin telaşlandı.
“Ne yapıyorsunuz?”
“Korkma canım, sadece bakıyorum. ‘Gözlem’ işte…”
Elini dans ettirir gibi başının çevresinde döndürerek Selin’e kendi çevresinde bir tur attırdı. Selin bu beklenmedik harekete uyum sağlamaktan kendini alıkoyamadı. “Hmmm, her şey yerli yerinde. Dedim sana, manken olabilecek özelliklere sahipsin. Ne dersin?”
“Ne, ‘Ne dersin?’”
“İster misin?”
“Neyi ister miyim?”
Siyahlı kız beğeniyle gülümsedi.
“Offff işte, harika ya. Bu meslekte zekâ falan da gerekmiyor.
Tam sana göre.”
“Ne demek istiyorsunuz?”
Selin anlamıştı ama o kadar kızgındı ki anladığını belli etmemekte direniyordu.
“Bak kardeşim, istersen seni manken yaparım, çok para kazanırsın, hepsi bu. Sen düşün. Ben yine geleceğim nasılsa.”
Dönüp gitti.
…