Yönetim danışmanı ve imalat yönetimi uzmanı Dr. Eliyahu M. Goldratt’ın Kısıtlar Teorisi‘ni ortaya attığı kitap.
“Bu teori, teslimatta gecikme ve düşük gelir problemleriyle mücadele eden işletmeler için ikna edici bir çözüm sağlıyor.”
Harvard Business Review
Amaç kapanmak üzere olan bir fabrikanın üretim müdürü olan Alex Rogo’nun hikâyesini anlatıyor. Karmaşık üretim yönetimi sorunları, art arda ortaya çıkan darboğazlar, iş ortamındaki çekişmeler, iş arkadaşları dayanışması, global rekabet, rakiplerin kurnazlıkları, yönetim kurulu toplantıları, iş ve yaşam dengesini kurma problemleri… İmalat ortamında harikalar yaratan isimsiz kahramanların bu pek yakından tanıdığı kaosu yönetmek mümkün mü? Peki ya Julie? Julie ve Alex ne olacak?
“Fabrika ortamı roman konusu olamazmış sanılabilir; ancak bu kitap çok başarılı.”
Tom Peters
***
Önsöz
Amaç (The Goal) bilim ve eğitimle ilgili bir kitaptır. Bu iki kelimenin aşırı saygı ve gizem yüklü bir sis perdesinin ardında gerçek anlamlarını yitirecek ölçüde aşındırıldığına inanıyorum. Bence ve saygıdeğer bilimcilerin ezici çoğunluğu açısından bilim, ne doğanın sırlarını, hatta ne de gerçekleri ele alır. Bilim sadece dolaysız mantık yürütme aracılığıyla doğanın pek çok olgusunun varlığını açıklayabilecek bir dizi asgari varsayımı formüle edip uygulamak için yararlandığımız bir yöntemdir.
Fizikteki Enerjinin Sakinimi Yasası hakikat değildir. Bu, sadece muazzam miktarda doğal olguyu açıklamada geçerli olan bir varsayımdır. Böylesi bir varsayım hiçbir zaman kanıtlanamaz, çünkü sonsuz miktarda olguyu kanıtlaması evrensel uygulanabilirliğini ispatlamaz. Öte yandan bu varsayım, bununla açıklanamayan tek bir olgu tarafından bile çürütülebilir. Bu çürütülme, varsayımın geçerliliğini ortadan kaldırmaz. Sadece daha fazla geçerli olan bir başka varsayımın gerekliliğini ya da varlığını vurgular. Yerini Einstein’ın daha evrensel ve daha geçerli olan enerji ve kütlenin sakımı varsayımına bırakan enerjinin sakımı varsayımında söz konusu olan budıır. Einstein’ın varsayımı da bir önceki kadar “hakikat” değildir.
Nasıl olmuşsa, bilimin çağrıştırdığı anlamı son derece seçmeci ve sınırlı bir biçimde doğal olguların sınırlı bir montajı haline getirmişiz. Fizik, kimya ya da biyolojiyle meşgul olduğumuzda bilime başvururuz. Bu kategorilerin içine girmeyen daha pek çok doğal olgunun, örneğin örgütlerle, özellikle de sanayi örgütleriyle ilgili olguların da var olduğunu fark etmeliyiz. Eğer bunlar doğa olguları değilse, nedir? Örgütlerin içinde gördüğümüz şeyleri gerçeklik yerine hayal arenasına mı yerleştirmeliyiz?
Bu kitap az sayıda varsayım formüle edip bunlarla çok sanda sanayi olgusunun açıklanabileceğini dile getiren bir denemedir. Kitabin varsayımlarının her gün işletmelerimizde karşılaştığımız olgulara uyarlanışının sağduyulu diyebileceğiniz kadar kusursuz olııp olmadığına okur olarak siz karar vereceksiniz. Sırası gelmişken, sağduyuya pek o kadar sık rastlanamadığını ve bunun bir mantıksal sonuç zincirine yapabileceğimiz en büyük iltifat olduğunu belirtmek gerekir. Sağduyunuzu kullandığınızda, aslında bilimi akademikliğin fildişi kulesinden çıkarmış ve ait olduğu vere, hepimizin erişebileceği bir yere koymuş ve etrafınızda gördüğünüz her şeye uygulayabilir hale getirmiş olursunuz.
Bu kitapta yeni bir bilim dalı oluşturmak ya da var olan bir bilim dalını geliştirmek için olağanüstü bir beyin gücüne sahip olmak gerekmediğini göstermeye çalıştım. Gerekli olan sadece tutarsızlıklarla cesaretle yüzleşmek ve sadece “her zaman böyle yapıldığı” için bunlardan kaçmamaktır. Kitaba, bir ölçüde işine bağlı her yöneticiye oldukça tanıdık geleceğini düşündüğüm bir aile yaşamı öyküsünü de örme cüretini gösterdim. Bu, kitabı daha popüler kılmaktan çok, doğanın pek çok olgusunu, bilim söz konusu olduğu zaman yersiz görerek saf dışı bırakmaya eğilimli olduğumuzu vurgulamak için yapılmıştır.
Kitapta eğitimin anlamını da göstermeye çalıştım. Ancak kendi tümdengelim sürecimizle öğrenebildiğimize ciddiyetle inanıyorum. Nihai sonuçların bize sunulması bir öğrenme yöntemi olamaz. En azından bu, talimini yapmış olduğumuz bir yöntemdir. Bu nedenle kitabın mesajını Sokrates tarzında vermeyi denedim. Çözümleri bilmesine rağmen Jonah Alex’i, ünlem işaretlerinin yerine soru işaretleri koyarak çözüm üretmeye teşvik etmişti. İnanıyorum ki, bu yöntem sayesinde siz okurlarım cevapları Alex Rogo’dan önce bulacaksınız. Kitabı eğlenceli bulursanız, belki eğitim vermenin ve ders kitapları yazmanın bu şekilde olması gerektiği yolundaki görüşümü de paylaşabilirsiniz. Ders kitaplarımız bize bir dizi sonuç sunmayan, yanıtları bizzat okurun tümdengelim süreciyle kendisinin bulmasını sağlayan haritalar olmalıdır. Eğer bu kitapla bilim ve eğitim hakkındaki görüşlerinizi biraz olsun değiştirebilirsem, kendimi ödüllendirilmiş sayacağım.
Birinci Baskının Önsözü
Amaç imalat yapmanın yeni global ilkelerini ele almaktadır; kendi dünyasının daha iyi olabilmesi için ne yapması gerektiğini anlamaya çalışan insanlarla ilgilidir. Bu tur insanlar sorunlarım mantıklı ve istikrarlı bir şekilde düşündükçe, kendi davranışlarıyla sonuçlar arasındaki “neden-sonuç” ilişkisini tespit edebilir duruma gelirler. Bu süreç içinde işletmelerini kurtaran ve başanlı kılan bazı temel ilkeleri geliştirirler.
Bilimi dünyayla ve neden böyle olduğuyla ilgili bir anlayıştan öte bir şey olarak görmüyorum. Verili bir andaki bilimsel bilgimiz sadece o andaki en gelişkin anlayış düzeyimizdir. Mutlak doğrulara inanmıyorum. Bu tür inanışlardan, daha iyi anlama arayışının önünü kestikleri için, korkarım. Nihai yanıtlara sahip olduğumuzu düşündüğümüzde ilerleme, bilim ya da anlayışın gelişmesi sona erer. Ne var ki dünyamızı anlama çabası kendi başına bir amaç olamaz. Bilgiyi, dünyamızı daha güzel, hayatı daha anlamlı kılmak için aramak gerekir.
İmalatla, bunun nasıl işlediğiyle (gerçeklik) ve niçin böyle olduğuyla ilgili anlayışımı aktarabilmek için tür olarak romanı seçmiş olmamın pek çok nedeni var. Birincisi, bu ilkelerin anlaşılırlığını artırmak ve fabrikalarımızda sık sık yaşadığımız kaosa nasıl düzen getirdiklerini göstermek istiyorum. İkincisi, bu anlayışın gücünü ve getireceği yararları somut olarak açıklamayı amaçlıyorum. Kitle edilen sonuçlar bir fantezi değildir. Gerçek işletmelerde sağlanmış ve halen de sağlanmakta olan sonuçlardır. Batı dünyasının ikinci ya da üçüncü sınıf imalatçı olması gerekmiyor. Eğer doğru ilkeleri anlar ve uygularsak, herkesle rekabet edebiliriz. Okurların bu ilkelerin bankalar, hastaneler, sigorta şirketleri ve ailelerimiz gibi başka örgütlenmelerde de geçerli olduğunu göreceğini umuyorum. Aynı gelişme ve iyileşme potansiyeli bütün örgütlerde mevcut olabilir.
Son olarak ve en önemlisi, hepimizin seçkin bilimciler olabileceğimizi göstermek istedim. İyi bir bilimci olmanın sırrının beyin gücümüze dayanmadığına inanıyorum. Beynimiz yeterlidir. Sadece gerçekliğe bakmamız ve gördüklerimiz üzerine mantıklı ve kesin bir biçimde düşünmemiz gerekiyor. Gördüklerimizle, çıkardığımız sonuçlarla işlerin nasıl yapıldığı arasındaki tutarsızlıklarla cesaretle yüzleşmek, en önemli unsurdur. Temel varsayımlara böyle meydan okumak atılımlar için zorunludur. Bir fabrikada çalışmış olan hemen herkes davranışlarımızı kontrol eden maliyet muhasebesine dayalı verimlilikten en azından rahatsızlık duymuştur. Ancak çok azımız bu “dokunulmaz kutsal ineğe” meydan okumuştur. Anlamada ilerleme kaydedebilmek, dünyanın nasıl ve niçin böyle olduğuna ilişkin temel varsayımlara meydan okumayı gerektirir. Eğer dünyamızı ve ona egemen olan ilkeleri daha iyi anlayabilirsek, eminim ki hepimizin havatı iyileşecektir.
Bu ilkeleri arama ve “Amaç”ı kendinize göre yorumlama yolculuğunda hepinize iyi şanslar diliyorum.
Yazar Hakkında
Dr. Eli Goldratt’ın Amaç adlı kitabı 1984’ten bu yana çok satan kitaplar listelerinde yer alıyor ve tüm zamanlatın en çok satan iş kitabı olarak kabul ediliyor. Amaç Japonya’da yayımlandı ve bir yıldan kısa bir süre içinde 500.000 sattı.
Eli Goldratt birçok kitap yazmıştır. It’s Not Luck – Şans Söz Konusu Değil (Amaç’ın devamıdır), Critical Chain—Kritik Halka ve Necessary But Not Sufficient—Gerekli Ama Yetersiz başlıklı iş romanları bunlar arasındadır. Kitapları 27 dile çevrilmiştir ve dünya çapında altı milyonun üzerinde satmıştır. Son kitabı Necessary But Not Sufficient – Gerekli Ama Yetersiz’de şirketlerin devasa bilişim teknolojisi ve işletme kaynak planlama sistemleri yatırımlarından düşük gelir elde etmeleri ele alınıyor.
Eli Goldratt Eğitim İçin Kısıtlar Teorisi adlı örgütün kurucusudur. Bıı Kısıtlar Teorisini ve araçlarını öğretmenlere ve onlann öğrencilerine anlatmayı amaçlayan kâr gözetmeyen bir kuruluştur (www.tocforeducation.com). Dr. Goldratt şu sıralar Eğitim İçin Kısıtlar Teorisi kurumu ile The Goldratt Group’u geliştirmek için çalışıyor ve aynı zamanda yazmaya, konferans vermeye ve danışmanlık yapmaya devam ediyor.
Eli Goldratt ve güncel projeleri hakkında daha fâzla bilgi edinmek için kişisel web sitesini de ziyaret edebilirsiniz: www.eligoldratt.com
1
Sabah 7:30’da dış kapıdan girer girmez otoparkın öteki ucunda durmakta olan o vişne çürüğü Mercedes’i gördüm. Tam fabrikanın yanına, büroların biraz ilerisine park edilmişti. Üstelik benim park yerimde duruyordu. Bıına Bili Peach’den başka kim cüret edebilirdir O saatte otoparkın tamamen boş olmasının hiç önemi yoktu. “Misafir”ler için işaretlenmiş yerler de bomboştu. Ama hayır. Bili baııa ayrılmış olan yere park etmişti. Bili kurnazca açıklamalar yapmayı severdi. Tamam, o bölümden sorumlu başkan yardımcısıydı; bense sadece sıradan bir fabrika müdürüydüm. Bu yüzden Allahın cezası Mercedes’ini nereye isterse oraya park edebileceğini sanıyordu.
Mazda’mı onıın arabasının yanına (“denetçi” diye işaretlenmiş yere) koydum. Mercedes’in etrafından dolanırken göz attığım plakasında “BİR NUMARA” yazılıydı; artık bunun BilFin arabası olduğundan emindim. Ve bu, hepimizin bildiği gibi, Bill’in gözünü dikmiş olduğu mevkiye pek uygun düşüyordu. Bili CEO olmak istiyordu. Bunu ben de isterdim. Ama bu fırsatın hemen elime geçmeyecek olması çok kötüydü.
Her neyse, büro kapılarına doğru yürüdüm. Adrenalinim çoktan yükselmeye başlamıştı. Bill’in burada ne işi vardı? Bu sabahki işleri halletmekle ilgili bütün ümidimi yitirmiştim. Günün yoğunluğu içinde halledemediğim işleri yapmak için genellikle işe erken gelirdim; böylece telefonlar ve toplantılar başlamadan, alevler boy atmaya başlamadan önce gerçekten pek çok iş bitirirdim. Bugün bunu yapamayacaktım.
Birisinin, “Bay Rogo” diye seslendiğini duydum.
Fabrikanın yan kapısından fırlayarak bana doğru gelmekte olan dört kişiyi görüp durdum. Vardiya nezaretçisi Dempsey, sendika temsilcisi Martinez, tanımadığım bir vardiya işçisi ve merkez makine formeııi Ray bana doğru yürüyor ve hepsi aynı anda bir şeyler söylüyordu. Martinez bağıra bağıra greve gideceklerini söylüyordu. Vardiya işçisi tacizle ilgili bir şeyler anlatıyordu. Ray, Allahın cezası işi gerekli bütün parçaların bulunmaması yüzünden bitiremeyecek olmamızdan yakınıyordu. Birdenbire kendimi bir hayhuyun ortasında buluverdim. Karşılıklı bakışıp durduk. Daha bir fincan kahve bile içememiştim.
Sonunda herkesi yatıştırıp ne olduğunu sorabildim. Bay Peach’in bir saat önce geldiğini, benim fabrikama girdiğini ve 41427 sayılı müşteri siparişini sorduğunu öğrendim.
Ve her ne hikmetse, 41427 sayılı müşteri siparişinin akıbetini hiç kimse bilememişti. Bunun üzerine Peach yakaladığı herkesi azarlamış ve siparişin dıırumıt hakkımla sorguya çekinişti. Oldukça büyük bir siparişin söz konusu olduğu ortaya çıkmıştı. Ama aynı zamanda sipariş gecikmişti. Peki, ama bunda yeni ulan bir şey mi vardı? Bu işletmede zaten her şey gecikmekteydi. Gözlemlerime göre, bu fabrikadan siparişler için dört tür öncelik söz konusuydu: Acil… Çok Acil… Son Derece Acil… ve Hemen ŞİMDİ Yap! Hiçbir şeyi zamanından önce bitiremezdik.
41427’nin şevke hazır olmadığını keşfeder etmez, Peach hızlandırıcı rolünü oynamaya başlamıştı. Bağırıp çağırıyor ve Dempsey’e emirler yağdırıyordu. Sonunda hemen hemen bütün parçaların hazırlanıp istiflendiği ortaya çıkmıştı. Ancak montaj yapılamıyordu. Ara montaj parçalarından biri henüz hazır değildi, bir operasyondan daha geçirilmesi gerekiyordu. Adamlar bu parça olmadan montajı yapamazlardı ve montajı yapamayınca da sevkiyatı gerçekleştirememeleri çok doğaldı.
Eksik olan ara montaj parçalarının bir CNC tornanın önünde sıra beklediği ortaya çıkmıştı. Bu bölüme gittiklerinde operatörün torna ayarlarını birisinin verdiği bir talimatla eksik olan bu parça için değil, “hemen şimdi yap” kategorisindeki bir başka ürün için hazırlamış olduğu ortaya çıkmıştı.
Öteki “hemen şimdi yap” işi Peach’in umurunda değildi. Ne yapıp edip 41427’yi bir an önce sevk etmek istiyordu. Bu nedenle Dempsey’e, formen Ray’i baş operatörüne öteki acil işi bir kenara bırakıp 41427’niıı eksik parçasını işlemesi için emir vermek üzere yönlendirmesini söylemişti. Bunun üzerine operatör bir Ray’e, bir Dempsey’e, bir Peach’e bakmış, elindeki anahtan fırlatarak hepsinin delirdiğini söylemişti. Herkesin ısrarla talep ettiği öteki parça için gerekli ayarlan yapmak kendisinin ve yardımcısının bir buçuk saatini almıştı. Allah cezasını versin! Bunun üzerine her zaman diplomatlığı elden bırakmayan Peach benim nezaretçimi, benim formenimi atlamış ve baş operatöre dönüp kendisine söyleneni yapmazsa işten atılacağını bildirmişti. Başka şeyler de söylenmişti. Operatör işi bırakmakla tehdit ediyordu. Sendika temsilcisi de gelmişti. Herkes deliye dönmüştü. Hiç kimse çalışmıyordu. Ve sabahın köründe tepesi atmış dört kişi durmuş olan fabrikanın önünde beni karşılamaktaydı.
“Peki, Bili Peach şimdi nerede” diye sordum.
Dempsey, “Sizin büronuzda” yanıtını verdi.
“Pekâlâ, gidip ona kendisiyle konuşmak üzere bir dakika sonra orada olacağımı söyler misin?” dedim.
Dempsey minnettar bir vaziyette büro kapılarına doğru sevimi. Martinez ve vardiya işçisine döndüm. Vardiya işçisinin bizzat operatörün kendisi olduğunu fark ettim. Benim açımdan işlen çıkarma ya da uzaklaştırmanın söz konusu olmayacağını, olup bitenlerin bir yanlış anlamadan kaynaklandığını söyledim. Bu sözler Martinez’i pek tatmin etmedi. Operatör, Peach’in kendisinden özür dilemesini istiyordu. Ben ise buna pek niyetli değildim. Martinez’in kendi başına grev çağrısında bulunamayacağını biliyordum. Bu nedenle, sendikanın eğer şikâyette bulunmak istiyorsa bıınu yapabileceğini söyledim. Gün içinde daha sonra sendikanın yerel temsilcisi Mike O’Donnell ile görüşecektim. Bütün bunları gereken prosedüre göre ele alacaktık. O’Donnell ile görüşmeden kendisinin de bir şey yapamayacağının farkına varan Martinez sonunda söylediklerimi kabul etti. Vardiya operatörüyle birlikte atölyeye döndü.
Ray’e, “İşe geri dönmelerini sağlamak gerek” dedim.
Ray, “Tabii, ama hangi parçayı işleyeceğiz” diye sordu. “İşlemek üzere ayar yaptığımızı mı, Peach’in istediğini mi?”
“Peaeh’in istediğini yapın” dedim.
“Peki, ama bir ayar süresi kadar zamanı harcamış olacağız.”
“O zaman harcayın. Bak Ray, daha durumun ne olduğunu bile bilmiyonım. Ama eğer Bili buraya gelmişse, acil bir durum var demektir. Bu sana mantıklı gelmiyor mu?”
“Elbette. Sadece ne yapacağımızı bilmek istedim.”
Kendisini daha iyi hissetmesi için devam ettim: “Tamam, birden kendini bu hengâmenin ortasında buluverdin. Şimdi ayan olabildiğince çabuk yapıp o parçayı işleyelim.”
Ray, “Peki!” dedi.
İçeri girdiğimde işletmeye geri dönmekte olan Dempsey’e rastladım. Biraz önce odamdan çıkmıştı ve oradan uzaklaşmak için acele ettiği her halinden belli oluyordu. Beni görünce kafasını salladı.
Yarım ağız, “İyi şanslar” dedi.
Odamın kapısı ağzına kadar açıktı. İçeri girdim. İşte oradaydı. Bili Peach masama geçip oturmuştu. Tıknaz, geniş omuzlu bir adamdı; çelik grisi gür saçlarıyla uyumlu gözleri vardı. Çantamı koyarken, Boynundaki urgan elimde Rogo, diyen o gözleri üzerimde hissettim.
“Pekâlâ Bili, neler oluyor” diye sordum.
“Otur, seninle konuşmamız gereken şeyler var” dedi.
“Ben de bunu istiyorum, ama yerime oturmuşsun.”
Yanlış bir şey söylemiştim.
“Neden burada olduğumu mu bilmek mi istiyorsun? Senin bitli kelleni kurtarmak için buradayım.”
“Biraz önce karşılaştıktanım bakılırsa, işçilerimle ilişkilerimi berbat etmek için gelmişsin” dedim.
Gözlerini bana dikti ve acı acı konuştu: “Eğer burada bir şeyler yapamazsan, işçilerinle ilişkilerinden endişe duymana gerek kalmayacak. Çünkü hakkında endişe duyacağın bu fabrika da olmayacak. Aslında, endişe duyacak bir işin de kalmayacak, Rogo.”