Kişisel gelişimin kalıplarını kıran bir kitap.
Yazar olmaya çalışan bir kadının, bir taraftan bu serüveninin seyir defterinin sayfalarını çevirirken, aynı anda “aşk” adına sürdürdüğü “kahraman” arayışındaki sorgulamalarına, çatışmalarına tanık oluyoruz.
Yazar bu serüven sırasında, hayatı anlamlandırma çabasına “blues/caz” eşliğinde keyifli bir yelken seyri yaptırıyor.
Filozofları, yazarları, roman ya da film kahramanlarını, hatta blues/caz müzisyenlerini teknesinin güvertesine konuk ederken onları bir deniz feneri ya da şamandıra gibi kullanarak okuru düşünmeye davet ediyor.
***
Fonda caz, elde hayatın anlamını çözmüş bir felsefe kitabı, denizin yumuşak koynunda sıcacık, sessiz, sakin, huzurlu bir yolculuğa çıkıyoruz diye hemen sevinmeyelim… Bu yolculuk çetin geçecek…
Kitap, bir kadın kahramanın hatırlamaları -sayıklamaları değil-, düşünce dehlizlerindeki gezintisini ve
s(us)uşlarını anlatmaktadır. Tüm bunların arka planında kitap, bir arayış serüvenidir.
Yezdan Nur
…
“Yazmak, her şeyden önce herkesin önünde soyunmaktır.” Eve dönerken, “Buna cesaretin var mı?” diye kendimi sorgularken buluyorum.
Bana kalırsa, hazır elbise giymekten vazgeçtiğinde, zaten çıplaksındır.
Ben hazır elbise giymeye ne zaman itiraz etmiştim hatırlamıyorum. Yoksa hiç giymedim mi zaten!
Galiba ben hep çıplaktım…
‘
Sanırım hoca ders boyunca bunu yaptı: Bizi soyunmaya zorladı. Kendimizi sorgulamaya kışkırttı.
Fena hâlde acıtan sorular bunlar. İnsanın muhtemelen duymak, bilmek, hissetmek dahi istemeyeceği ne kadar soru varsa, arka arkaya öylesine sıraladı, öylesine fırlattı ki…
(Squash için benden iyi bir partner de olmazmış. Birbirinin peşi sıra hızla üzerime gelen bir şeyleri yakalayıp iade etme yeteneğim yok gibi görünüyor.)
Daha kötüsü öyle sersemliyorum ki sığınacak bir filozof bile bulamıyorum.
“İmdat” diye bağırasım geliyor.
‘
Kendime meydan okumalıyım.
Böylesine sorgulanmaktan rahatsız oluyoruz.
Bunlar duymayı beklediğimiz cümleler değil, diye düşünecekken buna bir son veriyorum. Kaytarmamalı…
Bunlar az biraz küstahça durup duymayı göze almam gereken sorular.
İnsanların çoğu sorulardan hoşlanmaz. Sorgulanmaktan hiç hoşlanmaz. Çünkü kendinle yüzleşirsin. Kimse kendisiyle yüzleşmek istemiyor. Kaçıyoruz.
“Kim kaçıyor!”
“Herkes kendi üslubunca bir kaçak. Kendimizi oradan oraya, oradan buraya sürükleyerek, onun bunun hayatına dalarak, sadece kaçıyoruz.”
Enerjin var mı, kararlı mısın, donanımlı mısın?
Ne kadar düş kuruyorsun?
Ah, ölümlü varlık hayallerin, sezgilerin ne durumda?
Hayata duyarlı mısın?
İsyankâr mısın?
Kusmak istediğin bir şeyler var mı?
Ne kadar özgürsün?
Risk alabilir misin, bedelini ödemeye hazır mısın?
Evet ya, her şeyin bir bedeli var. Bu bedeli üstlenecek yürek var mı sende?
Peki, onca gerginlik ne olacak, o çekeceğin sancılar, acılar…
Yalnızlık…
Vazgeçer misin, yıldırır mı seni, tüketir mi?
O soruları sıraladıkça, Jay Hawkins* şarkı söylüyormuş gibi geliyor:
“Duyuyor musun beni ha, Duyuyor musun?” diye çığlıklar atan adam.