“Minik” bir köpek ile yaşanan bu¨yu¨k bir dostluk…Bu kitapta, hastalanan 9 kardeşinin arasında hayatta kalantek köpek yavrusunun, Minik’in sevimli, heyecanlı ve komiköyku¨lerini okuyacaksınız. Şehir hatları vapurundaki inatçılığını,açık hava sinemasındaki yaramazlığını, kedi yavrularınagösterdiği şefkati ve herkesin hayranlığını kazanancesaretini gördu¨kten sonra, Aydan, Aycan ve Aylin’inMinik’i neden bu kadar çok sevdiklerini de anlayacaksınız.Kim bilir, bu kitabı okuduktan sonra, belki siz de,“Minik” bir köpeğin dostluk ve saflık dolu du¨nyasınagirmek isteyeceksiniz. Kim bilir!
İçindekiler
Teyzemin Hikâyeleri, 7
Minik, Vapur Yolcusu, 10
Minik, İşbaşında, 23
Minik, Sinemada, 43
Minik, Cankurtaran, 53
Bir Konuğumuz Var: DUDU, 68
Minik, Doğum Gününde, 76
Kiki, Evine Dönüyor, 87
Teyzemin Hikâyeleri
Çocukluk yıllarımın en güzel anılarında hep teyzem vardır. Ne zaman biri masal ya da bir hikâye anlatsa, teyzem gelir aklıma. Yalnızca bize değil, koca bir mahallenin çocuklarına da anlattığı, onca hikâyeyi, masalı nasıl aklında tuttuğuna şaşardık. Örneğin bir matematik probleminin nasıl çözüleceğini hikâye gibi anlatır, Türkçe dersini oyuna dönüştürür, yazım kurallarını masal gibi söylerdi. Bunca yıl sonra düşünüyorum da hepimizin hem teyzesi hem de arkadaşıydı o. Komik bir kadındı. En üzüntülü anımızda bile bizi güldürmeyi başarır, dertlerimizi dinler, sırlarımızı paylaşırdı. “Çocuklar, bu dünya yalnızca insanlara ait değil. Dünya bütün canlıların,” derdi teyzem. O zaman anlamlandıramadığımız bu sözlerle ne demek istediğini bugün anlayabiliyorum.
Yaz günleri, kocaman bir ağacın altına oturur, hikâyelerini dinlerdik. O, tek kişilik bir oyun sergiliyormuş gibi anlattığı masalın ya da hikâyenin büyüsüne kapılır, coşar, heyecanlanırdı. Aynı hikâyeyi her anlatışında karakterlere yeni özellikler katar, kiminin adını ya da cinsiyetini değiştirirdi. Biz, hikâyedeki değişikliği hemen fark eder, “Hayır, öyle değildi,” diye anımsatmaya çalışırdık. Teyzem, “Çocuklar, bu da bir hikâye ama öncekinden biraz daha farklı. İstediğimiz gibi kurgulamak bizim elimizde. Bir dahaki sefere kişileri ve eylemleri birlikte kurgularız, yepyeni bir hikâye çıkar ortaya, ne dersiniz?” diye sorardı. “Evet, beraber kurgulayalım,” derdik bir ağızdan. Çocuklar, anne ve babalarının çocukluklarını, onların da kendi anne ve babalarıyla olan ilişkilerini merak ederler ve sorarlar. Ne zaman ve nerede doğmuşlar, anneleri nasıl davranmış onlara? Ya babaları? Hangi kentte yaşamışlar, hangi okullara gitmişler, nasıl evlenmişler? “Anne, bana bebekliğimi anlat. Nerede doğdum, çocukken ne yapardım?“ gibi sorular sorulur hep. Anneannemin ve annemin yaşamlarına ilişkin anlattıklarının izleri teyzemin hikâyelerinde vardı. Yıllar sonra anlattığı hikâyelerin bazılarının, yaşadıklarının, tanık olduklarının kurgusu olduğunu anladım. Teyzem anılarını öyküleştirerek anlatıyordu bizlere. Ben de size teyzemin, o komik kadının bize anlattığı hikâyeleri anlatacağım. Teyzemin anlattıklarının aynısı olmayacak kuşkusuz. Çünkü size anlatırken yeniden kurgulayacağım…
Minik, Vapur Yolcusu
“Minik, vapur yolcusu,” dediğimde siz, minik bir kızın ya da minik bir erkek çocuğun vapur yolculuğunu anlatacağımı sandınız ama yanılıyorsunuz. Minik, düşündüğünüz gibi küçük bir kız ya da erkek çocuk değil. Öyleyse “Kim o” diye mi soruyorsunuz? O, bir köpek. Tüyleri kahverengi. Yerinde duramıyor, çevresine yaramaz bir çocuk gibi bakıyor. O bir Seter. Yani bir av köpeği! Şimdi benim avcı olduğumu zannedebilirsiniz. Hayır, hayır, avcı değilim. Gökyüzünde özgürce süzülen kuşların bir kurşunla vurulup yere düşmesine çok üzülüyorum ya da bir geyiğin, bir tavşanın vurulmasına. Ama Minik, benim arkadaşım. Onun öyküsünü anlatacağım size.
Sokak köpeklerini bilir misiniz? Sokak çocukları gibidir onlar da; kimsesiz, evsiz, sahipsiz, başıboş dolaşan, günü gününe yaşayan hayvancıklardır. Çöplerden buldukları yiyeceklerle karınlarını doyururlar. Kimse onların aç olduğunu düşünmez de, “Beni ısırır mı acaba?” diye düşünür. “Bu köpek kuduz olabilir mi? Aman uzak durayım,” der, insanların çoğu. “Bir köpeğin ne faydası olur ki!” diye de düşünebilirler. Peki, etinden, sütünden, derisinden yararlandığımız inek, keçi ya da koyunu sever miyiz? Bir ineğin başını okşayan ya da bir koyunu kucağına alan birini gördünüz mü? Bir ineğin başını okşadınız mı hiç? İnsanlar sahip çıkarsa, sokak hayvanları, örneğin sokak kedileri ya da köpekleri o mahallenin köpeği, kedisi olur ve bir yerlerde barınır. O mahallenin kasabı, bakkalı, lokantacısı besler onları. Bizim öyle bir köpeğimiz vardı; mahallemizdeki insanların benimsediği, esnafın beslediği, herkesle dost olan bir köpek. Adı Berduş’tu. Göz alabildiğine geniş bir bahçe içindeki köşkün köpeğiydi. Berduş, bir gün kız arkadaşıyla geldi mahalleye. Kahverengi kısa tüylü, uzun kulaklı, güzel bir dişi köpek. Öyle iyi arkadaş oldular ki, onları bir arada oynarken, koşarken gören herkesin yüzünde bir gülümseme beliriyordu.
Hayvanları hiç mi hiç sevmeyen Hüsam Amca bile belli etmese de oyun oynarken onları izliyor, bazen de hoşlanarak bakıyordu. Siz hayvanları sever misiniz? Yanıtlarınızı duymasam da çoğunuzun hayvan sevdiğini biliyorum. Hayvanları sevmem diyen çok insana rastlamadım ama onlara eziyet eden, canını yakan birçok insan gördüm. Sanırım onlar hayvanların da tıpkı bizim gibi canlı olduklarını unutuyorlar. İlkyazın insanı üşütmeyen ılık sabahlarından birinde, bahçeye çıktığımızda Berduş’un kız arkadaşını çimenlerin üzerine kıvrılmış uyurken bulduk.
Ablamla birlikte ayaklarımızın ucuna basa basa gittik yanına. Geldiğimizi fark etmiş olmalı ki kaçmaya davrandı. Köpekler kokuya duyarlıdır. Gözleri de keskindir. Onlar koklayarak çok uzaklardaki birini de, yaklaşmakta olan bir tehlikeyi de sezerler. “Gitme,” dedim bize kuşkuyla bakan hayvana. Başını okşadım, oturdu. Karnı aç olabilirdi; ablam, içine ekmek doğranmış kocaman bir tas süt getirdi. Köpekçik hepsini silip süpürdü çabucak. Ellerimizi yalayıp teşekkür etti. Çabucak kaynaştık köpekle. Gün boyu bahçede onunla oynadık, yiyecek verdik. Gitmesini hiç istemiyorduk. Annem sık sık pencereden başını uzatıp hayvanın bilmediğimiz bir hastalığı olabileceği konusunda bizi uyarıyor, “Elinizi sürmeyin,” diyordu.
Akşam olmasını, babamın gelmesini iple çekiyorduk. Ona, “Bu köpek bizim olsun mu” diye soracaktık. Hayır derse, ne yapacağımızı düşünmeye başladık: Ona evden uzak bir yerde kulübe yapabilirdik. Belki Berduş’la birlikte kalırdı. Bahçeleri olan, ama köpekleri olmayan arkadaşlarımızı düşündük… Acaba onu gizlice yatak odamıza alabilir miydik! Alırsak, sonuçları ne olurdu? Babamın ayak sesini duyar duymaz kapıya fırladık ikimiz birden: “Hoş geldin babacığım!” “Hoş bulduk çocuklar. Ne o, siz heyecanlısınız, bir şey mi oldu?”
“Hayıııır!” dedik. Akşam yemeği için masaya oturduğumuzda Berduş’un arkadaşını bahçede bulduğumuzu, ona süt verdiğimizi, bize teşekkür etmek için elimizi yaladığını, bütün gün onunla oynadığımızı anlattık babama. “N’olursun baba, bu köpek bizim olsun!” Bir yandan ben, bir yandan ablam yalvarıyorduk. Dikkatle dinledi babam bizi, elini çenesine dayayıp uzun uzun düşündü. Annem de bu köpeği sahiplenmenin olası sakıncalarını anlattı. Köpekten bulaşabilecek hastalıkları hatırlattı, temizliğe çok dikkat etmemiz gerektiğini söyledi. İkimiz de hayvana iyi bakacağımıza ve ellerimizi yıkamadan hiçbir şeye dokunmayacağımıza söz verdik. Babam köpeğin bizde kalmasına izin verdi ama bir tek şartı vardı; ertesi gün veterinere götürüp aşılarını yaptıracaktık. Yemek boyunca köpeğe ne ad koyacağımızı tartıştık. Sonunda onu çimenlerin üzerinde uyurken bulduğumuz için adını Çimen koymaya karar verdik. Sevinçten uçuyordum. Sabahı zor ettim. Çimen’le birlikte veterinere gittik, aşılarını yaptırdık. Hayvanı bir güzel muayene ettikten sonra, “Eh, artık biraz daha fazla mama almanız gerekecek, çünkü bu köpeğin yavruları olacak! ” dedi. Birkaç köpeğimiz daha olacaktı demek ki! Yaşasın! Babam, Çimen’e yağmurlardan, kardan, soğuklardan etkilenmeyeceği bir kulübe yaptı.
İlkbaharda tam on yavrusu oldu Çimen’in. O küçük bedeninde on yavruyu nasıl taşıdığını anlamadık, ama bir hafta içinde birkaçı öldü. Bir ay sonra da hepsi hastalandı. Yavruları hayvan hastanesine götürdük ama nafile. Veterinerlerin bütün çabalarına karşın yalnızca bir tanesi kurtuldu: Minik! İşte size anlatacağım hikâyenin kahramanı o. Ufak tefek, zayıf, çelimsiz bir köpek olduğu için ona Minik adını vermiştik. Minik’i çok sevdik, çok neşeli, oyuncu bir köpekti. Hayvanlar da tıpkı insanlar gibi sevgiye gereksinim duyarlar. Gözlerine dikkatle bakarsanız kuyruklarını sallamaya başlarlar. “Hadi benim sahibim ol, evine götür beni. Bekçilik yaparım, senden hiç ayrılmam…