“Smyrna’nın Yazgısı bir üçlemenin son kitabı…”
Ağlama Smyrna Döneceğim adlı birinci kitap Yunan işgali öncesi Smyrna’yı (İzmir’i), ardından gelen Smyrna’nın Gözyaşları ise işgal sonrası Ege’de Kuvay-ı Milliye’nin kuruluşunu, halkın ve efelerin Yunan ordusuna direnişini anlatıyordu.
Bu kitap ise İstanbul’un işgalini, TBMM’nin kuruluşunu ve Kurtuluş Savaşı’nı, yine pek çok isimsiz kahramanın hikâyeleriyle dile getiriyor. Rum kızı Smyrna ile Yüzbaşı Çakır Osman’ın, Seher ile Tilki Mahmut’un ve Gördesli Makbule ile Usturumcalı Halil Efe’nin aşkları tüm güçlüklere direnmeyi başarıyor.
Gerçek olayların ve isimsiz kahramanların destansı hikâyesi…
ı. bölüm
“Kötülüklere gebeydi karanlık gece… Birden kopan fırtına köklerinden kopardı ağaçları, savurdu uzaklara… Şimdi ayrılık zamanıydı.”
Smyrna Kaçırılıyor
8 Ekim 1919 Denizli
Fırtına çok şiddetliydi. Ağaçları kökünden sarsıyor; otları, kuru yaprakları, çalıları ve önüne kattığı her şeyi savuruyordu. Yağmur kovadan boşalırcasına yağıyor, gökten katran dökülüyormuş gibi gecenin siyahını daha da çoğaltıyordu. Karanlık içinde saklanan siyah pelerinli adamlar hastanenin kapısına çıkan çarşaflı kadına dikkatle baktılar. Peçesini örtmemişti. Hastane kapısında asılı fenerin soluk ışığında yüzü açık seçik görülüyordu. Pelerinli adamlardan biri: “Bu, o… Smyrna,”(*) dedi. Diğer üç adam karanlığın içinden fırlayıp kadının ağzına eterli bezi dayadılar. Kadın kendinden geçerken onu kucaklayıp hastane kapısındaki kupa arabasına taşıdılar. Tam o sırada kapıdan çıkan başka bir çarşaflı kadın çığlık atıp bağırdı. “Yetişin imdat! Suna Hemşire’yi kaçırıyorlar…” Pelerinli adamlar bayılan kadını arabaya bindirip atları kırbaçladılar ve hızla gecenin içine daldılar. Kapıdaki kadın heyecandan bayıldı. O sırada dışarıya koşan bir hemşire onu yerde baygın yatarken görünce içeriye seslendi. “Koşun. Sedye getirin. Seher Hemşire(**) bayıldı.” Hastabakıcı ve hemşireler Seher’i içeriye taşıyıp bir sedyeye yatırdılar. Hastane başhekimi Mazhar Bey haberi alınca hemen koşup geldi. Amonyak koklatıp Seher’i ayılttı.
“Ne oldu hemşire hanım neden bayıldın?” Güçlükle kendine gelen Seher bir an ne olduğunu anlamadı; sonra Smyrna’nın karga tulumba arabaya bindirilip kaçırılışı gözünün önüne geldi. Telaşla yattığı yerden doğruldu. “Kaçırdılar. Suna’yı kaçırdılar.” “Suna Hemşire’yi mi? Kim kaçırdı? Nasıl?” “Eve birlikte gidecektik. Ben çarşafımı giyerken o hazırlanmış, beni bekliyordu. Kapıya çıkıp hava almak istedi. Dışarı çıktığımda üç kişi onu bir arabaya bindiriyordu. Baygın gibiydi; sonra araba hızla uzaklaştı. Ben de bayılmışım.” Başhekim hemen telefona sarılıp jandarma kumandanını aradı ve durumu anlattı. Az sonra kumandan yanında jandarmalarla hastaneye gelmişti.
Başhekimin odasında Seher’i sorguya çekti. “Adamlar kaç kişiydi?” “Sanırım dört kişiydi. Biri arabayı sürüyordu. Diğerleri Suna’yı arabaya taşıyorlardı.” “Adamların yüzlerini gördün mü?” “Hayır. Dışarısı çok karanlıktı. Zaten her şey bir anda olupbitti.” Kumandan: “Denizli’nin bütün çıkış kapılarına adam göndereceğim. Üzülmeyin, hemen yakalarız,” dedi. Anlatılanlardan fazla bir şey çıkmayacağını anlayan kumandan hemen jandarmaları arabanın gittiği yöne, takibe gönderdi. Seher biraz kendine gelmişti. Başhekim Mazhar Bey’e döndü. “Suna’nın kocası Yüzbaşı Osman’a(*) haber vermek gerek. Denizli Garnizonunda Ali Rıza Teğmen(**) var. Ona duyursak bir yolunu bulup yüzbaşıya ulaşır.” “Senin eşin nerede? Ona da haber verelim. Gelip seni alsın. Vakit çok geç oldu. Eve yalnız gidemezsin,” dedi başhekim.
“O da Nazilli’deki karargâhta çalışıyor. Ali Rıza Teğmen beni eve götürür. Onların evinde kiracıyız zaten.” Biraz sonra Ali Rıza telaşla hastaneye geldi. Durumu öğrendikten sonra Seher’i bir arabaya bindirip eve götürdü. Ev halkı merak içindeydi. Vakit gece yarısına yaklaşmıştı. Suna ile Seher hiç bu kadar gecikmezlerdi. Ali de karargâhta çalıştığından saatlerdir ne yapacaklarını bilemeden merak ve endişeyle beklemişlerdi. Kapıda Ali ile Seher’i görünce şaşırdılar. “Suna nerede,” diye sordu Kamile(*) Hanım. Ali annesinin elini öptükten sonra: “Suna Hanım’ı kaçırmışlar,” diyerek olan biteni anlattı. Çarşafını bile çıkarmadan sedire uzanan Seher hâlâ heyecanlıydı. Ali, karısı Fatma’ya(**) döndü. “Seher Hanım olay sırasında bayılmış, hâlâ bitkin. Yiyecek bir şeyler hazırlasan…”
Fatma:
“Hemen… Sen de ye…”
“Ben bir şeyler atıştırdım; tokum,” diyen Ali telaşlıydı:
“Benim karargâha gidip bir şekilde Yüzbaşı Osman’a haber
ulaştırmam gerek,” diyerek evden fırlayıp gitti.
Seher hâlâ gözleri kapalı, sedirde yatıyordu. Fatma’nın yardımıyla kalkıp çarşafını çıkardı.
“Fatma’cığım bana biraz su verir misin?”
Fatma telaşla yerinden fırladı, köşedeki testiden bir maşrapaya
su koyup getirdi. Seher kana kana içti suyu ve biraz kendine geldi. Smyrna’nın gözleri önünde kaçırılışı çok kötü etkilemişti onu.
Kamile Hanım:
“Nasıl oldu? Nasıl kaçırdılar Suna’yı,” diye sordu.
Seher birkaç kez yutkundu.
“Önce ne olduğunu anlamadım; sonra adamların Suna’yı arabaya bindirdiklerini görünce çok kötü oldum. Öyle korktum ki…
Kaçırılmasını engelleyemedim. Dondum kaldım; sonra bayılmışım,” diyerek ağlamaya başladı. Fatma: “Sen ne yapabilirdin ki? Üzülme. En kısa zamanda bulurlar Suna’yı,” diyerek arkadaşını yatıştırmaya çalıştı. Kamile Hanım dizlerini dövüyordu. “Vah! Vah! Kim kaçırdı? Nerelere götürdüler kadıncağızı?” Fatma: “Sana yiyecek bir şeyler hazırlayacağım,” dedi. “Yok… Hiçbir şey yiyecek halde değilim.” “Olur mu hiç? İki canlısın. Bebeğin beş aylık oldu. Kendini düşünmüyorsan onun için yemelisin,” diyerek odadan çıktı. Kamile Hanım bir yandan tespih çekip Suna için dua ederken Seher’e döndü: “Evet mutlaka bir şeyler yemelisin kızım. Bebeğini aç bırakmaya hakkın yok.” Seher’in hâlâ başı dönüyordu. Yeniden sedire uzandı. Eliyle karnını yokladı. Bayıldığından beri bebek hiç hareket etmemişti.
Ona bir şey mi olmuştu acaba? O sırada annesinin endişesini anlamış gibi bebek karnına tekme attı. Sevindi Seher; sonra da sevinişine şaşırdı. Ölsün istemiyor muydu? Karnındaki bir tecavüz bebeğiydi. Yunan askerlerinin dölü… Babasının kim olduğunu asla bilemeyecekti. Aylardır nefret etmişti bebekten ve onu düşürmeye çalışmış, ölsün diye dualar etmişti. Oysa bebeğini, doğurduğunda Smyrna’ya vereceğini söylediğinden beri artık ondan nefret etmiyordu. Evet o bir tecavüz bebeğiydi; ama aylar geçtikçe ona alışmaya başlamıştı Seher. Yine de bakıp büyütmek istemiyordu. Bebeği Smyrna’ya vermek en doğru yoldu; çünkü ona ne zaman baksa hep Yunan askerlerinin tecavüzünü anımsayacaktı. O görüntüleri kafasından silip atamıyordu. Kocasının da unutmadığını biliyordu. Aralarında yıllar sonra bir aşk gelişmişken bu gâvur dölünün karaçalı gibi mutluluklarını yok etmesini istemiyordu. Hem Smyrna’nın bebeği olmuyordu. Çocuk hasretiyle yanan arkadaşı ona çok iyi bir anne olurdu.
Bundan hiç kuşkusu yoktu. Bu kararını henüz kocasına söylememişti Seher. Onun yüzünü gördüğü yoktu ki… Bu sıralar Binbaşı Tilki Mahmut(*) hep Nazilli’deydi. Yunanlılarla savaş bütün hızıyla sürüyordu. Çakır Osman da bir cepheden diğerine koşup duruyordu. Bu yüzden Smyrna da kocasına bu haberi verememişti. Smyrna’yı düşününce kaçırılışı aklına geldi; sonra onunla ilk karşılaşmalarını anımsadı. Kocası Tilki Mahmut ile bir sabah eve gelişlerini… O kadar güzeldi ki Smyrna ilk anda onu kıskanmıştı. Kocası onun Çakır Osman’ın nişanlısı olduğunu söylemişti ve başından geçen inanılmaz acı olayları anlatmıştı. Kendisini talihsiz sanan Seher, Smyrna’ya çok acımış, kısa zamanda sevmişti onu.
Artık kardeş gibiydiler. İzmir’den ayrılmadan önce Smyrna Müslüman olmuş ve Suna adını almıştı. İzmir’deyken Seher kocasının kahveci olduğunu sanıyordu; subay olduğunu, gizli görevi bulunduğunu bilmiyordu. Smyrna da Çakır Osman’ı uzun süre balıkçı sanmıştı. Bahriye subayı olduğunu Osman İzmir’den ayrılacağı sıra öğrenmişti. Kocası bir gün Seher’le Smyrna’yı bir arabaya atmış, alelacele İzmir’den kaçırmıştı. Yunanlıların kendisini aradıklarını söylemişti Tilki Mahmut. “Yunanlılar bir kahveciyi neden arasınlar,” diye düşünüp durmuştu Seher. Onun subay olduğunu İtalyan bölgesine sığındıklarında öğrenmiş ve çok şaşırmıştı. Smyrna ise nişanlısı Çakır Osman’a ulaşmaya çalışıyordu; ama bir türlü bulamıyordu. Denizli’ye gelip Ali Rıza Teğmen’in evine kiracı olarak yerleştikten, hastanede hemşire olarak çalışmaya başladıktan sonra bir gün çatışmada yaralanan askerler arasında bulmuşlardı Çakır Osman’ı… Ne kadar sevinmişti Smyrna… Hemen nikâh kıyılmış, sevgililer birbirlerine kavuşmuşlardı. “Suna nerede acaba? Ona ne yaptılar? İnşallah başına kötü bir şey gelmemiştir,” diye söylendi. Kamile Hanım fısıldadığı duaları kesip yanıtladı:
“Allah korusun. Onun için dua ediyorum. Merak etme tez zamanda kurtarırlar onu.” O sırada elinde tepsi ile içeri giren Fatma da duymuştu konuşmaları. “İnşallah… Ali gelince bir haber getirir mutlaka. Haydi sofraya gel de iki lokma bir şeyler ye,” dedi. Seher oturup güçlükle biraz çorba içti ve sofradan kalktı. “Doydum. Çok yorgunum. Yukarı çıkıp yatsam iyi olacak,” dedi. Kamile Hanım: “Haklısın kızım iki canlı halinle hastanede akşama dek çalıştığın yetmezmiş gibi bir de bu heyecan yordu seni. Git uyu. Zaten geç oldu. Biz de yatacağız,” dedi. Seher yatağa yattığında bir türlü uyuyamadı. Oysa sabahtan beri bir ameliyattan çıkıp diğerine girmiş, akşam da pansumanları yapmıştı. Yorgunluktan ayakta duramaz haldeydi. Yunanlılar yine Ödemiş’e saldırmışlardı. Yaralılar arkası arkasına geliyordu. Bu yüzden Smyrna da Seher de çok çalışmış, bitkin düşmüşlerdi. “O kadar yorgun olmasaydı belki Smyrna onu kaçırmak isteyenlere direnebilirdi,” diye söylendi. Müslüman olduktan sonra Suna adını alan arkadaşına yalnız kaldıklarında hep eski adıyla seslenirdi. Bu yeni ada alışamamıştı; ama başkalarının yanında Suna demek zorundaydı. Yüzbaşı Osman’ın karısının Rum olduğu bilinmemeliydi.
Arkadaşının başına gelebilecekleri aklına bile getirmek istemiyordu. Bu yüzden onu kimin kaçırdığını düşünmeye başladı. Smyrna’nın yaşam öyküsünü ayrıntılarıyla biliyordu. Kösten Adalı bir yoksul balıkçının kızıydı. Yunanlı Nikos(*) ona tecavüz etmiş; sonra nikâhına almıştı. Amacı güzeller güzeli Smyrna’yı erkeklere satmaktı. Evlendikten kısa bir süre sonra onu zor kullanarak zengin Avrupalılara pazarlamaya başlamıştı. Daha sonra ailesinin yanına kaçan Smyrna’nın peşine düşmüş, ailesini öldürüp onu yeniden tutsak etmişti.
Ağabeyi Stavros kardeşini kurtarmış; ama onun fahişe olduğunu öğrenince sokağa atmıştı. Hastanede hemşire olarak çalışmaya başlayan Smyrna, Nikos’tan kurtulamamıştı. Onu tekrar kaçıran Nikos bu kez bir randevu evine satmıştı. Bu batakhaneden onu Mr. White kurtarmış, Nikos’tan boşanmasını sağlamış ve Smyrna’yla nişanlanmıştı. Nikos ise dağdaki eşkıyaların arasına karışmış, bir süre sonra da teğmen rütbesiyle Yunan ordusuna katılmıştı. İzmir’in işgalinden bir gece önce Smyrna’yı vuran da o olmalıydı. “Acaba yine o mu kaçırdı,” diye düşündü. “Başka kim olabilir? Smyrna, sevgilisi Yüzbaşı Çakır Osman’ın peşinden koşup Denizli’ye geldi. Müslüman olup büyük aşkıyla evlendi. Denizli’de onun geçmişini bilen kimse yok. Evlerinde kiracı kaldığımız Teğmen Ali Rıza ve ailesi bile bu geçmişi bilmiyor.
Annesinin sonradan Müslüman olan bir Rum, babasının Türk olduğunu, Denizli’deki evlerinin karşı köşesinde tutulan Yunanlı esirlerin arasındaki Yorgos’un, annesinin ilk kocasından olma üvey kardeşi olduğunu sanıyorlar. Nikos’tan da, fahişelik yaptığından da haberleri yok. Gerek onlar gerekse hastanedekiler Smyrna’yı Suna adıyla tanıyorlar. Bu durumda kim kaçırabilir Smyrna’yı? Nikos’tan başkası olamaz,” diye düşündü. O alçak adam sonunda Smyrna’nın izini bulmuş olmalıydı. Seher, arkadaşının o zalimin elinde olduğunu düşündükçe aklına hep kötü şeyler geliyor, bir türlü uyuyamıyor, yatağın içinde dönüp duruyordu. Dışarıda fırtına uğuldayarak esiyor, ahşap evin yıpranmış tahtaları gıcırdıyordu.
…