Aklınızla yönetmeyi, kalbinizle liderlik etmeyi öğrenin!
Lider olabilmek, ustalık ister: Robin Sharma, lider olmak isteyenlere ustalık yapıyor. Ferrari’sini Satan Bilge’den Liderlik Bilgeliği, IBM, Microsoft, General Motors ve FedEx gibi pek çok lider kuruluş tarafından, kendi liderlerini yetiştirmek, tüm çalışanlarına lider gibi düşünme becerisi kazandırmak amacıyla kullanılıyor. Dünyanın dört bir yanında, birbirinden farklı işlerde, farklı düzeylerde çalışan binlerce insan, Sharma’nın bilgeliği sayesinde işlerinde lider olmayı başarıyor.
Güçlü ve etkili bir lider olabilmek için önce insanın içsel bir değişim geçirmesi gerektiğini bilen Sharma, düşünme, hissetme ve yaşama biçimlerinizi değiştirerek liderlik vasıfları kazanmanın yollarını gösteriyor. Bu değişimle birlikte, çalıştığınız insanlara güven, bağlılık ve canlılık aşılamayı da öğreniyorsunuz.
Ferrari’sini Satan Bilge’den Liderlik Bilgeliği, tüm yöneticilerin, girişimcilerin ve işadamlarının hemen uygulamaya başlayabileceği açıklıkta anlatılmış sekiz dersten oluşuyor.
İÇİNDEKİLER
Teşekkür.
1. Çılgınca Başarıya Koşmak
2. Gül Bahçemde Bir Bilge.
3. Bir Şirket Savaşçısının Mucizevi Dönüşümü .
4. Liderlik Vizyonu Bilgeliği
5. Güçlü Bir Gelecek Odağı Yaratma Ritüeli.
6. İnsan İlişkileri Ritüeli.
7. Ekip Birliği Ritüeli
8. Uyum Sağlama ve Değişim Yönetimi Ritüeli.
9. Kişisel Etkinlik Ritüeli
10. Kendi Kendine Liderlik Etme Ritüeli.
11. Yaratıcılık Ve Yenilikçilik Ritüeli
12. Katkı Ve Anlam Ritüeli.
Robin Sharma’ya Dair
BİRİNCİ BÖLÜM
Çılgınca Başarıya Koşmak
Hayatımın en kederli günüydü. Çocuklarımla birlikte dağlarda yürüyüşler yaparak ve kahkahalar atarak geçirdiğim nadir yaşanan uzun bir hafta sonunun ardından işe döndüğümde, iki tane iriyarı güvenlik görevlisinin, herkesin imrendiği köşe ofisimdeki maun masaya doğru eğilmiş olduğunu gördüm. Koşarak yaklaşınca, onları yakalamış olduğumdan habersiz, dosyalarımı yağmaladıklarının ve dizüstü bilgisayarımdaki değerli belgelere gizlice göz attıklarının farkına vardım. Nihayet içlerinden biri, bu affedilemez istilanın karşısında ellerim titreyerek ve yüzüm öfkeden kıpkırmızı kesilmiş bir halde orada dikilmekte olduğumu fark etti. Bana en ufak duygu kırıntısı yansıtmayan bir ifadeyle baktı ve kendimi yüzüme yumruk yemişim gibi hissetmeme neden olan on bir kelime etti: “Kovuldunuz Bay Franklin. Size hemen binanın dışına kadar eşlik etmemiz gerekiyor.”
Bu basit hareketle birlikte, kıtadaki en hızlı büyüyen yazılım şirketinin kıdemli başkan yardımcısı olmaktan, geleceği olmayan bir insana dönüştüm. İnanın, işten çıkarılmak bana çok ağır geldi. Başarısızlık bana yabancı bir kavramdı, nasıl idare edebileceğime dair hiçbir fikrimin olmadığı bir deneyimdi. Üniversitedeyken altın çocuktum; kusursuz notlan olan, çevresinde güzel kızlar bulunan ve önünde sınırsız bir gelecek uzanan delikanlı. Okulun atletizm takımına girmiş, sınıf başkanı seçilmiş ve hatta kampüsümüzün radyo istasyonunda, son derece popüler bir caz dinletisine sunuculuk yapacak zamanı bile bulmuştum. Çevremdeki herkes doğuştan yetenekli olduğumu, kaderimde büyük basanlar bulunduğunu düşünüyordu. Bir gün eski profesörlerimden birinin, meslektaşına, ‘Tekrar hayata gelebilecek olsaydım, Peter Franklin olarak gelmek isterdim,” dediğine kulak misafiri olmuştum.
Şu da var ki, yeteneklerim herkesin sandığı kadar doğal değildi. Başarılarımın esas kaynağına indiğinizde, yorucu bir çalışma ahlakı ve neredeyse saplantı halinde bir kazanma arzusu bulabilirdiniz. Babam seneler Önce bu ülkeye, yürekten inandığı, yeni kurduğu ailesi için daha huzurlu, daha refah dolu ve mutlu bir yaşam hayalleriyle, meteliksiz bir göçmen olarak gelmişti. Soyadımızı değiştirdi, bizi şehrin güvenli bölgesindeki üç odalı bir daireye yerleştirdi ve asgari ücretle, bir fabrika işçisi olarak yorulmak bilmeksizin çalışmaya başladı; hayatının geri kalan kırk senesinde de sürdüreceği bir işti bu. Her ne kadar temel eğitim almamış olsa da, hiç onun kadar bilge bir insan tanımamıştun ta ki yakın zamanda olağandışı bir insanla tanışana dek; o inşam mutlaka tanımanız gerekli. Birazdan size ondan daha çok bahsedeceğime söz veriyorum. Bir daha asla eskisi gibi olmayacaksınız.
Babamın benim için kurduğu hayal basitti: birinci sınıf bir okulda birinci sınıf bir eğitim almam. Böylece, başarının doruğuna çıkacağım bir kariyer ve adil bir maaş güvenceye alınmış olacaktı, ya da o böyle düşünüyordu. Başarılı bir yaşamın temelini, iyi geliştirilmiş kişisel bilgi birikiminin oluşturduğuna sıkı sıkıya inanıyordu. Yaşamının büyük bir bölümünü adadığı fabrikadaki, tüketici bir on dört saatlik çalışma gününün daha ardından akşam yemeğini bitirirken, “Başına ne gelirse gelsin, hiç kimse eğitimini elinden alamaz Peter. Nereye gidersen git, ne yaparsan yap, bilgi birikimin her zaman senin en iyi dostun olacak,” derdi sık sık bana. Babam çok özel bir insandı.
Ayrıca harika bir masalcıydı, en iyilerinden. Anavatanında, büyükler çağların bilgeliğini çocuklarına aktarmak için meseller anlatırlarmış, babam da bu zengin geleneği yeni benimsediği vatanına gelirken yanında getirmişti. Annemin, iyiden iyiye eskimiş olan mutfağımızda babama öğle yemeğini hazırlarken aniden öldüğü günden, ağabeyim ve ben ergenlik senelerimize gelene dek, babam bizi, her zaman içinde yaşama dair bir ders barındıran, muhteşem bir masalla, rüyalarla dolu bir uykuya yatırdı. Hiç unutamadığım masallarından biri, ölüm döşeğinde üç oğlunu yanma çağıran yaşlı bir çiftçiyle ilgili olandı. “Oğullanın,” demiş yaşlı çiftçi, “ecelim geldi ve yakında son nefesimi vereceğim. Ama ölmeden önce sizlerle bir sırrımı paylaşmalıyım. Çiftlik evimizin arkasındaki tarlada, muhteşem bir hazine yatıyor. İyice kazarsanız bulursunuz. Bir daha asla parayı dert etmeniz gerekmeyecek.”
Yaşlı adam ölür ölmez oğullan tarlaya koşmuşlar ve çılgınlar gibi toprağı kazmaya koyulmuşlar. Saatlerce kazmışlar ve günlerce devam etmişler. Gençliklerinin bütün enerjisini bu işe verdiklerinden, tarlanın sürülmemiş hiçbir yeri kalmamış. Heyhat, hiç hazine bulamamışlar. Sonunda bu aşikâr kandırmacasından ötürü babalarına söverek ve onları neden böyle aptal yerine koymayı tercih ettiğini merak ederek pes etmişler. Ancak sonbaharda bu tarla, orada yaşayan ahalinin daha önce hiç görmediği bir hasat vermiş. Üç oğul çok geçmeden zengin olmuşlar. Bir daha parayı hiç dert etmemişler.
Yani ben babamdan, kendini adamanın, gayretin ve çok çalışmanın gücünü öğrendim. Üniversite günlerimde, Dekanın Listesi ‘nde kalma ve babamın benim için kurduğu hayalleri gerçekleştirme hevesiyle gece gündüz çalıştım. Burs üstüne burs kazandım ve her ayın sonunda yaşlanmakta olan babama özenle küçük bir çek yolladım, sahip olduğum yarım günlük işten kazandığım maaşın bir bölümünü. Bu, benim için bütün yaptıklarına karşılık basit bir teşekkür nişanıydı. İşgücüne katılma zamanım geldiğinde, bana zaten, kendi tercihim olan ileri teknoloji alanında, kazançlı bir yönetici pozisyonu teklif edilmişti bile. Şirketin adı Digitech Software Strategies idi ve herkesin çalışmak istediği bir yerdi.
Uzmanlar şaşırtıcı derecede başarılı olan Digitech’in göz kamaştırıcı gelişimini sürdüreceğini öngörüyorlardı ve bu şirket beni hırslı ekibinin bir üyesi olarak fiilen işe aldığı için gerçekten gurur duyuyordum. İşi hemen kabul ederek, aldığım yüklü maaşın her bir kuruşunu hak ettiğimi kanıtlamak için haftada seksen saat çalışmaya başladım. Yedi sene sonra, beni hayatımda hiç olmadığı kadar küçük düşürenin de bu şirket olacağından haberim yoktu elbette.
Digitech’te geçirdiğim ilk birkaç sene güzeldi. Gerçekten Öyleydi. Birkaç iyi dost edindim, pek çok şey öğrendim ve yönetici saflarında hızla yükseldim. Tanınmış bir yıldız oldum; bıçak gibi keskin bir zekâsı olan, sıkı çalışmayı bilen ve şirkete gerçek bir bağlılık gösteren genç adam. Aslında insanları nasıl yöneteceğim ve onlara nasıl liderlik edeceğim bana hiç öğretilmemiş olmasına rağmen, beni sürekli daha yüksek sorumluluk pozisyonlarına terfi ettirmeyi sürdürdüler.
Ne var ki Digitech Sofhvare Strategies’de başıma gelen en güzel şey kuşkusuz Samantha ile tanışmaktı; gelecekte karım olacak kadınla. Kendisi de başarılı bir yönetici olan Samantha göz alıcı bir güzelliğe sahipti ve bundan aşağı kalmayan müthiş bir zekâsı vardı. Noel partisinde tanıştıktan sonra çabucak kaynaştık ve sahip olduğumuz kısacık boş zamanların hepsini birlikte geçirmeye başladık. Samantha daha ilk günden itibaren benim en büyük hayranım oldu, potansiyelime ve yeteneklerime gerçekten güvendi. “İcra kurulu başkam sen olacaksın Peter,” derdi sık sık bana usul bir tebessümle. “Gerekli niteliklere sahip olduğunu biliyorum.” Ne yazık ki herkes aynı şekilde düşünmüyordu. Ya da belki düşünüyorlardı.
Digitech Sofrware’in icra kurulu başkanı şirketi bir diktatör gibi yönetiyordu. Kötücül bir yanı bulunan, kendi kendini yetiştirmiş bu adamın epeyce şişkin olan maaşından aşağı kalmayan bir egosu vardı. Onunla ilk çalışmaya başladığımda samimiyetsiz, ama kibardı. Ne var ki, benim yeteneklerime ve eiticilerime dair söylentiler yayılmaya başlayınca gitgide soğuklaşarak, durum o denli resmi bir iletişim yolu gerektirmemesine rağmen benimle sık sdc kısa notlar aracılığıyla haberleşmeye başladı. Samantha ona “güvensiz küçük budala” derdi, ama bu onun güç sahibi olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Gerçek güç. Belki daha yüksek yönetici pozisyonlarına tırmandıkça, onu yetersiz göstereceğimi düşündü. Belki de bende kendinden çok fazla şey gördü ve gördüklerinden hoşlanmadı.
Ancak benim de kusurlarım olduğunu itiraf etmeliyim. Bunlardan en önemlisi hemen öfkelenen bir yapım olmasıydı. Bir şey beklenmedik zamanda ters giderse, içimde kontrol etmeyi başaramadığını bir öfke kabarıyordu. Bu öfkenin nereden çıktığım bilmiyordum, ama oradaydı işte. Üstelik bu, değerli iş hayatı yeteneklerinden biri de değildi. Temelde nazik bir insan olmama rağmen, iş insanları yönetmeye geldiğinde, biraz keskin dilli olabiliyordum. Dediğim gibi, daha önce hiç liderlik eğitimi almamıştım ve bana bahşedilmiş olan cüzi içgüdülere göre hareket ediyordum. Sık sık ekibimdeki herkesin benim çalışma ahlakımı ve kusursuzluğa adanmışlığımı paylaşmadığım hissederdim ki bu da beni asabiyete sürüklerdi. Evet, insanlara bağırırdım. Evet, başa çıkabileceğimden çok daha fazla sorumluluk yüklendim. Evet, ilişkiler kurmaya ve sadakat oluşturmaya daha fazla zaman ayırmalıydım. Ne var ki her zaman yapılacak çok fazla iş vardı ve sanki geliştirilmesi gereken bu konularla ilgilenmek için yeterli zamanı hiç bulamıyordum. Sanırım teknesindeki deliği onarmaya vakit ayırmaktansa, bütün zamanını tekneye dolan suyu boşaltmaya harcayan denizci gibiydim. En hafif tabirle, ileriyi göremiyordum.
Böylece kovulduğum gün geldi çattı. Bunu takip eden aylar, gerçekten hayatımın en karanlık aylarıydı. Tanrı’ya şükürler olsun ki Samantha ve çocuklar yanımdaydı. Bana moral vermek ve bir zamanlar hızla ilerleyen kariyerimin dağılmış parçalarını bir araya toplamam konusunda beni cesaretlendirmek için ellerinden geleni yaptılar. Ne var ki aylaklıkla geçirdiğim bu aylar bana kendimize duyduğumuz saygının işlerimize bağlı olduğunu gösterdi. Bir kokteylde kaçınılmaz olarak bize sorulan ilk soru, “Ne iş yapıyorsunuz?” olur. Arkadaşlarım haftalık golf turumuza başlarken bana hep ‘İşten ne haber Peter?” diye sorarlardı. Lüks gökdelenimizin, önemsiz sohbetler konusunda usta olan kapıcısı bana devamlı ofiste işlerin yolunda olup olmadığım sorardı. Gidecek bir işim olmadığına göre, artık bu sorulara verecek yanıtım da yoktu.
Sabahlan kalkıp, aklım fikirlerle dolu bir şekilde alelacele metro istasyonuna giderken, öğlen vakti boş Heineken şişeleri, Marlboro paketleri ve yapış yapış HâagenDazs kaplarıyla dolu karartılmış bir odada kalkmaya başladım. Wall Street Journal okumayı bırakıp, adi casus romanları, eski kovboy kitapları ve Oprah’ın uzaylı olduğunu, Elvis’in hayatta olduğunu ve West Coast’ta bir McDonald’s işlettiğini ifşa eden beş para etmez bulvar gazetelerine sığındım. Gerçeklerle yüzleşemiyordum. Ne kafamı çok yormak ne de fazla bir şey yapmak istiyordum. Beni hissiz! eştiren bir keder bedenimi ele geçirmişti ve olabileceğim en iyi yer, dört direkli yatağımızda, yorganın altıymış gibi görünüyordu.
Derken bir gün telefonum çaldı. Arayan, yazılım sektöründeki en zeki insanlardan biri olarak kendisine kusursuz bir itibar edinmiş olan, üniversiteden eski bir dostumdu. Bana başprogramcısı olduğu büyük şirketten yeni ayrıldığını ve kendi şirketini kurmaya hazırlandığım söyledi. Aklında yeni bir yazılım tarzına ilişkin, onun deyişiyle “parlak bir fikir” olduğunu ve güvenebileceği bir ortağa ihtiyaç duyduğunu söylediğini bugün hâlâ hatırlanın. İlk tercihi bendim. “Bu, büyük bir şey kurmak İçin bir fırsat Peter,” dedi her zamanki coşkulu tavnyla. “Hadi ama. Eğlenceli olacak.”
Bir parçam evet diyebilecek güvenden yoksundu. Yeni bir iş kurmak hiçbir zaman kolay değildir, özellikle de ileri teknoloji alanında. Ya başarısızlığa uğrasaydık? Bir bakıma mali durumumuz arapsaçına dönmüştü. Digitech Software’in kıdemli başkan yardımcısıyken iyi maaş alıyor ve babamın ancak hayal…