Yerim Seni ÖSS | Erdal Demirkıran


Eğer
Hiç takılmadan 10’a kadar sayabilecek düzeyde matematik,
Yemek yerken kaşığı kulağına değil de ağzına götürebilecek kadar biyoloji,
Evine bildiğin en kestirme yoldan gidebilecek kadar fizik,
Doğum tarihini ezberden söyleyebilecek kadar tarih,
Yağan şeyin kar değil yağmur olduğunu anlayabilecek kadar coğrafya,
Başkalarından yardım almadan adını yazabilecek kadar Türkçe,
Çaya şeker yerine tuz atmayacak kadar Kimya biliyorsan,

Emin ol ki senin için ÖSS, doğum gününde en kestirme yoldan evine gidip senin için yaptırılan doğum günü pastasının üzerindeki yazıyı okuyarak mumları eksiksiz sayıp üfledikten sonra pastanın tadına bakıp dışarıda yağan yağmuru seyrederek çay keyfi yapabilmen kadar kolay bir iştir…

Şimdiii yukarıda sayılanları yapamıyorsan lütfen usulca bu kitabı yerine koy ve hiç zaman kaybetmeden git uyu.
Yapabiliyorsan bu kitabı al, en kısa zamanda oku ve dert etme, o iş tamam…

Yaşayanlar ve Nefes Alanlar

Anlatılanlar her zaman doğru değildir; ama anlatan kişiler hep doğj zannedildiği için söylediklerini çoğu koz ciddiye alır insan Hatta çoğu zaman kendim reddeder; bildikleriyle değil, anlatılanlarla yaşar. Zaman geçer, kendini tanıyamadan, yapma istediklerini yapamadan çeker gider Kafasının tam ortasında,
Senin için  yapabilirim, emret
diyerek,   bilmen   ve   bilinmeyen  tüm  kapıları   ardına  kadar açan muhteşem bi’ makine varken. birçok insan ona;  Beni boş ver sen. duymuyor musun, mille! ne diyor? şeklinde  bir  cevapla  gen  döner.   Ve  insan  topladığı  birkaç ucuz kelime ile sirekh kendini inkar ederek yaşıyor    Desinler, demesinler, diyorlar, demiyorlar, öyleymiş böyleymiş…’ Sonuçta dünyada çok insan yaşamıyor. Birkaç kışı yaşıyor, geri kalanlar sadece söylentilerle bu birkaç kişi  yaşatıyor. Kaldı ki bu birkaç Kışının söyledikleri, yığınların önüne taşınırken neredeyse tamamen bozularak geliyor. Bu durumda çoğunlukla  söylenen de yanlış oluyor,  söyleyen de   Yaşayan da yanlış oluyor yaşanan da
Bu yazıyı okuman nefes aldığının delilidir; yaşadığının değil… Belki yaşıyorsundur da! Kim bilir?
Yaşayabilmen umuduyla…

Büyülü Köşk
Bir zamanlar büyülü bir köşk vardı. Bu köşke kimse giremiyordu. Girenler üst kata çıkamadan korkularından kalp krizi geçirerek daha alt kattayken ya ölüyor ya da bayılıyorlardı. Köşkün girişinde hiçbir problem yoktu; ama merdivenlerden yukarıya doğru tırmanınca, daha önce hiç görülmemiş bir şeyin yüce kanatları yansıyordu duvarda, ‘kartal’ desen ‘kartal’ değil, ‘kaplan’ desen ‘kaplan’ hiç değildi bu… ‘Uçan timsah’ gibi bir şeydi. Sessiz olması çok daha korkunçtu. Öyle garip bir şeydi ki bu sessiz canavar, gölgesi bile insanları deli ediyordu. Bu korku günlerce sürdü. En sonunda devrin en güçlü pehlivanına haber saldı kasabanın ileri gelenleri. Pehlivan geldi. Kılıcını kuşandı ve büyülü köşkün büyüsünü paramparça etmek için köşke girdi… Biraz sonra yüzyılın en büyük çığiığıyla dışarı çıktı tabi ki. ‘İmdaaat!’ diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Olduğu yere çöktü pehlivan. Pehliyordu… Tam bu esnada bir çocuk sıyrıldı ve eve girdi. ‘Gel, dur, gitme!…’ bile diyemediler. Pehlivan da diyemedi. Herkes korkuyordu. Pehlivan ‘Kurlarının… Canavar, çocuğu yiyecek!’ diye bağırdı; ama çocuk çoktan girmişti bile eve. Usulca peşinden girdiler. Çocuk giriş katta değildi. Ev her zamanki gibi sessizdi; fakat duvara yansıyan o korkunç canavarın kanatlarının gölgesi de yoktu ortalarda. Sessizlik ürkütüyordu Korka korka çıkıyorlardı merdivenlerden. Ahşap merdivenler, üzerinden geçen korkuyu gıcırtıya dönüştürüyordu. Yavaş yavaş çıktılar
Yukarı çıktıklarında çocuk bir taburede sakince oturuyordu. ‘Ne yapıyorsun?’ dediler çocuğa. ‘Canavarı öldürdüm!’ dedi çocuk, elinde^ ki minik lekeyi göstererek. Sonra anladılar, meğer karanlık köşkün açık unutulan lambasının önüne bir sivrisinek dadanmış, duvara yansıyan da onun kanatlarıymış.
Üzgünüm! Bazen canavar sandıkların, üçüncü sınıf bir lambanın önüne gelmiş dikilmiş topal bir sivrisinekten ibaret olabiliyor. Bazen bu sivrisinekler çok özel de olabiliyor. Ve insan daha doğar doğmaz bu sivrisineğin etkisine girip yıllarca çıkarmayabilir. Ve yıllar akıp gittikçe insan bu sivrisinekle beraber aynı beşikte, aynı mahallede, aynı okulda büyütülüyor. Hiç kimse fark edemiyor, büyüdükçe korkusu da artıyor. Üstelik bu özel sivrisinek, özel insanlar tarafından her geçen gün daha da ihtimamlı bir şekilde beslenerek büyütülüyor. Neyse, fazla uzatmaya gerek yok! Bu kitap birilerinin ‘Aman haa!’ diyerek dayattığı, gözü gibi bakarak besleyip büyüttüğü bu özel sivrisinekle nasıl başa çıkılacağını anlatıyor. Bundan sonraki bölümde bu özel sivrisinekten kısaca ‘ÖSS’ diye bahsedeceğim.

Uyarı: Şimdi, ÖSS nasıl gelmiş, nerden gelmiş, ne kadar akıl ürünü bir uygulama?… Sırasıyla bu soruların cevaplarını vereceğim; çünkü biliyorum, sen orada durduğun gibi durmayacaksın… Yarın bir gün dönüp sen geleceksin şimdikilerin yerine. ‘Ne iş yapıyorsun?’ diye soracaklar. ‘Etkiliyim, yetkiliyim…1 deyip unvanının arkasına saklanmamalı ve şimdiki sinek besicileri gibi davranmamalısın… Gerekeni yapmalısın, sadece gerekeni…

ÖSS’nin İcadı

ÖSS büyük icat doğrusu. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi valla!
Her yıl milyonlarca insan sınava giriyor. Biz de malum, tembel adamlarız. Becerip de herkesi üniversiteye alamıyoruz. O halde bir eleme sistemi oluşturalım da işimize bakalım. Üniversitelerimizin toplam kapasitesi 350.000 kişi. Bunu da göz önünde bulundurarak acilen bir önlem almamız lazım.
dedi birkaç iyi adam… Sonra dağıldılar… Uzun uzun düşündüler…
Bir gece vakti en cevval olanları topladı bu iyi adamları. Arşimet’ten daha da büyük bir buluş yapmış gibi bağırdı:
Bulduuum
Yav ne buldun, nasıl buldun?… bile diyemediler. Adam açıkladı:
Bir sınav yapacağız ki dillere destan!… En iyileri seçeceğiz bu sınavla, en çalışkan olanları alacağız okullara.
Nasıl?
dedi en meraklı olanı.
Abi şimdi sen söyle bana, bu 2.000.000 öğrenciden kaçını almak istiyorsunuz siz okula.
350.000
dedi kırmızı suratlı dişlek, göbeğini kaşırken…
Tamam, gerisi benim işim. Küçük bir ayarıma bakar.
dedi Necati, gülüştüler. Kısa boylu, erken tipli olan fırladı hemen:
Büyük adamsın Necati Abi. Senden korkulur valla! Onun işi buydu: Necati’yi gaza getirmek…
Ne zannettiniz beni oğlum?
diye şımardı Necati. Gaza geldi, göğsü kabardı… Meraklı olan, biraz kıt beyinli de olduğu için açıklama istedi.
Kardeşim, anlatsanıza şunu, nasıl olacak bu İş? Necati, derin bir açıklama yaptı:
Bak abi; bir kazanı suyla doldur ve ateşin üstüne koy. Ve bu su daha buz gibiyken emir ver, herkes elini bu suya soksun. Sana kimse itiraz etmez, edemez de zaten. 2.000.000 insan sana güvenip elini sokar bu suya…
İki milyon derken öğrencileri kastediyorsun!
dedi. Yüzünde acayip bir gurur ifadesi oluştu adamın. ‘Nasıl anladım ama, üniversiteye hazırlanan öğrencileri kastettiğini!’ der gibiydi yüzünde beliren ani gülüş kıvrımı. Cevval Necati devam etti:
Evet abi, onları kastediyorum. Su ısındıkça, bazıları ne yapacak?
Elini çekecek tabi ki!
diye atladı uzun burunlu lacivert kravatlı olan.
O halde ateşin miktarını artırdıkça yavaş yavaş dökülecek eli yananlar.
diyerek tamamladı cümlesini Necati.
Vay bee!…
dedi herkes içinden. Gülümsemeleri görülmeye değerdi.
Sonuçta iki milyon öğrenciden 1.800.000’i elini çekinceye kadar ısıyı artıracağız. Suyun altındaki ateşin ısı miktarı bizim elimizde. İstediğimiz kadar artırırız ısıyı. İstersek sadece bir kişi kalıncaya kadar artırırız hem de.
İyi de üniversiteyle ‘kazan’ın ne ilgisi var? Onu hiç anlayamadım!
diyerek komik oldu kırmızı suratlı… Gerçi kimse gülmedi bu komediye; çünkü gülünç olan önemli bir kişiydi.
Mecaz abi. dediler sadece.
Haa tamam o zaman; ama bari İsmi güzel bir şey olsun.
dedi önemli adam. Cevval Necati ayağa kalktı ve
İsim hazır abi. SS. dedi, gür sesiyle…
Oha! O ne öyle?
diye çıkıştı lacivert kravatlı…
Ne oldu abi. ‘Seçme Sınavı’nın kısaltılmışı, SS. Üstelik okunuşu da ‘es es’ yani ‘Rüzgar gibi es’ anlamına da gelebilir hattı zatında…
diyerek ‘SS’yi açıkladı Necati.
Olmaz öyle şey, SS… Bari ‘ÖSS’ olsun. Yani ‘ÖEsEs’ ki bu da zaten ‘Öğrenci Es Es’ anlamına gelir. Sizinkinde de ‘es es’ diyor; ama kime dediği belli değil. Ha, şimdi aklıma geldi. Bu ayrıca ‘Öğrenci Seçme Sınavı’ anlamına da gelir.
Herkes garip bir neşeyle sessiz sessiz lacivert kravatlı olan adama bakarken, Necati araya girdi:
Harika bir fikir vallal… Ben bunu hiç düşünmemiştim.  Budur!
dedi ve toplantı sona erdi.

Benzer İçerikler

DANIEL GOLEMAN DUYGUSAL ZEKÂ

gul

Prozac’ı Bırak Platon’a Bak | Ezgi Başer, Prof. Lou Marinoff

yakutlu

Kendine Bir İyilik Yap | Bilge Göksu

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy