Benimle Çıkar mısın? | Selçuk Erez


“Edebiyat, kurgusunun ummadık, beklenmedik dönüşümleriyle, sıra dışı anlatımıyla ve sözleriyle, sözcükleriyle beynimizde haz uyandırmalıdır.

Yazar, yazdığı her paragraftan sonra kendi kendine ‘Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!’ demeli ve bu sloganı iki yüz otuz iki sayfalık bir yapıtta en az on beş kez tekrarlamalıdır.

Kısa öykü, buna çok elverişli olanaklar sağlayan bir edebiyat türüdür ve bu niteliklere büründüğünde sadece yazanına değil, okuyanına da iyi gelir.”

Benimle Çıkar mısın? okuyanı her öyküde farklı yerlere davet eden, götürdüğü hiçbir durakta hayal kırıklığına uğratmayan bir kitap. Selçuk Erez’in teklifini kabul ettiğinize pişman olmayacaksınız.

Tabutu Tek Başına Taşıdı 

Yaz sıcağında herkese gömlek bile fazla gelirken ben lacivert takım elbiseyle anneme gidiyorum. Kapıyı çalmadan cebimdeki kravatı boynuma taktım. Annem on beş dakika gecikmiş olduğuma kızdı. Evin holünden içeri seslendi. “Geldi nihayet!” O bunu söyler söylemez üçünü tanıdığım, hepsi siyah tayyörler giymiş dört arkadaşı belirdiler. Hep beraber aşağıya inildi. Annem ve iki arkadaşı benim arabaya bindi, diğer iki hanım bir taksiye kuruldular. “Cenaze arabası nerede?” “Bahçıvan İsmet doğrudan doğruya kabristana getiriyor.” Ben bu soruyu sorar sormaz annem hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Arkadaşlarından Feriha Hanım bana, “Keşke sormasaydın… Kadıncağızın üzüntüsü depreşti. Allah vere de kalbine bir şey olmaya!” dedi. Yolda annemin üzüntüsü, başka soru sormadığım hâlde en aşağı dört defa daha depreşti; bu hâli Feriha Hanım’ı da etkiledi; o da annem kadar olmasa bile daha düşük dozda en az iki kez ağladı. Taksi kabristana bizden beş dakika sonra ulaştı. Kabristan’ın kapısında, “Sarıyer Avcılar, Atıcılar Kulübü” yazıyordu. Annem yine sinirlendi, İsmet’e telefon etti. “Nerede kaldınız? Öyle mi? O münasebetsize parasını ödedin mi? İyi… Tabut güzel olmuş mu? Peki. Hadi, uzatmayın… Çabuk gelin.”

Annem, İsmet’le biraz daha konuştu. Sonra arkadaşlarına açıkladı

“Marangoz geç gelmiş.”
“Anne, fazla üzüntü sana yaramaz… Sen istersen şu dilaltı
kalp ilacını al.
Arkadaşları da onayladılar.
“Al Meloş, al!”
Çantasını karıştırdı.
“Yanıma almamışım.”
“Yakında eczane yok mu?”
Daha fazla sinirlendi, “Eczaneyle uğraşacak zamanımız
yok!”

On dakika sonra cenaze arabası işlevi görmekte olan bir taksi İsmet’i, annemin komşusunun bahçıvanı Recep’i ve Feriha Hanım’ın aşçısı Haralambos’u getirdi. Böylece cenaze alayı bütünlenmiş oldu ve en başta İsmet’in taşıdığı tabut, hemen arkasında ağlamaya yeniden başlayan annem ve kendilerini tutamayarak gözyaşları döken arkadaşları, onların arkasında ben ve ellerinde kazmalar ve küreklerle Recep ve Haralambos, Caniko’nun gömüleceği yere kadar yürüdük. Annemin hepimizden çok sevdiği köpeğin gömüleceği yere varınca, o ana kadar kendini tutup ağlamamayı becermiş olan tek arkadaşı Betül Hanım da ağlamaya başladı.

“Zavallı daha gençti!”
“Kaç yaşındaydı?”
“On bir.”
“Köpekler için o yaş pek genç sayılmaz.”
Önceden hazırlanmış olan mezar biraz daha derinleştirildi, maun tabut mezara yerleştirildi.
Annem kendini nerdeyse çukura atacak; “Son bir daha
görseydim…”
“Yapma Meloş! Sonra rüyana girer.

Gömme işlemleri bitince mezarın başında bir dakika saygı duruşunda bulunduk ve ben annemin isteği üzere, Köpek Dünyası dergisine vermiş olduğum ölüm ilanını okudum.

Acı bir ölüm 

Melahat Palandöken’in yıllardır yanı başından
ayrılmamış olan fedakâr ve cefakâr CANİKO’sunu
yitirmiş bulunuyoruz. Acımız büyüktür.

En altta, küçük puntolarla:

Cenazesi yarın saat 14:00’te Sarıyer Avcılar ve Atıcılar
Kulübü’nde (Hotoz sokak, No. 12) denize bakan bölümdeki
bahçe duvarına komşu mezarında ebedi istirahatgâhına tevdi
edilecektir

Sonra kravatımı ve ceketimi çıkardım ve annemle iki arkadaşını arabama aldım. Diğer iki arkadaşı yine mezarlıkta beklettiğimiz taksiyle döndüler. Yolda Caniko’dan başka bir şey konuşulmadı. “Mezar taşı da yaptıracak mısın?” “Kulüp başkanı ile onun pazarlığını yapıyorum. Mezar için benden bir sürü para aldı. şimdi de ‘taş olmaz’ diyor. Herhalde daha fazla para koparmak niyetinde.” “Ne yapacaksın?” “Çaresiz vereceğim. Annem ve arkadaşları merhumun ruhuna dua etmek ve herhalde lokma yemek için annemin evinde indiler. Annem eminim, benim de kalmamı isterdi ama bu kadarı fazlasıyla yettiğinden bir bahane uydurup ayrıldım. Ertesi gün uğradığımda cenazeye gelememiş olan birçok arkadaşının dün gece başsağlığına geldiklerini öğrendim.

22 Bir sene geçti, annem Caniko’yu unutmadı. “Sinemaya, tiyatroya gidip eğlenmek mi? İçimden gelmiyor!” Evinde çocuklarınkinden çok Caniko’nun resimleri var. Salonda, evlendiklerinde çekilmiş bir fotoğraf dışında rahmetli babamın başka bir resmi yok ama annemin Caniko’yla çekilmiş fotoğrafı, büyütülmüş, gümüşle çerçeveletilmiş, büfenin üstünde bütün görkemiyle duruyor. “Anne, sen en iyisi kendine bir köpek al.” “Behice de öyle söylüyor ama zamanla bu hayvancıklara çok alışıyorum ve ölmeleri beni fazlasıyla sarsıyor. Dahası da var: Ben çok yaşlandım. Köpekten önce ben ölürsem zavallıya hiçbiriniz bakmazsınız, sokaklara düşer… Ben de kabir azabı çekerim.”

Bir buçuk yıl geçti. Annem sadece bir yerde köpek gördüğünde değil, köpek havlaması işittiğinde bile ağlıyor. Annemin arkadaşı Feriha Hanım aradı. “Çetin, evladım. Annenin hâline ben çok üzülüyorum. Caniko’yu unutamadı gitti. Geçenlerde falla, ruhla uğraşan birilerine götürmüşler. Falcı beşinci katta oturuyormuş, asansör yokmuş. Güneş battığında mum yakıp ruh çağırmışlar.” “Kimin ruhunu?” “Kimin olacak? Köpeğin ruhunu çağırmışlar. Sakın böyle bir şey duyduğunu söyleme. Sonra yüzüme bakmaz. Ancak bunları bilmen gerekir.” Annemin bir kalp sorunu var… Böyle saçma bir şey yüzünden bu hâliyle beş kat çıkması beni korkuttu. Bir an önce bir çözüm bulmalı…

Bir arkadaşımın eşi psikolog; ona danıştım.
“Ne yapalım?”

“Bence köpek olmasa bile zamanla Caniko’ya olan sevgisini kısmen bile olsa üzerine çekecek bir evcil yaratık bulmalı.” Bulmalı da ne bulmalı? Köpek istemediğine göre nasıl bir hayvan? En samimi olduklarımdan başladım; sonra, orta derecede samimi olduklarıma, onlardan da yeni tanıdıklarıma kadar yayıldım: Çok sayıda insan derdimi öğrendi; annem kadar bana, evde hayvan beslenmeye bu kadar karşıt olduğum hâlde işimin gücümün arasında bu konuyla bu kadar meşgul olmak zorunda kalmama acıyan arkadaşlarım ilgilendi, çare önerdiler.

“Kedi?”
“Eskiden beri kedileri sevmez… Caniko da sevmezdi. Belki
ondandır.”
“Balık olabilir.”
“Balık hem bakımı güç, hem de insanla ilişkisi pek olmayan bir varlık.”
“Kaplumbağa yavrusu?”
“Onu da kucağına alıp sevemezsin.”
“Ama bakması kolaydır. Bir bildiğim besliyordu: Tatile
gittiğinde bir odanın klima cihazını açıyordu.”
“O zaman ne oluyordu?”
“Kaplumbağa, sahibi dönüp klimayı kapatıncaya kadar kış
uykusuna daldığından yerinden kıpırdamıyor, beslenmesi de
gerekmiyordu.”
“Çiş, kaka…”
“Bir şey yemediğinden o da yok.”
“Anneme laf arasında bahsettim. İlgi duymadı.”
Lisedeki sınıf arkadaşlarımdan biri duymuş, aradı.
“Ben bir çare önereceğim.”
Çok sevindim.
“Nedir?”

“Ağabeyim hariciyecidir. Madrid’e atanmıştı. Annem bir gelişinde ondan bir papağan getirmesini istemiş. Âlâsından macaw cinsi bir papağan getirmiş. Kafesi, tüm teşkilatı tamam. Ancak annem onunla yeterince ilgilenemediğinden midir nedir, papağan konuşmayı değil, komşunun durmadan havlayan köpeğinden havlamayı öğrenmiş. Bunların bir yaştan sonra bildiklerini unutup yeni bir şey öğrenmeleri güçleşirmiş. Yani hem bakması kolay, hem her gün iki kez tasma takıp sokağa çıkarman gerekmez. Hem de köpek değil ama havladığı için belki annenin ölmüş köpeğinin yerini daha kolay alır.” “Annen bu hayvandan ayrılabilir mi?” “Sevinerek… Kaç kişiye hediye etmeye kalkmış ama havladığını öğrenince geri götürmüşler.” Anneme teklifi, ona en yakın olan arkadaşı Feriha Hanım yaptı.

Annem önce -psikolog tanıdığımızın tahmin ettiği gibiistemez göründüyse de bir süre sonra ilgilenmeye, papağanlar hakkında soru sormaya başladı ve bir süre sonra çoğu Caniko’nun cenazesinde bulunmuş bir arkadaş heyetiyle havlayan papağanı almaya gittik. Papağan, kafası, boynu mavi, kanatları yeşil, göğsü kırmızı, çok hoş bir yaratık. İnsanın elinden çitlembik, fındık, fıstık yiyor. Elinde fıstık görse, aynen sahibinden bir şey isteyen köpekler gibi havlıyor. Şu andaki sahibinin onu sevmemesine neden olan bu havlamalar, annemin papağana kısa zamanda bağlanmasına neden oldu. Annem sordu, “Bu dişi midir, erkek mi?”

“Bilmem, kimse bana bir şey söylemedi. Ben de şurasını burasını pek incelemedim.” “Papağanın adı ne?” Sahibi o kadar ilgisiz ki kuşa ad bile takmamış. “Bilmem valla, ben ‘gel’ deyince geliyor, ‘git’ deyince gidiyor. Siz de öyle yapın.” Bu cevabı duyduğunda annemin aklından geçenleri düşünebildim: Bugüne kadar ihmal edilmiş, şefkatsiz bir ortamda yaşatılmış bir zavallı varlığı, bu vicdansızın pençelerinden kurtarmak gerekiyordu. O andan itibaren annemin bu kuşu buradan alıp götürmekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. Papağan, annemin evine taşındı.

Yol boyunca kafasını kafesinden uzatıp gelen geçene havlaması annemin çok hoşuna gitti. Papağanın taşınması için anneme refakat etmiş olan arkadaşları, papağana yer beğenilmesi, mamalarının, bakım takımlarının konacağı yerlerin saptanması konusunda da değerli fikirler yürüttüler. Saat beşte çay içilirken Behice Hanım, “Meloş, buna bir isim bulmanın sırası geldi!” dedi. Annem beş arkadaşı arasında küçük bir kamuoyu yoklaması yaptıktan sonra papağanın adının “Dük” olmasına karar verdi. “Anne, Dük erkek adı. Ya papağan dişiyse?” Bu sorumun cevabını Feriha Hanım verdi. “Bu çağda kadınlar her türlü eşitsizliğe isyan ediyorlar. Onlar da neden isterlerse erkek adı alamasınlar?” “Dük aynı zamanda bir köpek adı değil mi?” “Evet, biraz da o nedenle seçtim. Dişi papağanlar da isterlerse neden köpek adı takınmasınlar?”

Annem Caniko’nun yitiminden sonra ilk kez bu kadar neşelenmişti. Apartman komşularının, Dük’ün olur olmaz zamanlarda havlaması nedeniyle söylenmelerine, şikâyet etmelerine aldırmıyor, “Amaan bu hayvan düşmanları işi büyütürlerse başka yere taşınırım!” diyor. Ben bu konuda annemden çok farklı düşünüyorum: İş yerimdeki arkadaşlarımın çoğu benim evde hayvan beslemeyi asla doğru bulmadığımı, üstelik şu havlayan papağandan da nasıl nefret ettiğimi biliyorlar. İçlerinden birkaçının her fırsatta bana müstehcen papağan hikâyeleri anlatarak damarıma basması da tepemi attırıyor.

Benzer İçerikler

Keloğlan’nın Sihirli Değneği

yakutlu

Keloğlan’nın Sihirli Değneği | Ahmet Usta

yakutlu

Bedenin Sırları: Hayatımızı Değiştirecek Yeni Bir İnsan Biyolojisi | Daniel M. Davis

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy