Celeste şimdiye kadarki en kötü yazını geçirir. Çünkü ebeveynleri bir yolculuğa çıkarken can sıkıcı küçük kız kardeşi Esme’yi Celeste’e emanet eder. Yılın en sıcak gününde, büyükannesinin sıkıcı evinin verandasında dondurma yerken tüm yazını değiştirecek beklenmedik bir olay gerçekleşir: Kuzenleri Ferdinand gökyüzünden yere düşer.
Celeste, çılgın kuzeninin uçan otobüsüne binip Yedi Diyar Geçidi’ne yolculuk etmekten başka bir şansı olmadığını fark ettiğinde sonsuz ihtimallerle dolu bir macera başlar. Yedi Diyar Geçidi, Dünya’dan erişilemeyen boyutlara açılan geçitlerin olduğu; devler, büyücüler, periler, denizkızları gibi fantastik yaratıklarla dolu bir evren. Ancak Celeste, bir geçidin arkasında karanlık işlerin döndüğünü öğrendiğinde evrenin ve kuzeninin tehlikede olduğunu anlar. Kuzenini, evlerini ve hatta tüm diğer boyutları kurtarmak için Celeste’in cesaretini toplayıp kendini keşfetmesi gerek.
Beklenmedik Bir Misafir
Celeste ve Esmerelda Barden ön verandada dondurma yerken Ferdinand yılın en sıcak gününde gökyüzünden düştü. Şaşırtıcı bir inişti: ne bir uyarı vardı ne de bir “iyi günler” demek. Bir an gökyüzünde bir noktayken, bir an sonra yere çakıld. Ardından birbirine girmiş kollar ve bacaklar, lüks kadife bir sabahlığın üzerinde yere serildi. Şok içindeki Esmerelda birden oturduğu basamaktan ayağa fırladı. Dondurması burnuna çarpıp yere düştükten saniyeler sonra bir süt birikintisine dönüştü. Celeste, önce dondurma birikintisine, sonra hâlâ kıpırdamadan yatan kuzenine, ardından ağlamaya başlayan Esmerelda’ya baktı. “Hadi ama Esme, ağlama.” Celeste elbisesinin koluyla kız kardeşinin burnunu sildikten sonra kuzenine doğru ilerledi. “Ferd? İyi misin?” Bacaklarının arkasından ter damlıyordu.
Hava o kadar sıcaktı ki nefes almak bile acı veriyordu ama sabahlığının kürklü bordo yakasından masmavi gökyüzüne bakar Ferdinand’ın canının yandığı kadar değil. “Ferd?” diye tekrar denedi Celeste. “Yaralandın mı?”
“Ferd?” diye tekrar denedi Celeste. “Yaralandın mı?”
Esme acıklı acıklı burnunu çekti. “Bana ölmüş gibi geldi.”
“Hiç yardımcı olmuyorsun,” dedi Celeste.
“Ama dondurmamı düşürmem hep Ferd’ün suçuydu.”
“Benimkini al.” Celeste külahı Esme’nin eline tutuşturup kuzeninin yanına çömeldi.
“Zaten yarısını yemişsin!”
Celeste iç çekti; küçük kız kardeşinin somurtmaya devam edeceğini biliyordu. “Ayrıca bu vanilyalı!” Esme’nin sesi yükseldikçe yükseliyordu. Biraz daha devam ederse mahalledeki bütün köpekler ona eşlik etmeye başlayacaktı. “Sessiz ol.” Celeste Ferd’ün hiç kırpmadığı gözlerinin önünde ellerini çırpıp nabzını kontrol etmeye çalıştı. Hiç belirti yoktu. “Sadece sıkıcı insanlar vanilyalı dondurma yer,” diye tutturdu Esme. Dondurmayı tekrar Celeste’e fırlattı ama en uygun şartlarda bile düzgün nişan alamazken yılın en sıcak gününde de hiç beceremedi. Vanilyalı dondurma topu havada uçarak Ferdinand’in yüzüne yapıştı. “Esme!” dedi Celeste. “Ferdinand yaralanmış olabilir. Yüzüne dondurma atmak tavsiye edilen bir ilk yardım şekli değil.”
Celeste, Ferdinand’in yaralanmasının pek de mümkün olmadığını biliyordu. Elbette, kuzeninin az önce gökyüzünden düştüğü düşünüldüğünde, bu akıl almaz görünebilirdi. Ancak Ferdinand sıradan bir kuzen değildi. Ferd biraz tatlıya düşkün olduğu için dondurma yüzüne düşer düşmez kuzeninin uzun burnu seğirmeye ve sağ elindeki bütün parmaklar titremeye başladı. En sonunda, kıpkırmızı dilini çıkarıp dondurmayı yalamaya başladı. Ferdinand doğruldu.
“Pekâlâ,” dedi parlak gözlerle etrafa bakarken. “Celeste! Esmerelda! Selam! Sıcak bir gün, değil mi? Dondurma için muhteşem bir gün.” “Öyleydi,” dedi Esme somurtarak. Ağzını silerken çekinerek kuzenine baktı. “Selam Ferdy. Senin burada olmana sevindim. Annem ve babam yine evde değiller ve Celeste’i bakıcım yaptılar ama ondan daha sıkıcı birini seçemezlerdi. Hayatım boyunca hiç bu kadar sıkılmamıştım.” “İmkânı yok!” dedi Ferd, zarif bir kol ve bacak hareketiyle ayağa kalkıp giysilerinin tozunu silkerken; üzerinde bordo sabahlık ve onun altında çok şık lacivert bir takım elbise vardı. Havaya kalkan toprak, solmuş çim ve bir parça portakal kabuğu Celeste’in tenis ayakkabılarının üstüne düştü. “Celeste sıkıcı bir tip değil. Onunki gibi bir hayal gücüne kapıldığında, eğlence peşinden koşmaya başlar.” Ferd, Celeste’e doğru eğilip büyüleyici bir şekilde eğri büğrü ama bembeyaz dişlerle dolu bir gülümsemeyle sırıttı. Güneş ışığı, sol kulağındaki yıldız şeklindeki küpeden ve saçlarındaki yanardöner renk tonlarından yansıyordu. Işıltıdan gözlerinizin kamaşmaması oldukça zordu.
“Selam o halde. Sıcak bir gün, değil mi?” “Evet, bunu zaten söylemiştin,” dedi Celeste sabırla. Ferdinand gibi kuzenlerin anlamlı konuşmaya başlaması bazen biraz zaman alıyordu. “Söylemiş miydim?” Ferd kafasını kaşıdı. “Üzgünüm. Gökyüzünden düşünce beynim biraz afallıyor, nasıl olduğunu bilirsiniz. E sarılın o zaman bana.” Celeste kendini kuzenlerinin ufak bir nane dokunuşuyla, tarçın ve portal aromalarını taşıyan hoş kokusuna teslim etti. Biraz sihir vaat eden türden bir kokuydu ve bugünkü gibi pis kokan sıcak bir günde bu sihir, buz dolu bir küvetten daha hoş geliyordu.
“Ah! Küçük Emma!” Ferd sabahlığın iç cebinden bir gözlük çıkarıp burnunun ucuna yerleştirerek Esme’nin yüzüne baktı. “İsmimi biliyorsun,” dedi Esme. “Daha önce söylemiştin.” Yine de kıkırdadı çünkü bu Ferd’le aralarındaki küçük oyunlardan biriydi. Celeste her seferinde katılmayı reddediyordu. “Evet, evet tabii ki, Ebony.” Ferd gözlüğü burnunun üstüne itip Esme’yi en ince ayrıntısına kadar inceliyormuş gibi yaptı. “Bir metre altı santimetre,” dedi Ferd, Esme’nin etrafında ağır ağır yürürken. “Bir metre sekiz santimetre,” diye düzeltti. “Fee fi fo fum, çocuk kokusu aldı burnum, çiğ ya da pişmiş fark etmez, açlığımı gidermeye yeter, elimizde bir fasulye sırığı var.1 ” Ardından göz kamaştırıcı dişleriyle tekrar gülümsedi. “Bunun sebebi tüm o dondurmalar olmalı.”
“Yakında Celeste’den daha uzun olacağım!” Esme parmak uçlarında yükselip sanki konuşurken kemikleri büyüyormuş gibi esnedi. Celeste gözlerini devirdi. “Aman büyük marifet.” “Senden daha büyük olduğum ve bana patronluk taslayamayacağın zaman olacak!” “Bu kez neden gökyüzünden düştün?” diye sordu Celeste, inadına kız kardeşini görmezden gelerek. “Uçmaya mı çalışıyordun?” diye ekledi Esme Celeste’in önüne geçerken.
“Fizik bana meydan okumaya devam ediyor,” dedi Ferd, bir kolunu Esme’ye, diğerini Celeste’e dolayıp onları kendine çekerken. “Ama bir bakıma evet, uçuyordum. Dürüst olmak gerekirse azıcık stres atmak için Bonnie’yi biraz hızlandırırken, en sevdiğim iki kuzenimi aylardır görmediğimi hatırladım. Eh, onları ziyaret etmenin tam zamanı!” Ferd burnunu çekip dalgın dalgın Celeste’in bir tutam saçıyla oynadı. “Gökyüzünde kendini kaptırmak çok kolay. Akrobatik hareketler yaparken çok heyecanlanıp biraz fazla takla atmışım. Yaşlı kadının artık ömrü tükeniyor. Bu tarz süslü işleri sevmiyor. Motoru kaldırmıyor, bu yüzden beni fırlattı.” Ferd bir kez daha burnunu çekip gökyüzüne baktı. “Her an,” dedi Ferd. “Her an…” Gerçekten de bir dakikadan az sürmüştü. On saniye sonra karman çorman bir örtü gibi boyanmış olan otobüs Bonnie birdenbire ortaya çıktı. Tekerlekleri, onu havada tutacak kadar enerji üreten, titreşip çırpınan binlerce büyülü tüyden oluşuyordu.
Yerden bile Celeste, pencereden dışarıyı rahat rahat görebilmek için itişip kakışan içerideki ıvır zıvırın gölgelerini görebiliyordu. Otobüs inişe geçtiğinde, sedir ağacından yapılma bir gardırop kapılarından birini kaldırdı ve içindeki bütün ceket ve elbiseler coşkuyla dalgalandı. “İşte benim kızım,” dedi Ferd, otobüse bir öpücük göndermek için Celeste’in omzundaki kolunu kaldırarak. “Benim için geri geleceğini biliyordum. Dışarıdan sert görünür ama aslında yufka yüreklidir.” Otobüs yaklaşırken gürleyip homurdandı, sanki pekâlâ, bir şekilde eve gitmen gerekiyor der gibiydi. “Hayatımın aşkı, ruhumun ateşi,” diye şakıdı Ferd otobüse doğru, Bonnie de yerden birkaç santimetre yukarıda asılı kalırken ıslık çaldı. Celeste ve Esme, tekerleklerden emirler veren tüyümsü ufak seslerin mırıltısını duyabiliyordu.
“Şimdi yavaşça.”
“O kadar sertçe sola dönme!”
“Köpek kakasına dikkat et!”
Tekerler toprağa değdiğinde sevinç çığlıkları gürültülü bir şekilde yükseldi. Barden’ların garaj yolundan gelen toz, otobüsün etrafını kaplayan egzozdan güçlü bir yabani leylak kokusu sızdı. “Selam, yaşlı kız,” dedi Ferd. “Seni kızdırdığım için üzgünüm. Beni affettin diyebiliriz sanırım? Şu andan itibaren yol boyunca sabit bir hızla ilerleyeceğiz ve vites artırmaktan kaçınacağım.” Bonnie son kez istemeye istemeye gürledikten sonra motor huzurlu bir sessizliğe büründü. “Buna da şükür,” dedi Ferd omuz silkerek ve sabahlığının içindeki başka bir cepten mendil çıkarıp Celeste’in yakasındaki bir parça tozu ve Esme’nin burnundaki bir tutam çamuru temizledi. “Ne diyelim, kuru üzümlerim? En büyük korkum gerçek oldu ve tüm dondurmalar bitti ama sanırım… acil durum erzakım var Geçitl…” “Evet, lütfen!” diye bağırdı Esme. “Senin evine gidebilir miyiz? Lütfen?” “Bağırma,” diye çıkıştı Celeste. “Dünya’da bile olmayan büyülü bir eve koşa koşa gidemeyiz.
İşler ters gidecek olursa başı belaya girecek olan sen değilsin.” “Koşa koşa gitmeyecektik, uçacaktık,” dedi Esme oldukça mantıklı bir şekilde. “Belki başka zaman.” “Ama burada yapacak hiçbir şey yok! Eğer Ferd ile gidersek bir maceraya atılabiliriz.” Esme haklıymış gibi gülümsedi ama ağzına bulaşan kurumuş dondurma bu etkiyi biraz bozuyordu. “Ah evet,” dedi Ferd. “Son ziyaretinizden bu yana yeni sakinler geldi. Macera sizi ön kapıda bizzat kendisi karşılayacak. Kafasında şapkasıyla. Oldukça süslü.” Celeste hevesle otobüse baktı. Gerçek şu ki, o da herkes kadar (belki daha da fazla) bir maceraya atılmak istiyordu ama o ablaydı ve ablaların sorumlulukları olurdu. Özellikle de sorumlu olması gereken yetişkinler yaz boyunca dünyanın çok uzak bir köşesinde gönüllü olarak görev yaparken. Üstelik, özellikle ailesinin gitmeden önce ona söylediklerini göz önünde bulundurursak, artık (ergenlik yaşlarına çok da uzak olmayan bir dönemdeyken) sorumluluklarını düşünmeye başlamasının zamanı gelmişti. Oley! Büyükannesinin ev işlerini yapmasına ve kız kardeşine bakmaya yardım ederek, mantıklı ve olgun yetişkin kararları vererek pratik yapabilecekti.
Bunun çok eğlenceli olacağını ona zorla kabul ettirmişlerdi. Celeste bunun kulağa pek eğlenceli gelmediğini düşünmüştü; aslında, Dünya’da yapmak istediği en son şeymiş gibi geliyordu. Mars’ta yapılacak tek şey bu olsaydı, yine de bunu seçmezdi. Fakat söz konusu, bilirsiniz, kendi hayatı olduğunda hâlâ söz sahibi olacak kadar büyümemiş gibi görünüyordu. Celeste ön bahçelerini inceledi; bu kadar uzun, sıcak bir yazdan sonra büyük kısmı kurak ve ölü görünüyordu (bir de tabii fıskiyeleri açmayı unuttuğu için). Aylardır savaştığı öfke, hayal kırıklığı ve hızla tükenen sabır gibi duygularını yansıttığını tahmin ettiği yüz ifadelerini kontrol etmek için mücadele ediyordu.
Başını kaldırdığında, Ferd’ün de dalgın dalgın ön bahçenin çorak halini izlerken bir yandan da kendisine sinsi bakışlar attığını gördü. “Üst akıl ne diyor?” diye sordu Ferd. Esme, Ferd’ün sabahlığının kolundan çekiştirerek otobüse doğru götürmeye çalışıyordu fakat Ferd cana yakın bir tavırla başını okşadıktan sonra tek kaşını kaldırarak Celeste’e baktı. “Şey, sadece senin evinden uzak durmamız gerekiyor. Hatta annem, babamla birlikte gitmeden önce, ‘Kuzeninle kaçmak yok. Kesinlikle hayır! Tehlike! Uzak durun! Zehirli: Sakın girme!’ dedi. Bilirsin. Bu tarz şeyler.” “Kulağa oldukça ciddi geliyor,” dedi Ferd.
…