Martıya Uçmayı Öğreten Kedi | Luis Sepúlveda


DOSTLUK NE ZAMAN BAŞLAR?Okyanusa dökülen petrolden zehirlenen genç martı Kengah, karaya ulaşmayı ve orada yumurtlamayı başarır. Ölmeden önce, içinde yavrusunun bulunduğu yumurtayı kedi Zorba’ya emanet eder ve ondan üç konuda söz ister: Zorba, yumurtayı yemeyecektir; yavru doğana kadar yumurtayı sıcak tutacak, ona gözkulak olacaktır; bir de yavru doğunca ona uçmayı öğretecektir!

12 dile çevrilen ve şimdiden çocuk klasikleri arasına giren Martıya Uçmayı Öğreten Kedi, iyi niyetle başlayan bir dostluğun yarattığı mucizeyi anlatıyor çocuklara: Birbirinden çok farklı iki canlının bir arada yaşamasının, birbirini sevip saymasının pekâla mümkün olduğunu… Bir kedi ile yavru bir martı arasındaki inanılmaz sevgi ve dostluğu, hem iç sızlatan hem de gülümseten bir üslupla sunarken, en az yerçekimi, yağmur ya da kış uykusu kadar “doğal” ve inandırıcı bir dil kuruyor Luis Sepúlveda.

İçindekiler

Birinci Bölüm
Kuzey Denizi…………………………………………………………………..11
Kocaman, Şişko Bir Kara Kedi………………………………………..14
Ufukta Hamburg …………………………………………………………… 21
Bir Uçuşun Sonu ……………………………………………………………26
Öğüt Peşinde ……………………………………………………………….. 30
Garip Bir Yerde………………………………………………………………35
Her Şeyi Bilen Bir Kedi…………………………………………………. 40
Zorba, Sözlerini Tutmaya Başlıyor ……………………………….. 46
Hüzünlü Bir Gece…………………………………………………………. 49
İkinci Bölüm
Anaç Bir Kedinin Portresi………………………………………………55
Anne Olmak Kolay Değil…………………………………………………58
Fırsat Kollayan Tehlike…………………………………………………..63
Tehlike Dur Durak Bilmiyor …………………………………………..67
Yavru Dişi Martı mı, Yavru Erkek Martı mı?…………………… 73
İçindekiler
Şanslı, Gerçekten de Şanslı ……………………………………………78
Uçmayı Öğreniyoruz………………………………………………………83
Kediler Bir Yasağı Delmeye Karar Veriyor……………………….89
İnsanın Seçimi ………………………………………………………………93
Bir Dişi Kedi, Bir Erkek Kedi ve Bir Şair………………………….97
Uçuş…………………………………………………………………………….103

Hayalimdeki en iyi tayfalar olan
çocuklarım Sebastián, Max ve León’a.
Hamburg Limanı’na, çünkü oradan
gemiye bindiler ve tabii ki kedi Zorba’ya.

Birinci Bölüm

Kuzey Denizi

“İskele tarafında ringa sürüsü,” diye haber verdi gözcü; Kızıl Kum Feneri’nden gelen martı sürüsü haberi çığlıklarla karşıladı, rahatlamışlardı. Altı saatten beri durmaksızın uçuyorlardı; kılavuz martılar onları okyanusun üzerinde süzülmelerini sağlayan hoş sıcak hava akımlarından geçirmiş olsalar da güçlerini toplama gereksinimi duyuyorlardı; bunun en iyi çaresi de midelerini ringalarla şöyle tıka basa doldurmaktı. Elbe Irmağı’nın Kuzey Denizi’ne kavuştuğu yerin üzerinde uçmaktaydılar. Aşağıda, peş peşe dizilmiş gemileri görüyorlardı, gemiler dünyanın dört bir yanındaki limanlara yönelmek üzere açık denizlere ulaşmak için sıra bekleyen sabırlı ve disiplinli deniz yaratıklarına benziyorlardı. Gümüşsü tüyleri olan martı Kengah, özellikle gemilerin bandıralarına bakmayı severdi, çünkü bilirdi ki her biri ayrı bir konuşma tarzını dile getirir, nesneleri farklı biçimlerde, değişik sözcüklerle adlandırır. “İnsanların işi ne kadar güç.

Biz martılar, dünyanın her yerinde aynı biçimde çığlık atarız,” diye bağırdı bir gün Kengah, uçuş arkadaşlarından birine. “Haklısın. En şaşırtıcı olan da, arada bir kendi aralarında anlaşmayı başarabilmeleri,” diye yanıtladı arkadaşı. Kıyı çizgisinin ötesindeki manzaranın rengi kopkoyu bir yeşildi. O uçsuz bucaksız çayırda, su bentlerinin gölgesinde otlamakta olan koyunlarla yel değirmenlerinin tembel kanatları seçiliyordu. Kızıl Kum Feneri martıları sürüsü, kılavuzların talimatları üzerine bir soğuk hava akımının içine daldı ve ringa sürüsüne doğru pike yaptı. Yüz yirmi beden denizi ok gibi deldi; sudan çıkarlarken, her martının gagasında bir ringa vardı. Mis gibi ringalar. Lezzetli ve tombul. Den Helder’e kadar sürecek uçuştan önce güçlerini toplamaları için gereken tam da buydu işte. Den Helder’de, Frisonnes Adaları’ndan gelen martı sürüleriyle buluşacaklardı. Uçuş planına göre, Den Helder’den sonra Pas-de-Calais’ye ve Manş’a kadar gideceklerdi; Seine Kıyıları sürüleri ve Saint-Malo sürüleri onları orada karşılayacak ve Biscaye semalarına kadar onlara eşlik edeceklerdi. Böylece hızlı mı hızlı, gümüşsü bir bulutu andıran bin martı olacaklardı; Belle-Ile, Oléron, Machichaco, Apio ve Peñas burunlarından gelen sürülerin de katılımıyla, sayıları iyice artacaktı.

Deniz ve rüzgârın yasalarının izin verdiği tüm martılar Biscaye göklerinde uçmaya başladıklarında, Baltık Denizi, Kuzey Denizi ve Atlantik martılarının büyük kurultayı başlayabilecekti. Güzel bir toplantı olacaktı bu. Kengah, üçüncü ringasını avlarken aklından bunu geçiriyordu. Her sene olduğu gibi güzel öyküler anlatılacaktı; özellikle de Peñas Burnu’ndan gelme martılarınkiler pek ilginç olurdu; kimi zaman Kanarya Adaları’na ya da Yeşil Burun Adaları’na dek uçan yorulmak bilmez yolculardı o martılar. O ve öteki dişi martılar sardalyelerden ve kalamarlardan büyük ziyafet sofraları hazırlarken, erkekler bir yalıyarın kıyısında yuva kuracaklardı. Dişiler yuvalara yumurtlayacak, her türlü tehlikeden uzak kuluçkaya yatacak ve civcivler tüy çıkarmaya başlar başlamaz da, yolculuğun en hoş bölümü başlayacaktı: Biscaye göklerinde onlara uçmayı öğretmek. Kengah dördüncü ringasını yakalamak için suya daldı, böylece havayı delip geçen alarm çığlığını duymadı. “Sancak tarafında tehlike, acil kalkış!” Kengah kafasını sudan çıkardığında, koskoca okyanusun üzerinde yapayalnızdı.

Kocaman, Şişko Bir
Kara Kedi 

“Seni yalnız başına bırakmak bana çok zor geliyor,” dedi çocuk kocaman şişko kara kedinin sırtını okşayarak. Sonra sırt çantasını doldurmaya devam etti. En sevdiği müzik gruplarından biri olan PUR’un kasetini alıyor, çantaya yerleştiriyor, sonra çıkarıyor, sonra da onu yeniden çantasına mı koysun, yoksa masanın üzerinde mi bıraksın bilemiyordu. Tatile giderken yanına neleri alacağına, neleri evde bırakacağına bir türlü karar veremiyordu. Kocaman şişko kara kedi en çok sevdiği yer olan pencere kenarına kurulmuş, dikkatle onu seyrediyordu.

“Deniz gözlüğümü aldım mı yanıma? Zorba, gözlüğümü gördün mü? Yok yok, sen onu bilmezsin, sen suyu sevmezsin ki. Neler kaçırdığının farkında değilsin. Yüzme, en eğlenceli sporlardan biridir. Çikolata?” diye önerdi çocuk, bir paket kedi çikolatasını eline alarak. Kediye her zamankinden daha fazla çikolata verdi, kocaman şişko kara kedi de zevki iyice çıksın diye çikolatayı ağır ağır çiğnemeye koyuldu: Amma lezzetli çikolatalardı; çıtır çıtır, balık tadında! “Muhteşem bir çocuk bu,” diye geçirdi içinden, ağzı dolu dolu. “Muhteşem de ne demek; çocukların en iyisi o,” diye düzeltti yutkunurken. Kocaman şişko kara kedi Zorba’nın böyle düşünmekte haklı nedenleri vardı; çocuk cep harçlığını ona tadına doyulmaz çikolatalar almak için harcar, çişini yaptığı kutunun içindeki kumları değiştirir, üstelik önemli şeylerden söz ederek onu eğitirdi.

Birlikte balkona kurulup saatler boyunca Hamburg Limanı’ndaki bitmek bilmez koşuşturmacayı seyrederlerdi, o zamanlarda çocuk ona örneğin şöyle derdi: “Şu gemiyi görüyor musun Zorba? Nereden geldiğini biliyor musun? Liberya’dan geliyor gemi, çok ilginç bir Afrika ülkesidir orası, çünkü köleler tarafından kurulmuştur. Ben büyüyünce bir yelkenlinin kaptanı olup Liberya’yı görmeye gideceğim. Sen de benimle geleceksin Zorba. İyi bir deniz kedisi olacaksın. Buna eminim.” Limanın bütün çocukları gibi, o da uzak ülkelere yolculuklar yapmayı hayal ederdi. Kocaman şişko kara kedi onu mırmırlanarak dinler, kendini de denizleri yara yara giden bir yelkenlinin güvertesinde görür gibi olurdu.

Evet. Kocaman şişko kara kedi bu çocuğa karşı büyük sevgi besler ve yaşamını ona borçlu olduğunu aklından çıkarmazdı. Zorba bu borcun altına, tam da yedi kardeşiyle paylaştığı sepeti terk ettiği gün imza atmıştı. Annesinin sütü ılık ve tatlıydı, ama o, çarşıdaki insanların büyük kedilere verdikleri balık kafalarının tadına bakmak istiyordu. Bir balık kafasını olduğu gibi mideye indirmek değildi derdi, yok yok, kafayı sepete kadar sürüklemek ve miyavlayarak kardeşlerine: “Yeter artık zavallı annemizin sütünü emdiğimiz! Ne kadar zayıfladığını görmüyor musunuz? Alın balık yiyin, liman kedilerinin yiyeceği budur,” demek istiyordu yalnızca.

Sepeti terk etmeden az önce, annesi ciddiyetle miyavlamıştı ona: “Hem çeviksin, hem de cin gibi, bu çok güzel, ama dikkatli olmalı ve sepetten dışarı çıkmamalısın. Yarın ya da öbür gün insanlar gelip senin ve kardeşlerinin kaderi hakkında karar verecekler. Kesinkes çok sevimli isimler takarlar sizlere, hem beslenip bakılacağınız sıcak birer yuvanız olur. Bir limanda doğmak büyük bir şanstır, çünkü limanlarda kediler sevilir ve korunur.

İnsanların bizden bekledikleri tek şey, fareleri kovalamamız. Evet çocuğum, liman kedisi olmak büyük bir şanstır ama, dikkatli olmalısın, çünkü sende mutsuz olmana neden olabilecek bir şey var. Çocuğum, kardeşlerine bakarsan onların kürklerinin gri ya da kaplanlarınki gibi çizgili olduğunu görürsün. Sen ise, çenenin altındaki küçük beyaz leke dışında kapkara doğdun. Bazı insanlar kara kedilerin uğursuzluk getirdiğine inanırlar; işte bu yüzden yavrucuğum, sepetten dışarı çıkmamalısın.” Ne var ki, o zamanlar küçük bir kömür topağı olan Zorba, sepetten çıkıverdi. Balık kafalarının tadına bakmak istiyordu. Birazcık da dünyayı tanımaktı niyeti. Fazla uzağa gitmedi. Titrek kuyruğu dimdikti; bir balıkçı tezgâhına doğru pıtı pıtı yürürken, kafasını eğmiş uyuklamakta olan kocaman bir kuşun önünden geçti. Gagasının altında koskoca bir torbası olan çirkin mi çirkin bir kuştu bu. Birden kedicik ayaklarının yerden kesildiğini hissetti, ne olduğunu anlayamadan kendini havada takla atarken buldu.

Annesinin ilk derslerinden birini anımsayarak dört ayak üstüne düşebileceği bir yer arandı, ama kuş aşağıda gagasını açmış bekliyordu. Küçük kedi kuşun torbasının içine düştü, içerisi çok karanlıktı, üstelik korkunç pis kokuyordu. “Bırak çıkayım! Bırak çıkayım,” diye miyavladı umutsuzca. “Bak sen. Konuşuyorsun demek. Sen ne tür bir hayvansın,” diye gakladı kuş gagasını açmadan. “Bırak çıkayım, yoksa seni tırmalarım,” diye gözdağı verdi kedi miyavlayarak. “Bence sen bir kurbağasın. Bir kurbağa mısın sen,” diye gakladı kuş, ağzı hâlâ kapalıydı. “Boğuluyorum, salak kuş,” diye miyavladı minik Zorba.

“Evet. Sen bir kurbağasın. Kara bir kurbağa. Ne kadar garip,” diye gakladı kuş. “Ben bir kediyim, üstelik çok öfkeliyim! Çıkar beni buradan, yoksa pişman olursun,” diye miyavladı minik Zorba karanlık torbada tırnaklarını geçirebileceği bir yer ararken. “Sen benim bir kediyle bir kurbağa arasındaki farkı bilmediğimi mi sanıyorsun? Kediler tüylü olurlar, hızlı hareket ederler ve ev terliği kokarlar. Sen bir kurbağasın. Bir keresinde kurbağa yemiştim, ama o yeşildi. Söylesene, yoksa sen zehirli bir kurbağa mısın,” diye gakladı kuş kaygıyla.

“Evet! Ben zehirli bir kurbağayım, üstelik uğursuzluk getiririm!” “Bu da dert mi! Geçen gün zehirli bir kirpi yuttum, hiçbir şey de olmadı. Bu da dert mi! Seni yutsam mı, yoksa tükürsem mi…” diye kafa yormaya başladı kuş, ama bir daha gaklayamadı, çünkü birden sarsılarak kanat çırpmaya başladı, en sonunda gagasını açtı. Her yanı salyaya bulanmış olan küçük Zorba kafasını dışarı çıkarıp yere atladı. O anda, kuşu boynundan tutmuş silkelemekte olan çocuğu gördü. “Kör müsün nesin? Salak pelikan! Gel kediciğim. Az kalsın kuşun midesini boyluyordun,” dedi çocuk, sonra kediyi kollarına aldı. Beş yıldır sürmekte olan dostluk, işte böyle başlamıştı. Çocuğun, kafasına kondurduğu öpücük Zorba’yı anılarından uzaklaştırdı. Çocuk sırt çantasını yüklenip kapıya doğru yürüdü, orada bir kez daha hoşça kal dedi. “İki ay sonra görüşmek üzere. Her gün seni düşüneceğim Zorba, söz veriyorum.”

“Hoşça kal Zorba! Hoşça kal şişkocuğum,” diye bağırdı çocuğun iki küçük erkek kardeşi. Kocaman şişko kara kedi kapının iki kez kilitlendiğini duydu ve manevi ailesini uzaklaşmadan görebilmek için sokağa bakan pencereye koştu. Kocaman şişko kara kedi mutlu mutlu göğüs geçirdi. İki aylığına evin efendisi ve sahibi oydu. Bir aile dostu her gün gelip ona bir kutu mama açacak ve kumunu değiştirecekti. Tam iki ay boyunca koltukların, yatakların üzerinde yan gelip yatabilecek, balkona çıkabilecek, çatılara tırmanabilecek, yaşlı kestane ağacının dallarına çıkıp sonra ağacın gövdesinde kayarak avluya kadar inebilecekti, mahallenin kedileri hep orada olurlardı. Canı sıkılmayacaktı. Hem de hiç. İşte böyle düşünüyordu kocaman şişko kara kedi Zorba, çok yakında başına geleceklerden haberi yoktu çünkü.

Benzer İçerikler

Hüzün

yakutlu

Cankız’ın Kuzuları

yakutlu

Kenya’ya Yolculuk | Gülten Dayıoğlu

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy