“Beyaz Pantolon”
Büyümek dediğin…
Yaşar Kemal bize bütün eserlerinde yoksulları, ezilenleri, zulme uğrayanları, emekçileri, memleket insanını, çocukları anlattı… Bunca yoksulluğa, yoksunluğa, acıya rağmen, hayatın bu cehennem kıyısını anlatırken bile kelimelerini hep umuda kilitledi.
“Beyaz Pantolon” hikâyesinde, ayakkabı tamircisi Mustafa’nın bir beyaz pantolon alabilmek uğruna tuğla ocağında ölümüne verdiği mücadele, yazarın Sarı Sıcak kitabında yer alıyordu.
Şimdi ise, Sedat Girgin’in resimleriyle bağımsız bir kitap olarak okurlarla buluşuyor.
Çok sıcak vardı. Mustafa çocuk tere batmıştı. Dikmekte olduğu yırtık ayakkabı, Mustafa çocuğun elinde kalakaldı. Ötelere öyle bir daldı ki… Dışarda güneş, kasabanın eğri büğrü, bozuk, parkeleri sökülmüş caddesine alabildiğine çökmüştü. Karşı damın kirli duvarının köşesindeki kalın yapraklı incir ağacının koyu gölgesine dili bir karış dışarda bir köpek upuzun serilmiş uyukluyordu. Bir zaman köpeğe baktı. Öyle bir isteksizdi ki, yırtık ayakkabı sanki elinden düşecekti. Yan gözle, ustaya çaktırmadan, şöyle bir baktı. Usta her zamanki gibi işine dalmıştı. Ayakkabıyı örse koyup gelişigüzel bir çivi çaktı. Topuktaki yırtığı dikmeye başladı. Hiç canı istemedi, bıraktı.
Bu ayakkabı, şimdiye kadar eline gelen ayakkabıların en parçalanmışıydı. Her bir yanı dökülmüştü. Bunu dikip bitirebileceğini hiç aklı kesmiyordu. “Bunu ben yapamam,” dedi. Usta bir ara başını kaldırıp Mustafaya baktı: “Ne o?” dedi. “Ne o Mustafa, sabahtan beri evirip çeviriyorsun. Ne o?” Mustafa: “Usta,” dedi, “her bir yerleri dökülmüş. Bir araya gelmiyor ki…” Usta: “Uğraş hele,” dedi. Mustafa akşama kadar canını dişine takıp dikti söktü, dikti söktü. Olmadı. Ter burnundan oluk gibi akıyordu.
Karşıdaki incir ağacının ağır gölgesi gündoğu tarafına doğru uzandı. Güneş de karşı tepeye doğru indi. ‹şte bu sırada dükkana ustanın zengin bir arkadaşı, Hasan Bey geldi. Usta ile şakalaştılar.
Hasan Beyin bir ara gözü kan ter içinde kalmış çocuğa ilişti. Sonra ustaya: “Bu çocuğu üç günlüğüne versene bana,” dedi. “Tuğla ocağında çalışır mı?” Usta: “Çalışır mısın Mustafa?” diye sordu. “Hasan Amcan tuğla ocağı yakıyor.” Hasan Bey: “Üç gün, üç gece,” dedi. “Gündeliğini alırsın. Gündeliğin bir buçuk liradandır. Cumali var ya, Savrun mahallesinden Cumali, ona yardım edeceksin. ‹yi adamdır, seni çok çalıştırmaz.” Mustafa sevindi: “Peki Hasan Amca, anama söyleyim de…” Hasan Bey: “Söyle,” dedi. “Söyle de yarın bizim bahçeye gel. Öğleden sonra işe başlayacaksınız. Ben orada olmam. Sen Cumaliyi bul.” Usta haftada bir yirmi beşlik verir. Aylardan temmuz.
Bir ayda eder bir lira. Bir yazlık ayakkabı iki lira. Bir beyaz pantolon üç lira. Hepsi eder beş lira. Temmuz, ağustos, eylül… Hepsi ne eder? Üç lira. Demekki yazlık ayakkabıdan, sütbeyaz pantolondan umut kesik. Yaşşa bre Hasan Bey… Var olsun Hasan Bey. Hasan Bey gibi adam yok bu kasabada. Gündelik kaç? Bir buçuk lira, dedi. Üç gün, eder dört buçuk lira. Ellerini iyice yıkarsın, ama iyice, sabunla. Sonra beyaz keten ayakkabıyı kağıdından usulca çıkarırsın. Ayaklarını da iyice yıkarsın gıcır gıcır, sonra geçirirsin ayağına. Çoraplar da bembeyaz. Pantolona hiç el dokundurmamalı. Sakız gibi pantolon çabuk lekelenir.
…