Çocuklara ve Büyüklere Masallar | Üstün Dökmen


“İnsan davranışları, toplumsal gerçekler ve değerler…”

Masallarda gerçekler, gerçeklerde ise inanılmaz şeyler vardır. Bir çocuk ile bir yetişkinin hayal dünyası arasında önemli bir fark yoktur. Hem çocuklar hem yetişkinler için söylenecek masallar geleceğin dünyasında varlığını sürdürecektir. Eğitsellik açısından yazarı belli olan ve belli bir ileti vermek isteyen iki masal türü arasında yer alan bu kitapta, insan davranışları sorgulanmakta, irdelenmekte, günümüzde geçerli olan birtakım toplumsal değerler sunulmaktadır. Üstün Dökmen, Çocuklara ve Büyüklere Masallar’da, sadece küçüklere hitap etmiyor, büyüklerin de içindeki çocuğu harekete geçirip yetişkinler olarak dersler çıkarmalarının yolunu açıyor.

***

ÜSTÜN DÖKMEN (Prof. Dr.) 1954 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu Erzurum’da, liseyi Ankara’da bitirdi. Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans derecesi aldı. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü’nde 1988’de doçent, 1994’te profesör oldu. “Küçük Şeyler” dizisini yazdı ve uzun yıllar televizyonlarda sundu. Dökmen’in çok sayıdaki bilimsel makalesinin yanı sıra, psikoloji ve kişisel gelişim alanında kitapları, ayrıca romanları, tiyatro eserleri, masal kitapları bulunmaktadır.

***

İÇİNDEKİLER

Önsöz: Masalların Gerçeği………………………….. 9

Küçük Matruşka Nereye Gitti?………………….. 15

Hırsız Saksağan Mahkemede …………………….. 33

Sümüklüböcek, Anasına Babasına Karşı Gelen ve Tükürük Köftesi…………………….. 49

Yalnız Ağaç………………………………………………. 59

İnternet Bağımlısı Fil Yavrusu……………………. 69

İnatçı Eşek Anırlı……………………………………… 79

Havcan ve Ailesi ………………………………………. 87

Yemek Yemeyen Yavru Sincap………………….. 109

Ciğer Yemeyen Miyavcan ile Mavcan……….. 121

***

Bütün masalların en gerçeğini bana verdiği için Zehra’ya…

***

Masalların Gerçeği

Masalları sınıflamak istediğimizde öne çıkan iki tür vardır; anonimler ve yazarı belli olanlar. Türk Halk Masalları ve Grimm Masalları birinci gruba girer, Andersen Masalları ise ikinci gruba.

Tüm masallarda, özellikle anonim olanlarda, estetik yapının yanı sıra bir de eğitsel yapı vardır. Bunlarda, genelde güzel, büyülü bir dünyadaki olaylar anlatılırken aynı zamanda dinleyiciye/okuyucuya, âdeta “Hazır sırası gelmişken” mantığıyla yaşamda işine yarayacağına inanılan birtakım eğitsel iletiler sunulur. “Bunların modası geçmiş” diyerek eski resimlerin, minyatürlerin üzerinde değişiklik yapmamız yanlıştır. Benzer şekilde geçmişte söylenmiş halk masallarını bugün değiştirmeye veya “Fazla eğitsel” diye eleştirmeye hakkımız yoktur. Onlar, gelenekleri günümüze taşıyan, edebî, antropolojik birer belgedir.

Anonim masallarda olayların geçtiği dünya gerçeküstü olsa da masala yerleştirilmiş eğitsel iletiler gerçektir, en azından o gün için gerçekçidir. Özellikle Doğu kültürlerinde ortaya çıkmış anonim masalların ana amacı, çocuklara, onların hoşlanacakları büyülü bir sahnede, yetişkinlerin hoşlandıkları birtakım toplumsal değerleri aktarmaktır.

Yazarı belli masallar ise çoğunlukla belirgin bir eğitsel ileti vermek yerine, estetik kaygılar taşıyan bir edebiyat türüdür. Elinizdeki masal kitabı ise galiba eğitsellik açısından söz konusu iki masal türü arasında yer almaktadır; kitaptaki masallarda, bazen küçük küçük bazen büyük büyük eğitsel iletiler verilmektedir. Bu iletilerde, insan davranışları sorgulanmakta, irdelenmekte, günümüzde geçerli olan birtakım toplumsal değerler sunulmaktadır.

Şüphesiz ki yazarı belli bir masal da okuyucusuna, dinleyicisine belirli eğitsel iletiler verebilir. Ancak yazarlar bu iletilerin altını kalın bir kalemle çizmemeli, okuyucusunun gözüne, zihnine sokmaya çalışmamalıdır. Masaldaki eğitsel ileti estetiğin çok da fazla önüne geçmemelidir.

Bazı masal kuramcıları, “Masalı yazan ya da anlatan, masaldaki eğitsel iletinin altını kendi yorumuyla gereğinden fazla çizmemeli, masalı ahlak dersine çevirmemeli” der. Ben bu görüşü, “Masal yazarı veya anlatıcısı, masalını anlatırken şekeri pastadan çıkarıp çocuğun eline ayrıca vermemeli, şeker pastanın içine sinmiş olmalı” şeklinde ifade etmek istiyorum. Biz yetişkinler bunu becerdiğimizde, masalın hem edebî hem de eğitsel değerine saygı göstermiş oluruz.

Elinizdeki masallarda eğitsel ve estetik çizgileri tam olarak kaynaştırabildim mi, bilemiyorum. Dilerim kaynaştırabilmişimdir.

Adından da anlaşılacağı üzere elinizdeki masal kitabında, hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap edildiği iddia edilmektedir. Bu mümkün mü? Sanırım mümkündür. Küçük Prens gibi, Guliver gibi kimi masal kitapları, aynı anda hem çocuklara hem yetişkinlere hitap eder niteliktedir.

Çocuklar nasıl ki zamanla gelişip birer yetişkine dönüşür, masallar da âdeta buna benzer bir tarzda, zamanla hayal ürünü olmaktan çıkıp gerçek dünyanın –fiziksel dünyanın– bir parçası olurlar. En azından masallar, gerçek dünyadaki birtakım gelişmelerin habercisi, öncüsü olurlar. Bu konuda birkaç örnek vermek isterim:

Jules Verne’in birçok romanı, yazıldığı günlerde sadece bir masalken ilerleyen yıllarda yaşamın basit bir parçası oldu. Bir Eskimo masalına göre bir genç Eskimo, Ay’ı yeryüzüne indirmek, küçük parçalara bölüp aydınlatsın diye iglolora dağıtmak için çok uğraşmış ama becerememiş. Bu masaldaki görünür ileti, “Olmayacak işlere kalkışmayın” şeklinde olabilir fakat biz bugün insanın bu dünyada hayal edip de yapamayacağı bir iş olmadığını görüyoruz. Bir insan tek başına Ay’ı yeryüzüne indiremez; ancak binlerce insan, yüzlerce yıl uğraşıp Ay’ı yeryüzüne indirmiştir. Bugün dünyada Ay’dan gelmiş taşlar var ve geceleri milyonlarca ev bir şekilde, örneğin elektrikle aydınlatılıyor.

Ünlü masallardan Uçan Halı var. İlk anlatıldığında imkânsız olan bu olay da bugün gerçekleşmiştir. Uçaklarda halılar var bugün. En azından yanınıza ufak bir halı alıp uçakta üzerine oturabilirsiniz ve uçan bir halıya binmiş olursunuz.

Bir zamanlar saçma görünen Alaaddin’in sihirli lambası da günümüzde sanırım internete dönüştü. Alaaddin, sihirli lambasından bir şey istediğinde, lamba, dünyanın uzak bir köşesinde de olsa o şeyi getiriyordu. Şimdi bu işi internet yapıyor.

Bu arada insanları görünmez kılan pelerin efsanesi de galiba gerçekleşmek üzere veya gerçekleşti de görünmez olduğu için göremiyoruz.

Kısacası insanlar, birtakım yenilikleri, başlangıçta olmaz görünen şeyleri önce masallarda hayal ediyorlar, sonra da bu hayaller zaman içinde gerçeğe dönüşüyor. Bu durumda bir çocuğun hayal dünyası ile bir yetişkinin hayal dünyası arasında önemli bir fark bulunmadığını, bir masalın hem çocuklara hem yetişkinlere yönelik olabileceğini ileri sürebiliriz.

1960’lı yıllarda bazı kuramcılar, masal türünün yakında tarihe karışacağını söylediler. Bu görüşün doğruluğundan kuşku duymuştum. Nitekim az sonra hem çocukların hem yetişkinlerin ilgi odağı olan Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter gibi romanlar ortaya çıktı. Çocuklar için veya hem çocuklar hem yetişkinler için söylenecek masalların geleceğin dünyasında varlığını sürdüreceğine inanıyorum.

Bu düşüncelerden yola çıkarak elinizdeki kitabın hem çocuklara hem de yetişkinlere yönelik olmasını istedim. Ben çocukken masal kitaplarını, özellikle resimli olanlarını çok severdim; hâlâ öyleyim. Yaşınız kaç olursa olsun sizin de tüm masalları ve bu kitaptaki masalları sevmenizi diliyorum.

Küçük Matruşka Nereye Gitti?

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken ya da daha doğrusu pireler berber, horozlar tellal, develer vagon iken, çocuğum benden daha yaşlı olmuşken masallar gerçek, gelecek geçmiş oldu birden.

Siz, “Nasıl olur, ben anamın babamın beşiğini nasıl sallarım?” diye düşünürken size bir ipucu vereyim: Einstein’ın Görelilik Kanunu (eskiden kuramdı) vardır hani, bir astronot uzayda çok hızlı şekilde on yıl gitse, on yılda da dönse gemisinde, yirmi yıl geçmiş, yirmi doğum günü kutlamış olur kendince. Dünyaya döndüğünde ise geride bıraktığı on yaşındaki çocuğunu, otuz değil seksen doksan yaşında bulabilir, onun elini öpebilir. Çünkü bir sistem, hızlı gittiğinde zamanı yavaş, yavaş gittiğinde ise zamanı hızlı ilerler bu evrende. Sonuç olarak zamanda geçmişe veya geleceğe gitmek mümkündür. Belki de o eski tekerlemede, “Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken” diyen nineler, farkında olmadan zamanda yolculuk yapılabileceğini sezinlemişlerdi.

Eski bir tekerlemeyle başladık söze, çabucak geldik günümüze. Eskiye saygımız var şimdi; ancak fazlaca da rağbet gerekmez eskiye. Hani ne demiş nineler dedeler, “Eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı” diye. İşte öyle.

Neyse lafı uzatmayalım; uzun laf dinleyeni, uzun cümle okuyanı bezdirirmiş.

Günlerden bir günde bir matruşka ailesi varmış Ayçaların evinde.

Matruşka denen oyuncakta, küçükten büyüğe dizilen yuvarlak kafalı beş altı tahtadan bebek vardır. Üzerlerine insan ya da hayvan resimleri çizilmiş olan bu küçük bebekler, küçükler büyükler içine girecek şekilde iç içe yerleştirilir. Dışarıdan baktığınızda büyükçe tek bir matruşka görürsünüz, ancak onun içinde, boyutları giderek küçülen birbirine benzer dört beş matruşka daha vardır.

Ayça o gün matruşkalarıyla oynamak istedi; onları çıkarıp pencerenin önüne yan yana dizdi. En başa baba matruşka Bada’yı, yanına anne matruşka Meli’yi, yanına abla matruşka Cana’yı, sonra ailenin erkek çocuğu Kaya’yı, en sona da ailenin en küçüğü Mini’yi yerleştirdi.

Pencere açıktı.

O gün hava çok güzeldi.

Çok güzeldi o gün hava.

Bahçedeki dallarda, çitin üzerinde, çatının altında kuşlar vardı. Serçeler, kızılkuyruklar, kumrular hepsi bir ağızdan, bir avaz, avaz avaz ötüyordu.

Ayça kuşların çıkardığı sesleri dinledi. Ayça, on yaşında, yanakları çilli, saçı fıskiyeli bir kızdı; bütün çocuklar kadar güzeldi. Mandolin kursuna gitmişti, şimdi de piyano çalmayı öğreniyordu. Ne zaman bir kuş sesi duysa çıkardığı sesin hangi nota olduğunu anlamaya çalışırdı.

Her sesin mutlaka belli bir adı olmalıydı. Do mu, re mi, yoksa sol mu? Ya da la bemol, fa diyez falan da olabilirdi. Yine kulak kabarttı Ayça ancak bilemedi. Daldaki serçeye seslendi:

“Günaydın, ben Ayça. Az önce hangi notalarla öttünüz?”

Serçe, Ayça’ya anlamsız gözlerle baktı.

“Ben notasız öterim, nota bilmem” dedi.

“Ben notasız çalamam. Sen notasız nasıl ötüyorsun?”

“Biz kuşlar, kulaktan öğrendiğimiz şarkıları öteriz. Galiba bazı insan şarkıcılar da nota bilmeden kulaktan öğreniyorlarmış şarkıları. Biz de öyle. Sonra biz nota falan taşıyamayız yanımızda. Kulaktan öğrenmesek ne olurdu hâlimiz?”

“Haklısın tabii, metot kitabı ağır gelir size.”

“Dedem ile ninem kendi büyüklerinden kulaktan öğrenmişler, irticalen ötmüşler. Ben de annemden, babamdan kulaktan öğrendim, irticalen ötüyorum şimdi.”

Ayça, “İrticalen ötmek ne demek?” diye sordu. Serçe, “Doğaçlama” diye cevapladı.

Sonra Ayça, annesi Aysu Hanım’ın yanına mutfağa gitti. Aysu Hanım tavada soğan kavuruyordu. Kavrulmuş soğan kokusu mutfağa yayılmıştı. Ayça’nın karnı guruldadı, kendini, boş bir tabak kadar aç ve heyecanlı hissetti.

Ayça, “Anneciğim ne pişireceksin?” diye sordu. Annesi, “Patates veya karnabahar pişirmeyi düşünüyorum. Sen hangisini istersin?” dedi. Ayça, “Anneciğim karnım çok acıktı, sana zahmet karnabahar pişir de karnımda bahar bayram olsun” dedi. Annesi güldü. Çok güzel bir karnabahar pişirecekti.

Ayça matruşkalarıyla oynamak için odasına döndü. Anne matruşka Meli ağlıyordu.

Ayça’yı görünce gözyaşları arasında, “Başımıza gelenlere bak Ayça, Mini evden kaçtı; alıp başını gitmiş. Bir yerlere gitmesin diye sürekli göz kulak oluyorduk, gözümüzü üzerinden eksik etmiyorduk. Ama kaşla göz arasında kaçıp gitmiş. Bizi terk etti” dedi.

Evet, Mini evden gitmişti.

Evden gitmişti Mini.

Şimdi onu arayıp bulmak gerekliydi.

Mini’nin annesi ve babası çok kaygılıydılar; ancak ablası Cana ile ağabeyi Kaya üzülmüş görünmüyorlardı. (Söylemek istemezdim ama galiba kardeşler arasında kıskançlık vardı. Cana ile Kaya küçük kardeşleri Mini’yi kıskanırlardı.)

Kaya, “Anne öğle yemeğini ne zaman yiyeceğiz?” diye sordu.

Onun bu tasasız hâli annesi Meli Hanım’ı çok kızdırdı. “Bak sen şuna, kardeşi kaçıp gitmiş, biz kaygılar içindeyiz, onun aklı yemekte” dedi ve Kaya’nın kulağını çekmek istedi. Ancak matruşkaların kafalarında birer kulak çıkıntısı olmadığı için çekemedi; sadece oğlunun kafasındaki kulak resmini itiştirebildi.

Öte yandan Ayça, “Benim küçük arkadaşım evden kaçtı; demek ki beni sevmiyormuş, artık onu hiç göremeyeceğim” diye ağlamaya başladı. Baba Bada, “Ağlamayın, ağlarsak geri dönmez. Ne yapacağımıza karar verelim ilk önce” dedi.

Mini’nin ağabeyi Kaya, “Gazeteye, ‘Mini annen çok hasta, eve dön’ diye ilan verelim” dedi.

Bada, “İşe yaramaz oğlum, kardeşinin okuması yazması yok. En iyisi belediyeye söyleyelim, anons etsinler.”

….

 

Benzer İçerikler

Bir Köşkünüz Var mı? | Tarık Buğra

yakutlu

Tom’un İnanılmaz Maceraları – Sırlar Müzesi

yakutlu

Kaça Bölersin? | Güzin Öztürk

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy