Martıya Uçmayı Öğreten Kedi’nin yazarı Luis Sepúlveda’dan yine sevgi ve dostluk üzerine sıcacık bir öykü…
Küçük bir çocuk olan Maks ile kedi Miks’in yolları bir kestane ağacının dallarında kesişti, bir daha da birbirlerinden ayrılmadılar. Fakat bir gün, Miks’in gözleri görmez oldu ve artık zamanının tümünü evde geçirmeye başladı. Evde yalnız olduğu bir gün, beklenmedik bir misafirin kapısını çalmasıyla her şey değişti. Miks, bu küçük misafirine bir isim vererek onun hayattaki en büyük dileğini gerçekleştirdi. Küçük misafiri de gözlerini Miks’e ödünç verdi ve Miks artık dünyayı küçümen arkadaşının gözleriyle görmeye başladı. Bu sıradışı dostluk ikisini de çok mutlu ediyordu, çünkü şunu çok iyi biliyorlardı: “Gerçek arkadaşlar sahip oldukları en güzel şeyleri paylaşırlar.”
Öykümüz Hakkında
Birkaç Söz
Kedileri oldum olası sevmişimdir. Bütün hayvanları severim ama kedilerle aramızda özel bir bağ var. Yıllar önce bir Çinli astrologla tanışmıştım. Aslında insanların geleceği görebileceğine inanmam; herkesin kendi yazgısından sorumlu olduğunu ve her yazgının sürprizlerle dolu olduğunu bilirim. Yine de yıldız haritamı çıkarmasına razı oldum. Önce nerede, ne zaman ve saat kaçta doğduğumu sordu; sonra gizemli hesaplar ve simgelerle dolu bir harita çizdi. Uzun uzun düşünüp taşındı, sonunda şöyle dedi: “Evvel zaman içinde, geçmiş hayatlarından birinde çok mutlu bir kediymişsin sen, çünkü bir Mandarin’in, yani Çin imparatorunun sarayındaki yüksek rütbeli memurlardan birinin en gözde kedisiymişsin.”
Ne yalan söyleyeyim, uzakta, çoook eski bir hayatımda Çin’de yaşamış olduğumu, dahası bir Mandarin’in en sevdiği kedisi olduğumu duymak hoşuma gitmişti. Astrolog bana üç bronz kedicik hediye etti, üç tombiş kedi, her birinin arkasında küçük bir delik vardı. “Sakın karınlarını doyurmayı unutma,” diye tembihleyip sohbeti sonlandırdı.
Astroloğun söylediğini yaptım, yapıyorum da. Arada bir o deliklere minicik birer parça kedi maması koyuyorum. Bu sayede kedilerle aramdaki o büyüleyici bağı koruyormuşum gibi geliyor, bu da hoşuma gidiyor.
Kedileri severim, çünkü gizemli, çok onurlu ve bağımsızdırlar. Oğlum Maks’ın Münih Hayvanları Koruma Derneği’nden alıp evlat edindiği minik kedi Miks’le tanıştığımda, avucuma sığacak kadar ufak olmasına rağmen başını nasıl da dik tuttuğunu görünce şaşıp kalmıştım. Miks büyüdükçe beni şaşırtmaya devam etti, yüzü diğer kedilere hiç benzemiyordu. Yandan bakıldığında herkesin dikkatini çeken, adeta kalemle çizilmiş gibi, Yunan heykellerini andıran bir yüzü vardı.
Birazdan anlatacağım öyküde göreceğiniz üzere Miks olağanüstü bir hayat yaşadı. Onun yerinde başka bir hayvan olsa çok büyük acılar çekerdi. Miks ise guruldamalarından hissettiğimiz üzere iyimserliğini hiç kaybetmedi. Bütün kediler gibi bazen yanınızda olsa da uzaklara dalardı; yine bütün kediler gibi gizemli bir havaya bürünse de yüzünden hep büyük bir mutluluk okunurdu.
Kim bilir kaç kez sormuşumdur ona: “Aklından neler geçiyor Miks?”
Yanıt vermezdi elbette. Bundan sonra anlatacağım öykü, bu sorunun yanıtını verme, Miks’in kedice sessizliğini seslendirme çabasıdır.
Luis Sepúlveda Gijón, yaz sonu, 2012
Birinci Bölüm
Miks, Maks’ın kedisidir diyebilirim; ama aynı şekilde, Maks, Miks’in insanıdır da diyebilirim. Oysa hayat bize bir insanın başka bir insana ya da hayvana ait olmasının doğru olmadığını gösteriyor. Bu nedenle biz iyisi mi Maks ile Miks ya da Miks ile Maks birbirlerini seviyorlar diyelim. Maks ile Miks ya da Miks ile Maks, Münih’te oturuyorlardı. Yaşadıkları ev, ulu kestane ağaçlarıyla kaplı uzunca bir sokaktaydı. Yazın çok güzel gölge yapan bu cânım ağaçlar Miks’e hep büyük keyif vermiş, Maks’ın ise başına ne işler açmıştı. Miks henüz küçücükken Maks ile kardeşlerinin bir anlık dalgınlığından yararlanarak sokağa fırladı, serüvenin çağrısına kapılarak bir kestane ağacının en üst dalına tırmandı. Ne var ki en tepeye vardığı an inmenin çıkmaktan daha zor olduğunu anladı ve dala sıkı sıkı yapışıp “imdat” diye miyavlamaya koyuldu. O zamanlar kendisi de küçücük bir çocuk olan Maks, Miks’i aşağı indirmek için hemen ağaca çıktı. Gelgelelim en tepeye vardığında, aşağıya şöyle bir göz atmasıyla başının fırıl fırıl dönmesi bir oldu. Anlaşılan o da inemeyecekti. Bunun üzerine komşulardan biri itfaiyeyi çağırdı. İtfaiyeciler merdivenli, kıpkırmızı, kocaman bir arabayla geldi. Maks’ın kardeşleri, komşuları ve postacı aşağıdan bağırıp duruyordu: “Sakın hareket etme Maks! Sakın hareket etme Miks!” İtfaiye şefinin ışıl ışıl parlayan bir kaskı vardı. Açılıp uzayan merdivene tırmanmadan önce hangisinin Maks hangisinin Miks olduğunu sordu. O sırada kestane ağacının en yüksek dalında Maks Miks’i sıkı sıkıya tutmuş, “Gördün mü ne dertler açtık başımıza Miks,” diyordu. “Söz ver bana, alt dallara inip çıkmayı öğrenmeden ağacın tepesine tırmanmaya kalkışmayacaksın!” Maks kestane ağacının tepesinde bunları söyledi, çünkü Miks onun en iyi arkadaşıydı. Arkadaşlar birbirine destek olur, bir şeyler öğretir, başarıları da hataları da paylaşmasını bilir. Maks ile Miks yere indirildiklerinde önce itfaiye şefinin nasihatlerini dinlediler, sonra da üstleri başları kestane polenleriyle kaplı halde eve döndüler.
İkinci Bölüm
Miks büyüdükçe büyüdü. Önce sırtı siyah, göğsü beyaz tüylerle kaplı, güzel mi güzel, genç bir kediye, daha sonra güçlü kuvvetli, gözüpek bir yetişkin kediye dönüştü. Maks da büyümüş, her sabah bisikletle okula giden bir delikanlı olup çıkmıştı. Sabahları evden çıkmadan Miks’in kum kabını temizlemeyi, tabağını en sevdiği balıklı mamayla doldurmayı hiç ihmal etmezdi. Maks Miks’i koruyup kollardı, Miks de kileri. Maks farelerin, en sevdiği çikolatalı gevrek kutusuna yaklaşmasını hiç istemezdi. Aslında evlerinde fare yoktu. Miks yine de büyük bir zevkle kilere bekçilik ederdi, çünkü Maks onun arkadaşıydı. Arkadaşlar birbirlerini mutlu etmek ister. Bir gün Maks’ın okul arkadaşlarından biri Miks’in yüzü hakkında bir şeyler söyledi. O gittikten sonra Maks sözlükte “P” harfini açıp “profil” sözcüğüne baktı. Açıklamanın yanında eskiden yapılmış çeşitli insan suretleri gördü, hepsine bayıldı. Sonra Miks’i çağırıp masanın üstüne çıkardı ve sözlüğü gösterdi. “Baksana Miks, arkadaşım haklıymış, sende tam bir Yunan heykeli profili var.” Sahiden de Miks’in yüzü yandan bakınca Yunan heykellerini andırıyor ve bu onun sapsarı gözlerini iyice ortaya çıkarıyordu. Maks bazen ona Eski Yunan’la ilgili kitaplar gösterip Agamemnon, Akhilleus, Odysseus, Menelaos diye birilerinden bahsederdi. Bu insanların resimleri de yandan bakınca aynı Miks’in yüzüne benzerdi: hepsinin alnı çıkık, burnu düzdü. Maks bazen Miks’e seslenirdi, Miks gelmezse sokağa çıkıp gazeteci ya da postacıya sorardı: “Siyah tüylü, göğsü beyaz, iriyarı bir kedi gördünüz mü acaba?” “Şu Yunan heykellerine benzeyen kedi mi? Evet, gördüm. Bir kestane ağacına çıktı, oradan da evin çatısına atladı. Pek çevik bir şey doğrusu.” Bunun üzerine Maks rahatlardı. Miks’in canı isteyince döneceğini, çatıdan çatıya zıplarken kedice özgürlüğünün tadını çıkardığını bilirdi. Arkadaşlar birbirinin özgürlüğüne önem verir.
…