Mutlu Yıllar Paddington | Michael Bond


Ayı Paddington’ın öyküleri, tam elli yıldır dünyanın her yerinde çocukları eğlendirmeye devam ediyor.

“Paddington gibi ayılara çok ender rastlanıyor,” diyor Bayan Bird. “Hem bence bu iyi bir şey çünkü aksi halde marmelatlar için küçük bir servet harcamamız gerekirdi.”

İyi ki Paddington gibi ayılara az rastlanıyor. Çünkü Paddington ne zaman ev süsleme, fotoğraf çekme gibi işlere kalkışsa veya dedektifliğe filan merak salsa, ortalık karmakarışık oluyor!

Yine de… evde bir ayının olması güzel!

***

İÇİNDEKİLER

1. Ailece …. 7
2. Dekorasyon …. 23
3. Dedektif Paddington …. 38
4. Paddington ve Şenlik Ateşi …. 54
5. Otuz İki Numarada Sıkıntı …. 70
6. Paddington ve Noel Alışverişi …. 87
7. Noel …. 102

Birinci Bölüm

AİLECE

Brown ailesinin Windsor Bahçeleri 32 Numara’daki evi alışılmadık bir şekilde sessizdi. Sıcak bir yaz günüydü ve öğle yemeğinden sonra birden gizemli bir şekilde ortadan kaybolan Paddington dışında bütün aile üyeleri verandada oturmuşlar, ikindi güneşinin keyfini çıkarıyorlardı.

Kalın bir kitap okuyan Bay Brown sayfaları çevirirken çıkan hışırtı ve Bayan Brown’un örgü şişlerinin sesi dışında, sadece evin kahyası Bayan Bird’ün mutfakta çay hazırlarken çıkardığı sesler duyuluyordu.

Jonathan ve Judy kendilerini önlerindeki yap-boza kaptırmışlardı, tek kelime edemeyecek kadar meşguldüler.

Sessizliği ilk bozan, Bay Brown oldu. “Biliyor musunuz,” dedi piposundan bir nefes çekerek, “çok komik ama bu ansiklopediyi defalarca okumama karşın Paddington gibi bir ayıyla ilgili tek bir satıra rastlamadım.”

“Çok normal,” diye seslendi Bayan Bird. “Paddington gibi ayılara çok ender rastlanıyor. Hem bence bu iyi bir şey çünkü aksi halde marmelatlar için küçük bir servet harcamamız gerekirdi.” Bayan Bird sürekli Paddingon’ın marmelat düşkünlüğünden yakınıyordu ama bir yandan da acil durumlar için kilerde yedek bir kavanoz bulundurmayı ihmal etmiyordu.

“Henry,” dedi Bayan Brown örgüsünü bırakarak, “neden ansiklopedide Paddington’ı arıyorsun?”

Bay Brown düşünceli bir tavırla bıyığıyla oynadı. “Aslında belirli bir nedeni yok,” diye mırıldandı. “Sadece merak ettim, o kadar.”

Ailede bir ayının olması ağır bir sorumluluktu. Özellikle Paddington gibi bir ayının olması. Bay Brown bu konuyu çok ciddiye alıyordu.

“Mesele şu,” dedi kitabı kapatarak, “eğer bizimle temelli kalacaksa…”

“Eğer mi?” Bütün aile bunu dehşet içinde bir ağızdan söylemişti. Elbette Bayan Bird de onlara dahildi.

“Sen ne demek istiyorsun, Henry?” diye bağırdı Bayan Brown. “Eğer Paddington bizimle temelli kalacaksa ne demek? Elbette kalacak.”

“Bizimle kaldığına göre,” dedi Bay Brown aceleyle, “aklımda bir iki şey var. Birincisi, onun için özel bir oda düzenlemeyi düşünüyorum.”

Herkes bunu onayladı. Paddington eve geldiğinden beri konuk odasında kalıyordu. Kibar bir ayı olduğu için hiçbir şey söylememişti; ziyaretçiler geldiğinde odadan çıkmak zorunda kaldığında bile tek söz etmemişti. Ama Bay Brown uzun zamandır onun kendisine ait bir odasının olması gerektiğini düşünüyordu.

“İkincisi,” diye devam etti Bay Brown, “bir fotoğraf. Bir aile fotoğrafı çektirsek çok güzel olur bence.”

“Fotoğraf mı?” diye bağırdı Bayan Bird. “Bunu söylemeniz ne komik.”

“Öyle mi?” dedi Bay Brown. “Nedenmiş o?”

Bayan Bird çaydanlıkla uğraşıyordu. “Yakında görürsünüz,” dedi ve başka bir şey söylemedi.

Neyse ki soru yağmuruna tutulmaktan kurtuldu çünkü tam o sırada yemek odasında bir patırtı oldu ve Paddington pencerede göründü. Kocaman bir mukavva kutuyla uğraşıyordu. Kutunun en üstünde garip, metal bir nesne vardı.

Ancak diğerlerini şaşırtan şey, onun elindekiler değildi. Paddington’ın genel görüntüsüydü.

Kürkü olağandışı bir şekilde yumuşak ve altın rengi görünüyordu. Eski şapkasının geniş siperinin altından göründüğü kadarıyla kulakları, burnunun ucu gibi siyah ve parlaktı. Patileri ve bıyıkları bile bir başkaydı.

Herkes şaşkınlıkla bakakaldı. Bayan Brown örgüsünü düşürdü.

“Tanrım!” diye bağırdı Bay Brown, neredeyse çayını ansiklopedisinin üzerinde döküyordu. “Kendine ne yaptın böyle?”

“Banyo yaptım,” dedi Paddington alınmış görünerek.

“Banyo mu?” diye tekrarladı Judy ağır ağır. “Hem de kimse sana söylemeden?”

“Vay canına!” dedi Jonathan. “Bugün tarihe geçecek.”

“İyi misin?” diye sordu Bay Brown. “Hasta filan değilsin, değil mi?”

Paddington, neden olduğu heyecanı görünce incinmişti. Hiç yıkanmıyor değildi ki. Hatta çoğu sabah yıkanıyordu. Sadece kimi zaman üşeniyordu. Banyo yapmak, bütün kürkünün ıslanması anlamına geliyordu ve kuruması çok uzun sürüyordu. “Sadece fotoğrafta güzel görünmek istedim,” dedi.

“Fotoğraf mı?” diye tekrarladı herkes. Paddington’ın her şeyden haberdar olması çok garipti.

“Evet,” dedi Paddington. Eğilip mukavva kutunun etrafındaki ipi çözerken yüzünde çok ciddi bir ifade belirdi. “Kendime bir fotoğraf makinesi aldım.”

Brown’lar kutunun üzerine eğilmiş olan Paddington’ı izlerken bir sessizlik oldu.

“Fotoğraf makinesi mi?” dedi Bayan Brown sonunda. “Ama fotoğraf makineleri çok pahalı değil mi?”

“Bu pahalı değildi,” dedi Paddington güçlükle nefes alarak. Ayağa kalktı ve Brown’ların o zamana dek gördüğü en büyük fotoğraf makinesini gösterdi. “Çarşıda indirimden aldım. Sadece üç pound!”

“Üç pound mu?” diye bağırdı Bay Brown, çok etkilenmiş gibiydi. Diğerlerine döndü. “İndirimleri Paddington kadar yakından takip eden bir ayı görmediğimi söylemeliyim.”

“Vay canına!” dedi Jonathan. “Başına örtmek için siyah örtüsü bile var.”

“Şu uzun şey ne?” diye sordu Judy.

“Tripod,” diye açıkladı Paddington. Yere oturdu ve tripodun bacaklarını açmaya başladı. “Fotoğraf makinesini sarsılmaması için bunun üzerine oturtuyorsun.”

Bay Brown fotoğraf makinesini alıp inceledi. Makineyi çevirirken içinden paslı vidalar ve eski çiviler düştü. “Çok eski değil mi bu?” diye sordu düşünmeden. “Sanki biri bunu fotoğraf makinesi olarak değil de alet kutusu olarak kullanmış gibi.”

Paddington şapkasının siperini kaldırdı ve Bay Brown’a dik dik baktı. “Çok ender bulunan bir tür,” diye karşılık verdi. “Kelepir dükkânındaki adamı öyle söyledi.”

“Bence süper!” diye bağırdı Jonathan heyecanla. “N’olur önce benim resmimi çek, Paddington.”

“Sadece bir filmim var,” dedi Paddington ciddi ciddi. “Yedek film alacak param yoktu. Bu yüzden korkarım grup halinde resminizi çekmem gerekecek.”

“Bir ayı için çok karmaşık ve oldukça büyük görünüyor,” dedi Bayan Brown, Paddington fotoğraf makinesini tripodun üstüne oturtup tripodun bacaklarını uygun boya getirirken. “Kullanabileceğinden emin misin?”

“Sanırım,” dedi Paddington. Makinenin arka tarafındaki siyah örtünün altında gözden kaybolunca sesi hafifledi. “Bay Gruber bana fotoğrafçılıkla ilgili bir kitap verdi. Ben de yatak örtülerinin altında alıştırma yaptım.”

Portobello çarşısında bir antika dükkânı işleten Bay Gruber, Paddington’ın yakın arkadaşıydı ve onun bütün sorunlarını çözmesine yardım ediyordu.

“Öyleyse…” Bay Brown durumun kontrolünü ele aldı. “Hepimiz çimenliğe gidelim ve güneş parlamaya devam ederken Paddington resmimizi çeksin.” Paddington fotoğraf makinesi ve tripoduyla uğraşırken, o yürümeye başlamıştı bile.

Birkaç dakika içinde, Paddington her şeyin hazır olduğunu duyurdu ve gruptakilerin yerlerini kendi istediği şekilde belirlemeye başladı. İkide birde fotoğraf makinesine koşuyor ve onlara bir de mercekten bakıyordu.

Fotoğraf makinesi yere çok yakın olduğu için, Bay Brown, Jonathan ve Judy’nin arkasında çok rahatsız bir şekilde yere çömelmek zorunda kalmıştı. Bayan Brown ile Bayan Bird de iki yanda oturuyorlardı.

Paddington hiçbir şey söylemese de, fotoğraf makinesinden gördükleri karşısında biraz hayal kırıklığına uğramıştı. Bay Brown’u bıyığı sayesinde tanıyabiliyordu ama diğerlerini tanımak çok daha zordu. Herkes, sanki sisin içinde duruyormuş gibi bulanık görünüyordu. Bu çok garipti çünkü başını örtünün altından çıkardığında hava günlük güneşlikti.

Paddington çimlerin üzerine oturup kullanma kılavuzunu okurken, Brown’lar sabırla beklediler. Paddington bir anda bunun en ilgi çekici bölüm olduğunu fark etti. Eğer net ve berrak resimler istiyorsanız, fotoğraf makinesinin doğru uzaklıkta ve düzgün ayarlanmış olmasının ne kadar önemli olduğunu açıklıyordu. Hatta aradaki mesafeyi iple ölçen bir adamın resmi bile vardı.

Aradan dakikalar geçti. Çünkü Paddington yavaş okuyan biriydi ve incelenmesi gereken şemalar vardı.

“Umarım çok uzun sürmez,” dedi Bay Brown. “Bacağıma kramp girecek sanırım.”

“Ama kımıldarsan, Paddington kızar,” dedi Bayan Brown. “Bizi yerlerimize yerleştirmek için o kadar uğraştı ki. Çok da güzel oldu bence.”

“Size göre hava hoş,” diye homurdandı Bay Brown. “Siz oturuyorsunuz.”

“Şşş!” diye karşılık verdi Bayan Brown. “Bence neredeyse hazır. Bir parça iple bir şeyler yapıyor.”

“Bu da ne için?” diye sordu Bayan Brown.

“Sizi ölçeceğim,” dedi Paddington ipin ucunu bağlayarak.

“Senin için sakıncası yoksa,” diye karşı çıktı Bay Brown, Paddington’ın ne yapmaya çalıştığını anlayınca, “diğer ucu benim kulağıma değil de fotoğraf makinesine bağlamanı tercih ederim.” Cümlesinin sonu anlaşılamadı çünkü Paddington ipi sertçe çekmişti.

Paddington şaşırmış görünüyordu. Bay Brown’un kulağındaki düğümü ilgiyle inceledi. “Sanırım yanlışlıkla düğüm atmışım,” dedi sonunda. Paddington düğüm atmak konusunda pek başarılı değildi çünkü patileri bu işi çok zorlaştırıyordu.

“Aman Henry,” dedi Bayan Brown. “Ortalığı velveleye verme. Duyan da yaralandın sanacak.”

Bay Brown kulağını ovuşturdu ve kulak komik bir mor renk aldı. “Bu benim kulağım,” dedi, “ve de çok acıyor.”

“Şimdi nereye gidiyor?” diye bağırdı Bayan Bird, Paddington’ın aceleyle eve doğru koştuğunu görünce.

“Herhalde ipi ölçmeye gitmiştir,” dedi Jonathan.

“Of!” dedi Bay Brown. “Ben ayağa kalkacağım artık.”

“Henry!” dedi Bayan Brown. “Bunu yaparsan çok kızarım.”

“Artık çok geç zaten,” dedi Bay Brown. “Bacağım uyuşmuş.”

Neyse ki o sırada Paddington geldi. Önce güneşe, sonra da beklemekte olan gruba dik dik baktı. “Korkarım buraya gelmeniz gerekecek,” dedi, kullanma kılavuzuna baktıktan sonra. “Güneş yer değiştirmiş.”

“Şaşırmadım,” diye homurdandı Bay Brown, çimelere oturup bacağını ovuşturarak. “Biz işimizi bitiremeden güneş batmış olacak.”

“Resim çektirmenin bu kadar karmaşık bir iş olduğunu bilmezdim,” dedi Bayan Bird.

“Benim anlamadığım,” dedi Judy, “Paddington neden banyo yaptı? Kendisi resim çektirmiyor ki? Resim çekiyor!”

“Bu da başka bir sorun,” dedi Bayan Brown. “Paddington, sen resimde nasıl yer alacaksın?”

Paddington, Bayan Brown’a garip garip baktı. Bu daha önce düşünmediği bir şeydi ama artık düşünmenin zamanı gelmişti. Önce yapacak daha önemli işleri vardı. “Ben deklanşöre basacağım,” dedi bir an düşündükten sonra. “Sonra da diğer tarafa koşacağım.”

“Ama ayılar bile o kadar hızlı koşamaz,” diye üsteledi Bay Brown.

“Bence Paddington en iyisini bilir, Henry,” diye fısıldadı Bayan Brown. “Hem bilmese bile, ne olur bir şey söyleme. Eğer boşu boşuna banyo yaptığını anlarsa, dilinden kurtulamayız.”

“Ne kadar uzun bir örtü,” dedi Bayan Bird, fotoğraf makinesine doğru bakarak. “Paddington’ı göremiyorum.”

“Çünkü Paddington çok küçük,” diye açıkladı Jonathan. “Tripodu alçaltmak zorunda kaldı.”

Brown’lar yüzlerinde sabit bir gülümsemeyle oturuyorlardı. Paddington örtünün altından çıktı. Fotoğraf makinesinin önünde karmaşık ayarlamalar yaptı ve yeniden gözden kayboldu.

Birden herkes şaşkınlıkla fotoğraf makinesi ve tripodun öne ve arkaya doğru tehlikeli bir şekilde sallanmaya başladığını fark etti.

“Neler oluyor!” diye bağırdı Bayan Bird.

“Dikkat edin!” diye çığlık attı Bayan Brown. “Bize doğru geliyor!”

Hepsi birden ayağa kalkıp kaçmaya başladılar. Bir yandan da onları takip eden fotoğraf makinesine kocaman açılmış gözlerle bakıyorlardı. Ancak biraz sonra makine aniden durdu, sola döndü ve güllere yöneldi.

“Umarım iyidir,” dedi Bayan Brown endişeyle.

“Bir şey yapmamız gerekir mi acaba?” dedi Bayan Bird, Paddington boğuk bir çığlık atınca.

Ancak kimsenin bir şey söylemesine fırsat kalmadan, fotoğraf makinesi güllerin üzerinden kalktı ve yeniden çimenliğe doğru fırladı. İki kez ortadaki küçük havuzun etrafında dolaştı, birkaç kez havaya sıçradı, sonra sendeledi ve güm diye Bay Brown’un en sevdiği çiçek yatağının ortasına düştü.

“Ah!” diye bağırdı Bay Brown oraya doğru koşarken. “Petunyalarım!”

“Petunyalarını boşver, Henry!” dedi Bayan Brown. “Paddington’a ne oldu?”

“Ne olacak,” dedi Bay Brown örtüyü kaldırırken. “Kafası fotoğraf makinesine sıkışmış.”

“Dikkat et, baba,” dedi Jonathan, Bay Brown Paddington’ı bacaklarından çekerken. “Bıyıkları objektife sıkışabilir.”

Bay Brown çekmeyi bıraktı ve mercekten bakmak için yerde emekledi. “Hiçbir şey göremiyorum,” dedi bir an durduktan sonra. “İçerisi kapkaranlık.” Kapağa vurdu ve içeriden hafif bir çığlık geldi.

“Tereyağı!” dedi Bayan Bird mutfağa koşarak. “Biri bir yere sıkıştığında, tereyağı gibisi yoktur.” Bayan Bird, tereyağının gücüne çok inanırdı. Daha önce, Paddington bir yerlere sıkıştığında bu yöntemi kullanmıştı.

Bu arada Bay Brown ve Jonathan sayesinde, Paddington’ın kafası nihayet fotoğraf makinesinin içinden çıkmıştı. Paddington çimenlerin üzerinde kulaklarını ovuşturarak otururken pek süklüm püklüm görünüyordu. Hiçbir şey planladığı gibi gitmemişti.

“Bence,” dedi Bay Brown, sonunda ortalık sakinleştiğinde, “her şeyi eski haline getirelim ve deklanşöre bir ip bağlayalım. Böylece Paddington bizimle birlikte oturabilir ve makineyi uzaktan çalıştırabilir. Böylesi çok daha güvenli olur.”

Herkes bunun iyi bir fikir olduğunu kabul etti. Bay Brown grubu yeniden yerlerine yerleştirirken, Paddington da fotoğraf makinesini ayarladı ve bu kez düzgün duracağından emin oldu. İpi çok sert çekince makine biraz geri gitti ve tripod düştü ama sonunda büyük an geldi. Deklanşörden klik sesi geldi ve herkes rahatladı.

Fotoğrafçıdaki adam, Bayan Bird, bütün Brown’lar ve Paddington bir anda dükkândan içeri girince şaşırdı.

“Çok ender bulunan bir model bu,” dedi, Paddington’ın fotoğraf makinesini ilgiyle inceleyerek. “Çok ender. Daha önce bunlar hakkında bir şeyler okumuştum tabii ama ilk kez yakından görüyorum. Bunu… bunu kilerde filan saklamak gerek. İçinde o kadar çok tereyağı var ki.”

“Filmi takmaya çalışırken küçük bir kaza geçirdim de,” dedi Paddington.

“Hepimiz fotoğrafı çok merak ediyoruz,” diye atıldı Bay Brown. “Biz buradayken hazırlayabilir misiniz acaba?”

Adam bunu memnuniyetle yapacağını söyledi. Bütün gördüklerinden ve duyduklarından sonra, kendi de resmi görmek için can atıyordu. Brown’ları dükkânda yalnız bırakarak karanlık odasına koştu. Daha önce dükkânına küçük bir ayının geldiğini hatırlamıyordu hiç.

Geri döndüğünde, yüzünde kafası karışmış gibi bir ifade vardı. “Bu resmi bugün çektiğinizi mi söylemiştiniz?” diye sordu, pencereden dışarı, parlak güneşe bakarak.

“Doğru,” dedi Paddington, adama kuşkuyla baktı.

“Bakın,” dedi adam, “çok güzel aslında. Hepinizi görebiliyorum. Ama sanki bu fotoğraf çekildiğinde sis varmış gibi. Bir de şu ışık demetleri… sanki ay ışığı gibi… çok garip!”

Paddington resmi adamdan alıp inceledi. “Yatak örtüsünün altında el feneri yaktığımda böyle oluyor,” dedi sonunda.

“Bence ilk deneme için güzel bir resim,” dedi Bayan

Benzer İçerikler

Çocuk, Kurt, Koyun ve Marul | Allan Ahlberg

yakutlu

Bir Tür Kıvılcım | Elle Mcnicoll

yakutlu

Gözlerini Haramdan Sakın | Merve Özcan

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy