Sert esen rüzgârla birlikte karlar havalanıyor, toz duman birbirine karışıyordu. Fırtına yüzünden sokağın sonu görünmüyordu. Pencereye iyice yaklaştım. Gecenin içinde kar ve hayâller birlikte uçuşuyordu.
Keşke dedim, yine sarı çiçeklerle kaplı bir tarlada olsaydım! Treni kaçırsaydım ve yere serilmiş bir uçan halı çıkıverseydi karşıma. Peri Kızını, Burnu Bir Karış Havada Kaf Dağı Prensesini özlemiştim. İri Kıyımı, Devi, Kaf Dağı Padişahını…
***
İÇİNDEKİLER
Karlı, Karanlık Bir Gece… …. 9
Kehribar Ormanı …. 19
Fırın Bacası …. 27
Güvercinlik …. 35
Kaf Dağı Padişahının Masalı-1: Kuşlar Ülkesi …. 51
Gülve’nin Masalı …. 69
Kaf Dağı Padişahının Masalı-2: Kara Yılan …. 103
Kar Mavisi …. 121
Gizemli Değirmen …. 135
Heybe …. 149
Sırlar Kâşifi …. 165
Kaf Dağı Padişahının Masalı-3: Fısıltılar Ülkesi …. 189
Kara Büyücü …. 209
Dünya Güzeli’nin Sarayı …. 221
Son Hile …. 227
Yıldız Ormanı …. 235
Ömrümün en güzel masal kahramanı anneme…
Karlı, Karanlık Bir Gece…
Öyle çok kar yağıyordu ki yıldızlar görünmüyordu. Sokağımızdaki lambalar bir tül perdenin ardından ışıyor, uçuşan kar taneleri geceyi bir masal güzelliğine bürüyordu.
Yolun iki yanında sıralanan ağaçlar, karlarla kaplı dallarını yere eğmişti. Sert esen rüzgârla birlikte karlar havalanıyor, toz duman birbirine karışıyordu. Fırtına yüzünden sokağın sonu görünmüyordu. Pencereye iyice yaklaştım. Gecenin içinde kar ve hayâller birlikte uçuşuyordu.
Keşke dedim, yine sarı çiçeklerle kaplı bir tarlada olsaydım! Treni kaçırsaydım ve yere serilmiş bir uçan halı çıkıverseydi karşıma. Peri Kızını, Burnu Bir Karış Havada Kaf Dağı Prensesini özlemiştim. İri Kıyımı, Devi, Kaf Dağı Padişahını…
Serüven dolu o yolculuktan sonra pek çok kez bindim trene. Masal gibi görüntüler pencereden kayıp gitti. Fakat ne bir uçan halıya rastladım ne de bir uçan halı sürücüsüne. Bir daha ne zaman çıkarlardı karşıma kim bilir?
Bunları düşünürken, bakışlarım gecenin karlı ufkuna yöneldi. Bir kıpırtı vardı orada. Yıldız ışığı gibi, bir göz kırpma anı görünüp kaybolan bir kıpırtı. Bir kuş mu? Uykusuz bir gece kuşu, ya da şu büyük kanatlı kuşlardan biri! Keşke Zümrüdü Anka olsa!
Giderek yaklaşıyor. Kar, karanlık ve rüzgâr yüzünden ne olduğunu bir türlü çözemiyorum. Pır görünüyor, pır kayboluyor.
İyice yaklaşsa, gizem perdesi yırtılacak ve daha bir görünür hale gelecek. Fakat yaklaştıkça değişiyor. Belli belirsiz, dalgalanıyor, eğiliyor, yükseliyor, alçalıyor ve büyüyor…
Sonunda bunun bir şey olduğuna karar verdim. Sıra dışı bir şey! Nedense aklıma korkunçşeyler gelmeye başladı. Korkunç ejderhalar, kara bir bulutun içinde uçan kötü kalpli büyücüler, insan yiyen dev kuşlar ve ismini bilmediğim ama hayalimde kıllıktan kılığa giren türlü türlü canavarlar…
Belki de hemen perdeyi kapatmalı, koşa koşa yatağa gitmeli ve yorganı başıma çekmeliydim! Bunu yapmak yerine, daha da yapıştım cama. Merak ediyordum çünkü.
Yaklaştıkça koca bir karaltıya dönüşen o şeyi izlerken, korku ve heyecanla karışık bir duygu kapladı içimi. Hiçbir yöne dönmüyor. Belki de birazdan burun buruna geleceğiz. Ve o kocaman ağzını açıp bir lokmada yutacak beni. Balık kılçığı gibi çıtı çıtır kırılan kemiklerimin sesi duyulacak! Iıııy!
Korkuyla gözlerimi kapayıp çığlık atmaya hazırlandım. Rüzgâr ve karla birlikte bir şeyin vınnnn diye geçip gittiğini hissettim. Kalbim yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu.
Acaba neydi? Merakla pencereyi açtım. Başımı ileri doğru uzatıp sağa sola baktım. Gökyüzünü araştırdım. Yoktu. Ne çabuk uzaklaşmıştı! İçimdeki korku kuş gibi kanatlanıp uçuverdi.
Fakat yanılmışım! Başımın üzerinden bir şeyin alçaldığını hissettim. Tam göz hizama gelince durdu. Göz gözeydik!
İçimde büyüyen çığlığı engelleyemedim.
-İri Kıyımmm!
Sesim kulaklarımda yankılanmaya devam ediyordu. İri Kıyım’sa gülümsüyordu.
-Gözlük takmışsın, dedim.
-Kar yüzünden, diye cevap verdi. ,
-Peki, ne arıyorsun burada?
-Sorma, dedi, bir bilsen neler oldu?
-Neler oldu?
Meraklanmıştım.
-Hadi atla, yolda anlatırım, diye karşılık verdi.
Çok ani olmuştu. Aslında uzun uzun düşünmeli, bavul, çanta ve yolluk hazırlamalı, kimliğimi yanıma almalıydım.
-Tamam, deyip atlamaya kalktım uçan halıya.
“Dur, dur!” dedi iri Kıyım. Hava çok soğuk, paltonu giy! Eliyle havayı işaret ediyordu.
Bi koşu paltomu giydim, gümüş renkli atkımı boynuma doladım, beremi, eldivenlerimi taktım. Cebime de bayramdan kalan meyveli bonbonları doldurdum.
Ben hazırlanırken İri Kıyım pencereye iyice yaklaşmıştı. Kolayca bindim Uçan Halı’ya. Biner binmez de halı yükseldi yükseldi. Pek rahat değildi ama öyle özlemiştim ki Uçan Halıyla yolculuğu, gözlerimi dört açıp etrafı seyretmeye başladım. Bu da iyi bir fikir değildi. Rüzgârla savrulan karlar göz kapaklarımı, kirpiklerimi dondurdu. Bir süre hiçbir şey göremedim. Ta ki İri Kıyım cebinden çıkarıp bir gözlük uzatıncaya kadar! Gözlüğü takar takmaz gözlerim açılıverdi. Yakını, uzağı, en yakını ve en uzağı net olarak görebiliyordum artık.
Aşağıda evlerin ışıkları yanıyordu. Gece ne kadar yakışıyordu İstanbul’a. Her köşesini ezberlediğim bir şiir gibi biliyordum bu şehri. “Şu koruda koştum. Şu tepeye tırmandım. Şu yolda yürüdüm. Şu ağacın altında hayal kurdum. Şu bahçede çay içtim…”
Bir bir sıralıyordum gördüğüm yerleri.
“Şurası su köşkü, şurası yıldız köşkü, şu uzaktaki Topkapı Sarayı, denizin ortasındaki…”
-Kız Kulesi, diye tamamladı İri Kıyım. İstanbul’u ben de iyi bilirim.
-En güzel masallar burada yaşanır, dedim; en gizemli, en yıldızlı, en baharlı, en leylaklı masallar… Yaz gecelerinde mehtap denizin üzerine taht kurar burada. Adalardan Boğaziçi’ne kadar yıldızlara bezenmiş bir gök kuşatır İstanbul’u. Rüzgar, ayışığı ve denizin hışırtısı ipekten bir elbise gibi insanı sarıverir. Tatlı bir şerbet gibi yudumlarsın geceyi.
Eskiden böyle gecelerde, şehzadeler, sultanlar, padişahlar ihtişamlı saltanat kayığı içinde gezintiye çıkarmış. Zarif beyzadeler ve hanımefendiler de eşlik edermiş onlara.
-Peki ya kış gecelerinde?
-Bak işte, o kış gecelerinden birindeyiz İri Kıyım! Ve bir uçan halı geziniyor göğümüzde, diye cevap verdim.
İri Kıyım güldü. Henüz neler olduğunu anlatmamıştı. Ben de dilimin ucuna kadar gelen soruyu yutmak zorunda kaldım. Aşağıda bir yerlerde “Yapmayıın! Lütfen! Hayııııır!” diye bağıran bir çocuk çığlığı duymuştum çünkü. İri Kıyım da duymuştu bu sesi. Alçalmaya başladı. Böylesi fırtınalı havada bir çocuğun dışarıda olması pek hayra alamet değildi.
Kötü birileriyle karşılaşırsak diye elimi cebime attım. Bonbonlardan başka bir şey yoktu. Keşke annemin oklavasını da alsaydım, diye düşündüm ama artık iş işten geçmişti.
İyice alçalmamıza rağmen aşağıda neler olduğunu görmekte zorlanıyorduk. Rüzgâr şiddetini artırmıştı. İri Kıyım da pervasızca hareket ederek dikkat çekmeyi istemiyordu. Gerçi etrafta kimsecikler görünmüyordu. Yine de pencerelerden dışarıyı seyreden birkaç meraklı göz fark edebilirdi bizi. Derken daha yakından duyduk aynı sesi.
-Lütfen biraz daha alçal! Dedim. Bu fırtınada kimse bizi göremez!
İri Kıyım ustaca bir manevrayla alçalmaya başladı. Sahil boyunca uzanan geniş bir caddenin üzerindeydik. Başka zamanlarda vızır vızır işleyen koca cadde bomboştu. İri Kıyım deniz