Cankız ile Berivan, göz açıp kapatıncaya kadar, kuzuları ile birlikte kendilerini bir ağacın üstünde buldular.
Büyük bir hortum, onları uçan balon gibi, çiftliğin üstünde gezdiriyordu.
İki arkadaş, düşmemek için dallara sarılırken, diğer yandan da kuzularını koruyorlardı.
Ağaç havaya yükseldikçe, kimsenin onları kurtaramayacağını anlayan Berivan, ağlamayı bıraktı.
Hatta bu seyahatten hoşlanmaya bile başladı.
O, çiftliğin üstünde döndükçe keyif almaya, kendisini eğlence parkında, atlıkarıncanın koltuğunda oturmuş hissediyordu.
Ailelerinin bağırarak ve el, kol hareketleri yapmalarından, Çomar’ın havaya zıplayarak havlayışlarından ve sağa sola koşuşturmalarından hoşlanıyorlardı.
Anne ve babalarının korkmamaları ve üzülmemeleri için el sallayarak;
“Hey! Biz buradayız! Korkmayın! Bakin, ne güzel geziyoruz.”diyerek, seslerini duyurmaya çalıştılar.
Fakat onların, seslerini duymaları imkânsızdı.
Ne yazık ki, Cankız ile Berivan’ın eğlenceleri uzun sürmedi…
***
ÖNSÖZ
Sevgili Çocuklar;
Gönüllerimizin ve geleceğimizin umutları;
Sizlerin çağdaş, hoşgörülü, sevecen, çalışkan, okuyan, araştıran, sorgulayan… bireyler olarak yetişmeniz için biz yetişkinler olarak maddi ve manevi her türlü desteği vermeliyiz.
Sadece insanları değil, hayvanları, bitkileri, tüm doğayı seven ve koruyan, “sağlıklı doğa, sağlıklı insan…”diyen sizleri, her zaman sevmeli, korumalı ve desteklemeliyiz.
“Cankız” serisinde amaçladığım da işte budur. Önce çocuk, önce insan, önce sağlıklı doğa…
Birlikte mutlu yarınlar için kitap okuyalım, okutalım, mutlu olalım. Çünkü cehalet her belanın başı, eğitim ise; her güzelliğin kapısıdır.
Bu kitabın resimlerini yapan eğitimci -ressam Hatice Atik’e, kitabın basımında emeği geçen, eğitimci, yazar Yahya Türkeli’ne, teşekkür ederim.
Sevgili Çocuklar;
Gülen yüzünüz solmasın. Seven kalbiniz ve sevgi dağıtan dilleriniz hiç susmasın…
Şevki Atik
CANKIZ’IN KUZULARI
Cankız, henüz sekiz yaşında şirin bir çocuktu.
Ailesi ile birlikte çiftlikte, sevgi dolu, mutlu ve hareketli bir hayat yaşıyorlardı.
Çiftlikte canlı, cansız her varlık, onun sağlıklı büyümesine, günlerinin daha neşeli geçmesine yardımcı oluyordu.
O, her sabah, horozların, kuzuların ve köpeklerin sesleri ile uyanır, neşe ile güne başlardı.
Bazı hafta sonları, öğretmenini davet eder, onunla çiftliği gezer ve uzun sohbet ederlerdi.
Öğretmeni;
”Cankız’ım, sevgili yavrum. Biliyorsun ki hayvanlar da insanlar gibi can taşıyorlar. Onlara, sevgi ve şefkatle yaklaşmalıyız. Hayvanları sevmeyen, insanları da sevmez.
Allah, hayvanları, insanlara faydalı olsun diye yarattı.”diyor ve sözlerine şöyle devam ediyordu.
”İyi insan; Allah’ın yarattığı her canlıyı ayırmadan seven ve koruyanlardır. Ayrıca hayvanlar, ihaneti, aldatmayı, küsmeyi bilmezler.”diyordu.
Belki de Cankız’ın içindeki bu engin insan ve hayvan sevgisinin kaynağı bu sözler ve birlikte yaşadığı bu güzel hayvanlardır.
Cankız’ın çiftliği, dağların kucağında, çayır-çimenlerle bezeli, şirin mi şirin bir ovanın koynundaydı.
Günleri, renga renk çiçeklerin, uçuşan kelebeklerin ve kendilerine has güzellikteki ötüşleri ile insanı hayran bırakan kuşların içinde, oldukça neşeli ve canlı geçiyordu.
Cankız, kırlarda kelebek kovalamayı, köpeği Çomarla birlikte, kuzularla oynamayı, bir de at binmeyi çok severdi.
Derslerinden ve arkadaşlarından artan zamanlarda onu ya kuzularını severken ya da atı Fırtına’ya binip kırlarda gezerken görürdünüz.
Bir gün yine Fırtına’ya binmiş gezerken birde ne görsün; güvercinleri de onu takip etmiyor mu?
Havada taklalar atarak, pike yaparak ve etrafında dönerek sevinçlerini gösteriyorlardı.
Başını eğip aşağı bakınca; “Aa! Fırtına bakar mısın aşağıda kimler var?”
Çomar’la kuzular da onu takip ediyorlardı.
“Çomar! Gözde! Seçkin! Venüs! Siz nereye geliyorsunuz? Fırtına ile ben uzaklara gideceğiz. Siz gelemezsiniz. Hemen çiftliğe dönün!”
Ama dinleyen kim? Dördü de yürümeye devam ediyordu.
“Anlaşılan siz Fırtına’yı kıskanıyorsunuz? Ama hepinizi de çok seviyorum. Haydi! Çabuk dönün bakalım!”dedi.
Çomar, söylediklerini duymadı bile. Fırtına ile yarışır gibi koşarak öne geçti.
“Ben gitmiyorum. Bak, Fırtına’dan daha hızlı koşuyorum. Hepinizin önündeyim. Gördünüz mü?”der gibi havlıyordu.
Cankız;
“Peki, siz bilirsiniz. Benden günah gitti. Eğer yorulur da geri dönemezseniz, sonra söylemedi demeyin ha?”dedi.
Kuzuların üçü de; “Mee, mee!”diyerek ona yanıt verdiler.
Çomar da; havlayarak ve kuyruğunu sallayarak sevincini belli etti.
O gün Cankız, Fırtına’ın üstünde Çomar’la kuzuları da ardında kırları, bayırları uzun uzun dolaştılar.
Çiftliğin hemen yanından akan ırmağın kenarında dinlendiler.
Cankız, yanına aldığı yemeği yerken, Çomar’a da verdi. Kuzuları çiçeklerin arasında koşuştular.
Fırtına ırmağın kenarında doyunca otladı.
Kuzuların üçü de, çok saf, temiz ve sevecen varlıklardı. Irmağın kenarına inmiş, su içiyorlardı.
Bu sırada önemli bir olay yaşandı.
Gözde kuzu, ırmaktan su içiyordu. Venüs kuzu arkasından geçeyim derken, biraz dikkatsiz ve aceleci davranarak, ona değmez mi? Gözde kuzu bir anda kendini ırmağın coşkun akan sularının içinde buldu.
Sürüklenmeye başladı. Cankız, korkudan feryatlarla bağırarak ardından koştu.
Bu sırada Çomar, Fırtına’ın yanındaydı. Cankız’ın feryatlarını duydu. Koşarak geldi.
Sular, Gözde kuzuyu sürüklüyor, Cankız da feryatlarla peşinden koşmaya devam ediyordu.
Çomar, kahramanlar gibi hiç düşünmeden, Gözde kuzuyu kurtarmak için ırmağa atladı.
Gözde kuzunun tüylerinden tutarak kenara çekmeye çalıştı. Fakat akıntı daha güçlü olduğundan ikisini de sürüklemeye devam etti.
Çomar, Gözde kuzuyu kurtarmak için bir taraftan suyla boğuşurken, bir taraftan da Gözde kuzu ile mücadele etmek zorunda kalıyordu.
Çünkü o, suyla boğuşurken, Çomar’a çok zorluk çıkarıyordu.
O sırada, yakınlarında koyunlarını otlatan bir çoban, Cankız’ın feryatlarını duymuş, hızla koşarak geldi.
Kaşla göz arasında ceket ve gömleğini çıkarıp kenara fırlattı. Hemen suya atladı.
Gözde kuzuyu kucaklayıp kenara çıkardı.
Çomar da kendisi yüzerek çıktı.
Cankız, çobana çok teşekkür ettikten sonra, onu, akşam yemeğine çiftliğe davet etti.
Gözde kuzu kurtulduktan sonra herkes rahat bir nefes aldı.
Cankız kuzularına dönerek;
“Ben, size gelmeyin demedim mi? Beni dinlemediniz, geldiniz. Gördünüz mü? Az daha birinizi kaybediyorduk. Venüs, sen de daha dikkatli ol.” dedi.
Bu olay, onlara ders oldu. Bir daha söz dinlemezlik ve saygısızlık yapmadılar.
Hele Çomar’ın, kendini feda edercesine ırmağa atlaması vardı ya…
Sadece bu davranış bile, Cankız’ın onları neden bu kadar çok sevdiğini anlatmaya yetiyordu sanırım.
Kuzuları, güvercinleri, kedisi Cingöz, köpeği Çomar ve atı Fırtına olmadan o, asla mutlu olamazdı.
Onlarla konuşurken, eğlenirken ve kırlarda gezinirken yemeği, içmeyi bile unutuyordu Cankız.
Onlar, dünyanın en güzel, en saf, en zararsız ve en sadık hayvanlarıydı.
Siz onları sevdikçe, size olan sevgileri ve bağlılıkları artıyor adeta bir tutku halini alıyordu.
Biliyor musunuz?
Bir gün de Fırtına’nın üstünden düşmüş, ayağı incinmişti Cankız’ın.
Fırtına ile Çomar saatlerce başında beklemiş, onu yaralı halde, tek başına bırakmamışlardı.
Sonra da ne olduğunu tahmin ediyorsunuz sanırım.
Evet! Tam da düşündüğünüz gibi oldu. Çomar, derhal Çiftliğe fırladı ve kâhyaya haber verdi.
Çiftliğin kâhyası, Çomarla beraber giderek Cankız’ı yerde yaralı halde buldu. Fırtına da bekçi gibi başında bekliyordu.
Canız düşerken kolunu kırmıştı. O gün hemen, vakit geçirmeden hastaneye götürdüler.
Cankız’ın kolu bir ay alçıda kaldı.
İşte Cankız’la dostlarının muhabbeti, yardımlaşması böyle içten, samimi ve çıkarsızdı.
Cankız, güvercinleri ile kuzularıyla, çomarla, kedisi Cingözle ve atı fırtına ile arkadaş gibiydi.
Cankız bazen öyle dalıyordu ki; annesinden; “Cankız, yavrum. Yemek vakti… Çabuk gel, seni bekliyoruz.”uyarısını almadan gitmezdi.
Dünyanın bu en tatlı ve büyüleyici sözlerini annesinden duyardı, acıktığını hatırlamazdı.
Çiftlikteki her hayvanla ayrı ayrı anısı vardı onun.