Rota 1 | Leman Veli


Güniz Işık, isminin aksine karanlık bir hayata, sevgiden uzak bir aileye gözlerini açmıştır. Doğduğu günden bu yana hayatı mücadele etmekle geçen bu genç kızın en büyük savaşı değiştiremediği koşulları olmuştur.

On yedi yaşında, kaldığı çukurdan çıkıp babasının ailesine sığınan Güniz, bu ışıltılı hayatın içinde de karanlığa mahkûm olacağını hiç tahmin etmemiştir. Herkesin ona karşı siper aldığı bu lüks yaşantısını sürdürürken şımarıklığa kapılmadan kendi bildiği yoldan ilerlemeye çalışsa da önüne çıkan engelleri aşmak onun için kolay olmayacaktır.

Savaşmaktan bitap düştüğü bir gün, hiç beklemediği anda biri ona elini uzatacaktır: Bulut Atay.

Şimdiye kadar herkese kuşkuyla yaklaşan Güniz, Bulut onun tüm koşullarını değiştirmek için çabalamaya başladığında acaba ona güvenebilecek midir? Bulut Atay, onun için güneşi getiren beyaz bulutlar mı yoksa fırtınanın habercisi kara bulutlar mı olacaktır?

Halef serisinin yazarı Leman Veli’den okurun rotasını kalp ve akıl arasında mekik dokumaya zorlayacak bir seri daha!

“Bir gün beni sevebilme ihtimalin için yaptım her şeyi, Gün.”

*

BÖLÜM 1

“Gayrimeşru kız, n’aber?”

Tebessüm ederek bana edilen ve artık aşina olduğum hitaba karşılık verirken dolabımın önüne gelmiş ve şifremi yazmıştım titreyen ellerimle. Herhangi bir yoğun duygunun içerisine girdiğimde, tüm duygularım birbirine karıştığından hem ellerim hem de bacaklarım titrerdi. Korktuğumda ve tedirgin olduğumda ise kusardım. Küçüklüğümden beri bunlar baş edemediğim problemlerimdi.

Dolabımı açtığımda içinden düşen nota karşılık istifimi bozmadım ve eğilerek yerden aldım. Titreyen parmaklarımla sıkıca kavradığım kâğıdın kenarları buruştu ama ortasında yazılı olan kocaman yazı hâlâ okunabilir durumdaydı.

“Fiyatını daha belirleyemedin mi?”

Altında bilmediğim bir numara olduğuna emin olduğum nota bir süre bakakaldım. Ardından kâğıdı buruşturarak dolaba tıktığımda daha kötülerinin olduğunu kendime hatırlattım ve coğrafya kitabımı alarak göğsüme bastırıp dolabı sertçe kapattım.

Bu okuldan ağlaya ağlaya gitmemi bekliyorlardı ama bunu yapmayacaktım. Onlara istediğini asla vermeyecektim.

Koridor boyunca adımlarken gözlerin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Geldiğim ilk günden bu bakışlara maruz kalmak zorunda kalmıştım.

“Gayrimeşru kız! Uğrasana akşam partiye.” Tanıdık sese doğru döndüğümde gözlerime her zamanki ifadesizliğimi yerleştirmiştim. Herkese karşı koyabiliyor, gerektiği her an onlara cevaplarını verebiliyordum. Tek bir kişiden başka.

Gözlerim hafiften kısılırken, “Ne partisi?” diye sormuştum ilgisizce. Ama istemsizce ilgimi çekmişti çünkü ilk defa biri beni partiye davet ediyordu.

Elindeki davetiyelerden birini bana uzatarak, “Doğum günü partim var akşama,” dedi samimi çıkan ve bana tuhaf gelen tınıyla. “Herkes geliyor neredeyse.”

Yutkunarak, “Neden beni çağırıyorsun?” diye sorabildim zorlukla.

Omuz silkti umursamazca. “Öylesine.”

Kaşlarımı çatarak ifadesini çözmeye çalıştım ama maksadının ne olduğunu anlayamadan davetiyeyi parmaklarımın arasında bulmuştum. Koşar adım benden uzaklaşıp dolapların yanında duran başka bir kıza davetiye verdiğinde önüme dönerek ilerlemek istedim ama bir bedene çarpmamla duraksamam bir oldu.

“Uğur!”

Uğur birkaç saniye sonra yanıma tekrar döndüğünde yüzündeki tüm gülümseme silinmişti. Efe’nin kızgın bakışları her ikimizi ezmeye başladığında ilk konuşan her zamanki gibi kendisi olmuştu. “Bunu partiye çağırmak için kimden izin aldın?”

Bu… Evet, onun için sadece bu kelimesinden ibarettim. Aynı babadan olmamıza, aynı soyadı taşımamıza, hatta bir süredir aynı evde yaşamamıza rağmen sadece bu, o ya da şu diyordu bana. Çünkü abim benden nefret ediyordu.

Uğur’un gözleri ikimiz arasında mekik dokurken, “Efe,” dedi sakin sesle. “Tüm okul davetli.”

Efe’nin benimle aynı renk olan açık kahverengi gözleri öfkeyle parladığında istemsizce bir adım gerilemiştim çünkü birazdan arkamı dönüp gitmem gereken cümlelerden birini seslendirecekti. “O buraya ait değil. Hem bizim partilerimiz onu kesmez. Annesinin işlettiği genelev partileri ona daha cazip gelir.”

Dudaklarım büzüldüğünde dolan gözlerimi gizlemek adına başımı eğdim ve elimdeki davetiyeyi yere atarak koşar adım oradan uzaklaştım. Bir tek ona karşı gelemiyordum bu okulda. Herkese bağırıp çağırıyordum ama bir tek ona susuyordum. Küçüklüğümden beri bu böyleydi. Babama bile dikenlerimi çıkarırken ona gül açardım. O ise açan güllerimi soldurmak için çabalardı. Diğerleri ne yaparsa yapsın umursamıyordum ama onun davranışları beni alaşağı ediyordu.

Titreyen bacaklarımla kızlar tuvaletine vardığımda kabine girip dizlerimin üzerine oturdum ve kusmaya başladım. Ben, bir dolabın içinde korkudan titrerken öğrenmiştim korkusuzluğu. Hiç kimse, hiçbir şey beni korkutmuyor, yıldırmıyordu fakat Efe farklıydı işte. Onun nefretinden, beni hiç sevmeyeceği ihtimalinden deli gibi korkuyordum.

Rahatlayana kadar kusmuş, ardından sifonu çekerek kabinden dışarı çıkmıştım. Aynanın karşısına geçip çantamdan çıkardığım diş fırçam ve macunumla dişlerimi fırçaladığımda kendimi daha dinç hissediyordum. Dişlerimi fırçaladıktan sonra ağzıma naneli sakız atmış ve saçlarımı düzelterek toparlanıp tuvaletten çıkabilmiştim.

Tuvaletten çıkıp sağa dönmemle birinin bana çelme takması bir olmuştu. Dizlerimin üzerine düşerken ellerim öne doğru savrulmuş ve avuç içlerim yere temas ederek sıyrılmıştı. Dudaklarımdan kopan nidaya engel olamadığımda koridordaki herkesin bana döndüğünü hissedebiliyordum.

Yutkunarak ayağa kalkmaya çalıştığımda ilk denememde yalpalamıştım. Etraftaki sesler çoğaldığında başımı kaldırarak saçlarımı yüzümden çektim ve uzakta durarak beni elleri cebinde izleyen Efe’ye baktım. Sırıtıyordu. Keyifle beni izleyip sırıtıyordu.

Bir el bana uzanana kadar benimle aynı tonu taşıyan gözlerine odaklanmıştım. Fakat aramıza giren el tüm dikkatimi dağıtmıştı.

Beni çelme takıp düşüren ve yüzünü görmediğim kişi şimdi bana elini uzatıyordu.

Normalde dönüp ona küfür ederdim ama bunu Efe’nin yaptırdığını düşündüğüm için sesimi çıkarmadım. Ruhsuzluğu sırtlanan gözlerim eline birkaç saniye baksa da onu umursamamıştı. Çantamı kucağıma alarak ayağa kalkmış ve yine her zaman yaptığım gibi oradan koşar adım uzaklaşmıştım. Bana çelme takan, ardından elini uzatan kişiye bile bakmamıştım çünkü merak etmiyordum. Abim ve onun arkadaşlarının dengesizliklerine artık alışmıştım. Büyük ihtimal elimi tuttuğu an beni yeniden itip düşürecek, bununla da eğlenecekti.

Sınıfıma girdiğimde orta sıradaki yerime geçmiş ve titreyen ellerimin arasındaki kitabımı masaya bırakmıştım. Coğrafya… En sevdiğim dersti ve hayalim bu bölümde okumaktı. Hiçbir şey olmak istemiyordum ve gelecekle ilgili hayallerim de yoktu. Sadece coğrafya bölümünde okumak istiyordum.

Konumuz Ekstrem Doğa Olayları ve Etkileri’ydi. Daha yazın tüm konuları okuyup bitirdiğim için dün sadece soru çözmüş ve son kez tekrar etmiştim. En sevdiğim hocam olacağını daha ilk dersten anladığım Hasan Hoca içeri girdiğinde tüm sınıfla beraber ayaklandık ve onu selamladık. Bizi selamladığında sessizce oturmuş ve kitaplarımızın sayfalarını çevirmeye başlamıştık. Çünkü geçen sefer bize anlattığı konuyu birazdan sözlü olarak soracaktı.

Bu okula gelmemin en güzel tarafı hocaların oldukça otoriter ve disiplinli olmasıydı. Eskiden okuduğum okul, şimdikinin yarısı kadardı ve nasıl atandığını bilmediğim hocalar, niyeti okumak olmayan bir sürü geveze öğrenciyi barındırıyordu fakat burası başkaydı. Efe olmasa daha katlanabilir olabilirdi ama hocalar ve dersler konusunda efsaneydi.

Özel Cevherler Koleji.

Benim hem başlangıcım hem de sonumdu. Hem cehennemim hem de güzel günlere gidiş biletimdi.

Hasan Hoca derse başladığı an yoklama yapmış, ardından sırayla sözlüye çağırmaya başlamıştı. Gelen yanıtlar ise her zamanki gibiydi.

“Hocam, beş dakika daha.”

“Hocam, biraz tekrarlayabilir miyim?”

“Hocam birkaç kişi çıksın, sonra ben çıkarım.”

“Hocam, dün elektriklerimiz gitti.”

“Hocam, dün sularımız kesildi.”

“Hocam, ben dün antrenmandaydım.”

“Hocam, dün kedim doğum yaptı. Çalışamadım sözlüye.”

En son verilen yanıta karşılık Hasan Hoca sinirle, “Sen mi doğurttun?” diye sormuştu.

Nail sesli şekilde gülüp, “Yok,” diye yanıtladı. “Patisinden tutup destek oldum, hocam.”

Tüm sınıf kahkaha atmaya başladığında Hasan Hoca da gülmüştü ama bu gülüşü sinirli gibiydi. “Tebrik ederim.”

Sıra bana geldiğinde omuzlarımı dikleştirerek ismimi söylemesini bekledim. “Güniz Işık Doğandemir.”

Hasan Hoca koyu yeşil gözleriyle bana bakıp bilmiş bir şekilde gülümsediğinde kendimden emin tavırla gözlerinin içine baktım. “Tahtaya mı çıkayım? Yoksa yerimden mi anlatayım?”

Tüm sınıf sessizliğe gömülürken, “Tahtaya,” dedi Hasan Hoca. “Çık anlat da ibret alsınlar.”

Ayağa kalkarak kendimden emin adımlarla tahtaya çıktığımda ezbere bildiğim konuyu anlatmaya başlamıştım. Kendime güvenimin var olduğu yegâne saatler coğrafyanın olduğu ders saatleriydi. Başka zamanda titreyen bacaklarım yere sağlam basıyor, titreyen sesim özgüvenli çıkıyor ve herkesten kaçırdığım gözlerim tüm sınıfta özgürce gezebiliyordu.

Kimseyi umursamıyordum. Şu an vücudumu süzen ve bana yakışıksız notlar yazan erkekleri, iğrenç bir varlıkmışım gibi beni tiksintiyle izleyen hiçbir kızı umursamıyordum. Konuyu anlatacak, bitirecek ve yerime geçip aynı kız olacaktım. Babamın gayrimeşru kızı. Genelev işleten bir annenin kızı. Ben buydum. Ve olduğum kişi her gün yüzüme vuruluyordu.

Dakikalar birbirini kovalarken durmadan konuyu anlatıyor, Hasan Hoca’nın ara sıra beni kesip soru sormasıyla beraber sorduğu sorulara cevap veriyordum. En sonunda bana teşekkür edip yerime geçmemi söylediğinde derin nefes alarak yerime geçmiş ve sıramdaki notu açıp okumuştum.

“Bugün bana gelsene… Eğleneceğin şeyler biliyorum.”

Buruk bir gülümseme yüzüme yerleşirken notu buruşturup çantama tıktım. Bundan çok daha kötü günlerim olmuştu ve artık yapılan hiçbir hakaret canımı acıtamazdı.

Hasan Hoca demin ismini söylediği çocukları tahtaya çıkarıp soru yağmuruna tuttuğunda elimdeki kalemle oynamaya başlamıştım. Fakat titreyen ellerim sürekli kalemin düşmesine ve dikkat çekmeme sebep oluyordu. En sonunda kalemi sıranın üzerine bıraktığımda titreyen dizim sıranın demir kenarlığına çarpmıştı. Elimle dizimi kavrayıp onu durdurmaya çalıştım. Bundan sonrasını biliyordum. Kusmam lazımdı. Midemin boş olduğundan neredeyse emindim ama bu rahatlamam için yeterli değildi.

Elimi kaldırarak izin istediğimde birkaç saniye sonra hocanın dikkatini çekebilmiştim. Başıyla çıkmamı işaret ettiğinde avucumu dudaklarıma bastırarak boğazıma ulaşan iğrenç tada karşı koymaya çalıştım. Koşar adım sınıftan çıktım ama arkamdan seslenen cümleyi de duymuştum.

“Kaç aylık acaba?” Ve iğrenç gülüşme sesleri…

Koridorun sonundaki tuvalete girip kendimi kabine attığımda kapıyı kapatma gereği duymadan şiddetli şekilde öğürdüm ve midemde olan tüm şeyleri çıkardım. Dakikalarca dizim soğuk zemine temas etmiş ve midemin bulantısı geçmemişti.

Titreyen bedenim gözyaşlarımı harekete geçirdiğinde, “Hayır, hayır, hayır,” dedim kendi kendime. “Okulda ağlamak yasak, Güniz Işık. Kendine gel!”

Yüzüm ıslanırken son defa öğürdüm ve kustum. O an bir el saçlarımı kavradığında irkildim ama arkamı dönmeden seri şekilde sifona bastım. “Yasak değil. Ağlayabilirsin.” Zayıf sesin sahibine döndüğümde ifadesiz ela gözleri üzerimdeydi.

Elimi peçeteye attığımda bunun tuvalet peçetesi olmasını bile umursamadan ağzımı silip ayaklanmıştım. “Sen?”

Bana tuhaf bir şekilde bakarak, “Tanışamamıştık,” dedi. “Öznur.” Elini uzattığında kaşlarımı çatarak uzattığı elini inceledim. Benimle dalga mı geçiyordu? Yaşadığım eve defalarca gelmişti çünkü o, Efe’nin sevgilisiydi. Fakat hiçbir zaman benimle konuşmamıştı çünkü Efe gibi o da yokmuşum gibi davranmayı tercih ediyordu. Şimdi nasıl olur da benimle iletişim kurardı?

Başımı iki yana sallayıp, “Tanışmamızı gerektirecek bir durum yok,” dedim ve yanından geçerek kabinden çıktım. Musluğu açıp ağzımı soğuk suyla defalarca çalkaladım, sonrasında cebimdeki sakızdan ağzıma attım ve yüzümü yıkayarak dışarı çıktım. Öznur sanırım kabine girmişti ama onu umursadığım pek söylenemezdi. Hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğim bir kızdı. Bildiğim tek şey Efe’nin onu çok sevdiği ve aşırı değer verdiğiydi. O eve geldiği günler Efe, beni odama kilitlerdi ve o gitse bile kapıyı açmayı unutur, beni akşam yemeğine kadar odada tutardı. Hatta Öznur akşam yemeğine kalacaksa Efe, babama uyuduğumu söyler, yemeğe katılmama izin vermezdi. Tabii bazen evin yardımcısı Peri teyze bana aç kalmamam için yemek getirirdi.

Aslında Efe’nin annesi Melike Hanım daha ılımlıydı. Beni günahı kadar sevmemesine ve oğlunun yaptıklarına hiçbir şey dememesine rağmen Efe’den daha iyiydi. Belki de bu sinsiliğinin üzerini örtmek için taktığı bir maskeydi. Bilemiyordum.

Babam ise tuhaf bir adamdı. İyi biri olduğunu düşünmek istediğim anlarda eşine ihanet ettiği, velayetimin onda olmasına rağmen beni genelevde bıraktığı aklıma geliyordu. Ona acıyordum. Benim gibi planda olmayan bir çocuk yüzünden eşi Melike Hanım ve oğlu Efe’yle arasında uçurumlar var olmuştu. Dedem ve babaannem olan insanlar babama uzun süre tavır yapmış, beni kabul etmeyeceklerini dile getirmişlerdi. Hoş, kabul etmemişlerdi zaten. Onlar için tek elzem olan Efe’ydi.

Benzer İçerikler

Şeytan Geçti | Aslı Tohumcu

yakutlu

Dünyanın Kasım’a Görünüşü | Sema Aslan

yakutlu

ROMANTİK Bir Viyana Yazı Adalet Ağaoğlu

gul

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy