Ceviz Ağacı | Hasan Güleryüz


Ceviz Ağacı’nın yaratıcı pedagojik bir roman olduğunu söyleyebiliriz. Romanın alt okumalarında Bir öğretmenin çalışma biçimi, öğrencinin yaratıcılığı ve yeni arayışlara girmesi, ortaya yeni Ürünler koyması ele alınıyor. Diğer yandan yazar, zengin bir metinler arası okumayla kitap beş bin yıllık bir bilgi birikiminden de yararlanıyor. Kitabın ilginç bir özelliği de Kargaların gizli dünyası ilginç yaşantılarla ele alınıyor.

***

I

K A R G A N I N   C E V İ Z İ

Cevizin yaprakları dökülüyordu. Elma ve armutların yaprakları da sararmış, ağaçlarıyla vedalaşıyordu. Zigana Dağı’nın üzerinden sahile doğru hafiften esmeye başlayan rüzgâr, giderek kendini daha çok hissettirmeye başlamıştı. Cevizin yaprakları döküldükçe sakladığı gövdesi ve dalları heybetiyle ortaya çıkıyordu. Ceviz ağacı, ürün zamanı, çocuk, karga ve sincaplarla şenleniyordu.

Yetiştirip olgunlaştırdığı cevizler yeşil kabuğundan ayrılmaya başlayınca onlar da cevizin başına üşüşüyorlardı. Cevizler bitince bir yıl kimse semtine uğramıyordu. Bu durum canını çok sıkıyordu. Yapa yalnız kalıyor, dağlarla, ormanlarla ve muhalif rüzgârlarla konuşuyordu.

Şimdi yine şenlik zamanıydı. Ceviz ağacı, kargaların hava limanı, çocukların tırmanma merdiveniydi. Cevizin dalına konmuş olan karga, ceviz kangallarının sağına, soluna geçip bakıyor, bir fizik mühendisi gibi düşünüyor, incelemesini sürdürüyordu. Cevizin yeşil kundağı ortadan ikiye yarılmış, içinden gülümseyen kahverengi yüzü görünüyordu.

Karga, bu cevizi almak için çırpınıp duruyordu. Çok acele ederse, gülümseyen bu cevizin kundağından aşağılara doğru düşeceğini biliyordu. Daldan bir ceviz almak için ne kadar da çok emek, ne kadar da ince işçilik gerekiyordu. Aşağıya düşürdüğü bir ceviz için “Beceriksiz, aceleci, bak yine düşürdün!” diye kendine kızdı. Aşağıya düşen cevizi geniş yapraklardan görmek zordu. O nedenle çok dikkatli çalışıyordu. Cevize göz ediyor, gülümsüyor, gagasıyla birkaç kere vurarak cevizi yokluyordu. Ceviz ona yüz vermiyor, aldırmıyordu. Ceviz büyük, karganın ağzı küçüktü. Bir türlü gagasına gelmiyordu. Cevizi yeşil kabuğunun içinde döndürdü ve onu zor da olsa sırtından yakaladığı gibi uçtu.

Karga, mutluydu ve yüzü gülüyordu. Ceviz ağacının etrafında bir kaç kere döndü. Havada birkaç takla attı. Keyfine keyif kattı. Ağzındaki cevizi gören arkadaşları peşine takıldı. Kargaların onu görmesinden bir yandan hoşlandı, ısrarla onu izlemelerine canı sıkıldı. Ani bir dönüş yaptı, bir armut ağacının gövdesini siper ederek saklandı.

Arkadaşları “Gag gug” hayhuyu içinde çekip gitmişti. Etrafına bir göz attı. Görünürde kimse yoktu. Armut ağacından yere indi. Cevizi yere koydu, bir ayağıyla üzerine bastı, derin bir nefes aldı. Yeniden sağa sola baktı, cevize birkaç gaga attı. Ceviz karganın yüzüne doğru fırladı. Karga,  huylandı. İçinden,“Hop hop!.. Bu kadar niye ecele ediyorsun? Cevize neden bu kadar yükleniyorsun?” diye söylendi. Cevizin kabuğu oldukça sertti. Karga, sinirlendi, biraz daha açıldı gagasıyla peş peşe cevize vurdu. Ceviz ayağının altından kaydı. Tık tık tıklayarak, taşların üstünden yuvarlanarak bir kenarda durdu. Zıplayarak cevizin yanına indi. “Karnım çok acıktı. Seni buraya getirene kadar canım çıktı. Gaaak! Gaaak!… Bana iyi bak! Öyle yağma yok!” biçiminde söylendi. Cevizin taşlar üzerinde düşerken, “tık tık” tıklamasıyla beyninde ateş çaktı. Çaresi yoktu, illa da cevizi kıracaktı. Cevizi yeniden sırtından kaptı.

Ağzında cevizle havada daire çizerken aşağılara baktı. Cevizi bir dalış yaparak aşağılarda görünen taşların üzerine bomba gibi bıraktı. Cevizin düştüğü yeri gözden kaçırmadı. Cevizin yanına yılan gibi aktı. Zavallı cevizin kargadan çok çekeceği vardı. Taşlar üzerine düşerken, peş peşe ne kadar da çok darbe aldı. Her darbenin etkisini cevizin içindeki asmalı korumalar azaltıyordu.

Karganın bütün çabalarına rağmen ceviz kırılmak nedir bilmiyordu. Ceviz, taştan taşa vurarak zıpladı, yumuşak toprak üzerine kendini attı. Karga büyük bir hışımla tekrar cevizin yanına indi. Gülümseyerek cevizin sağına soluna çatlaklık oluşup oluşmadığına baktı. Çatlama olmadığını görünce de yüzünü astı. Cevize bir iki gaga vurarak “Sen görürsün. Ben ne edip edip seni kıracağım. Keyifle yiyeceğim. Yüksek dallara konup şarkı söyleyeceğim,” diye söylendi. Cevizi bu sefer ayaklarının arasına alıp, yükseldi. Taşların üzerine doğru tekrar dalış yaptı. Cevizi taşların üzerine hızlı bir şekilde yeniden bıraktı. Ceviz yeniden taştan taşa vurarak bir yerde durdu. Karga, bu sefer tamam diyerek cevizin yanına büyük bir umutla kondu. Cevizi kaptığı gibi bir taşın üstüne hopladı. Cevizi taşın üzerine bıraktı. Sağına soluna yeniden baktı. İçinden, “Ammada sağlam, ammada inatmış! Bana mısın demedi,” dedi. Çok uğraştı, çok didindi ve çok da sinirlendi.

Ceviz için yeni bir hamle yaptı. Tam bu sırada, Koman, kargaya baktı, yerden bir taş aldı. Karga, cevizi çocuğa bırakmamak için ayaklarının arasına aldı.  “Gaaak gaaak! Alamazsın çocuk! Bu ceviz benim,” diye uçarken, peşinden gelen taşı gördü, taşa çarpmamak için ani dönüş yaptı. Kanatlarına güç verirken, ayak parmakları açıldı ve ceviz serbest kaldı, aşağılara düştü. İçi cız etti!  “Bu uğursuz, başımın belası çocuk! Daldan aldığım cevizi elimden aldı,” dedi.

Karganın ayak parmaklarından kurtulan ceviz, taşların arasında bir çukurcuğa düşmüştü. Birkaç gün sonra karga, cevizi düşürdüğü yere geldi. Yüksek bir yere kondu. Etrafı dikkatle gözledi. Taşlık alana indi. Cevizi dikkatli bir şekilde aradı. Görebildiği kadar taşların altına başını uzatarak baktı. Bir türlü cevizi bulamadı. İçinden, “Cevizi o yaramaz Koman almıştır,” diye geçirince canı daha da sıkıldı. Bütün aramalarından sonuç alamadı. Canı sıkkın bir şekilde taşlıktan ayıldı. Oyuncağını kayıp etmiş çocuklar gibi, aklı hep burada kaldı. Zamanı oldukça artık hep uğrayacaktı.

II

S A N D I K T A K İ   C E V İ Z L E R

Güz yağmurları başlamıştı. Ceviz, karga tarafından düşürüldüğü çukurdan memnundu. Rüzgâr onu etkilemeyecek, üstelik kimse de görüp onu oradan alamayacaktı. Can güvenliği vardı. Yağan yağmurların suyu etrafındaki gölcüğe dolunca ıslanıyor ve üşüyordu. “Hava çok soğur da, etrafımdaki su donarsa benim halim ne olur?” diye kendine soru soruyordu.

Olan olmuştu bir kere. Yapacağı pek bir şey de yoktu. Biri onu arayıp bulamadıktan ve bir farenin kısmeti olmadıktan sonra, bu çukurdan çıkması mümkün değildi. Tek bir yolu vardı: O da burada oturup beklemek, çevresindeki fırsatları gözlemek ve ebedi olarak bu yeri sahiplenmek.

Yağmurlardan sonra havalar daha da soğudu. Artık yağmur yağmıyordu. Yağmuru, damlalarının sesinden, taşlar arasında akmasından anlıyordu. Sandığının içinden birkaç gündür hiçbir ses duymayan ceviz, kendini çok yalnız hissediyordu. Dışarıdaki bu sessizliğin nedenini anlayamıyordu. Gece yarısından sonra başlayan kar yağışı yarım metreyi bulduğunu bilmiyordu. Henüz karın sessizliğini öğrenememişti. Yapacağı tek şey, uykuya yatmaktı. O da öyle yaptı. Ceviz, kar altında uyuyup uyanıyordu. En çok da aç kalan fareler tarafından kıtır kıtır yenilmesinden korkuyordu.

Geceler gündüzleri, gündüzler geceleri kovalıyordu. Ceviz, yeni bir dünya için umutla havanın ısınmasını, karların erimesini ve toprağın uyanmasını bekliyordu. Nihayet uzun kış geceleri geçmiş, günler uzamaya, geceler kısalmaya başlamıştı. Taşların üstündeki karlar erimeye başlayınca…

Benzer İçerikler

BÜKÜNTÜ *Gençlik Romanı

yakutlu

Günahın Üç Rengi | Gülseren Budayıcıoğlu

yakutlu

İyi İş Gizli Yediler

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy