Tom Sawyer | Mark Twain


Tom Sawyer, ünlü Amerikalı yazar Mark Twain’in kendi hayatından izdüşümleri taşıyan bir macera romanı. Olaylar, genellikle “İç Savaş” öncesi Amerikası’nın Mississippi Irmağı kıyısındaki bir kasabasında gelişir. Savaş öncesi döneme duyulan özlemin, çocukluk yıllarının büyüsüne duyulan özlem ile birleştiği bir romandır bu. Biraz romantik, biraz mizahi öğelerle süslü bu roman, genellikle eğitici çocuk edebiyatı geleneğinde gördüğümüzün aksine, ilk bakışta, pek de örnek alınacak bir çocuğun maceralarını anlatmaz. Ancak Tom’un her güçlüğün üstesinden gelmeyi bilmesi, üstelik hayatını yönlendirecek kararlar alması, kitabın sadece çocuklar tarafından değil, aynı zamanda büyükler tarafından da sevilen bir klasik olmasını sağlamıştır.

Tom Sawyer: Hayatın içinde “yaşamak.”

***

ÖNSÖZ

“Halley kuyrukluyıldızı ile birlikte dünyaya geldim, umarım onunla birlikte giderim!” Böyle demiş Samuel Clemens, edebiyatçı olarak kullandığı takma adıyla Mark Twain. “Halley” dünyamızı bir sonraki ziyaret edişi önceden hesaplanabilmiş ilk kuyrukluyıldızdır. Ünlü bir İngiliz astronomu ve matematikçisi olan Edmond Halley (1656-1742) ilk kez MÖ 240 yılında görüldüğüne dair kayıtlar bulunan kuyrukluyıldızın, 76 yılda bir dünyamızın yakınından geçtiğini bulmuştur. Mark Twain 1835’te doğdu, Halley o yıl dünyayı bir kez daha ziyaret etmişti; bir sonraki gelişi 1910’da oldu; peki Samuel Clemens, öteki adıyla Mark Twain gerçekten onunla birlikte mi gitti bu dünyadan, diye merak eden, tanıtımdaki tarihe baksın yeter: Evet, tam yetmiş altı yaşının eşiğinde, hayata gözlerini yumdu.

Tanıtımda genel çizgileriyle hayatının önemli olaylarını öğrendiğiniz Mark Twain’in yazar kimliğini kavramak için, Amerika’nın o yıllarına biraz daha yakından bakmak gerekiyor. Özellikle “Kuzey-Güney” arasında 1861 yılında patlayan ve “Civil war” diye bilinen, bizim dilimize “Amerikan İç Savaşı” diye geçmiş olan savaşın üzerinde biraz durursak Mark Twain’in hem hayatını hem de yazdıklarını daha iyi anlayabiliriz. Bu savaş kuzey ile güney eyaletleri arasında oldu. Kuzey, köleliğin yasal olarak ortadan kalkmasını istiyor; başta pamuk tarlaları olmak üzere büyük topraklarında siyah köleleri çalıştıran güney eyaletleri buna karşı çıkıyordu. Missouri köleci bir eyaletti; dolayısıyla Clemens (Mark Twain) Güney ittifakında Konfederasyon askeri olarak teğmen rütbesine kadar yükseldi. Savaşı Kuzey kazandı. Kölelik yasal olarak ortadan kalktı. Savaşın sonucu sadece köleliğin yasal olarak ortadan kalkmasına yol açmakla kalmadı, Amerika Birleşik Devletleri’nin doğuşu da başlamışoldu. Büyük bir ekonomik gelişmeyle birlikte, kuzey-güney demeden bütün eyaletleri kapsayacak şekilde toplumun yeniden kurulmasına girişildi. Siyah köleler özgürleşti. Demiryolları kıtayı fethettiler. Para sahibi olmanın, hızla zenginleşmenin yolları ve hayalleri herkesi harekete geçiriyordu; herkesin kafası bir şekilde para kazanmanın yollarını arar oldu. Samuel Clemens, teknolojideki gelişmeyi ilerlemenin aracı olarak görüp memnuniyetle karşılıyordu. Ancak savaş özellikle kaybeden tarafta işsizliği de bir süre için beraberinde getirmişti. Savaş sonrası durumları bozulanların bazıları çeteler bile kurmuşlardı. Ünlü Jesse James çetesi de bunlardan biriydi. Samuel Clemens, önce altın arayıcısı ve gümüş işçisi olarak California’nın yolunu tuttu. Eline hiçbir şey geçmeyince gazeteci olarak çalışmaya başladı; Nevada, Virginia ve San Francisco’da gazetecilik, redaktörlük gibi işler yaptı. O sıralarda birkaç başka isim aradıktan sonra Mark Twain takma adını kullanmaya karar verdi: Terim, güvenilir su ile tehlikeli su arasındaki çizgi demekti ve Mississippi Irmağı’ndaki gemilerin seyri sırasında derinliği ölçenlerin kullandıkları bir terimdi. Nevada eyaletinde ise, barda, borç olarak içilebilen iki duble viski demekti Mark Twain, ancak yazarın gemilerde çalıştığı dönemi düşünecek olursak, terimin bu ilk anlamına göre seçilmiş olduğunu kabul etmemiz gerekir.

Mark Twain oldukça ses getiren bir kısa öykü yazdıktan sonra Tom Sawyer’ı kaleme almadan önce geziler yapar. Bu arada dünyalar güzeli, çok zengin bir kız olan Olivia Langdon ile New York’ta evlenen yazarın, bu evlilikten üç kız çocuğu olacak, bunlardan biri bir Hindistan gezisi sonrasında menenjit hastalığından ölecektir. Yazar ikinci çocuğunun ölümüne de tanıklık etmekten kurtulamayacaktır! Mark Twain 1876’da Adventures of Tom Sawyer’ı (Tom Sawyer’ın Serüvenleri) yazdı. Hemen ardından da Adventures of Huckleberry Finn’i birinci romanın bir devamı olarak kaleme aldı, ama birkaç ay sonra bu kitabı yazmayı bir yana bıraktı. Bu roman ancak 1884’te yayımlanabilecekti. İngiltere, Hindistan, Bahamalar da aralarında olmak üzere sık sık, gazeteci ve gezi yazarı olarak dünyanın birçok yerini gezdi, gördü. Özellikle Avrupa ve İngiltere deneyimlerinden, bu ülkelerin zayıf hükümetlerini oradaki toplumsal sorunlardan sorumlu tuttu. Eşi ve iki kızı ölmeden önce, büyük bir iflas yaşamıştı (1894). 1890 ve 1894’teki ölümler büyük bir yıkım oldu Twain için; artık kuyrukluyıldızı beklemenin zamanı mı gelmişti?

Sonra da Halley kuyrukluyıldızı ile birlikte bu dünyadan göç etti. Ancak ABD ulusuna, güney eyaletlerinde çocukluğun sembolü olan iki büyük çocuk romanı armağan etmişti.

Tom Sawyer’daki olayların geri düzleminde, gerçek, hakiki bir dünya, belli bir dönemin ilişkileri, sorunları “sahne” olarak kullanılmıştır. Mark Twain’in kendi önsözüne göre, Tom Sawyer gerçek hayattan alınma bir roman kahramanıdır. Sonradan kaleme aldığı Huck da gerçek hayattan esinlenilmiş bir roman karakteri olmakla birlikte, gene yazarın kendi açıklamasına göre, karma bir tiptir.

Günümüzde macera (serüven), hele büyük kentlerde okul ile yüksek öğretim sınavları gerginliği arasında sıkışıp kalmış 12-18 yaş arası gençlerimiz için (modern refah toplumları dünyasının büyük kentlerinde, hatta başka birçok ülke genelinde de olduğu gibi), bilgisayar ekranındaki “oyunları” yönetme becerisine ve “heyecanına” indirgendi. Bu süreç büyük bir hızla sürüyor. Hele gittikçe daha çok “balta girmemiş bir ormana” dönen büyük kentlerde aileler, bu, evde “dünyayı yaşayan” çocukları tercih etmek durumundalar. Göz önünden ayırmama endişesi de burada yaygınlaşıp duruyor. Buradan bakıldığında, Tom Sawyer’ın başına gelenler, bir tür “masal” dünyası fantezisi olarak gelebilir genç okura. Oysa, yukarıdaki açıklamalardan en azından benim çıkardığım sonuç, ABD’nin o kuruluş ve yükseliş aşamasında, belli ve geniş bir kesim için yaşamak, tutunmak, ayakta durmak zaten, hani romanlardaki boyutlarda olmasa bile, macera yaşamak ile eşanlamlı. Macerayı, az çok bir belirsizliği göze almadan ayakta kalmak pek mümkün değil. Macera demek, tek başına kalmak ve karar almak demektir. Kararlar verebilmek ise, büyümek, olgunlaşmak demektir. Tom da çok önemli, ancak büyük insanların sonuçlarını göze alabileceği kararlar alıyor. Yaşananların biraz yazarın katkısıyla zorlanması; işin içine herkesi zengin eden bir definenin karışması; gerçekliği bir gözlemci, gazeteci gözüyle, mesafeli veren Mark Twain’in anlatma tarzını zedelemiyor; abartılı olaylar, “çocuk romanının” vazgeçilmez “gerçekdışı” alanının kıyısında dolanıyorlar o kadar.

Veysel Atayman
Nisan 2005, İstanbul

*

Bu kitapta anlatılan serüvenlerin çoğu gerçekten yaşanmıştır; bir ya da ikisi benim, diğerleri de okuldaki erkek arkadaşlarımın başlarından geçmiştir. Huck Finn gerçek hayattan alınmadır; Tom Sawyer da öyle, ama tek bir kişiden değil: Tom, tanıdığım üç çocuğun kişilik özelliklerinin bir bileşimi ve bu nedenle de karma bir mimarlık örneğidir.

Öyküde değinilen tuhaf batıl inançların hepsi, bu hikâyenin geçtiği dönemde, yani otuz-kırk yıl önce Batı’daki çocuklar ve köleler arasında çok yaygındı.

Aslında kitabım kız ve erkek çocuklarına eğlence olsun diye tasarlanmış olmasına rağmen, bu hikâyeden yetişkinlerin de uzak durmayacaklarını umarım; çünkü planımın bir bölümü de, yetişkinlere bir zamanlar nasıl olduklarını, neler hissettiklerini, neler düşündüklerini, nelerden konuştuklarını ve bu arada ne tuhaf işlere kalkıştıklarını içtenlikle anımsatmaktı.

Yazarın notu
Hartford, 1876

I

“Tom!”

Cevap yok.

“Tom!”

Cevap yok.

“Nesi var bu oğlanın merak ediyorum? Sana diyorum, TOM!”

Yaşlı kadın gözlüğünü burnunun üzerine kaydırarak odaya baktı; sonra yukarı iterek odaya gözlüğün ardından baktı. Bir oğlan çocuğu gibi ufak tefek şeyler için gözlüğün ardından bakmak pek seyrek yaptığı ya da hiç yapmadığı bir şeydi, çünkü gözlüğü onun gözbebeği, gurur kaynağıydı; ‘şık’ dursun diye yapılmıştı, işe yarasın diye değil; bir çift soba kapağı da taksa etrafını gözlüğüyle gördüğü kadar iyi görebilirdi! Bir an kafası karışmış bir halde etrafına bakındı ve öfkeyle değilse bile, odadaki eşyaların duyabileceği kadar yüksek sesle konuştu:

“Eh, seni bir elime geçirirsem!..”

Sözünü bitiremedi, çünkü bu arada yere eğilmiş, süpürgenin sapıyla yatağın altını yoklamaya başlamıştı ve bu yüzden soluk almaya ihtiyacı vardı. Ama yatağın altından çıkan tek şey kedi oldu.

“Bu çocuk gibisini de ömrümde görmedim!”

Yaşlı kadın açık duran kapıya doğru yürüdü, orada durdu ve bahçeyi oluşturan domates fidanlarıyla tatula otlarına doğru baktı. Tom yoktu. O da sesini, uzağı hesaplayarak yükseltti:

“H-e-e-y, Tom!”

Arkasında hafif bir tıkırtı duyar duymaz tam zamanında dönerek ufak bir oğlan çocuğunu pantolonunun belinden yakaladı ve kaçmasını engelledi. “İşte! Dolapta olduğunu akıl etmeliydim. Ne yapıyordun sen orada?”

“Hiç.”

“Hiçmiş! Şu ellerine bak. Şu ağzına bak. Nedir bu meret?”

“Bilmiyorum, teyzeciğim…”

“Ama ben biliyorum. Reçel bu, reçel! Sana kırk kere söyledim, reçelden uzak durmazsan derini yüzerim diye. Ver şu değneği bana!”

Değnek havaya kalkmıştı. Tehlike büyüktü.

“Vayy canına! Teyze, arkana bak!”

Yaşlı kadın dönüp tehlikeden kaçınmak için eteklerini topladığında, çocuk anında oradan kaçtı; yüksek tahta parmaklığın üstünden atlayarak gözden kayboldu. Polly teyzesi bir an şaşkınlıkla kalakaldı, sonra usul usul gülmeye başladı.

“Bu çocuğu asmalı! Ben hiç akıllanmayacak mıyım? Bana oynadığı buna benzer o kadar oyundan sonra artık ona kanmasam ya! Ama yaşlı budalalar bu dünyanın en büyük budalalarıdır. Derler ya, yaşlı köpeğe yeni numara öğretilmez. Ama, Tanrı aşkına, bu çocuğun bir gün oynadığı oyun da öbür gün oynadığına benzemiyor ki, insan neyle karşılaşacağını nereden bilecek? Bana ne kadar eziyet çektireceğini, ne zaman sabrımın tükeneceğini ezbere biliyor sanki. Beni bir dakika oyalayabilir ya da güldürebilirse öfkemin geçeceğini, ona bir fiske bile vuramayacağımı da biliyor. Tanrı biliyor ya, ben bu çocuğa karşı görevimi yerine getiremiyorum. Kutsal Kitap der ki; kızını dövmeyen dizini döver! Ben de günah işliyorum, farkındayım, ikimiz adına ben acı çekiyorum. Rahmetli kız kardeşimin yavrusu, zavallıcık, onu sopadan geçirmeye yüreğim el vermiyor nedense. Suçunu bağışlasam vicdanım rahatsız oluyor, dövsem yaşlı yüreğim kan ağlıyor. Aah, ah, ne demiş Kutsal Kitap: İnsan ki kadından doğmadır, günleri sayılı ve dert doludur, çok da doğru demiş bence. Şimdi bugün öğleden sonra okula gitmeyip avarelik edecek, ben de çaresiz ceza niyetine yarın onu çalıştırmak zorunda kalacağım. Cumartesi günleri bütün çocuklar tatilyaparken ona iş yaptırmak çok zor, çalışmaktan nefret ediyor; benim de ona karşı bazı görevlerimi yerine getirmem gerek, yoksa bu çocuğu mahvetmiş olurum.”

Tom gerçekten de bütün gün avarelik etti ve çok da iyi vakit geçirdi. Akşam yemeğinden önce ertesi günün odunlarını ve çıralarını kesen küçük zenci çocuk Jim’e yardım etmeye ancak yetişti –en azından Jim işin dörtte üçünü yaparken, ona başından geçen maceraları anlatmak için vaktinde geldi. Tom’un küçük kardeşi (ya da daha doğrusu üvey kardeşi) Sid işin kendine düşen bölümünü; yani odun kıymıklarını yerden toplama işini bitirmişti bile; çünkü o öyle baş belası, serüvenci olmayan sessiz bir çocuktu. Tom akşam yemeğini yedikten sonra fırsat buldukça şeker aşırırken, Polly teyze ona aldatmacalarla dolu, kurnazca sorular soruyordu –çünkü onu tuzağa düşürüp kendini ele vermesini istiyordu. Çoğu saf insan gibi Polly teyze de, gizli ve esrarengiz konularda kendisinde ince bir diplomasi yeteneği olduğuna inanarak, yaptığı en anlaşılır hileleri birer kurnazlık örneği olarak görmeye bayılırdı. Polly teyze şöyle dedi: “Tom, okul bugün oldukça sıcaktı, öyle değil mi?”

“Evet efendim.”

“Hem de çok sıcaktı, değil mi?”

“Evet efendim.”

“Canın gidip yüzmek istemedi mi Tom?”

Tom’un yüreğine ufak bir korku saplandı –tedirgin edici bir şüphenin dokunuşu. Çocuk, Polly teyzenin yüzünü incelediyse bile bu yüz ona hiçbir şey ifade etmedi. O da, “Hayır efendim. Yani pek o kadar istemedim,” dedi.

Yaşlı kadın elini uzatıp Tom’un gömleğini yokladı ve “Ama buna rağmen çok terli değilsin,” dedi.

Benzer İçerikler

Veda Turtası | Nehir Yarar

yakutlu

Ozan Beedle’ın Hikayeleri

yakutlu

Cankız’ın Kuzuları | Şevki Atik

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy