Lilliputlular haşlanmış yumurtanın sivri tarafından, Blefescu Adasının halkı ise yuvarlak tarafından kırılarak yenmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu konu yüzünden üç yıldır savaş halindeydiler. “İyi de saçmalık bu!” dedi Gulliver.
On kitap olacak Hepsi Sana Miras serisinde, bir Jonathan Swift klasiği olan Gulliver’in Gezilerini bize, kitapları onlarca farklı dile çevrilmiş, pek çok ödüle layık görülmüş (buna bir şövalyelik ünvanı da dahil) ünlü İngiliz yazar Jonathan Coe anlatıyor, Sara Oddi ise göz alıcı çizimleriyle ona eşlik ediyor.
“Hepsi Sana Miras” serisi hakkında:
Peki ya bugünün büyük yazarları, tüm zamanların en büyük hikayelerini, sana yeniden anlatsa.
***
Bundan üç yüz yıl kadar önce garip isimli bir adam yaşardı. Adamın adı Lemuel Gulliver’di.
Gulliver, İngiltere’den yola çıkıp dünyanın dört bir yanını gezen ve uğradığı ülkelerde mal alıp satan büyük gemilerde doktorluk yapardı. Tehlikeli bir işti bu. Denizler kimi zaman dalgalı ve fırtınalı olurdu, gemilerse çoğunlukla denizcilerin hiç bilmediği, haritalarda bile olmayan yerlere yelken açardı.
Gulliver’in memleketi İngiltere’de eşi ve çocukları vardı. Ancak o, para kazanmak için uzun yolculuklara çıkmak zorundaydı. Neyse ki Gulliver yolculuk yapmayı çok severdi ve yeni yerler görmeye de çok meraklıydı.
İşte bu hikâye, Gulliver’in insanı hayrete düşüren dört yeni ülkeyi keşfetmesini sağlayan ve insanlara bakışını sonsuza dek değiştiren yolculuklarını anlatıyor.
Gulliver ilk yolculuğuna 1699’da çıktı. Gemisi Bristol’den demir alıp Batı Hint Adaları’na doğru yola koyuldu. Seyahat çok uzun sürdü ve denizlerde geçen altı ayın ardından gemi korkunç bir kazaya uğradı; okyanusun ortasındaki dev bir kayalığa çarparak parçalandı.
Denizcilerin çoğu öldü ama Gulliver yüzerek tuhaf bir adanın kıyısına ulaşmayı başardı. Kıyıya ulaşır ulaşmaz da, yorgunluktan uyuyakaldı.
Saatler sonra uyandığında, sırt üstü yattığını ve kıpırdayamadığını fark etti.
Yüzlerce sağlam sicimle yere bağlanmıştı, hatta saçları bile toprağa tutturulmuştu. Parlak güneş ışığı gözüne girdiği için etrafını güçlükle görebiliyordu. Sonra göğsünün üzerinde bir şeyin yürüdüğünü hissetti. Bir böcek ya da fare görmeyi umarak başını eğdiğinde, bambaşka bir şeyle karşılaşarak hayrete düştü. Göğsünde yürüyen, şık ve zarif giysiler giymiş ama boyu kurşun kalemi geçmeyen, küçücük bir adamdı!
Adamın peşinden kırk kişi daha geliyordu. Gulliver onları görünce korkuyla öyle bir bağırdı ki minik adamların çoğu vücudunun üstünden sert ve kumlu zemine düşerek bir yerlerini incitti.
Gulliver ipleri çekiştirerek kollarından birini kurtarmayı ve başını birazcık çevirmeyi başardı. Adamlar derhal silahlarını çıkarıp Gulliver’in suratına minik oklar fırlatmaya başladılar. Gulliver yüzüne iğne gibi batan oklar nedeniyle acıyla haykırdı. O anda küçük adamlardan birini kolaylıkla öldürebilirdi ama öyle bir şey yapmak istemiyordu. Onun yerine, kimseye zarar vermek istemediğini belirten bir işaret yaptı. Küçük adamlar işareti anladılar ve Gulliver’in kulağına tahta bir merdiven dayayarak, onunla konuşabilmek için yukarı tırmandılar.
Ardından adamların sözcüsü kendi dilinde uzun bir konuşma yaptı. Gulliver söylenenleri
pek anlayamadı -aslında adamın sesi çok ince ve cırtlak olduğundan, dediklerini de pek duyamamıştı-ama onu esir alacaklarını ve başkente taşıyacaklarını kestirebildi. En doğrusunun, kendisine söyleneni yapmak olduğuna karar verdi.
Bu arada acıktığını anlatan bazı işaretler yaptı. Minik adamlar hazırlıklı gelmişlerdi. Hemen Gulliver’in göğsünün üstünde yürüyerek ağzına et, ekmek ve şarap gibi şeyler taşıdılar.
Bulabildikleri en büyük yiyecekleri getirmişlerdi -kızarmış domuz ve kuzular, kendi kafaları kadar büyük somun ekmekler ve kocaman kovalarda şaraplar- ama Gulliver için bunlar ağzına kırıntı serpiştirmekten ve dikiş yüksüğüyle bir şeyler içmekten farklı değildi.
Yeme içme faslı bittikten sonra minik adamlar saatlerce uğraşarak, Gulliver’i taşıyabilecek büyüklükte tahta bir araba yaptılar. Ardından onu arabaya bağlayıp, ülkenin binden fazla güçlü atıyla başkente taşıdılar. Şehir sadece bir kilometre ötede olduğu halde yolculuk beş saatten uzun sürdü. Şehrin kıyısında kocaman, terk edilmiş bir tapınak vardı. Minik adamlar buranın Gulliver’in kalması için uygun bir yer olduğuna karar verdiler. Gulliver’in iplerini çözdüler, onu ayağından sağlam bir zincirle yere bağladılar. Sonra da Gulliver sürünerek tapınağa girdi. Tapınak, kapısından zar zor geçip ancak boylu boyunca uzanabileceği büyüklükteydi.
KİM KİMDİR?
Jonathan Coe çok uzun yıllar önce halen yaşamakta olduğu İngiltere’de doğdu. Aralarında, Uyku Evi ve Yağmurdan Önce adlı kitapların da yer aldığı tam on iki kitap yazdı, ama Gulliver’in Gezileri kadar güzelini yazamayacağını biliyor.
Sara Oddi 1984’te Ascoli Piceno’da doğdu. Çocukluğundan beri en büyük tutkusu hikâyeler anlatmak ve anlattığı hikâyeleri resimlemektir. Doğduğu şehre yakın küçük bir köyde yaşamaktadır. Geçen zamana rağmen hiç eksilmeyen bu tutkusuna bir de yöresel İtalyan mutfağı eklenmiştir.
SAVE THE STORY GEÇMİŞİN ENGİN DENİZİNDE BOĞULMAK ÜZERE OLAN BAZI ŞEYLERİ YENİ BİNİNCİ YILDA KARAYA ÇIKARMAYA ÇALIŞAN BİR CANKURTARAN SANDALIDIR. (“HEPSİ SANA MİRAS”) MARKASI TAŞIYAN BU KİTAP BENZERİ NESNELER TEHLİKE ALTINDAKİ TÜRÜN ÖRNEKLERİDİR.
SCUOLA HOLDEN 1994 YILINDA DİĞERLERİNDEN FARKLI OLMA İDEALİYLE TORİNO’DA KURULMUŞTUR. İÇİNDE KİTAPLARIN VE KAHVENİN HİÇ EKSİK OLMADIĞI BİR EVE BENZER. BURADA, ADINA “MASALCILIK” DENİLEN GİZEMLİ BİR İŞ ÜZERİNDE ÇALIŞILMAKTA; YANİ KİTAP, SİNEMA, TELEVİZYON, TİYATRO, ÇİZGİ FİLM GİBİ MÜMKÜN OLAN HER DİLDE ÖYKÜ ANLATMANIN GİZEMLİ YOLLARI ARAŞTIRILMAKTADIR. KISACASI, SONUÇLARI ŞAŞIRTICI OLAN HER ŞEY BU OKULUN ÇALIŞMA KONUSUDUR.
…