Öğretmenin gözdesi ve çapım tablosunu baştan sona ezbere bilen Asla Sektirmez lakaplı Missy Malone sınıf başkanlığına aday olunca Sivri durur mu? O da korkusuz bir şekilde adaylığını koyuyor. En yakın dostları Doyle ile Will’in de desteğini alan Sivri’nin endişelenmesine gerek yok. Ne de olsa Asla Sektirmez’e kimse oy vermez, öyle değil mi?
Hayır değil! Asla Sektirmez sınıf arkadaşlarının gönüllerini birer birer kazanmaya başlıyor. Sivri, ezeli rakibini yenebilmek için daha önce hiç yapılmamış, müthiş bir şey yapmalı. Korkusuz Oğlanların bir üyesi olarak ne yapabilir? Tabii ki de tüm okulun gözleri önünde büyük bir cesaret gösterisi! Acaba Sivri bunu başarabilecek mi? Acaba en sonunda asla yenilmeyen Missy Malone’u alt edebilecek mi?
Sivri’ye göre hiçbir şey imkânsız değildir!
“Tam bir şamata tufanı…”
Booklist
“Sevimli ve esprili”
School Library Journal
***
BUZDOLABI SANATI
Isabelle ile ben okula giden 18 numaralı otobüse bindik. Ben pencere tarafında oturdum. O ise koridor tarafında. Isabelle genellikle arkadaşları Laura Ling ve Kendall Peters ile benim birkaç sıra gerime oturur. Her nedense o gün yanıma oturmaya karar vermişti. Aslında bunun nedeni elimde taşıdığım şeydi, yani bir ayakkabı kutusu. Isabelle kutuya bakmamaya çalışıyordu ama bu elinde değildi. Çokbilmiş, sinsi kız kardeşim sanat projesi olarak ne hazırladığımı öğrenmek için yanıp tutuşuyordu. Elbette ona söylemeyecektim.
“Bu koku da nesi?” diye sordu Isabelle.
Boya, tutkal, ahşap boyası, cila ve turşu suyundan başka bir şey değildi, ama ona bunu söylemeye hiç niyetim yoktu.
“Koku kutudan geliyor.”
“Bu sadece eski bir ayakkabı kutusu,” diye cevap verdim.
Kız kardeşim yüzünü buruşturdu. “Ayakkabıların bile bu kadar kötü kokamaz.”
Ayağımı havaya kaldırdım. “Koklamak ister misin?”
“Bir daha asla.” Isabelle öğürür gibi yapıp arkaya, arkadaşlarının yanına geçti.
“Otobüs hareket halindeyken ayakta durmak yok,” dedi şoförümüz Bayan Rigormortis. Bayan Rigormortis’in zombi olduğuna oldukça eminim. Solgun, mavimsi derisi iskelet gibi vücuduna dar geliyor gibi görünüyor. Yüzündeki ifade hiç değişmez. Yine de ölülerin tarafında olmasına rağmen onun iyi biri olduğunu düşünüyorum.
Otobüsten iner inmez beni Doyle karşıladı. Gözlerini hemen kutuya dikti. “Bakabilir miyim?”
“Olmaz.”
“Tamam,” dedi hafif bir ses tonuyla. Sanırım duygularını incitmiştim.
“Sana güvenmediğimden değil,” dedim Bayan Zaff’ı görmeye çalışarak. Bir yandan da etrafı kolaçan ediyordum. “Kimsenin benden kopya çekmesini istemiyorum. Bunu hemen öğretmene teslim edeceğim. Yardım etmek ister misin?”
– –
♦KOKMUŞ ÇORAP DENEYİ… PÜÜÜÜF!♦
Bir insan aynı çorabı üst üste kaç gün giyebilir?
♦ 1-3. gün: Şimdiye kadar fena değil. Arada bir bana garip garip bakan Cloey dışında kimse fark etmedi.
♦ 4. gün: Doyle ve Will benimle basketbol oynarken burunlarını kapatıyorlar. (Siz de deneyin, böyle oynamak pek de kolay bir iş değil!)
♦ 10. gün: Isabelle’e ayağımı koklamasını söyledim. Gözleri arkaya doğru devrildi ve bayılacak gibi oldu.
♦ 13. gün: Joe ayaklarımı kokluyor. Gözleri arkaya doğru devrildi ve gerçekten de bayıldı!*
♦ 19. gün: Annem çoraplarımı çıkartıp çamaşır makinesine atarken kız kardeşim de bana hâkim oluyordu. Ya da belki annem onları çöpe atmıştır. Hangisi olduğuna emin değilim, çünkü Isabelle o sırada başımın üzerine oturmuştu.
♦ Sonuç: Aileniz tepenize binmeden önünüzde sadece on dokuz gün var.
* Bu arada Joe iyi.
– –
“Tabii ki? Nasıl?”
“Önden gidip yolu aç. Kimsenin ya da hiçbir şeyin yoluma çıkmaması gerek.”
Önüme düştü. “Hazır mısın?”
“Hazırım.”
Okulun giriş kapısına doğru giden yolda ilerledik. Doyle bana kapıyı tuttu. Binaya girdikten sonra da önden gidebilmek için hızlı şekilde hareket etti. Koşmadan, ama hızlı adımlarla ilerliyorduk. Bay Fipps’ten hız cezası almak istemiyorduk. Gerçekten, bunu yapar. Arkanızdan yaklaşıp otoyolda arabanızı kenara çekmenizi isteyen bir polis gibi siren sesleri çıkartır. Sanki polismiş gibi pembe bir ceza pusulası yazar. Bence Bay Fipps’in yardıma ihtiyacı var, ama rehberlik ve danışmanlık öğretmeni o olduğuna göre ona kim yardım edecek bilemiyorum. Neyse ki Memur Fipps o gün görünürlerde yoktu.
Doyle ve ben koridorda güvenle ilerleyip 242 no’lu sınıfa girdik. Daha ilk zil çalmamıştı, bu nedenle sınıfta çok az öğrenci vardı ki bu da iyi bir şeydi. Bayan Ekşimik masasında oturmuş, yazılı kâğıtlarını okuyordu. Açık yeşil renkte bir elbise giymişti. Giysisi bana kâse içinde sunulan marulları hatırlattı.
Kutuyu önüne koydum. “İşte sanat projem.”
Beyaz kemik çerçeveli okuma gözlüklerini çıkartarak, “Tam zamanında. Teşekkürler, Sivri,” dedi.
Kalbim küt küt atmaya başlamıştı. Kutunun içindekini görmesi için sabırsızlanıyordum. Tıpkı cuma günü Asla Sektirmez’e gülümsediği gibi bana da gülümsediğini görmek için sabırsızlanıyordum. O güzel yeşil gözlerini kısarak bana da gülümsediğini görmek istiyordum. İşte başlıyoruz. Bayan Ekşimik kapağı kaldırıyor. İçeriye göz atıyor…
Bayan Ekşimik’in sandalyesi geriye doğru uçtu. Çok kötü bir gıcırtı sesi duyuldu. Hiç endişelenmedim. Öğretmenim büyük ihtimalle eserime biraz daha uzaktan bakmak istiyordu. Annem bizi bir sürü müzeye götürmüştü, bu nedenle insanların sanat eserlerini nasıl incelediklerini biliyorum. Tablonun ya da heykelin ya da baktığınız her neyse onun tamamını görebilmek için iyiiiiiice uzakta durmanız gerekir. Annem buna, “sanatı içine çekmek,” diyor. Piramit şeklinde dizilmiş bir sürü kel bebek kafasının nesi sanat anlamıyorum, ama bu konuda annemle tartışmamam gerektiğini de öğrendim. Öğretmenimin başını sağa doğru eğişinden sanatımı içine çektiğini anlayabiliyordum. İstediği kadar içine çekebilirdi, benim için hiç sorun yoktu.
Bayan Ekşimik en sonunda, “Bu bir… Bu bir…” diye kekeledi.
“Kurbağa,” diyerek ona yardımcı oldum.
“Ben… şey… görebiliyorum.”
“Ayrıca bir çıyan, bir çekirge ve bir de patates böceği.”
İçini alüminyum folyo ile kapladığım kutunun içine Doyle da baktı. “Hepsini şu tahta parçasına tutkalla mı yapıştırdın?”
“Evet, önce vidayla tutturmaya çalışmıştım, ama bu pek işe yaramadı. Bakın, kurbağayı parlak maviye ve siyaha boyadım, şeye benzesin diye…”
“Zehirli ok kurbağasına!” diye tamamladı sözümü Doyle. “Tam da Dünyanın En Harika Yüzergezerleri kitabımdakine benzemiş. Bu harika bir şey, Sivri. Gerçekten müthiş.”
“Teşekkürler.” Ondan da övgü almayı bekleyerek Bayan Ekşimik’in yüzüne baktım.
Güçlükle yutkunan Bayan Ekşimik’in marul elbisesinin yakasından aşağı inen koca kütleyi görebiliyordum. “Immm, şey, Sivri, kurbağan ve böceklerin kesinlikle gerçek hayattakilere benziyor.”
“Aslında onlar daha çok ölüye benziyor.”
Başını kaldırıp bana baktı. “Ö-ölü mü? Bana bunların ölü hayvanlar olduğunu mu söylüyorsun?”
“Hı hı. Ama onları ben öldürmedim. Onları bulduğumda zaten ölüydüler. Bir düşüneyim… Hah, kurbağa bizim bahçe hortumu arabasında ölmüştü. Çıyanı verandanın altında buldum, çekirgeyi pencere pervazında, patates böceğini ise…” Hafifçe gülümsedim. “Onu da geçen cuma günü sıramın altında bulmuştum. Ne şans ama, değil mi?”
Bayan Ekşimik ağzını açtı ama hiçbir şey söylemedi.
“Nasıl bu kadar parlak görünebiliyorlar?” diye sordu Doyle.
“Sprey cila sürdüm. Hem de üç kat.”
Doyle koklarken hafifçe burnu oynuyordu. “Bu nedenle mi böyle garip kokuyor?”
“Boya, cila, ahşap boyası, tutkal ve turşu suyunun karışımından dolayı böyle kokuyor olmalı,” dedim.
“Turşu suyu mu?” diye soran Bayan Ekşimik’in yüzünün rengi elbisesiyle iyice uyumlu hale gelmeye başlamıştı.
“Bu suyun içinde her şey çok uzun süre dayandığına göre benim ölü sanat eserimde niye işe yaramasın diye düşündüm.”
Öğretmenim kutunun kapağını çarparak kapattı. “Ah, ımm, şey… Teşekkür ederim, Sivri. Sanırım bunu şeye, ımm, öğretmenler odasındaki buzdolabına koysak iyi olacak. Evet, bu yeterince uzak bir yer, yani onu korumamız gerek, diyorum.”
– –
♦HARİKA AMA ÖLÜMCÜL♦
Zehirli Ok Kurbağaları Orta ve Güney Amerika’daki yağmur ormanlarında yaşarlar. On santimden daha küçüktürler! Çok havalı desenleri ve renkleri olur; mesela kırmızı ve mavi, yeşil ve siyah gibi. Ama dikkat edin! Zehirli ok kurbağasının derisine dokunmak bile bir hayvanı ya da insanı öldürebilir. Aynı şey kız kardeşimin portakal marmelatlı kurabiyeleri için de geçerli. Hatta onlara zehirli ok kurabiyeleri ismini verdim.
– –
Buzdolabı mı? Suratım asıldı. Benim projemin de diğer üç boyutlu doğa heykelleriyle birlikte arkadaki masada sergilenmesi gerekmez miydi? “Emin misiniz?” diye sordum. “Ya birisi onu öğle yemeği niyetine yerse?”
Fakat Bayan Ekşimik aceleyle kapıya doğru yönelmişti bile. Kutumu biraz kendinden uzakta tutarak önünde taşıyordu. “Merak etme,” dedi omzunun üstünden bana bakarak.
“Harika bir şey yapmışsın,” diyen Doyle omzuma bir yumruk indirdi. “Lewis’in domuz şeklindeki eski kumbarasından veya benim şu yıkık dökük kuş evimden çok daha iyi,” diye mırıldanan Doyle’un arka masaya doğru kayan bakışlarını takip ettim.
Bazen yeterince dikkatli olmadığım için kendime bir tokat atmak istiyorum. “Hey, bu senin kuş evin mi? Güzelmiş.”
Doyle, Bayan Ekşimik’in masasındaki bir takım kâğıtlarla oynuyordu. “Yok canım. Senin ölü sanatınla kıyaslarsak…”
“Tabii ki güzel,” dedim, çünkü gerçekten de öyleydi. Doyle’un kuş evi hortuma yakalanmış gibi görünüyordu. Çatısı iyice tek tarafa yatmıştı. Tünek, yapıştırıldığı yerden sarkmıştı. Kuşyemiyle süslenmiş olan çarpık çurpuk duvarlar yer yer boş kalmıştı. Yere dökülen kuşyemlerinden arkamızda sınıfın dışına doğru uzayan bir iz oluşmuştu. İçimden bir ses bu izi takip ederek Doyle’un bisikletini bıraktığı yere kadar gidebileceğimi söylüyordu.
“Olamaz!” diye bağırdı Doyle. “OLAMAZ!”
“Tamam, tamam. Belki ben olsam şuraya daha fazla tutkal koyardım…”
– –
♦SİVRİ’DEN TÜYOLAR #29♦
Ölü böcekleri en iyi döşemelerin,
verandanızın veya kız kardeşimin yastığının
altında bulabilirsiniz. (Şşşş, oraya koyduğum
ölü geyik böceğini hâlâ görmedi!)
– –
“Şuna bir baksana, Sivri! Bir bak.” Öğretmenin masasının diğer tarafına geçmem için beni çekiştirdi. Elinde salladığı bir kâğıdı gözüme soktu. “Bak!”
“Rahat bırakırsan bakacağım!” diyerek bileğini yakaladım. Doyle’un elindeki, sınıf sorumluları kayıt listesiydi. Bayan Ekşimik en tepeye BAŞKAN kelimesini yazmıştı. Onun altında yazan ismi okuyunca… Yo, hayır, olamaz! Dünyada sadece tek bir insan, ismindeki o harfini gülen yüz şeklinde yazar.
“Missy Malone başkanlığa aday demek ha?” diye homurdandım. Bu doğru olamazdı. Yoksa doğru muydu?
“En kötü tarafı da kimsenin ona karşı adaylığını koymaması,” dedi Doyle kâğıda bir fiske vurarak.
“Sakin ol,” dedim gözlerindeki korkuyu görünce. “Önümüzde koca bir gün var. Belki başka biri daha aday olur.”
“Evet, belki.” Böyle demesine rağmen korkuyla koluma yapıştı. “Ya hiç kimse aday olmazsa? O zaman ne olacak?”
İçim ürperdi. Bunu düşünmek bile istemiyordum.
“Hepimize mor ceket giydirir o,” dedi Doyle. “Bir de yüz boyaması yaptırır. Ben yüz boyamasından nefret ediyorum. Her gün ‘Dünyanın Etrafında Uçuyoruz’ oynamak zorunda kalabiliriz. Ne yapacağız, Sivri? Her gün nasıl oynarız?” Kâğıdı buruşturdu. “Bunu benim sırama saklayalım. Bir dakika dur! Senin sırana saklayalım. Evet. Senin sıran çok karışık, Bayan Ekşimik onu orada asla bulamaz.”
“Bu sadece bir kâğıt, Doyle. Bayan Ekşimik kaybettiğini düşünüp yenisini hazırlar.”
“Öyleyse ne yapacağız? Zil birazdan çalacak, Sivri. Ne yapacağız?”
– –
♦KORKUSUZ OĞLANLARIN GİZLİ TOKALAŞMASI♦
♦ Birinci adım: Başparmaklar sıkıca kenetlenir
♦ İkinci adım: Diğer parmaklar sallanır
♦ Üçüncü adım: Avuçlar birbirine vurulur
♦ Dördüncü adım: Yumruklar birbirine çarptırılır
♦ Beşinci adım: Karşılıklı olarak göğse yumruk indirilir
♦ Altıncı adım: İçten gelerek geğirilir
– –
Beynim jet gibi çalışıyordu. Ne yapmalıydım acaba? Birden aklıma bir fikir geldi. “Kalemini versene.”
Doyle eliyle sağını solunu yokladıktan sonra bulduğu kalemi bana verdi. “İyi fikir. İsminin üstünü çiz.”
“İsminin üstünü çizmeyeceğim ki.” Onun yerine kendi adımı Asla Sektirmez’in yanına ekledim. İsmimin onunkinden iki katı büyüklükte olmasına dikkat etmeliydim. İsmimin başındaki S harfine sivri dişlerini gösteren bir yılan şekli verdim. Onun soyadındaki gülen surat şeklindeki o harfine doğru zehir püskürüyordu.
Doyle güldü. “Çok beğendim.”
“Bana oy vereceksin değil mi?”
Kalemini geri alırken, “Sormana gerek var mı?” dedi.
Gizli tokalaşmamızı yaptık.
“Eminim sen kazanacaksın,” dedi Doyle. “’Dünyanın Etrafında Uçuyoruz’ oynamaktan herkes nefret ediyor.”
Ben de tam olarak buna güveniyordum zaten.
Kısa bir süre sonra Asla Sektirmez ayaklarını sürüye sürüye sınıfa girdi. Sümüksü yeşil dokunaçlarını gizlemek için her zaman olduğu gibi mor ceketinin düğmelerini boğazına kadar iliklemişti. Saçına sarı benekli iki süs şemsiyesi takmıştı. Bunların uzaylı anteni olduğuna şüphe yoktu. Sessizce sırama geçtim. Ellerimi kavuşturdum. Tam da Bayan Ekşimik’in beğendiği gibi ayaklarımı düzgünce yere bastım. Şu andan itibaren seçimlere kadar mükemmel bir öğrenci olacaktım. Geğirmek yok. Sümük atmak yok. Koltukaltından garip sesler çıkarmak yok. Yani eğlenceli hiçbir şey yok. Ama tüm bunlar iyi bir amaç içindi.
Asla Sektirmez kahverengi kâküllerini geriye doğru attı. Bana dönerek pişmiş kelle gibi sırıttı. Yanaklarında iki gamze belirdi.
Başımla onu selamladım. İçten içe ona güldüğümü gizlemeye çalışıyordum, ama bu çok zordu.
Asla Sektirmez kaybetmek üzere olduğunun farkında bile değildi. Farkında olmaması çok hoşuma gitmişti. Hem de çok.