Öyle Bir Uğradım | Maral Atmaca


BİR SABAH VAKTİ SENİ BULMAK, UYKUDAN UYANMAK GİBİYDİ.

GERÇEKLİĞİ SORGULATAN, RÜYADA MIYIM DİYE DÜŞÜNDÜREN BİR ANIN BAŞLANGICI GİBİ…

RÜYA DEĞİLDİ, ORADAYDIN. SENİ GÖRECEĞİM KADAR YAKIN, SANA ULAŞAMAYACAĞIM KADAR UZAK…

AMA ORADAYDIN.

Ukde annesi gözleri önünde babasını öldürdüğünde, bir yıl boyunca bu olayın matemiyle yaşamak zorunda kalır. Artık annesi hapiste, babası ise mezardadır. Sevdiklerini sonsuza kadar kaybettiğini düşünürken trajik bir kaza sonucu kendini bir anda 1998 yılında, yani yirmi beş yıl öncesinde bulur. Zamanın bu noktasında anne ve babası henüz evli değillerdir ve Ukde, ana rahmine bile düşmemiştir. Onların evlenmesinin nedeni annesinin Ukde’ye hamile kalmasıdır. Bunu fark ettiğinde ise kendi doğumunu engellemenin peşine düşer. Onları bir araya getiren karşılaşmaları ortadan kaldırdığında annesini hapisten, babasını da mezardan kurtaracağına inanıyordur. Planını uygulamak için babasının yakın arkadaşı Eflah’ın evinde dadı olarak işe girer ama bu çok da iyi bir fikir değildir çünkü konu aşk olunca tüm tabular yıkılmaya mahkûmdur.

Yaralasar ve Ötanazi Okulu serileriyle okurların büyük beğenisini kazanan Maral Atmaca, Öyle Bir Uğradım ile okurları günümüzden geçmişe uzanan sıra dışı bir dünyanın içine çekiyor.

“DOĞRU İNSANI YANLIŞ ZAMANDA BULMAK, BİRİNE VERİLEN EN BÜYÜK CEZA OLMALI.”

*

1. BÖLÜM

UÇURUM

“Seninle tekrar tanışana kadar büyük felaketlerin küçük mucizelere gebe olduğunu bilmiyordum ama öğrenmek üzereyim.”

Kötü anılar genelde yağmurlu ve soğuk gecelerde diye başlar. En azından ninemin anlattığı masallarda öyleydi. O günse hiç yağmur yoktu. Küçük bir yağmur bulutu bile gökyüzünde yer edinmemişti. Tüm maviler güneşin kızıllığına karışmıştı. Hava da soğuk değildi. Hani pembe dizilerde kızıl bir gökyüzü olur ya, taze bir yaz esintisi ve kuşların neşeli cıvıltısı… İşte, öyle bir gündü. Her şey kötü olayların değil, güzel şeylerin başlangıcı gibiydi. Korku filmlerinde olduğu gibi birden kararmadı hava. Gökyüzünü kızgın bulutlar istila etmedi, yıldırımlar çakmadı ya da kuşlar şarkı söylemeyi bırakıp ağaçların arasında uçuşmadı. O gün kötü sayılabilecek hiçbir doğal afet yaşanmadı. Akılda daha kalıcı olması için belki de yaşanmalıydı ama o gün için bunlardan hiçbiri yoktu. Başıma hayatımın felaketi gelirken evren bana burun kıvırır gibi keyfinden hiç ödün vermedi. O gün bunun haksızlık olduğunu düşünmüştüm ve hâlâ öyle düşünüyorum.

Bu, bize yapılan büyük bir haksızlıktı.

En azından o gün her şey çok güzeldi. Hava bile…

Otelin terasında duvara yaslanmış, aşağıdaki curcunaya bakıyordum. Aşağıda, otelin lobisinde bir imza günü gerçekleşiyordu. Büyük hayranı olduğum Eflah Yargı’nın Türkiye’deki ilk imzasıydı, bu yüzden katılımcı sayısı bir hayli çoktu. İnsanlar bir ay öncesinde başladı bu imza günü hakkında konuşmaya ama ne yazık ki herkes katılamıyordu. Şu zamana kadar hiç imza etkinliği yapmadığı için herkes onu görmek, onunla konuşmak ve birkaç fotoğraf çekmek istiyordu. Otelin etrafında oluşan o büyük kuyruktan tek bir insan azalmamış, hiçbiri içeri alınmamıştı. Bu benim talimatımdı.

Eflah amcanın ayak işlerini yapan yardımcısı ve aynı zamanda yeğeni, yani Taner, özel bir çekilişle imzaya katılacak kişileri belirlemişti. Sadece ilk yüz kişi katılabilecekti. Dışarıda yüzlerce insan vardı ama hiçbiri içeri alınmayacaktı. Çekilişi kazanamadıkları için onlara otel tarafından bir davetiye gönderilmemişti. Aslında dışarıdaki insanlar da içeriye alınmayacaklarını biliyorlardı ama onu görme umuduyla yine de gelmişlerdi. Dışarıdaki kalabalığın boyutu korkunç denecek kadar büyüktü. Daha önce bu kadar insanı bir arada görmemiştim. Sanki bir futbol maçı izlemek için stadyumu doldurmuş gibi görünüyorlardı. Evet, otelin etrafındaki kalabalık o denli büyüktü.

Eflah Yargı, gerçekten de çok sevilen bir yazardı. Keşke daha sık imza etkinliği düzenleseydi. Bu imza için bile onu ikna etmem bir yılımı almıştı. Çocukluğum, onun kitaplarını okuyarak geçmişti ama babama göre o kitaplar sadece zaman kaybıydı. Evet, Eflah amca babamın çocukluk arkadaşıydı. Eflah, Necip ve Kenan; bir zamanların ayrılmaz üçlüsüymüş. Ancak babam, annemle evlenmesinin ardından Kenan amcayla aralarındaki tüm dostluğu yıllar önce bitirmişti. Babamı geçen yıl kaybetmiştim. Kenan amcanın cenazeye geleceğini hiç ummuyordum ama yıllardır babamla görüşmemesine rağmen cenazeye katılarak herkesi şaşırtmıştı. Aralarındaki dargınlık, babamın cenazesine katılmaktan onu alıkoymamıştı.

Geçen yıl annem hapse, babam ise mezara girmişti. Bu yüzden kendimi toparlamam hiç kolay olmadı. Gerçi hâlâ kendimi toparlamış sayılmazdım. Düğün arifemde annem tutuklanmış, babam ölmüş, ben de düğünü iptal edip nişanlımdan ayrılmıştım. O kadar kötüydüm ki istediğim tek şey yok olmaktı. Sanki kaybolmuştum. Hayatımın en kötü günlerini geçirdiğim o dönemde Eflah amcanın desteği beni yaşama bağlamıştı. Çocukluğumdan beri onun koyu hayranı olduğum için sıkı takipçisiydim. Tüm kitaplarını okumuştum. Toplamda otuz iki kitap çıkarmıştı ve hepsi de bende vardı. İlk baskılar, ciltliler, ciltsizler hatta farklı yayınlara ait tüm baskılar.

Eflah amca, bana kitapları sevdiren yazarlardan biriydi. Kitaplarında bulduğum o yoğun duyguyu başka hiçbir kitapta bulamıyordum. Kitapları umut kokuyordu. İnsana savaşma gücü veren satırlarla doluydu her biri. Babam öldükten sonra beni hiç yalnız bırakmamıştı. Belki de bir sonraki adımımın intihar olacağını düşündüğü için bana editörü olmamı teklif etmişti. Evet, edebiyat bölümünden mezun olan bir editördüm. Birçok kitabın çevirisini ve edisyonunu yapmıştım. Ondan gelen bu teklif ise bana hayata tutunacak yeni bir şey vermişti. Yıllardır hayranı olduğum yazarın otuz üçüncü kitabının editörü ben olacaktım.

Benim için bir kitap yazacağına söz vermişti.

Eflah amca, babamdan sonra çocukluğumun kahramanıydı. Sözünde duracağını biliyordum. Kitabın ilk sayfasında, editör olarak benim adım geçecekti. Ona ait olan bir kitapta benim adım geçecekti. Bu tarifsiz bir duyguydu. Akıntının içinde kaybolan bir kadına uzatılan dal gibiydi. Teklifini kabul ederek onun editörü olmuştum ama bir yıldır hâlâ yeni bir kitap yazmaya başlamamıştı. Bu konuda onu bunaltmaktan asla vazgeçmiyordum. Yeni bir kitaba başlayana kadar onun asistanı gibi görev alıyordum. Sözleşmelerini hazırlıyor, uzun zamandır birlikte çalıştığı yayıneviyle kitaplarının takibini yapıyordum.

Bundan nefret etmesine rağmen birkaç sosyal medya uygulamasında ona hesap açmıştım. Onun adına paylaşımlar yapıyordum. Takipçilerinin ondan gelecek küçük bir paylaşıma bile ihtiyacı vardı. Bu yüzden bazen onu, bazen de kitaplarından alıntılar paylaşıyordum. Sanırım onun ayak işlerini yapan sadece Taner değildi. Kahretsin! Neyse, en azından ben mali ve sosyal işlerini yürütüyordum. Taner gibi şoförlüğü dâhil her şeyini yapmıyordum.

“Çok yoruldu. Neden aşağıya inip onunla ilgilenmiyorsun?” Taner’in sesini duyunca arkamı dönmediğim için baygınca devirdiğim gözlerimi görmemişti. “Sadece elli üç yaşında, sandığın kadar yaşlı değil. Bir imzanın onu zorlayacağını düşünmüyorum.” Geçen yıla kadar imza günü düzenlemesini o kadar çok beklemiştim ki asla mümkün olmayacak sanmıştım. Onu okurlarıyla görmeyi her şeyden çok istiyordum. Bu imzayı ona zor kabul ettirmiştim ama huysuz herif en fazla yüz kitap imzalayacağını söylemişti.

Taner elindeki iki karton bardakla yanıma geldi. Kahvelerden birini bana uzatınca tebessüm ettim. “Teşekkür ederim.”

Başını sallayarak, terasa yaklaşıp aşağıdaki kalabalığa baktı. “Akşam yine yorulduğunu söyleyerek canıma okuyacak.”

Taner’e kalabalığı gösterdim. “Şu sıraya baksana, hepsi de kapak çekiminden fırlamış gibi. Menajeri çapkın olmalı, katılımcıları hep güzel kadınlardan seçmiş.”

Eflah amcanın sadece yardımcısı değil, aynı zamanda menajeri olduğu için güldü. “İçlerinden birkaç tanesinin numarasını aldım,” deyince çapkınlığı beni güldürdü. Taner’de nefret ettiğim tek şey, dişi olan her şeye ilgi duymasıydı. Otuz bir yaşındaydı, yani benden altı yaş büyüktü fakat bazı hareketleri aşırı ergence hatta çocuksuydu. Ona tanımayan biri yeşil gözlerine veya kumral saçlarına bakıp yakışıklı yüzüne aldanabilirdi ancak onu gerçek anlamda tanıyan birinin ondan hızla uzaklaşacağına emindim. En uzun ilişkisinin bir hafta sürmesi de bunun bir kanıtıydı.

Bir okurunun kitabını imzalayan Eflah amcaya baktı. “Elli üç yaşında olmasına rağmen hâlâ çok yakışıklı ve karizmatik görünüyor. Bu adamın gençlik döneminde yaşamak ister miydin?”

“İstemezdim.”

Gözlerini büyüttü, hayretler içinde kalmış gibi bana bakıyordu. “Benimle kafa bulma. Aşağıdaki kızlar gibi sen de ona ölüp bitiyorsun. Bunu en çok sen isterdin.” Hayranlık ve ölüp bitmek arasında çok fark vardı.

“Ona hayran olabilirim ama onunla aynı dönemde olmak istemezdim. Şimdilerde nasıl biri olduğunu bilmiyorum ama gençliğinde insanların sinirleriyle oynamayı bilen biriymiş.” Eflah amca, babamın çocukluk arkadaşlarından biri olduğu için onun hakkındaki her şeyi biliyorum. Aralarındaki dostluk daha ben doğmadan varmış.

O dönemlerde babam, Kenan ve Eflah amca arkadaşmış. Üçünün dostluğu çocukluklarına dayanıyormuş. Babam geçmişten pek bahsetmezdi hatta konusu açılınca bile sinirleniyordu. Bildiklerim, annemin körkütük sarhoşken ağzından kaçırdıklarıyla sınırlıydı. Annem ne zaman Kenan amcadan bahsetse gözlerinde derin bir ızdırap oluşurdu. Kenan amcadan özlemle, babamdan ise nefretle bahsederdi. Ne yazık ki üçünün dostluğunu bitiren annem olmuş. Çünkü o dönem Kenan amcanın nişanlısıymış fakat ondan ayrılıp babamla evlenmiş.

Annem çok içince geçmişine dair bazı şeyleri özlemle anardı. Hâlâ Kenan amcayı unutamadığını düşündüğüm anlar bile oluyordu. Kenan amcayla nişanlıyken neden onun yakın arkadaşıyla evlendiğini bir yıl öncesine kadar bilmiyordum. Gerçeği babamın öldüğü gece öğrenmiştim. Hayatımdaki en büyük yıkımı annemin sarhoşken ağzından kaçırdıklarıyla öğrenmiştim. Bir yıldır o gerçeğin mide bulandırıcı hissiyle yaşıyorum. Dışarıdaki herkese geçmişi atlatıp hayatıma devam ettiğimi göstermeye çalışıyordum ama yalnız kaldığım her an gerçekler bir tokat gibi yüzüme çarpıyor, gözyaşlarım sel olup akıyordu.

Kenan amca ve babamın arası annem yüzünden açılınca ikisinin yakın dostu olan Eflah amca, bu durum karşısında tarafsızlığını korumuş. Ne babamla olan dostluğunu bitirmiş ne de Kenan amcayla. İkisiyle de ayrı ayrı görüşmüş. Kenan amca ve babam birbirleriyle hiç görüşmeseler de Eflah amca ikisiyle görüşmeye de devam etmiş. Arkadaşları arasında bir taraf seçmemiş. Bu konuda onu hep takdir ettim.

Derin düşüncelere dalıp kahvemi yudumlarken Taner koluyla beni dürttü. “Bize bakıyor.” Başımı eğince gözlerim Eflah amcanın siyahlarıyla kesişti. Bu uzaklıkta bile gözlerindeki bezginliği iliklerime kadar hissediyordum. Kaşları belli belirsiz çatıktı ve bu işi başıma sen açtın der gibi kızgın gözlerle bana bakıyordu. Gülmemeye çalışarak devam etmesi için ona sırayı işaret ettim. Bana ters ters bakarak önüne döndü. “Sanırım akşam canına okuyacağı tek kişi ben değilim.” Taner’in keyifli sesi beni güldürdü. “Öyle görünüyor,” dedim.

En azından sosyal medya hesaplarında paylaşmak için otelin içindeki ve dışındaki tüm o yoğunluğu çekmiş, galerimi imzaya dair bol bol fotoğraf ve videoyla doldurmuştum. Yatmadan önce onun hesabına girip hepsini paylaşacaktım. Ona zorla açtırdığım tüm o hesapların şifresi bende de vardı çünkü bu huysuz adam sosyal medyadan uzak bir hayat yaşıyordu. Onun yerine ben bir şeyler paylaşmazsam o asla paylaşmazdı. Bir kadının ona sıkıca sarıldığını görünce derin bir nefes alıp merdivene doğru yürüdüm. “Hadi, gel. Aşağıya inelim. Biri daha ona sarılmaya kalkışırsa bu sefer kontrolden çıkabilir.” Sarılmaktan nefret ettiği için onu bu etkinliğe ikna ederken kimse sana sarılmayacak, demiştim.

Karısına bile sarılmaktan nefret eden delinin tekiydi.

Gerçi karısı da sarılacak gibi değildi ki. Cadalozun tekiydi.

Benzer İçerikler

Bana Ait – Sinem İşler Online Kitap Oku

yakutlu

İmparator

yakutlu

Ölüm Bizi Ayırana Dek – Barbara J. Zitwer – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy