Eşeğini kaybeden Yürekdede, pazardan küçük bir deve satın alır. Her yıl çıktıkları yaylaya gitmek üzere hanımı Ayşe Nine ile yola çıkarlar. Az giderler, uz giderler, dere tepe düz giderler. Konakladıkları yerde atlılar çıkar karşılarına. Onları doyurmak için “bir güzel söz, bir sevgiye” aldığı deveciği keser Yürekdede. Padişahın atlıların arasında olduğunu fark edemezler. Saraya davet edilirler. Sonra ne oldu, dersiniz. “Yürekdede ile Padişah” kitabı bu mutlu sona adım adım yaklaştıracak sizi.
Yürekdede ile Padişah
Bir varmış bir yokmuş.
Çok zaman da değil,
şunun şurasında sadece birkaç asır önce,
köylerden birinde yaşlı bir adamla karısı ya-şarmış.
Köylülerin tabiriyle “sehiI” bir yerdeymiş bu köy. Yani kış aylarında muhafazalı olurmuş, korunurmuş evler soğuk rüzgârlara karşı.
Kışı iyiymiş iyi olmasına, ama yazın durulmazmış buralarda.
Boğucu bir hava, aşırı rutubet… Nefes al ki alasın. Bu da bir yana, etrafta her şey sararıp solar, hayvanlara yiyecek nesne kalmazmış.
İşte bu yüzden asırlardır bu çevre köylüleri kışın köye yazınsa, vururlarmış yolunu yaylalara. Bu köyde bir zamanlar “Yürek Hasan” diye bilinir, bir delikanlı yaşarmış. Nereden kalmış bu isim ona? Köyde mi ortaya çıkmış, yoksa askerden mi getirmiş, kimse sormaz olmuş yıllar geçince.
Yürek Hasan, doğma büyüme bu köyde, genç karısı da Öyle, yazın yaylaya kışın köye, böyle bir hayat İçerisinde yaşamışlar, köyün sağlam bir insan damarı olmuşlar.
Yaş yirmi otuz, kırk elli, altmış yetmiş derken gelmiş seksene.
Hep aynı hayat. Hep aynı göç. Fakat ne bıkkınlık doğmuş içlerinde, ne bir değişiklik olmuş dünyaya bakışlarında.
Ancak hep kemal bulmuşlar. Yücelmişler.
Yürek Hasan, Yürek Hasan olarak kalmış.
Karısı ise, daima, gencecik bir gelinden söz eder gibi, Yürek Hasan’ın Ayşe’si…
Bu günlerde sekseninci senenin baharındalar.
Köye öyle bir gelmeye başlamış ki yaylanın kokusu, bu yıl yaylaya ilk kez gidecek olan yeni dolmuş bebeler bile başlarını o yönden başkasına çevirmiyor.
Koyunlarda, köpeklerde, keçilerde, develerde anlaşılır bir huzursuzluk var.
Gelin, süt dolu bakracı düşürüyor elinden.
Çocuğun ayağı takılıyor.
Baba bağırıyor, anne üzülüyor.
Bir sabah ilk kafile toparlanıp yola çıktı. Başlarında köyün insan mı insan, Müslüman mı Müslüman ağası…
Yürek Hasan’la karısı Ayşe Nine bir sonraki kafileye kaldılar.
Ayşe ninenin nefesi daralmıştı yine.
Ha bu kafileyle ha o kafileyle derken bütün köy boşaldı ama Yürek Dedeyle karısı Ayşe Nine köyde kaldı.
İlkin biri hastalandı sonra öteki. Kader kısmet İşte.
Derken bir gün ikisi de iyice şifa buldular. Ayağa kalktılar.
– Hatun ne dersin, yarın çıkalım mı yola? diye sordu Yürek Hasan.
-Beyciğim, dedi Ayşe Nine, sen nasıl emreder nasıl münasip görürsen, benim için güzel olan o.
– Sultanım o ne biçim lakırdı, sen ne arzu edersen benim arzum da o.
– Allah ömrünü hayırlı elsin beyim efendim, bende arzu ne gezer, ben sana uydum, senin ağzına bakarım.
İşle ne zaman birlikte bir iş tutacak olsalar, tam evli oldukları şu altmış beş yıldır hep öyle konuşur, çoğu zaman da böyle birbirlerinin gönüllerini hoş tutmak için gayret etmekten, yapacakları işi unuturlarmış.
Nitekim bugün de sözün, yaylaya yola çıkmaktan açıldığını unutmuşlar.
Birbirlerine tatlı nükteler yapıp, sevimli nazlar yapmışlar.
Ertesi gün:
– Sevgili hatunum, ne dersin, havalar bir acayip ısındı, rutubet bizi kahredecek. Yola çıksak mı.
– Beyciğim dedi yine Ayşe nine, sen nasıl emredersen benim için münasip olan o.
– Hımmmm, dedi Yürek Hasan. Yarın sabah namazıyla birlikte yola çıkılacak. Bu gün hazırlığımız biiznillah bitmiş olacak.
– Ah ne iyi olacak, dedi Ayşe kadın.
Böylece bir odadan ibaret olan evlerinde bir gece daha uyudular.
Güzelce uyudular, güzelce sabahladılar. Yürek Hasan uyanır uyanmaz:
– Hatun, dedi sessizce.
Hemen duydu ve doğruldu nine, lâilâhe illallah diyerek. Ve hemen besmeleyle kuyudan su çekti, ibriği hazırladı. Leğeni getirdi.
Hasan Dede kollarını çemredi, geldi. Nine yavaş yavaş, kutsal bir iş yapar gibi ibrikle döktü suyu Hasan Dede’nin avuçlarına.
Sıra ayaklarını yıkamaya gelince Hasan Dede ibriği aldı ayaklarını kendi yıkadı.
Doğrulduğunda nine elinde havluyla belirmişti bile yanında.
Yürek Hasan iki elini birden ileri uzattı. Nine havluyu açıp bunların üzerine bıraktı.
Yürek Hasan havluyu alırken dua ediyordu karısına:
– Hatun, Allah senden razı olsun. Tuttuğunu altın etsin, hayretsin, sana öte dünyada güzel amellerini yoldaş etsin. Can yoldaşım, gül yanaklım.
– Eksik olma, Allah senden de razı olsun. Sana layık olamıyorum, yaşlandım, çöktüm, kusura kalma.
– Estağfirullah, estağfirullah, o ne biçim lakırdı, bir daha işitmiyem haa..
İki seccade serdiler.
Biri önde, biri bir arşın geride.
Sünnetleri kıldılar iki rekât. Başlarını indirip bir müddet sessiz sessiz durdular.
Sonra Hasan Dede kalktı. Kamet getirdi. Kalın, erkek, mübarek bir sesle.
O imam oldu, Ayşe Nine cemaat.
Bir namaz kıldılar ki bedenleri de ruhları da biz diyelim arşıâlâda, siz deyin cennet bahçeleri….