Eğlenceli bir tatil ne kadar ölümcül olabilir?
Elisa Yıldırım, erkek arkadaşı ve dostlarıyla birlikte dağ evinde yapacağı tatil için heyecan içindedir. Issız ve telefonun çekmediği bir ormanda birkaç gün kalma düşüncesi kulağa ne kadar ürkütücü gelse de sevdikleriyle vakit geçirmeyi iple çeker.
Ancak şiddetle yağan kar geri dönüş yollarını tıkadığında ve birbirlerini çok seven bu insanların arasında ihanet kol gezmeye başladığında işler içinden çıkılmaz bir hâl alır. Ardından Elisa evden uzaklaşmak zorunda kaldığı soğuk bir kış gecesi korkunç bir cinayete tanıklık eder.
Katil tarafından fark edilip tutsak alındığındaysa kendini bir hayatta kalma mücadelesinin ortasında bulur. Gölgelerin arasına gizlenen gerçekse görünenden çok daha zalim olacaktır.
DİLARA KESKİN, YENİ ROMANI PANDORA’NIN KALBİ İLE OKURLARI BU KEZ GİZEM VE MACERANIN HÜKÜM SÜRDÜĞÜ NEFES KESİCİ BİR BİLİM KURGUYA DAVET EDİYOR. ÖLÜLER KONUŞAMAZ, UMUT BAHÇESİ, KAYBOLMUŞ RUHLAR SARAYI, BENİM KÜÇÜK SIRRIM KİTAPLARINDAN SONRA OKURLARI YİNE SÜRÜKLEYİCİ VE ŞAŞIRTICI BİR KURGU BEKLİYOR!
Uyarı: 16 yaş ve üzeri için uygundur. Yetişkin içerikli sahneler bulunmaktadır.
*
BÖLÜM BİR
12 Eylül
Duru, bu koca ormanda kaybolduğunu kabul etmek zorunda kaldığında hava kararmak üzereydi. Defalarca denediği gibi telefonunu çıkarıp havaya kaldırdı ve bir umut, çekmesi için bildiği tüm duaları sıraladı ancak şans yüzüne gülecek gibi görünmüyordu. Evden çıkmadan önce halasına biraz yürüyüş yapacağını söylediği için memnundu. Eve dönmediğini fark eden ve ondan bir türlü haber alamayan ailesi, onu aramaya çoktan başlamış olmalıydılar. Muhtemelen şu anda ormanı didik didik ediyorlardı. Duru, ailesinin onu yakında bulacağına odaklanıp rahatlamayı denedi ancak karanlık ormanda tek başına kalma düşüncesi, içinde yeşermek üzere olan umudu zalimce yok ediyordu.
Yaklaşık on beş dakika sonra hava tamamen karardığında bir ağacın dibine çöktü ve durumu değerlendirmeye başladı. Eylül ayına göre hava oldukça serindi ve genç kadın yürüyüş yapma fikriyle yola çıktığı için kat kat giyinmek istememişti. Ateş yakma konusunda herhangi bir bilgisi yoktu. Güneş çoktan batmıştı ve bir türlü çekmeyen telefonunun şarjı bitmek üzereydi. Dolayısıyla telefonunun flaşını kullanması imkânsızdı.
“Harika,” diye sesli düşündü. “Elimde iki seçeneğim var: Ya saatlerdir yaptığımı yapmaya devam edip sabaha kadar tüm ormanı dolaşacak ve bir çıkış yolu arayacağım ya da burada oturup donarak ölmeyi bekleyeceğim.” Başını arkasındaki ağaca yaslayıp gözlerini kapattı. Seçimini yapmıştı. “Peki o hâlde.”
Yol bulma kabiliyeti berbat olduğu için genelde böyle karmaşık alanlarda tek başına dolaşmazdı ancak yaşadığı birkaç drama yüzünden odasının duvarları ona dar gelmeye başlamıştı.
Çok yakında üniversiteye başlayacağı için oldukça stresliydi. Lisede okulun popüler kızıydı. Herkes ama herkes onunla arkadaş olmak için delirirdi fakat üniversitede kimse onun adını bile bilmiyor olacaktı. Bu yüzden babası ağustosun ortalarında teknolojiden az da olsa uzaklaşacakları, ailecek vakit geçirmelerini sağlayacak bir tatil planıyla geldiğinde Duru bu fikre oldukça sıcak bakmıştı. Bu tatil kafasını dağıtmasına yardımcı olabilir, üstündeki negatif havayı az da olsa dağıtabilirdi.
Fakat erkek arkadaşı birkaç haftalık uzaklaşmaya dayanamamış ve soluğu bir başka kızın kollarında almıştı. Arkadaşları ihanetin kanıtı olan videoyu Duru’ya gönderdiğinde genç kız o kadar güçlü bir şok hissetmişti ki ekranda akıp giden video midesini bulandırdığı hâlde durdurmak yerine yalnızca izlemeye devam etmişti. Videoda görülen kalabalık, kahkahalar ve yerdeki alkol şişeleri oldukça eğlenceli bir partide olduklarının göstergesiydi. Videonun çekildiği ev pek aydınlık değildi ancak Duru, erkek arkadaşı Ufuk’la sadece altı aydır birlikte olmasına rağmen yüz hatlarını en karanlık gecede bile tanıyabilirdi.
Görüntü yeniden genç kadının zihninde belirince Duru midesindeki ekşimeyle yüzünü buruşturdu. Videoda kırmızı, mini elbiseli bir kız Ufuk’un kucağında oturuyor, kollarını bedenine sarıyor ve cilveli sırıtışlarla ona sırnaşıyordu. Ufuk’sa hâlinden son derece memnun görünüyor, genç kadının flörtüne daha da samimi bir şekilde karşılık veriyordu. Sanki ev yıkılsa ikisinin de umurunda olmayacaktı.
Duru, bu sabah hiçbir şey söylemeden videoyu gönderdiğinde Ufuk, genç kadını defalarca aramış, sarhoş olduğunu ve ne yaptığıyla ilgili en ufak bir fikri olmadığını belirten mesajlar atmıştı. Videoda Ufuk sahiden de oldukça sarhoş görünüyordu ancak Duru bunların hiçbiriyle ilgilenmiyordu. O, alkolün zaten var olan duyguları dışa vurmak dışında bir şey yaptığına inanmıyordu.
Aldatılmak konusunda ne hissettiğini açıklaması zordu. Yüreğinde kalp kırıklığına dair herhangi bir iz yoktu. Hatta videoyu gördüğünden beri tek bir damla gözyaşı bile dökmemişti. Sadece nefret ve kuvvetli bir öfke vardı. Yaşananları gururuna yediremiyor, Ufuk’un onu aldattığına inanamıyordu.
İşin kötü taraflarından biri, Ufuk’un kucağındaki kızı Duru’nun sima olarak tanımasıydı. Kızın adını bile hatırlamıyordu ancak üstünde düşününce birkaç kez kendisine yakın olmak için yalakalık yaptığını anımsadı. Duru, okulda çok sevilen biri olduğu için kendisiyle samimiyetsiz arkadaşlık girişimlerine alışıktı. İnsanların onunla ne için konuşmaya çabaladığını görebiliyordu. O kızın da çabasının altında yatan niyeti görmüş ve kendisiyle arkadaş olmasına izin vermemişti. Görülüyordu ki genç kız intikamını böyle almayı tercih etmişti: Erkek arkadaşını çalarak.
Duru’nun dudaklarında bir gülümseme belirdi. İhanete uğrayan taraf olmasına rağmen bu savaşı kaybettiğine inanmıyordu. Arkadaşlarının yardımıyla kızın numarasını bulup, Ufuk’un “ basit bir fahişe yüzünden aralarını bozmamaları gerektiği” ile ilgili tüm mesajların ekran görüntüsünü alarak kıza gönderdiği anda kazanan taraf olduğu su götürmez bir gerçekti.
Tüylerini diken diken eden bir ses duyduğunda Duru’nun yüzündeki tatminkâr ifade silindi ve etrafına bakmak üzere gözlerini açtı. Kalbi göğüs kafesinin içinde gümbürdüyordu. Bir şey duyduğuna emindi ama ne duyduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu. Bir mırıltı? Hırlama?
Duru etrafına korku dolu bakışlar atmayı sürdürürken ağacın dibindeki taş parçasını sıkıca tuttu. Herhangi bir durumda, avucuna sığacak büyüklükteki bu taş onu ne kadar kurtarırdı, en ufak bir fikri yoktu ancak varlığı az da olsa kendisine güvenmesini ve rahatlamasını sağlamıştı. Orada bir yerde bir şey olmasa bile karanlığa güvenmiyordu.
Duru köşesine sindiği yerden etrafa ürkek bakışlar attı ancak hiçbir şey göremedi. Güzel, dedi kendi kendine. Muhtemelen bir şey duyduğumu sandım.
Kendisini buna inandırmak için elinden geleni yaptı ama izlendiğine dair korkunç teoriler fısıldayan iç sesini bir türlü susturamadı. Biraz yürüyüş yapıp kafasını dağıtmanın iyi olacağını düşünse de çok yorulmuştu. Öte yandan abisi ve babasının onu aradıklarından emindi. Sürekli hareket edip yer değiştirmek, bulunma ihtimalini düşürmekten başka bir işe yaramazdı.
Fakat ensesindeki tüyleri diken diken eden ve her geçen saniye yüreğinde filizlenmeye devam eden o korkunç his orada daha fazla kalmasına müsaade etmiyordu. Bir hışımla ayaklanıp koşar adım ilerlemeye başladı. Kalkarken elinde tuttuğu taşı bırakmamış, aksine daha sıkı kavramıştı.
Neredeyse koşmak zaten delicesine atan kalbinin mümkünmüş gibi daha da hızlanmasına neden olmuştu fakat durmadı, duramazdı.
Abisinin uzaklardan gelen, adını haykıran sesini duyduğunda mutluluktan ağlamak üzereydi. Şans sonunda yüzüne gülmüştü, saatlerdir çektiği işkenceden sonunda kurtulmuştu. Dişlerini göstererek sırıttı ve derin, rahat bir nefes aldı. “Çınar!” diye abisinin adını var gücüyle bağırdı. “Buradayım!”
Abisinin sesine doğru koşmaya devam etti. İkisi de karşılıklı bağırarak birbirlerinin yerini bulmaya çalışıyorlardı. Çınar’ın sesi her geçen saniye yükseliyor, Duru kurtuluş umuduna daha kuvvetli sarılıyordu.
Birkaç adım sonra sola döndüğünde karanlığın içinde ağaçlar dışında bir figür gözüne ilişti.
Kalbi yeniden çarpmaya başladı fakat ümitle değil, korkuyla. Dört ayak üzerinde gördüğü şey o kadar zayıftı ki neredeyse sadece kemik ve deriden oluşuyordu. Karanlık ve sık ağaçlar yüzünden ne gördüğünden emin değildi. Başta bir köpekle karşı karşıya olduğunu düşündü ancak biraz daha inceledikçe tüylerinin olmadığını ve kafa yapısının bir köpeğe göre fazla yuvarlak olduğunu fark etti.
Ve sonra silüet, iki ayak üzerinde duracak şekilde ayağa kalktı.
Duru çığlık atmak için ağzını açtı ama dudaklarından bir fısıltı bile dökülmedi. Elleri titriyordu. Göğüs kafesi öylesine sıkışmıştı ki hâlâ nefes alabildiğine hayret etti. Birkaç küçük adım geri gitmeyi akıl ettiğinde silüet ona daha da yaklaşmış, ay ışığının aydınlattığı alana gelmişti. Tüm bedeni aydınlandığında ve Duru neyle karşı karşıya olduğunu tam olarak gördüğünde düşüp bayılmak üzereydi.
Karşısındaki şey üç metre kadar olmalıydı, belki daha da uzundu. Tam olarak kestirmek mümkün değildi. İnanılmaz derecede zayıftı ancak güçsüz görünmek şöyle dursun, uzun tırnakları ve sivri dişleri onu tehlikenin ta kendisi yapıyordu. Uzun bacakları ve dizine kadar uzanan kolları vardı. Derisi kırık beyaz tonlarındaydı. Teni o kadar kirliydi ki tam olarak emin olamadı, gözleriyse griye çalıyordu.
Duru karşısındaki şeyin ne olduğunu bilmediğini fark etti. Şüphesiz ki bir insan değildi, öte yandan daha önce böyle bir hayvan da görmemişti.
Duru titreyerek sağ tarafa doğru birkaç küçük adım atmaya yeltendi ancak o an karşısındaki yaratık da onunla birlikte yön değiştirdi. Duru’nun alnından boncuk boncuk terler akarken bir şeyden emindi: Bu şey her ne ise zekâsı olmalıydı. Hareketlerini tahmin edecek kadar düşünme kabiliyetine sahipti.
Duru bir şeyi daha fark etti: Bu yaratık üzerine atlasa o anda onu paramparça edebilirdi ama yapmamıştı. Onunla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak istediği şiddetle Duru’nun zihnine düştü ve bu onu daha da paniğe sürükledi.
Abisinin gitgide yaklaşan sesi artık ona umut olmuyordu. Aksine, onun defolup gitmesini istiyor, bu yaratığın yalnızca kendisine zarar vermesini diliyordu.
Ancak şansı bu sefer de yaver gitmemişti.
Çınar sık ağaçların arasından, “Şükürler olsun!” diyerek çıktı. “Saatlerdir seni-”
Duru abisine bakmadı ancak onun gördüğü şey yüzünden sustuğunu akıl edemeyecek kadar aptal değildi. Canavarın gözleri doğrudan onunkilere sabitliydi. Genç kızı âdeta esir ediyordu. Bu yüzden Çınar, kardeşine, “Sakin ol, hareket etme,” derken Duru dönüp ona bakamadı bile.
Fakat birden, neden böyle hissettiği hakkında en ufak bir fikri yoktu, canavarın ona saldıracağını anladı ve ağaçların arasına daldı. Hislerinde yanılmamıştı çünkü genç kadın gittikten sadece birkaç saniye sonra canavar az önce kızın durduğu yere atladı. Duru var gücüyle koşmaya çalışıyordu ancak dizlerindeki kuvvet tükenmişti. Kalbi deli gibi çarpıyordu ve boğazı şişmişti.
(…)