Kapılar vardır kapanan… içten dışa, dıştan içe…
içimizden dışımızdakilere kapattıklarımız ve dışımızdakilerin içe doğru yani bize kapattıkları.
Ve bazen bir kapı aralığında unutuluyor adına aşk denebilecek bütün bakışmalar.
***
… dalgalar yorgun bedenini kıyıya vurdu. Artık bir iniltiye dönüşen ağlaması, “belli belirsiz duyuluyordu. Sürüne sürüne kapının eşiğine kadar geldi. Güçlükle ayağa kalktı. Birkaç adım sonra pencerenin önüne yığıldı. Uzun saçlarından hâlâ sular damlıyordu. Gözlerini ufka dikti. Bakışlarında hiçbir anlam yoktu. Sağ elini saçlarına götürdü ve küçük bir tutamı kopardı. Sonra bir tutam, bir tutam daha… Gözleri ufka çakılı kalmıştı. Saçlarını yolmaya devam ederken, o şarkıyı mırıldanmaya başladı.
Birden sesi kesildi ve dalgaların uğultulu sesi şarkının yerini aldı. Son nefesinde saç dipleri kanıyordu…
Havaalanı olağan kalabalıklığıyla insanları birbirlerinden ayırıyor ya da birbirlerine kavuşturuyordu. Sahra, elindeki kırmızı bavuluyla insan selinin içinde kaybolanlardan sadece biriydi. Onca saatlik uçuştan sonra bir an önce dinlenmek ona iyi gelecekti. Önce ılık bir duş, ardından deliksiz bir uyku…
Bagajını taşımakta zorlanıyordu ve ona bu ülkede yardım edebilecek kimse yoktu. Tek başına yeni bir hayata başlamak için buradaydı. Geride bıraktığı ailesi aslında gitmesini hiç istememişti ama Sahra kafasına koyduğu her şeyi yapan ve en yakınlarının bile telkinlerine kulak asmayan, dik başlı bir genç kızdı. Şimdi anne ve babasının “Türkiye’de okuyup ne yapacaksın! Amerika sana neyi vermiyor?” gibi sonuçsuz sözlerini kilometrelerce geride bırakmıştı.
Doğup büyüdüğü o ülkeyi sevmiyordu Sahra. Annesi Amerikalı, babası ise bir Türk’tü. Bu yüzden kendini hiç bir zaman tam bir Türk olarak görememişti ama tam bir Amerikalı da değildi aslında…
Üniversiteyi Türkiye’de okuma kararı almış ve buraya gelmişti. Kafasında tek şey vardı. Kendi istediğini yapmak!
Taksiye bindi ve kalacağı otelin adını söyledi. Şoför, sıkışık trafikte otele doğru giderken, Sahra, hep resimlerinden ve eski Türk filmlerinden tanıdığı bu şehrin tam göbeğinde olmanın şaşkınlığını ve mutluluğunu yaşıyordu. “îşte ait olduğum yer” diye mırıldandı. Şoför dikiz aynasından çapkınca olduğunu düşündüğü bakışlarını fırlatarak “Buyur abla bir şey mi dedin” diye sordu. Sahra “Sana demedim” diye tersledi. Taksici bu cevaba bir anlam veremedi.
Babası ona, İstanbul’un en iyi otellerinden birinde yer ayırtmıştı. Tabii ki otelde yaşamayacaktı ama kendisine bir ev bulana kadar geçici konutu burasıydı.
Reception’da gerekli işlemleri yaptırdıktan sonra odasına yerleşti. Taksim’in göbeğindeki bu otelin penceresi, İstanbul’un keşmekeşini yansıtan bir delik gibiydi. Bir süre pencereden, insanları izledi ve geride bıraktığı ailesini düşündü. İnatçı bir yapıya sahip olduğunu kendisi de biliyordu. Bazen başına türlü belalar açsa da bir türlü vazgeçmiyordu huyundan. Şimdi yeni bir hayatın ilk adımlarını atarken, içinde hiçbir tereddüt yoktu. Cep telefonu çalmaya başladı. Babasıydı arayan:
-Kızım?
-Geldim baba merak etme.
-E, aşk olsun be yavrum! Sana iner inmez ara demedik mi? Bak annen de ben de merak içindeyiz.
-Tamam baba! Ben çocuk değilim. Geldim ve yerleştim otele. Biraz uyuyup dinleneceğim.
-Tamam kızım dikkat et kendine. Dur annen de konuşacak.
-Bebeğim iyi misin?
-İyiyim anne merak etme, geldim işte.
-Aç mısın? Bir şeyler yedin mi?
-Anne ya! Kilometrelerce uzaktan beni mi kontrol edeceksin!
-Tamam tamam sinirlenme. Ben sadece bir anneyim.
-Özür dilerim. Yorgunum ve biraz gerginim sanırım.
-Tamam kızım.
-Tamam hadi görüşürüz. Ben sizi sonra ararım.
Şimdi biraz dinlenmeliydi. Kendini doğruca duşa atıp tam kırk beş dakika sonra çıktı. Ve bornozuyla uzandığı yatağının üzerinde uyuyakaldı.
Eylül ayının ortası olmasına rağmen, kavurucu bir sıcakla insanları halsizleştiriyordu hava… Sahra ise kendine bulduğu bir ağaç gölgesi altında, bankta oturmuş insanları izliyordu. Kayıt işlemlerini yaptırdığı üniversitenin bahçe- siydi burası. On gün sonra bu okula ilk dersi için gelecekti. Heyecanlıydı. Herkes okumak için Amerika’ya gitmenin yollarını ararken o, Türkiye’yi seçmişti. Bu davranışının yadırganacağım bildiği için, kimseye bahsetmeme kararı aldı. Bazen insanların ön yargıları yüzünden, onlara açıklama yapmaya gerek bile duymayacak hale gelirdi Sahra.
Kayıt işlemlerini tamamlamasının ardından babasını arayıp, artık kendisine bir ev tutacağını söyledi. Bunun için bankaya uğraması ve babasının hesabına yatırdığı paradan bir miktar çekmesi gerekiyordu. Hâlâ babasının parası ile bir şeyler yapmak zoruna gidiyor olsa da şimdilik buna mecburdu. Hayatını kendi kazanmaya başlayınca ödeyecekti tüm borcunu. Böyle düşünmek iyi hissettiriyordu.
Okulun geniş kapısından çıkarak, yolun karşısındaki Bankamatik’e yöneldi. O sırada etrafına dikkatlice bakınmayı da ihmal etmedi. Zira babası biricik kızma Türkiye’de giderek artan kapkaç vakalarının yaşandığını, çok dikkatli olması gerektiğini tembihlemişti. Gereken kadar parayı çektikten sonra tekrar etrafını kolaçan edip, kendisini izleyen birinin olup olmadığına baktı.
-Birkaç metre uzağında duran siyah güneş gözlüklü, sarı beysbol şapkalı bir adamın dışında dikkatini çeken kimse olmadı. Şapkalı adamın dikkatini çekmesinin nedeni ise kuşkulu tavırlarıydı. Bir an korkuya kapıldı ve hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Hemen köşede bekleyen bir taksiye binerek, oteline doğru yola koyuldu. Arkasına baktığında ise beysbol şapkalı adamın oradan uzaklaşana kadar taksiyi göz hapsinde tuttuğunu gördü. Endişelenmişti. Buralarda yabancı olmasaydı, adamın yakasına yapışıp ne istediğini sorabilirdi. Amerika’da, bu sert çıkışları yüzünden başı çok derde girmişti; ama şimdi “benim” dediği ülkesinde yalnız ve tedirgindi.
Beşiktaş’ta bulduğu ev tam istediği gibiydi. Geniş bir salon, yine geniş sayılabilecek bir mutfak ve banyo. Arka tarafta da küçük bir oda. Evin, karşı sokağa bakan bir balkonu olması ise harika bir keyifti Sahra için.
Ev sahibesi Safiye hanım, iyi kalpli birine benziyordu. Uzun süre evine kiracı aramıştı. Güvenilir biriyle anlaşmak istiyordu. Bir gün içinde kontratı hazırlayıp karşılıklı imzaladılar. Geriye ufak tefek prosedürler kalmıştı.
Yeni eşyalar almak yerine, ikinci el olanları tercih etti Sahra. O eşyaların üstünde geçmiş olan hiç bilmediği yaşamlara dokunmak istiyordu belki de… İki önemli özelliği onu böyle farklı seçimlere itiyordu: Hiç bitmeyen bir merak ve herkesten farklı olma gayreti… Bu gayret yapıştırma bir çaba gibi değildi; onun özünü oluşturuyordu. Giyim kuşamında da siyah renklerin ağırlıklı olmasına dikkat ediyordu.
Birkaç gün içinde tüm eşyaları evine taşıttı ve iç düzenlemeyi yaptı. Ağır eşyaları gönlünce yerleştirmekte zorlansa da sonunda “burası benim yuvam” diyebileceği evini tamamlamıştı.
îlk günler evinden dışarı hiç çıkmadı. Ama onun özgür ruhu sıkılmaya başlamıştı artık. Biraz alış veriş yapmak ona iyi gelecekti. Nihayetinde oda bir kadındı. Saatlerce vitrinlere bakabilir, onlarca tezgahtarı çileden çıkarabilir ve hiçbir şey beğenmeyebilirdi. Öyle de oldu. Saatler sonunda sadece birkaç parça giyim ve evine yakışacağını düşündüğü bir-iki süs eşyası satın alabildi. Bu bile onun kadın ruhunu dinginleştirmeye yetmişti. Bir sonraki alış veriş krizine kadar rahat olacaktı.
Elinde paketlerle henüz yollarını yeni yeni öğrenmeye başladığı evine doğru giderken, bir şey dikkatini çekti Sahra’nın. Karşı yönden kendisine doğru yaklaşırken, aradaki mesafe kısaldıkça adımlarını yavaşlatan birini fark etti. Bu kişi sarı beysbol şapkalı, güneş gözlüklü adamdı. Arkadan vuran akşam güneşi adamın yüzünü gölgeliyordu. Sahra, bu garip kişinin yüzünü görebilmek için çekik gözlerini kısarken, adam ani bir dönüşle ters istikamete doğru hızla yürümeye başladı. Sahra, adamın peşinden gitmekle adamdan korkmak arasında kalmıştı. Ne yapacağına karar verene kadar, bu garip adam gözden kaybolmuştu bile… Endişeli bir şekilde eve geldi ve annesini aradı.
-Anne.
-Sahra? Nasılsın kızım?
-İyim sağ ol. Siz neler yapıyorsunuz?
-Baban biraz önce şirkete gitti.
-Bir türlü alışamadım şu saat farkına.
-Olsun kızım, önemli değil. Eşyalarını tamamlayabildin mi?
-Hiçbir eksiğim yok anne. Yarın okul açılıyor. İlk günüm olacak.
-Kimseyle tartışma kızım.
-Anne!
-Tamam kızma. Ben sadece uyardım. Seni tanıyorum çünkü.
-Anne uslu bir kız olacağıma dair sana söz veriyorum.
Uslu ve inatçı olmayan!
Tamam anne uslu ve inatçı olmayan! Hem bu konuyu da bu kadar abartmayın isterseniz ha!
-Sahra!
-Tamam anne… İnat yok!
-Sık sık da bizi arayan bir Sahra, değil mi?
-Anne daha dün aradım. Her dakika rapor veremem herhalde değil mi?
-Peki, son bir uyarı! öğünlerine dikkat et.
-Babişimi öp. Bay bay.
Annesine sarı beysbol şapkalı adamdan bahsetmedi. Edemedi. Endişelenmesini istemiyordu. Kafasını biraz olsun dağıtabilmek için, ertesi günü düşündü. Okulun ilk günü olacaktı. Zaten alış veriş krizi de bu yüzdendi. Yeni okul. İlk gün. Ve yeni giyecekler. İşte harika üçlü. Erkenden yatmayı düşündü ama biliyordu ki asla yatar yatmaz uykuya dalamayacaktı.
Zengin bir ailenin kızı olmasına rağmen, israfı hiç sevmeyen Sahra, sabah uyanamadığı için okula taksiyle gitmek zorunda kaldı. Oysaki planında otobüse binip, insanlarla iç içe olmak vardı. Yaşadığı şehrin insanlarını daha iyi tanıyacaktı. Sabah kalkamamasının nedeni ise gece gelmek bilmeyen uykusuydu ve bir ara kan ter içinde uyanıp dolaba koşmasıydı. Kötü bir rüya kadar geceyi kabusa dönüştüren başka bir şey olamazdı.
Rüyasında beysbol şapkalı adamı evinin penceresinden içeri girerken görmüştü. Salonun koltuğunda uyuyan Sahra’nın üzerinden geçen adam elindeki sivri uçlu bıçakla yatak odasına doğru gidiyordu. Yatak odasında ise bir…