Sevgili Hiç Tanımadığım Çocuk-2 Mektup Ağacı | Hanzade Servi


Kimi mucizeler hiç beklemediğiniz anlarda gerçekleşebilir…

Teknoloji çağı çocuklarını mektup yazma kültürüyle tanıştıran Sevgili Hiç Tanımadığım Çocuk’un merakla beklenen devam kitabı Mektup Ağacı; hayatın getirdiklerini ve götürdüklerini yine mektuplar aracılığıyla paylaşmayı sürdürüyor.

Hanzade Servi’nin bu eğlenceli romanı, çocukluk günlerini geride bırakmaya hazırlanan bir delikanlının hüzünle, sevinçle ve farklı heyecanlarla sınanan olgunlaşma serüvenini sayfalarına taşıyor.

Günümüz gerçekliğini, geçmiş güzel günleri anımsatan naif duygular ve unutulmaya yüz tutmuş kimi nostaljik alışkanlıklar eşliğinde sorgulamaya iten yazar; kitapseverlerin yüreğinde, kaçınılmaz bir mektup yazma isteği uyandırıyor.

Yaşasın! Baler ve ailesi, tam üç yıl sonra Avustralya’dan geri döndü. Üstelik bir kişi çoğalarak… Eski dostumuz, rol aldığı belgesel ve YouTube kanalı sayesinde fenomen olmuş olsa da; aynaya baktığında gördüğü on üç yaşındaki çocuk sanki hiç tanımadığı biri! Son zamanlarda boyu epey uzadı, saçlarının rengi azıcık açıldı, sesi farenjit olmuş bir ördek gibi ve Ruhi adında bir sivilcesi var. Çoktandır Meneviş’e tek bir satır bile yazamadığı için içten içe üzülse de, Tayra’yla dostluğunu ilerletmesi onu az da olsa teselli ediyor. LGS sınavına hazırlık telaşı, eski arkadaşlarıyla yeni hayatına uyum sağlama çabası derken, Baler’in dünyasında işler zorlaşıyor. Aklından bir türlü çıkmayan gizemli kutuyu ve kendisine sürekli kötü yorumlar yazan trol’ü de unutmamak gerek tabii. Baler’in çözmesi gereken pek çok sorun var. Ama öncelikle Çınarlıtepe’ye Meneviş’in heykelini yaptırmak istiyor…

İlk kitapta yarattığı gizemi ve heyecanı, devam kitabında ustalıkla tırmandıran Hanzade Servi; geçmişle bugünün iletişim alışkanlıkları arasında köprüler kurarken, son yıllarda dijital teknolojiler kullanılarak gerçekleştirilen siber zorbalığa da dikkat çekiyor.

Güçlü kurgusu ve incelikli anlatımı sayesinde serinin ilk kitabından bağımsız olarak da okunabilecek Mektup Ağacı, yazarına doğrudan mektup yazma olanağı sunarak etkileşimli bir okuma deneyimi yaşatıyor.

“…Umarım bir gezegen keşfedersin.
Ama şunu unutma: Asıl keşfetmen gereken şeyler
o kadar uzakta değil, hep etrafındadır.”
Meneviş

“Beni Hatırladın mı?” 

Sevgili Tanımaya Çok da Fırsat Bulamadığım Çocuk, Beni hatırladın mı? Hani üç yıl önce, bir ağacın kovuğunu posta kutusuna dönüştürerek mektuplaştığın bir çocuk vardı. Baler Işık Oyalı. Baler, Balık, Kaşık, Boyalı, Baleğv, Işık ya da Hötörözöt. Sen bana Işık demeyi seçmiştin. Merhaba! Belki üç yıldır sana niçin tek kelime bile yazmadığımı merak ediyorsundur. Belki de etmiyorsundur. Orada harika hayalet arkadaşlar bulduysan, beni çoktan unutmuş olabilirsin. Bu beni üzer ama hak ettiğim için sana surat asmam, merak etme. Bilgisayarda oyun oynamayı, kıymalı makarnayı, yüzmeyi, uçan hamamböceklerini ve turuncu şapka takan rakunları sevdiğimi hatırlıyorsundur. Artık onları tek tek sevmeyi bıraktım, bir bütün halinde seviyorum. Hayatında hiç bilgisayarda oyun oynayan turuncu şapkalı bir uçan hamamböceğinin, yüzmeye gitmeden önce pişirdiği kıymalı makarnayı yedin mi? Evet, üç senede değişmeyen tek şey, muhteşem mizah yeteneğim! Onun dışında, galiba çok fazla şey değişti. Biliyorsun, üç yıl önce Avustralya’ya taşınmıştık. Babamla amcam, oradaki bir doğal yaşam parkında çalışıyordu. Sonra annem de onlara katıldı. Avustralya’ya taşınmamızın ardından babam, Çatal ve ben, Rauf’s Wild Life isminde bir belgesel çekmeye başladık. Kardeşim Çatal’ı hatırlıyorsun, değil mi?

Sürekli bir şeyleri hatırlayıp hatırlamadığını sormama umarım bozulmuyorsundur. Hayaletlerin hafızaları konusunda çok şey bilmiyorum. Ah bu arada… Babaannemle buluştun mu? Birbirinizi çok seveceğinize eminim. Ne diyordum? Evet, Rauf’s Wild Life. Programımızı izleme fırsatı bulabildin mi? Hayaletlerin uydu antenleri ya da kablosuz internet bağlantıları oluyor mu, gerçekten hiçbir fikrim yok. Ben hayalet olsaydım, kesinlikle internet bağlantısı isterdim. Tabii kitap da… Sonuçta çok fazla boş zamanın var. Yoksa yok mu?

Belki ‘boooo’ diye etrafta uçmak, epey vaktini alıyordur. Rauf’s Wild Life, tüm dünyada çok sevildi. R’leri söyleyemeyen birinin İngilizce konuşurken bir alpakaya şurup içirmesi ya da bir Tasmanya canavarına şiir okuması, sanırım herkese ilginç geldi. İnsanlar sadece babamı değil, beni ve Çatal’ı da çok sevince, şöhret kaçınılmaz oldu. Instagram hesabımı şu an 980.766 kişi takip ediyor. Youtube kanalımın abone sayısı ise üç milyonu geçti! Ciddiyim. Bu sayıların senin için bir anlamı yoktur herhalde. Olmasın da zaten. Bir takipçim de olsa, on milyon takipçim de olsa, sen beni yine aynı şekilde sevecek olan en iyi ve en ölü mektup arkadaşımsın. Dağhan’ı, Yaman’ı, Derin’i, Gökçeğrik’i, Ekrem amcayı, Aymen’i, Koşandere’yi ve seni ardımda bırakıp dünyanın öbür ucuna gitmek, çok hüzünlü ve heyecan vericiydi. Yanımda götürdüğüm tek şey, hiç tanımadığım bir çocuktu. Evet, dediğini yaptım ve Tayra’ya mektup yazdım. Anlaşamayacağımızı sanıyordum ama inanılmaz bir şekilde iyi anlaştık!

Birbirimize bir sene boyunca sosyal medyadan mesaj falan göndermeyeceğimize dair söz vermiştik. Tayra zaten Instagram’ı, Youtube’u pek sevmiyor. Derken birbirimizi takip etmeye, mesajlaşmaya başladık ve inan bana bu, mektup arkadaşlığımızı hiç etkilemedi. Sana daha sonra Tayra’dan uzun uzun bahsederim. Tabii dinlemek istersen… Avustralya’da tam üç yıl yaşadık. Artık on üç yaşındayım. Boyum epey uzadı, saçlarımın rengi azıcık açıldı, sesim farenjit olmuş bir ördek gibi ve Ruhi adında bir sivilcem var. Evet, tek bir sivilce. Bazen burnumda, bazen alnımda, bazen yanağımda ya da çenemde çıkıyor. ‘Hepsinin aynı sivilce olduğunu nereden biliyorsun?’ diye sorabilirsin. Biliyorum çünkü onu asla sıkmıyorum. Ne iki parmağımın arasında ne de soğuk espriler yaparak… O da yüzümün çeşitli yerlerini dolaşarak hayatını sürdürüyor. En sevdiği yer, burnumun kenarı. Eğer Sivilce Ruhi diye bir Instagram hesabı açmışsa, eminim ki seyahatlerinde burnumun kenarını beş yıldızla etiketliyordur. Avustralya’daki üçüncü yılımızın ortalarında, yani üç ay önce, annem “………………………. Bu sebeple bence Koşandere’ye dönmeliyiz,” dedi. Tabii nokta nokta olarak gördüğün kısımda, niçin dönmemizi istediğini söyledi. Bu sebebi şu an seninle paylaşmak istemiyorum.

Çünkü… Galiba henüz bu konuda konuşmaya hazır değilim. Babam, “Haklısın Peğğan, öyle yapalım,” dedi. Çatal’ın ve benim aklımızsa karışıktı. Doğal yaşam parkında çalışmak ve tüm dünyanın izlediği bir belgeselde oynamak harikaydı. Koşandere’de bir lemurla dertleşemeyeceğimi, aslanlarla ‘koş topu getir’ oynayamayacağımı ve zürafa resmi çizmek için gerçek bir zürafayı model olarak kullanamayacağımı biliyordum. Ama içimde bir yer, dönüş fikrine kesinlikle heyecanlanmıştı. Annemle babam, Koşandere’de kocaman bir hayvan bakım merkezi ve hayvan oteli kurmaya karar verdi. (Koşandere’nin buna ihtiyacı var mı, kesinlikle bilmiyorum.) Dönme sebebimizin ………………… değil, başka bir şey olmasını tercih ederdim. Dönme sebebimizin ………….. olması, ………….’a karşı önyargılı davranmama yol açıyor. Oysa …………………’un hiçbir suçu yok. Tamam, ………………..’un ne olduğunu sana anlatana kadar, bu konudan bahsetmeyi bırakıyorum. Mektubum ‘bunu dünyada hiç kimse çözemedi’ tarzı bir bilmeceye döndü. Hem belki zaten her şeyi biliyorsundur. Yani hayaletlerin süper güçleri falan vardır, değil mi? Eğer hayatımın her anını izleyebiliyorsan, bu mektubu sıkıcı bulabilirsin. Ama tekrar yazmak, kesinlikle iyi geldi. Neyse… Yarın Koşandere’ye doğru yola çıkıyoruz. Hem mutluyum hem mutsuzum.

Açıklamakta en zorlanacağım şeyi, mektubun sonuna bıraktım. Sana sürekli yazacağıma söz verdiğim halde, niçin yazmadığım sorusunun cevabını… Evet, hatırlarsan bir günlük tutar gibi, hayatımdaki her şeyi seninle paylaşmayı sürdürecektim. Ama… Son mektubumu hatırlıyor musun? Kırmızı ördek şiddetinde üzgündüm. Üzüntümetreyi, son üç senede biraz daha geliştirdim. Artık şöyle: Beyaz pire: Hiç üzülmediğin şeyler. (Annenin brokoli pişirmeyi unutması…) Yeşil koala: Çok az üzüldüğün şeyler. (Enfes bir karamelli kek yemek için gittiğin pastanede, sadece enfes bir çikolatalı kek kaldığını öğrenmek. Tabii bu, ikisini de eşit derecede seviyorsan yeşil koala.. Çikolatayı karamel kadar sevmeyen Dağhan, bunu sarı zürafa kategorisine almıştı.) Mavi tavuk: Çok azdan biraz daha fazla üzüldüğün şeyler. (Sevdiğin birinin doğum günü partine gelememesi ama sana hayatta en çok istediğin hediyeyi göndermesi. Yoksa bu, yeşil koala mı? Belki de turuncu rakundur. Of! Yeni üzüntümetre çok kafa karıştırıcı.) Sarı zürafa: Orta derecede üzüldüğün şeyler. (En sevdiğin dizinin bitmesi ama final bölümünün muhteşem olması.) Turuncu rakun: Epeyce üzüldüğün şeyler. (İki aydır beklediğin konsere, hastalandığın için gidememek.) Kırmızı ördek: Çok, çok üzüldüğün şeyler. (Mektup arkadaşını, tanıştığınız gün kaybetmek.) Mor ejderha: Aşırı aşırı aşırı üzüldüğün şeyler. (Kırmızı ördeğin, onu her hatırladığında daha da kızararak, alev saçan mor bir ejderhaya dönüşmesi.)

Avustralya’daki ilk gecemizde, sana yazmak için günlüğümü çıkardım ve… senin o mektubu asla okuyamayacağın aklıma geldi. Yokluğunun kırmızı ördekten mor ejderhaya geçtiği an, tam da o andı. Sanırım beş yüz milyon kırmızı ördek, bir mor ejderha ediyor. Aymen bize ilk kez mektup ödevi verdiğinde, mesajlaşmak varken mektup yazmanın saçma olduğunu düşünmüştüm. Sonra bu fikrim senin sayende tamamen değişmişti.

Avustralya’dayken de mektuplarımı almayacağını bile bile yazmak saçma gelmeye başladı. Aslında saçma değil de daha çok… acı verici. Evet, seni düşünmek bana acı verdiği için, yazmaktan vazgeçtim. Ekrem amcayla birkaç kez mektuplaştık. Çok geçmeden ona yazmayı da bıraktım. Artık tek mektup arkadaşım Tayra’ydı. Koşandere’deki diğer arkadaşlarımla görüntülü arama falan yapıyorduk.

Üç senemi sensiz geçirmek, kesinlikle çok büyük bir eksiklikti. Bu eksikliğin sonsuza dek süreceğini bilmek, yazma isteğimi iyice yok etti. Bana bir mektubunda, “Mektuplaşmamız bittiğinde beni unutmazsın, değil mi?” diye sormuştun. “Beni büyüdüğümüzde de hatırlamanı isterim,” demiştin. Büyüdüğümüzde… Evet, o zaman seni de kendim gibi bir çocuk sanıyordum. Ve inan bana, seni hiç unutmadım. Büyüdüğümde de unutacağımı sanmıyorum. Ama sırf üzüldüğüm için, seni üç yıl boyunca görmezden gelmemeliydim. Özür dilerim. Beni affedebilecek misin? Neyse, artık sana her şeyi yazmaya devam edeceğim ve yazmayı asla bırakmayacağım. Şey… burayı karaladığım için de özür dilerim. Yani… belki bazen yazamam. Yazamadığım zamanlarda beni merak etme, olur mu? Bil ki, bir gün mutlaka tekrar yazarım. Hayatımdaki bir başka değişikliği, –yani ……….’dan bahsediyorum– sana sonraki mektuplarımda anlatacağım. Çünkü şu an kafam bir cadının sebze çorbası kazanı kadar karışık. Buraya bir cadının sebze çorbası kazanını çizmem gerektiğini biliyorum, ama eskiden olduğu gibi mektuplara resim çizmek, nedense içimden gelmiyor. Büyümek böyle bir şey mi? Not: Kedin Miniciğim çok iyi. Seni özlediğine eminim ama ona çok iyi bakıyoruz. Yani merak etme.

Sevgiler falan filan,
Baler Işık

Benzer İçerikler

Bu Defteri Kimse Okumasın | Jessica Scott Kerrin

yakutlu

Yumruk Sıkkını | Barış Aydoğdu

yakutlu

Kadınlar Alayı | Laurie R. King

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy