Prens ile Dilenci | Mark Twain


Mark Twain, Tom Canty ile Edward Tudor’un bir anda birbiriyle kesişen ve karmaşıklaşan serüvenlerini anlatıyor ünlü romanı Prens ile Dilenci’de.

Londra’nın iki ayrı ucunda, aynı gün, kaderlerinin birbirinden çok farklı olması beklenen iki çocuk doğar. Bir uçta, Viransaray adlı semtte dilencilik yapmak zorunda kalan, tek odalı evinde kalabalık ailesiyle yaşayan, yırtık pırtık giyseleri içinde Tom Canty; diğer uçta, kraliyet sarayında emrindeki onlarca uşağıyla lüks içinde yaşayan, bir dediği iki edilmeyen, kürkler içindeki veliaht prens Edward Tudor…

Bir karışıklık sonucunda yer değiştiren bu ikili, acaba engelleri aşıp eski hayatlarına dönebilecekler mi?

Terbiyeli ve uslu kızlar
Susie ve Clara Clemens
için bu kitap
babaları tarafından
sevgiyle kaleme alınmıştır.

ÖNSÖZ

Samuel Langhorne Clemens 1835’te, Missouri’de doğdu. Dört yaşındayken, ailesi yakınlardaki Hannibal Kasabası’na taşındı. Clemens’in çocukluğu Mississippi Nehri’nin kıyısında geçti. O yıllarda bölge sakinleri, dünyanın en önemli yazarlarından birinin bu topraklardan ve sulardan çıkacağından habersizdi. Clemens sonradan kendisine Mark Twain adını seçerek büyük romanlar yazdı. Bunlardan biri, elinizde tuttuğunuz bu kitap, İngiltere Kraliyet ailesiyle ve ülkede yaşayan yoksul bir çocukla ilgiliydi. Twain en ünlü romanı Tom Sawyer’ın Maceraları’nı (1876) yazmıştı ve kitap çok büyük bir ilgi görmüştü. Yazar, Tom’un arkadaşı Huckleberry Finn’in hikâyesini de yazmaya karar verdi. Fakat çalışmaları istediği gibi ilerlemiyordu. O da araya başka bir roman aldı. Bu roman fikrini şöyle anlattı: “Roman, 27 Ocak 1547’de, saat dokuzda başlıyor; Kral Sekizinci Henry’nin ölümünden on yedi buçuk saat önce.

Konu, Galler Prensi ile dilencilik yapan bir çocuğun önce kıyafetlerini, sonra yerlerini değiştirmesi. O andan sonra genç kral Kent sokaklarında zor günler geçiriyor, dilenci çocuk ise kraliyet sarayında…” Mark Twain, Prens ile Dilenci’yi işte böyle tasarlamıştı. Bu taslağa büyük oranda uyarak ilerledi. Huckleberry Finn’le ilgili yazdıklarından memnun değildi. Farklı bir şeyler yazmak istiyordu ve diğer Twain kitaplarına pek benzemeyen bu kitabı yazdı. Hem konu olarak, hem de üslup olarak diğer kitaplarından farklıydı bu kitap. Diğer ilginç nokta ise Amerikalı Twain’in İngiltere hakkında yazmasıydı. Yazar o yıllarda The Monday Evening Club adlı bir entelektüel tartışma grubuna katılıyordu. Burada, yumuşak ve ciddiyetsiz şeyler yazdığına dair eleştiriler aldı. Böylece “ciddi” bir mesele hakkında yazmaya karar verdi. Memnuniyetsizliğinden dolayı Huckleberry Finn kitabının elyazmalarını yakmayı bile düşündüğü bir zamanda, Prens ile Dilenci onun için bir kaçış alanı yaratmıştı. 1877’de yazmaya başladığı metni 1880’de bitirdi. Yazdığı şeyden çok memnundu. Eşi Olivia Langdon’a ve kızlarına okuttu; onlar da aynı fikirdeydi.

Eşi her zaman Twain’in yazdıklarını yorumluyor, ona yeni fikirler veriyor, bir nevi editörlük yapıyordu. Langdon’ın metni beğenmesi Twain’i daha da yüreklendirmişti. Böylece kitap 1882’de yayımlandı. Genel olarak olumlu eleştiriler aldı. Fakat bazı eleştirmenler Twain’in bir tarih romanı yazmasını ilginç bulmuştu. Çağdaş bir roman yazmak yerine, böyle yaparak, ününü korumaya çalıştığını düşünenler oldu.

Bazı Britanyalı eleştirmenler de, haksız olarak, kendileri hakkında bir Amerikalının yazmasını eleştirdi. Fakat bu eleştiriler, olumlu eleştirilerin yanında oldukça sönük kalmıştı. Kitap oldukça beğenildi ve satış başarısı yakaladı. Twain bir yönetimin şiddetini ve basiretsizliğini, gereksiz şatafatı eleştirmişti; okuyucular da bu durumdan memnundu. Üstelik kitap, çok eski bir tarihte geçmesine rağmen, sıkıcı değildi; merak uyandıran serüvenleri konu edinmişti ve iki çocuğun istedikleri yere ulaşıp ulaşamayacakları meselesi insanları kitaba daha da çekmişti. Sonuç olarak, Mark Twain kendisinden beklenen türde bir roman yazmamıştı; bu, klasik bir Twain romanı değildi. Fakat yazar bu işi kotarmış, farklı alanlarda da kalem oynatabileceğini göstermişti. Böylece, edebiyat dünyasının ünlü karakterleri Tom Sawyer ile Huckleberry Finn’in arasına Tom Canty ve Prens Edward da katılmış oldu.

Bu hikâyeyi aynen bana anlatıldığı gibi kâğıda dökeceğim. Bana anlatan babasından dinlemiş, babası da kendi babasından dinlemiş, benzer şekilde onun babası da babasından dinlemiş – bu şekilde geriye gidiyor da gidiyor, üç yüz yıldan uzun bir süre boyunca babalar oğullarına anlatarak unutulmamasını sağlamış. Tarihin bir parçası olabilir, sadece bir efsane ya da anane de olabilir. Belki olmuştur, belki olmamıştır: Ama OLABİLİRDİ. Belki eski zamanlarda bilge ve âlimler buna inanıyordu, belki de âlim olmayan sıradan insanlar seviyor ve itibar ediyordu.

1
Prens ile Dilencinin Doğumu

Kadim Londra şehrinde, 16. yüzyılın ikinci çeyreğindeki bir sonbahar günü yoksul Canty ailesinin istenmeyen bir oğlu oldu. Aynı gün Tudor soyadını taşıyan zengin bir ailenin de istenen bir oğlu oldu. Aslına bakılırsa bütün İngiltere bu çocuğu canıgönülden istiyordu. İngiltere o kadar uzun zaman onu dört gözle beklemiş, sağ salim doğsun diye Tanrı’ya o kadar çok yalvarmıştı ki nihayet dualar gerçekleştiğinde halk sevinçten aklını oynatacak hale geldi. Hiçbir samimiyeti olmayanlar gözyaşları içinde sarılıp öpüşüyordu. Herkes elindeki işi bırakmış, bayram ilan etmişti. Üst tabakadan alt tabakaya, zenginden yoksula bütün Londra yiyip içiyor, dans edip şarkılar söylüyordu. İnsanların keyfine diyecek yoktu. Bütün bu kutlamalar gece gündüz devam ediyor, hiç durmuyordu.

Gündüzleri her balkondan, her damdan sallandırılan rengârenk bayraklar ve gösterişli geçit törenleri sayesinde Londra tam seyirlik bir şehir olmuştu. Geceleri ise her köşe başı şenlik ateşleriyle aydınlanıyor, eğlence meraklıları ateşlerin çevresinde öbek öbek birikip kutlamalara devam ediyorlardı ve böylece Londra gene bambaşka bir yer oluyordu. Bütün İngiltere’nin tek sohbet konusu yeni doğan bebek, yani Galler Prensi Edward Tudor’du. Bu bebecik ise ipek ve saten örtüler arasında tüm bu curcunadan habersiz yatıyor, kendisini pışpışlayan ve kollayanların büyük lordlar ve leydiler olduğunun farkına bile varmıyordu – zaten bunları umursayacak hali de yoktu. Gelgelelim, diğer bebek olan Tom Canty lime lime paçavralara sarılı olarak yatarken, varlığıyla dert getirdiği dilenciler ailesi dışında kimsenin konuşmalarına konu olmuyordu.

Benzer İçerikler

Osmanlı Tarihi 7 – Osmanlı Devleti’nin Gerileme ve Dağılma Dönemi | Zehra Aydüz

yakutlu

Acemi Peri | Meredith Badger

yakutlu

Kuafördeki Domuz ve Başka Öyküler | Erich Kastner

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy