Sırabaşı’nı başlıbaşına ilginç kılan bir özelliği, Türkçe edebiyatta pek girilmemiş, bâkir bir dünyaya adım atması: Askerî okul… Askerî öğrencilerin yaşantısına dair üç öykü yer alıyor kitapta.
Toprak Işık’ın öyküleri, askerî okul dışında da, öğrencilik yaşantısına bakıyor. Öğrenciliğin sıradan-ve-büyük “olayları”: Öğrenci yurdu… bekâr öğrenci evi… büyük kentte okuyan öğrencinin taşraya gidiş gelişleri, mezuniyet sonrası işsiz geçen günler…
Sırabaşı, “öğrenci dünyasına” ilişkin bir öykü kitabı – ama sadece o kadar değil! Modern hayatın dağdağalı akışı içerisindeki çeşit çeşit ilişki uğraklarından kesitler var kitapta: Ana-kız, ana-oğul ilişkileri… ev kiralama işi… son iş günü… geçkin yaşta çapkınlık girişimleri…
“Yazarlık gösterisine” kalkışmaksızın, rahat rahat akan bir dili, sağlam bir kurgusu var Toprak Işık’ın öykülerinin. Sırabaşı, bir “ilk kitap” için şaşırtıcı ustalıkta bir eser.
Tatlı Şey
Yedide uyandım. Bu gün cumartesi olduğundan, yedi buçukta çalacak kalk borusu. Aynı boru, hafta içi altı buçukta duyulur. Hafta içi ben, en geç altı on beşte kalkarım. Yani koğuştaki diğer yirmi beş kişiden en az on beş dakika fazla kullanırım hazırlanmak için. Onlardan az uyurum ama değer buna. Askeri liseye başlayalı neredeyse iki yıl olacak. Yatağım ve dolabım hep örnek gösterilir. Bir gün boyasız postal giyinmedim. Her sabah sakal tıraşı olurum. Bunun için çok alay ediyorlar benimle. Hiç sakalım yokmuş. Ben de farkındayım tüysüz olduğumun. Ebediyen tüysüz kalmak niyetinde de değilim. Ne kadar çok jilet kullanırsam o kadar çabuk ve gür çıkar sakallarım. Orduda bıyığa izin verilmemesi ne kötü. İlerde büyük bir komutan olunca kaldıracağım bu yasağı. Atatürk’ün çok sevdiğim bir fotoğrafı var, oradaki gibi pala bıyıklarım olacak. Yukarıya doğru kıvıracağım. Yatağımda miskinleşmeden kalktım. Terliklerimin yanındaki tıraş çantamı alıp tuvalete gittim. Tıraş çantamın dolabımda değil de terliklerimin yanında olmasının nedeni Recep Ayısı. Dolabım onun baş ucunda. Sabah çantamı almak için dolaba gidersem uyanıyor. Uyandırılan bütün ayılar sinirlenir mi bilmem ama Recep’in uyandırılınca çok sinirlendiğini tecrübelerimden biliyorum. Adam benim bir buçuk iki katım kadar. Onun öfkesine karşı koymaktansa, akşamdan, sabah ihtiyaç duyacaklarımı dolaptan çıkartmak daha kolay ve güvenli.
Muslukların başında bir iki kişi vardı. Aynanın yanına havlumu astım. Soğuk suyla bir güzel yıkadım yüzümü. Kurulamadan tıraş köpüğü sürdüm. Sinek kaydı tıraşımı oldum. Yüzümü kuruladıktan sonra dişlerimi fırçalayıp döndüm koğuşa. Hâlâ kalkmamışlardı. Acaba hiç ses çıkartmadan yatağımı yapabilir miyim? Yaparım tabi. Ya Recep uyanırsa. Vallahi millete bizi ayırmaktan gına geldi. Kimse karışmaz, herif beni yorulana kadar döver. Bir şey değil, kondisyonu da iyi ayının. O yorulmadan ben bayılırım. Bunları düşünürken bir yandan da uzaydaki astronot hareketleriyle yatağımı yapıyorum. Yanlış bir hamle, biraz gürültü… Yanarım. Kendimi öyle bir kaptırmışım ki, Tarık paldır küldür kalkınca ödüm koptu. Oh artık rahat rahat yapabilirim yatağımı. Recep, Tarık’la dalaşamaz.
Yine de dolabıma boru çaldıktan sonra gittim. Pijamalarımı çıkartıp askıya astım. Üzerine harici üniformamdan çıkardığım naylonu geçirdim. Ütülü pantalonumu giymeden önce, atletimi külotumun içine sokup külotun paçalarından çıkan etekleri iyice çektim. Dolap komşum Deniz her zamanki münasebetsiz esprinin yeni bir türevini yaptı: “Cem oğlum yapma şöyle, çişin gelse çıkarıp işeyemezsin lan.” Aldırmadım. Gömleğime de yaptım aynı şeyi. Eğer böyle yapmazsam göbeğimin üstüne kadar çektiğim pantalonum yüzünden popoma giriyor külotum. Pantalonunu göbeğinin üstüne kadar çekme diyeceksiniz. Olmaz. Birincisi pantalonum uzun geliyor. Hadi bunu paçaları kısalttırarak hallederiz ama göbeğimi saklamanın aklıma gelen ve uygulanabilir tek yolu pantalonumu üzerine korsa gibi çekmek. Bu yöntemle ceketimi giyinmeden önce çok komik olduğumu biliyorum.
Onun için, pantalon gömlek birkaç saniyeden fazla durmayıp ceketimi geçirdim üstüme. Şimdi iyi oldum. Emin olmak için koğuşun girişindeki aynaya gidip baktım. Gerçekten iyi. Tarık da yanımdan geçerken “Çok yakışıklı olmuşsun Cem,” dedi. Severim Tarık’ı. Yine de kafamı okşamasına bozuldum. Çocuk muyum ben canım. Ne eksik? Parfüm. Gökhan’da mutlaka vardır. “Gökhan abi, senin parfümünü alabilir miyim?” “Abi vallahi hepsini ağzıma sıktım.” “Neyse canın sağ olsun.” Yalan söylemiyor. Gökhan’ın ağzı leş gibi kokar.
Yine de fırçalamaz dişlerini. Kolayını bulmuş, izne çıkarken parfüm sıkıyor ağzına. Masraflı ama etkili çözüm. Serkan duymuş konuşmamızı. “Civciv, al bürüt. Seksi erkekler için” diyerek uzattı elindeki şişeyi. Sağ ol deyip aldım. Geri verirken de, “Civciv babandır” dedim. “Babam horoz oğlum” deyip kahkaha attı. Tarihi yatakhane binasının çift kanatlı büyük kapısından çıkarken keyfim yerindeydi. Ne güzel bir bahar sabahı. Karşı binadan çıkan hazırlık sınıflarını görmek daha da neşelenmemi sağladı. Gerçi çoğu benden büyük gösteriyor ama olsun.
Amcam kadar da olsalar bana abi deyip selam vermek zorundalar. Elbet de öyle. Askerlik bu. Boru değil. Beraber postal mı bağladık? Seviyorum bu sözü. Yatakhaneleri okulun diğer binalarına bağlayan demir köprünün üstünden yürümeyi de seviyorum. Köprünün altından yol geçiyor. Bütün sivil dünya ayaklarımın dibinde. Bir, bir buçuk saat sonra o yoldan aşağı, şehre ineceğim. Pırıl pırıl ayakkabılarım, ütülü üniformalarım ve güneşte ışıldayan sarı düğmelerim… Kız olsam bayılırdım. Peki ya bu kızların nesi var? Her izin günü sahipsiz sıpalar gibi bütün Bursa’yı dolanıyorum. Hâlâ yalnızım. Belki biraz daha yırtık davranmalıyım. Karar verdim, bu gün döndüreceğim talihimi. Ferdi’yle beraber dolaşacağız. Çekinmek yok. Kahvaltıyı rahat yapamadım. Üzerime bir şey dökülmesinden korktum. Şu demir bardaklarla çay içmekten nefret ediyorum. Hem ellerim yanıyor hem de dudaklarım.
Ziyanı yok. Dışarıda güzelce doyururum karnımı. Zaten üç beş zeytin ve bir parça peynirle bütün gün taban tepilmez. İçtimada herkesten önce aldım yerimi. Ötekiler de fazla gecikmediler. Metin Üsteğmen nöbetçi. Korkarlar ondan. Almanca derslerimize giriyor. Beni sever. Sınavlarından hiç dokuzdan aşağı not almadım. Almanca’dan kısımda en iyi benim. Arkadaşlar “Sen çocukken öğrenmişsin,” diyorlar. Çekemediklerinden. Dört yaşımda dönmüşüm Almanya’dan. Tek hatırladığım yemyeşil bir park ve yanağımı okşayan şişman bir teyze. Onbaşıların çavuşlara, çavuşların üstçavuşlara, üstçavuşların başçavuşa verdiği tekmil Metin Üsteğmen’de son buldu. İzne çıkmayanlar ayrıldı. Biz kalanlar doldurduk boşlukları. “Sıra açıl, marş!” Bunu diyen Metin Üsteğmen.
Kılığımızı, kıyafetimizi kontrol edecek. Benim için hava hoş. Her şeyim mükemmel. “Şapka çıkar!” Saç tıraşımı da yeni oldum. Kontrol bitti. “Sıra yanaş!” demesini bekliyorum. O da ne? “Ceket çıkar!” Böyle bir komut yok ki. Gömleklere bakacak. Baksın, benim gömleğim de ütülü ve temiz. Fakat benim pantalon gömlek görünüşüm çok komik. Keşke pantalon çıkart deseydi de bunu demeseydi. Mecbur çıkarttım ceketimi. Kendimi çıplak gibi hissediyorum. Sıra bana geldiğinde karşımda durdu Metin Üsteğmen. Gülümsedi. “O ne lan, Obeliks’in tulumu gibi? Boğazına çekseydin bari. Kemer yerine kravatla sıkardın.” Kahkaha atıp geçti. Çaresiz ben de güldüm. İyi tespit. Gerçekten de Obeliks’i andırıyorum bu kıyafetle. Onun daha küçük ve bıyıksızı. İnşallah Obeliks’in yavrusu diye lakap takmazlar bana.
…