Aç Koynunu, Ben Geldim | Aslı Tohumcu


Hikâye yıllar evvel, Bursa Kapalı Çarşı’dan başkente kadar namı ulaşmış bir hançer ustasının aynı demirden döverek yaptığı, birinin sapına ateş, diğerininkine toprak işlediği iki hançerle başlar. İşin içine bir tutam efsun, iki damla da kan karışınca hayatın olağan akışı değişiverir. Böylece Mutlu ve Rüya adında iki gence daha doğmadan ortak bir kader yazılır…

Aslı Tohumcu, Aç Koynunu, Ben Geldim’de, ezberleri bozarak, bu hikâyenin kahramanları dışında kimseye nasip olmayacak fevkalade bir aşkı anlatıyor.

Giriş faslı 

Yaşaması kahramanlarımız dışında kimseye nasip olmayacak bir aşkın hikâyesini aktaracağız az sonra. Dinlemesi dahi kalbe mutluluk veren bir aşk olacak bu. Hani olur da hikâyemizi dinlemekle bulamazsanız mutluluğu, kabahat sizde. Çünkü tarih değildir gerçek aşk, sırayla ya da sizin aşina olduğunuz yollardan gitmek veya aktarılmak zorunda değildir, tek bir yerde durmak zorunda olmadığı gibi. Kalbini inanmaya koşulsuz ve sonsuz açanlara sunar hediyesini. Olur da inanmazsanız, kabahat sizde. Yazık, böyle bir aşkın yaşandığından bir an bile şüphe edeceklere. Aşk için ne gerekir? Şöyle iç çektiren, ağız sulandıran bir aşk için? Bir hançer ustası, iki hançer ve bir tutam göksel müdahale elbette. O zaman tanıştıralım: Kançıkarmaz Memet. Namı başkente kadar ulaşmış bir hançer ustası, Bursa Kapalı Çarşı’dan. Daha mühimi, birkaç dakika içinde aktarmaya başlayacağımız romantik aşk hikâyesinin de müsebbibi. Hasbelkader tabii. Birinin sapına ateş, diğerinin sapına toprak işlenmiş, ancak aynı demirden dövülmüş iki hançerle birlikte. Hani az yukarıda bahsettiğimiz.

Şöyle ki: Kançıkarmaz Memet kapılardan sığmayan, sarışın, yeşil gözlü bir adamdı. Lakabını, yaptığı hançeri sallayan hiçbir insan evladının girdiği herhangi bir dövüşten burnu bile kanamadan çıkmasıyla kazanmıştı. Görünüş aldatıcıdır derler, görseniz, eşsiz bir hikâyenin bu gösterişsiz, kirli ve küçük dükkânda doğduğuna hayatta inanamazdınız.

Neyse ki inandırmak için biz varız. Sekiz buçuktan dokuz metrekarelik, sanatı için gerekenler dışında hiçbir şeyin bulunmadığı, ön cephesi tamamen cam olduğu halde loş bir dükkânda gösterirdi Kançıkarmaz Memet marifetini. Kandan, heybetli cüssesinden beklenmeyecek derecede korktuğu rivayet edilirdi. Kan tutmasından öte bir dehşetti bahsettiğimiz ve zaten, sanatının sırrı da buydu. Söyleyenlerin yalancısıyız biz de. İşte bu Kançıkarmaz Memet, ustasının gösterdikleri ve göstermedikleri ile öğrenince hançer yapma sanatını, çarşının kuytusunda kendi dükkânını açmıştı. İşini yoluna koyduktan sonra da, bütün gün ocak başında çalışmaktan yağmura tutulmuş gibi ıslanan donlarını kaynar suda güzelce yıkayıp çitileyecek, kurutup ütüleyecek, geceleri önüne bir kap yemek koyacak, yorgun argın geldiği evini süpürüp silecek, deri önlüğünü tamir edecek bir hanım almanın vaktinin geldiğini düşünmüştü. Aynı çarşıda saten, ipek ve kadın iç çamaşırı satan Kız Ziya’nın kahvesini içmeye gidip niyetini paylaştıktan sonra onunla, dükkânın sürekli müşterilerinden, helal süt emmiş, çalışkan bir dişi tanıyıp tanımadığını sormuştu adama. Kız Ziya’nın Bursa’da tanımadığı hatta tanımamak ne demek, hakkında malumat sahibi olmadığı ne dişi ne erkek sinek bulunduğundan, bu işi halletse halletse Kız Ziya halleder diye düşünmüştü ve haklıydı da böyle düşünmekte. Sorduğunun hemen ikinci gününde haber gelmişti Kız Ziya’dan: “Bugün öğle ile ikindi vakti arası dükkânını dört küçük hanım ziyaret ederek, ‘Taze şeftalim var, ister misiniz?’ diyecek. İşte o hanımlardan hangisini beğenirsen onunla nikâhlanabilirsin.” Sahiden de Kız Ziya’nın dediği gibi öğle ile ikindi vakti arası, küçük hanımlar kendilerini göstermişlerdi Kançıkarmaz Memet’e, sadece üç tanesi ama. Bizimki, tahmin ve takdir edersiniz ki dördüncüyle nikâhlanmıştı. Manifaturacı İsmet Efendi’nin küçük kızı, tekne kazıntısı Feraye ile.

Evliliklerinin ilk zamanlarında, yüce Rabbimizin iki bacağının arasına yerleştirdiği çekici zevcesinin ocağında dövmek, atölyesinde yaktığı ocağın üzerinde çekiç sallamak kadar hoş gelmişti Kançıkarmaz Memet’e. Ancak bir müddet sonra hançerlerin çeşit çeşit, aldığı hanımın ise tek çeşit olmasından sıkılıp uçkurunu topladığı gibi dükkânına dönmüştü. Dönüş o dönüş. Atölyesinde uzun saatler geçiren efendisinin kendi gibi heybetli çekicinin hasretini çeken Feraye Hanım, bir süre kafasında bir çatkıyla kendini bir döşekten öbürüne attıktan sonra bu atışların gereksiz dramatik ve nafile olduğunu fark edip, soluğu Tahtakale’de bir kocakarıda almıştı. Kocakarı, Feraye’nin insanın iştahını kabartan ancak beklenmedik bir sona eren yatak hikâyelerini dinleyince, bir kere gözüyle görmesine izin verirse, Feraye’nin derdini çözeceğini söylemişti. Feraye’den söz alınca da, yapması gerekenleri ona birkaç kere tane tane anlatıp belletmişti. Feraye, kocakarının tekkesinden çıktığı gibi, öğrendiği büyüyü yapmak için taskebabı, pilav ve salata koyduğu sefertasını götürme bahanesiyle dükkâna gitmişti. Kançıkarmaz Memet’in tam da birbirine eş, ancak birinin sapında ateş, diğerinde toprak işli hançerleri dövmeyi bitirdiği gündü.

Benzer İçerikler

Piraye

yakutlu

Başka Bir Doğum Hikâyesi | Duygu Çağlar Gizli

yakutlu

Doğum Lekesi Serisi – Caragh M. O’Brien – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy