Adsız Sokak Çocukları | İsmet Aci


Doğum günümü hiç kutlanmadı ki, kaç yaşında olduğumu bileyim. Sadece ben, senin yaşındayken, o zaman on iki veya on üç yaşında ancak olurdum.  Yaptığım bir hırsızlıktan bol ekmek çalmıştım. Herkes benden yedi ve okşadı. Yanımızdakilerden biri, “Aferin Halil sen adam oldun. On üç yaşına bastın…” dediğinde, öyle sevindim ki, biri benim yaşımın kaç olduğunu söylemişti on üç yaşındaymışım. Bu yaşın bana ait olmasını benimsedim. Ondan sonra üç yıl geçti. Şimdi demek ki on altı yaşındayım. Kitapta okuyacağınız maceralar benim yaşamım oldu çıktı.

***

ÖNSÖZ

Çocuklarımla yüz yüze geldiğim bu ikinci kitabım. Onlara hayatı tanıtmak, gelecekle ilgili yapacakları planlara azda olsa tuz katarak tatlandırmaktan başka amacım yok. Bugünün küçüğü olan çocuklarımız, yarının büyüğü olacak ve bizim yaptıklarımızı yapmaya devam edecekler. İşte o yaptıkları çalışmalara küçük ışıklar düşsün istiyorum.

   “Adsız Sokak Çocukları” olarak size ulaşan bu roman gerçekte yaşanmıştır.

Yazarı tarafından küçük değişiklikler yapılmış olsa da sokağa çıktığınızda bu çocuklardan bir veya birkaç tane görebilirsiniz.

 Sevgili çocuklar, başka hikâyelerde buluşmak üzere…

ADSIZ SOKAK ÇOCUKLARI

Gökyüzü, bu gün İlkbaharın kapıda olduğunu müjdeleyen güneşli günlerdendi. Bir önceki haftanın başında başlayan yağmurlar, hafta boyunca sürmüş hafta sonu da devam etmiş, hafta başında yerini güneşli günlere bırakmıştı. Güneşin parlaklığı, sıcaklığı hissedilir derecede artmıştı.

Okul bahçesi cıvıl cıvıldı.

Teneffüs zili çaldığında sınıflar boşalmış, bütün çocuklar bahçeye çıkmıştı. Bu teneffüs, süresi sanki diğerlerinden kısa sürmüştü. Gruplar halinde oyun oynayan çocuklar, oyunlarını bitiremeden, zil çalmıştı. Zilin çalmasıyla, dudaklarını büktüler, yüzlerini astılar, yinede sınıflara koşuştular. Mavi önlükleriyle koşuşurlarken fırtınaya tutulmuş ağaçların havada uçuşan yaprakları gibiydiler.

Çocuklar, oyunların başında olduklarında, etrafta fırtına öncesi sessizliği varken, bağırıp koşuşturmalarıyla ortaya çıkan gürültü patırtı, çocukların sınıflara girmesiyle yerini sessizliğe bıraktı. Bahçe sessizleşti. Bahçede bir iki tane öğrenci birde okul bekçisinden başka kimse kalmadı. Okul bahçesinin çevre duvarının üstü telle çevrilmişti. Ana giriş kapısının dışında, okul bahçesine girilmesi olanaksızdı. Bütün bunlar, içerideki çocukların can güvenliğinin sağlanması, başkaları tarafından rahatsız edilmemeleri için düşünülüp yapılmıştı.

Duvar üzerine yapılan teller aynı zamanda okula gelip, okuldan kaçmayı planlayan çocuklar için de büyük ölçüde engeldi.

Okul bekçisinin açtığı kapıdan içeri, uzun boylu, ince yapılı, saçları kısa kesilmiş bir bey, yanındaki sıska, sarı, uzun saçlı çocukla birlikte girdi. Okulun giriş kapısına kadar yan yana yürüdüler. Bekçi, içeri girenleri izledi. Gelenlerin niye geldiğine anlam verememişti. Başını manasız şekilde salladı. Sonra bekçi kulübesine döndü. Okulun güvenliği ona emanet edilmişti. Bu görevinden dolayı gözünü dört açıp sıradan insanların düşünemeyeceği kadar hızlı düşünmeliydi.

        Çocuğun saçı başı dağınık ve görüntüsü perişandı. Uzun boylu bey, gideceği adresi bilen biri gibi hareket edip, doğruca müdür odasının bulunduğu kata yöneldi.  Müdür odasının bulunduğu kata çıktılar.

Okul müdürünün kapısına geldiklerinde, durdular. Koridor bomboştu. Kat görevlilerinden başka kimse kalmamıştı.

Müdür odasının kapısında önünde bekleyen nöbetçi öğrenciye;

“Müdür Bey içeride mi?” diye sordu.

Nöbetçi öğrenci evet manasında başını salladı.

“Haber vereyim mi?”dedi.

Nöbetçi öğrenciye, cevap vermeden müdür yazılı kapıya yöneldiler. Kapıya “tık tık” vurdu, içerden “gel’’ denmesini beklemeden kapıyı aralayıp;

“Müsait misiniz,’’ dedi.

Mustafa Bey,

“Evet,’’ dedikten sonra “girebilirsiniz,” dedi.

Polis memuru Cemil Bey yanında getirdiği on iki, on üç yaşındaki çocuğa dışarıda beklemesini işaret etti ve içeri girdi. Çocuk kapının önünde beklemeye başladı.

Müdür, başını kaldırıp bakar bakmaz, tanımıştı.

“Vay Cemil Bey, buyurun, buyurun” dedi.

Birkaç kere daha, halkın güveni ve huzurunu sağlamak için polis teşkilatının yaptığı toplantılarda bir araya gelmişlerdi. Bir birlerinin yüzlerini iyi kötü tanıyorlardı. Odasına girince daha samimi karşıladı. Yıllardır bu mesleğe emek vermiş, kafa yormuş biriydi okul müdürü. Yerinden kalkıp, gelen misafirine doğru birkaç adım attı.

“Misafir başımızın tacıdır, hele sizin gibi kıymetli dost olunca akan sular durur,” diyerek polis memuru Cemil Beye elini uzattı.

Dışarıda güneşin ısıttığı hava, içerde okul müdürünün samimi davranışlarına yansıyarak odanın içi bir anda ısıttı. Cemil bey bu karşılanış şeklinden son derce memnun olduğunu yüz hatlarında belli etti.

Aradaki samimiyeti perçinleyecek konuşmalarına devam etti.

Polis memuru uykusuz ve yorgun görünüyordu. Mesleğin zor yanlarından biri şu anda odanın içinde gözler önündeydi. Kısa kesilmiş saçları bile birbirine karışmıştı. Yorgun olduğu davranışlarına yansıyordu. Bu yorgunluğunun sebebini açıklama gereği duydu.

“Akşam nöbetteydim, dışarıda bekleyen çocuğu, yanındaki arkadaşlarıyla birlikte hırsızlık yapmak üzereyken yakaladık.  Yalnız bu değil, bununla beraber başkaları da vardı. Zamanında gelmeseydik hırsızlık da yapabilirlerdi. Akşam karakolda tuttuk. Baktık yaşları küçük. Bunlar hakkında evrak düzenleyip savcılığa göndersek, savcı, çocuk mahkemesine sevk edecek. Arkasından ıslah evi. Okul çağı içinde olduğu için size getirdik müdür bey. Gündüz orada burada oyalanıyorlar, gün kararmaya başladıktan sonra, ortaya çıkıyorlar. Biz de gelen şikâyetleri değerlendirip gidiyoruz. Kiminin aslı çıkıyor, kiminin çıkmıyor. Alıp geliyoruz. Yaşları büyük olanları savcılığa, böyle yaşları küçük, okul çağında olanları önümüze alıp okullara götürüyoruz. Bu, sabahtan beri adreslerine yakın okullara götürdüğümüz onuncu çocuktur. Bundan önce dokuz çocuğu da adreslerine yakın okullara götürdük. Bu çocuğu okula kazandırmamız için, bize yardımcı olmanızı istiyorum.’’

Okul polisinin anlattıklarını dinleyen okul müdürü en çok aklına takılan okuma yaşındaki çocukların suça bulaşmamaları için neler yapabiliriz sorusunun cevabını bulacağı için beklemeden;

“Elbette olurum, memur bey. Biz yapmasak, kim yapacak. Elimizden geleni yaparız. ”

Okul polisinin adını bildiği halde ona sürekli memur bey demesinin kendinin bildiği bir sebebi elbette vardı.

“Bu tür çocukların sokak çocuğu olarak yetişmesi bizim vicdanımızı yaralıyor. Ne yaparsın ki çok arzu etmesek de ülkemizde bu tür çocukların büyüdüğünü gözlemliyoruz. Eğitimci olarak övünülecek bir durum değil. Size de çocuğumuza da birer çay ikram edeyim.”

“Çocuğu içeri alayım.”

Kapıyı açıp içeri girmesini işaret etti.

Polis memuru ile çocuk makam masasının önündeki koltuğa oturdu.

“Ne içeriz, birer çay içeriz değil mi?” dedi.

Gelenlerin cevap vermelerini beklemeden masaya monte edilmiş zilin düğmesine bastı. Zil sesini duyan okulun çaycısı Nefise Hanım koştu. Kapıdan girer girmez:

“Nefise Hanıma, bize üç çay,’’dedi.

Müdürü Mustafa Bey, okulun etrafındaki duvarın üstüne telleri çektirirken, okulu bırakmış çocukların okula ve öğrencilere verdiği rahatsızlıkları en aza indirmeyi amaçlamıştı. Bu engel, şimdiye kadar yapılanın en iyisiydi. Fakat düşündüğü bu değildi. Okulu bırakıp okumayan ve okulların korkulu rüyası haline gelen bu çocuklar için bir şeyler yapabilmekti.

Okul bahçesine bir şekilde girmiş, geceyi bahçede geçirmiş çocukları sabah okula gelip gördüğünde, yanlarına gidip onlarla konuşmayı denerdi. Okul müdürünü görünce bahçeyi terk edenler olduğu gibi kafa tutup dikleşenler de oluyordu. Konuşma ve nasihat etmenin çözüm olmadığını, farkındaydı. Şimdi o çocuklardan daha önce hiç görmediği, tanımadığı biri karşısındaydı. Okul polisi  getirmişti.

Nefise Hanım mahallenin yoksullarından biriydi. Okulun çaycısı olarak işe başlamıştı. Okuldan aldığı asgari ücret yeterli değildi. Buna rağmen maaşını her aldığında dua ederdi. Okul müdürü ilgili yerleri arar kışlık kömürünü bağış olarak aldırırdı. Birine yardım etmeden mutlu olurdu.

Nefise Hanım, hayırsız kocasından çektiği yetmezmiş gibi çocuklarını okutmak için çırpınıp dururdu.

Benzer İçerikler

Bir Deney Faresinin Sırları – Anne, Beeson Gölü’nde Bir Dinozor Gördüm

yakutlu

Kaptan- ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa

yakutlu

Çınar Ağacının Gizemi | Mehmet Önder Karacaoğlu

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy