Ağaçkakanlar | Cahit Zarifoğlu | Birazoku


Anne ve baba ağaçkakanlar yıllar sonra dünyaya gelen yavruları Upuy´u korumak için uğraşırken garip olayları yaşamak zorunda kaldılar. Upuy afacan bir çocuk gibi aklına ne geldiyse yaptı. Bir türlü söz dinlemedi. Cahit Zarifoğlu bu kitapla kendi çocukluğunun acı tatlı günlerini anlatmış oluyor dolaylı olarak. Her çocuğun yaşayabileceği bir çocukluğu usta anlatımıyla önümüze seriyor. Çocukluğunuzun filmini seyreder gibi “Ağaçkakanlar”ı okumanızı tavsiye ederiz.

İçindekiler

Giriş, 7

Başlangıç, 9

Tartışma, 16

Hayal, 21

Nutuk, 30

Barışıyoruz, 32

Baba Ağaçkakanın Dehşetengiz Rüyası, 34

Ne Dersin, 52

Rüyanın Sonu, 56

Savaş, 62

Uyanış, 74

Adım Adım Son, 100

Giriş

Ne yaptı biliyor musun?

Şakir Amca’nın cevizliğini harabeye çevirdi.

Ama dur, acele etme!

Başını ve sonunu dinlemeden kimseyi suçlama.

Evet, cevizlik harap oldu; dallar kırılarak, yapraklar tartaklanarak, belki binlerce ceviz, daha olgunlaşmadan toprağa saçılarak… Ama acaba suç, bunları yapanda, Ağaçkakanda mı?

Bir de bakarsın suç var, ama suçlu yok.

Olur mu öyle şey!

Olmaz elbet. Olmaz tabii. Bir trajedi kahramanı değildi Ağaçkakan. Trajedi karakterinde, ana babasının bazı zararlı istekleri rol oynamadı değil. O anlarda gerçekten bir trajedi kişisi gibi rüzgâra kapılıp gitti. Yeşil kabuklu ve henüz olgunlaşmamış cevizlerin, dallara tutundukları ince saplarına bir vurması yetiyordu. Bunu bir defada tam sekiz yüz elli kere tekrarladı. Bunları yaparken, kanatları çeliktenmiş gibi yaprakları biçiyordu.

–              Ne öteki ağaçkakanların, Yapma, yapma çığlıklarına aldırıyordu, ne de içinden,

–              Yapma yapma, hadi bu son olsun, yapma artık, diyen bir başka şeyin çığlıklarına.

Ne kadar da düşünmüştü bu iç sesi.

Onu dinlemeyi ne kadar da istedi. Ama olmadı. Cevizliği harabeye çevirip oradan ayrılırken, hem bunları yapan, hem de “yapma” diyen kendisi olduğu için korkuyordu.

–              Acaba hangisi benim, hangisi yabancı, diye düşündü ve korkusu biraz daha çoğaldı.

Karar vermesi imkansızdı.

O gece, bir deli olduğunu düşünerek, acılar içinde uyudu.

Bu küçük hikâye sona erdiği zaman, yukarıdaki Giriş’in boşlukta kalır gibi olduğu görülecektir. Aina akıllı çocuklar, hayalleri geniş insanlar rüya ile gerçek; hayal ile korku ve vehim arasındaki boşlukları dokuyarak kendilerine göre yorumlar yapabileceklerdir.

Başlangıç

–              Dur dedi, bu nasıl masal, hiç bir şey anlamı-yorum.

–              Masal işte..

–              Her zamanki gibi başlamadın, hani tekerlemesi?

–              Baştan mı alalım?

–              Hi hi.

–              O halde,

Bir varmış bir yokmuş,

Evvel zaman içinde İlkbahar geldiğinde Ölü toprak dirildiğinde Tohumlar çatladığında

–              Bunlar da ne?

–              Kalbur saman içinde

–              Hah!

–              Deve tellal,

Kırlar yeşil, hava temiz,

Gönüller ak iken,

–              Amaan!

–              Ben nenemin beşiğini tıngır mıngır sallar ikeeen..

–              İkeen…

–              Bir ağaçkakan ailesi varmış.

Böyle başladığım zaman yine sevimli bir masal anlatacağımı sanıyordu. Hele “ikeeeen” derken o da tekrarlayarak ve benimle birlikte başını yukarıdan taa öne doğru eğerek kaldırdı ve dinlemeye başladı. Sonuna kadar hiç soru sormayacak gibi baktı. Akışı bozmak istemiyordu. Anlamadıklarını, hepsinin sonunda sormak üzere aklında tutacağını düşünüyordu. Fakat masal o gün bitmedi. Her zamankinin tersine, uyuyakaldığı için değil, bir tartışmayla kesildi. Bir bölümü bittiğinde ise küçük yüzü kırbaçlanmış gibiydi. O dehşet verici son’a takılıp kaldı ve belki de bir an için masalın tümünü unuttu. Sonra da anlamadıklarıyla ilgili sorulardan hiç birini sormadı. Hepsi o kadar anlamsız ve karışıktı ki.

-Bir ağaçkakan ailesi varmış ama nasıl bir aile, diye sürdürdüm. Anne baba mı sadece? Evet hepsi bu. Yuvalarında keder içinde oturur, çok acıkmadıkça yerlerinden kımıldamazlarmış.

–              Yuvamızın neşesi olmadıktan sonra, diyordu baba ağaçkakan, cevizlikler de bademlikler de gözüme sevimli görünmüyorlar. Öylesine kederliyim ki, gidip gagamı bir kayanın yarığına sokup çıt diye kırabilirim. Hüzünlü uçuşlarla yükselir ve kendimi boşluğa bırakıp parçalayabilirim.

Anne ağaçkakan onu dinliyor ve kanadını kederli yüzünde gezdiriyordu.

–              Bu kadar kederlenme, dedi kocasına, ama sesi suçlulukla doluydu ve söyledikleriyle kendi üzüntüsünü bile hafifletemedi.

İkisi birden kanat sesleri duyarak yuvadan başlarını uzattılar. Mutlu bir tabloyla karşı karşıya kaldılar.

Bir başka ağaçkakan ailesi, çocuklarıyla birlikte, kanatları birbirine sürünerek, neşeler saçarak cevizliğe gidiyorlardı.

Anne ağaçkakan derin bir ah çekti. Soluğu bütün özlemini, bütün iniltilerini yutmak ister gibiydi.

Baba ağaçkakan, sımsıkı kapalı ağzının üstündeki küçücük burun deliklerinden iniltili bir “ııh” sesi çıkardı. Başlarını tekrar içeri çektiler, yanlarının üzerine devrildiler, cevizliğe doluşmaya başlayan akrabalarının takılayışlarını dinleyerek kederlerini çoğalttılar.

Evliliklerinin üzerinden bir iki derken üç bahar daha geçti.

Bir türlü alışamamışlardı.

Ağaçkakan anne ile ağaçkakan baba, ağaçlara veya kuru kütüklere pençeleriyle tutunup sert gagalarıyla takılamaya başladıkları zaman, sesleri ta uzaklara, evlilik bağının yaslı bülbülleri gibi gelirdi.

Öyle büyük bir arzuyla ve unutmaksızın istiyorlardı ki çocuklarının olmasını..

–              Hiç olmazsa bir tek bir tane olsun, başka hiç bir şey istemem diyordu anne ağaçkakan.

–              Mutlaka bir çocuğumuz olmalı, diyordu baba ağaçkakan. Ve ilave ediyordu:

–              Mutlaka olacak!

Sonra başlarını kanatlarının üzerine koyarak, sonunu bir türlü getiremedikleri hayallere dalıyorlardı. Bu hayal başlarken güzeldi, ilerleyince büsbütün güzelleşiyor fakat yarısından sonra çekilmez oluyordu.

Bazen henüz kabuğu bile delinmemiş bir bademi, yarı yarıya yenmiş bir fıstığı olduğu gibi bırakıp, çöken karanlığın telaşı içinde yuvalarına kaçıyorlardı. Orada, karanlığın içine bakarak, ağustos böceklerinin ağıtlarını dinliyorlar. Yuvalarına çekilip çoktan uykuya yatmış olan bütün ağaçkakanlar böylece daha tahammül edilir akrabalar oluyor. Zira gündüzleri, cıvıldaşmalarına dayanılmıyor.

Serinliğin de etkisiyle baba ağaçkakan, anne ağaçkakana sokuldu.

–              Ne dersin gaga yoldaşım, olacak mı bir yav-rumuz, umutlu musun?

–              Çok umutluyum.

–              Anlatsana biraz.

–              Eğer umudum olmasa, bir saniye yaşayamam.

Böyle demenin ona güç verdiğini biliyordu. Baba ağaçkakan biraz daha sokuldu ona.

–              Acaba dedi, kabahat bende mi?

–              O nasıl bir söz, deli misin sen?

–              Artık delirebilirim.

öfkeyle biraz uzaklaştı ondan, kadının heyecanlı ve yalnız başına kalışını hissederek. Bir başkasını düşünmüyordu ama, kabahatin kendinde olma ihtimali tüylerini diken diken ediyordu.

 

Benzer İçerikler

Cazibe İstasyonu

yakutlu

Yeraltında Bir Şehir | Kemalettin Tuğcu

yakutlu

Şu Acayip Hücre

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy