Aşkım Başımdan Aşkın | Funda Bilgili


Hangi kışın karını Haziran’a sakladın? Hangi beyazlıkla yüreğini akladın? Ben veremezken seninle yaşananların hesabını kendime, sen kendini kendi gözünde nasıl bağışladın? Zamanın sihirli silgisini hangi elinle yokladın? Sahi hep parmaklarımın arasındaydı parmakların… Hangi vakit becerdin de iki ayrı yüzü, iki yüzlülüğü avuçladın?

Kanırta kanırta öğrettim yüreğime sensizliği, dönmek için boş adımlar atarken, ben bu kez kendimdeydim…

İmzamı Bıraktım Teninde’ adlı ilk kitabının ardından ikinci Kitabı ‘Aşkım Başımdan Aşkın’ın çoğu bölumünü hak vererek okudum.

Spiker ve diksiyon uzmanı kariyerinin yanına yazarlığı da başarıyla ekleyen Funda Bilgili, yeni kitabı ‘Aşkım Başımdan Aşkın’da zihnimde uzun süre yer alacak bir sürü cümle bıraktı… Sanıyorum ülkenin farklı yerinde farklı hayatlar yaşayan pek çok kadın birbirine “aynı hikayeden” tanıyor. Eminim sizler de okurken kendinizden birçok parça bulacaksınız…

Yolu, aşkı çok açık olsun dileklerimle, Funda Bilgili’yi gönülden tebrik ediyorum…

İclal Aydın
Oyuncu / Yazar

***

HANGİ KIŞIN KARINI HAZİRANA SAKLADIN?

Hangi ara girdin hayatıma? Neredeydim ben, sızarken sen ka­rasularıma? Denizsiz şehirlerde, maviye aç olduğum için mi bo­ğulacağımı fark edemedim yosun renginin ardında denizi anım­satan bakışlarında?

Hangi boşluğumdan sızdın kalbime? Dünyam bir boşluk ha­line geldiği için mi ayırdına varmadım dolduğuna boşluklarımın kayıp sırlarında? Siyaha ve beyaza boyamışken sanrılarımın an­lamsız mutluluklarım, kırmızı olup nasıl bir renk kattın skalama? Sen tüm bildiklerinle değiştirmişken bildiklerimi, nasıl dönerim şimdi kırmızının olmadığı bir zamana?

Yalana da mı aynı derecede usta dudakların? öperken tüm yaşanılmış ve yaşanacak aşkları dudaklarımda, hilekârlığım ne­rede sakladın? Belki sen bakıyordun riyakâr gözlerle gözlerime, ben rüyalardaydım, uyanamadım…

Hangi kışın karını hazirana sakladın? Hangi beyazlıkla yüreğini akladın? Ben veremezken seninle yaşananların he­sabını kendime, sen kendini kendi gözünde nasıl bağışladın?

Zamanın sihirli silgisini hangi dinle yokladın? Sahi hep par­maklarımın arasındaydı parmakların… Hangi vakit becerdin de iki ayrı yüzü, ikiyüzlülüğü avuçladın?

Nasıl bir açlık senin aşka duyduğun? Ben beş dakikaların bile vuslatına razıyken, sana günlerce, gecelerce doyamam diyenimdin. Sarıldığın zaman nefesimi nefesinden çekemediğimdin. Ha­yalleri önüme bir çırpıda serenimken, ben neredeydim? Hangi yalan vaadinin peşinde düş ülkesinde gezendim? Seyyah oldum tüm aşkları dolaştım, sevenlerin gücüyle aşkı kutsadım. Hangi ara hayatımdaydın, sen; bensizlikten nasibini almadın… özledi­ğim için yerken tırnaklarım yerine kendi kendimi, sen hangi ya­lanın evinde misafirdin?

Kanırta kanırta öğrettim yüreğime sensizliği, dönmek için boş adımlar atarken, ben bu kez kendimdeydim…

EY AŞK!

Gel otur hadi karşıma… Konuşmalı, dertleşimeli ve kozla­rımı paylaşmalıyım seninle… İster kavga ederek sanrılarla, İster dostça… Bu gece, şu an, şu saniye paylaşılmalı aramız­daki kozlar… İster bir Asıltı gibi dünyanın gizini sırtlamış, is­ter yıkıp yeniden yaratır gibi dünyayı deli haykırışlarla… İlk kez şapkamızı koyup önümüze, dökebilmeliyiz içimizdeki her şeyi deli cesaretiyle…

Elim bir kadehime uzanıyor, bir sigarama… Beni öylesine baş­kalaştırıyorsun ki, bak sigara bile yakışıyor elime. Bilirsin, du­mana hiç gelemem. Sesim değerlidir, ödüm patlar kısılmasından. Ama sen dolaşmaya başlayınca damarlarımda davetsizce, illa ge­lir yerleşir parmaklarımın arasına bu nikotin canavarı. Seninle konuşurken güç mü alıyorum ondan dersin? Kim bilir, belki de sığınıveriyorumdur gözlerimin önünde yükselen dumanların sis perdesine. Söz konusu sen olunca, nasıl da güçsüzleşiyorum görü­yor musun? O çok övündüğüm, gurur duyduğum gücüm şimdi nerede? Gölgen bile yetiyor gücümü kalın duvarların ardına ka­çırıp gizlemeye…

Şarapla hep iyidir aram, en iyi sen bilirsin. Aşka susadım mı şarapla dindiririm susuzluğumu. Katıla katıla ağlarken her gi­denin ve her geride bıraktığımın andından, şarabın kırmızısında eritip normalleştirmeye çalışırım kaçışlarımı. Bak ilk kez itiraf ettim sana. Kaçışlarım… Hatta kaçışım. En çok yakalamaya çalışırken astında gensin galiba kaçtığını, öyle büyük, öyle güçlü ve öyle içimdesin ki, beni ele geçirmenden korkuyorum sanı­yorum. İnsanların en büyük nefreti aslında en çok sevdiklerine. Her kaçışın içinde devasa korkular saklı. Kusmalıyım içimdeki tüm korkulan ki, temizlenip arınayım ve sana yer açayım.

Bir güç savaşı mı bu dersin seninle aramdaki? Ne seninle ya­şamayı öğrenebildim, ne sensiz var alabilmeyi… öylesine tuhaf bir ikilem ki… Bir taraftan gözümü kapattığım anda yok oluvermeni isterken, diğer yandan gözümü kapadığımda yaşamımın tek anlamı sensin sanki… Kendi küllerinden doğan, kendi ölümün­den beslenen bir canavar mısın ki? Acının emzirdiği bir gülü­cük gibisin. Bir tarafın neşenin imgesi, bir yanınsa içimi ke­miren bir solucan sanki…

Bazıları der ki; aşk sadece bur kez uğrar yaşamın sınırlarında bir ruha. İnanmasam da aşkın onlarca insanla yaşanabileceğine, bir kereyle sınırlamakda haksızlık gibi gelmiştir her zaman bana. Açgözlü tenin her titreyişini aşk sananlarla işim olmaz. Şehvet aşkla sevişir, kabul ama hiç tutabilir mi aşkın yerini? Adın aşk olduğuna göre en iyi sen anlarsın beni. Ten alevlendiğinde beden bedenle birleşmek için isyan ettiğinde kimi aşk adı verir dürtü­lerine. Bu kadar kolay olsa, bir sevişmede diğer bedene bırakıp kaçılabilse, insanoğlu bu kadar yaralanır mıydı aşk diye, sevgi diye… Tutku imzadır aşkın defterinde ama sadece imza, aslı hâlâ aşkta yani sende, karşımda oturan hesaplaştığım imgede…

Hadi sen de yak bir sigara! Eşit olmalıyız bu savaşta! Bak, si­gara da değil, puro içiyorum üstelik. Alışkın değilim ben duma­nın böyle güçlüsüne. Senin kadar olmasa da sarhoş edebilir yine de. Tüh, beceremedim bunu bile bu gece! Sönmüş… İzin ver, ya­kayım bir nefeste. Acım, merakım, anılarım öyle güçlü ki, bir ne­fesle yakabilirim gibi geliyor dünyayı bile! Tamam, hadi yak sen de sigaranı, eşitleyelim bir duman uzaklıkla şartlarımızı… Bir de aldın mı eline votkanı, zaman sohbet zamanı!

Senin uğruna neler yaptım neler, diye sitemlerde bulunmak yakışmaz bana, bilirim. Sen talepkâr değilsin ki! önüne seriyor­sak dünyaları, sadece kendi arzularımız için. Sen tepeden ince bir alayla, dudağının kenarında bir istihzayla izlersin kimi za­man. Hissederim… Tekerrürden ibarettir sende tarih, onu da bi­lirim. Hani bizim için en özel olan, senin defalarca izlediğin bir filmin sıradan bir sahnesidir belki. Kimi zaman bir ömür harca­nır yoluna, kimi yalancı da en usta yalanı olarak dolar seni dili­nin ucuna. Ne çok hikâyeye ev sahibisin. Merak ederim kimi za­man, bilir misin yaşadığım aşkın sonunu ilk kertede? Yoksa sen de gözlerini kocaman açıp izler misin meraklı bir bebek bakışıyla sana ulaşmak için kat edilen uzun yolculuğu?

Sorular, sorular, sorular… Bir yığın soruya hamile kalmış gibi­yim. Ama şaşırtıcı bir şekilde kolay bu gece doğumlar. Çok uzun bir gebelikti bu. Öyle uzun zamandır büyüttüm ki içimde, kemik­leşti sandım tüm sorular. Oysa öyle değilmiş, seni oturtunca kar­şıma, tutuşturunca eline bir kadeh votkayla bir sigara, nefes alıp vermek kadar kolaylaştı doğurmak sorularımı. Cevaplar? Şim­dilik havada asılı kırmızı kalpler olarak bana gülümsüyorlar…

Gözlerimin önünde dans ediyor anılardan taçlarını takmış tüm aşklar, âşıklar… Biliyorum suretin onlar senin, yansımala­rın… Hiçbir aşkta kazanan yok… Hiçbir aşkta kaybeden de yok. Hangi pencereden baktığın, gökyüzünü görmek için perdeyi ne kadar araladığın belirliyor yerini. Kazansan ne fark eder, kaybetsen ne faik eder? Eğer iki taraflı bitmediyse yaşananlar, bir yürekte hâlâ yanıyorsa, kor haline gelmediyse alevler, ka­zansan ne faik eder? Arkanda bırakıp gidemezsin ki alevi, o is kokusu her yerine, en önemlisi yüreğine siner. Kim ki derse bitti her şey, geride kaldı yaşananlar, gelecekte hep bir parça geçmiş saklar…

Neden yalnızlıkla böylesi yalansın? Yalnız kaldıkça, yürek ıs­sızlaştıkça sen büyürsün, öyle büyürsün ki, içine alır, yutar yok edersin kendin dışında her şeyi. Öyle çok geceyi seninle sabah ettim ki, gözlerimin altındaki mor halkaların müsebbibi olarak isimlendirdim seni!

Yıldızsız bu gece gökyüzü. Neden dersin? Belki o bile korkup kaçmıştır. Senin ışığın öyle yoğun ki, yıldızlar ne yapsın? Işık­tan sarmaşıksın sen! Tüm evreni sardın ve hepimizi sana tut­sak bıraktın. Sen yaraladın sarmaşığın zehirli yapraklarıyla ve yine sen iyileştirdin sevdanın özsuyuyla. İkisini bir arada yap­tın ya, ne diyeyim şimdi ben sana?

Yağmur yüklü gri, kocaman bir bulutsun bu gece üzerimde. Yağsan, pişmanlık ve ihanet yıkanır mı ki sevgimizde? Kiri atı­lan, saflıkla köpürtülüp durulanan sevdalar halay çeker mi gök­yüzüne doğru el ele? Yok, yağmaz bu gece yağmur. Doğa bile senden yana. Yaz yağmuru da olsa, birkaç damla yağsa, sırtımı dönüp arınıp dalarım belki uykuya. Ama dedim ya, yağmaz ilk­yazın tadı bu gece bana. Kaçış yok senden, gece seninle dertleşe­rek varacak sabaha…

Sen acır mısın peki? Hani benim günümün geceye, gecemin güne karıştığı, elem ile mutluluğun sadece acı çanağında bu­luştuğu zamanlarım olmuştu. Bilmezlikten gelme, sakın kafanı çevirme, hatta başını hiç öne eğme. Gözlerimin tam içine bak. Kadınca ya da erkekçe! Hep kızmışımdır erkekçe, erkek gibi söy­lemlerine. Kadın da merttir, kadının sözüne de güvenilir. Kaldı ki, aşkta kimi zaman kadın, kimi zaman erkek kimlikleriyle do­laştın aramızda, cinsiyetin ne önemi var şu anda? Acının par­maklarının kelepçe olup ölüme kelepçelediği günlerde, gözlerin bulutlandı mı bunun sebebi olduğun için az da olsa? İçimdeki kırmızı yanaklı, uzun kirpikli, güneş yürekli çocuk, senin yü­zünden acıyı kambur yapıp sırtına bir ihtiyarın sesiyle konuştu­ğunda azıcık da olsa suçluluk duyup, bir köşede çekildin mi ka­buğuna? Sessiz kalma. Bu gece ihtiyacım olan son şey sessizlik! Yalnızlıktan boğulduğum gecelere inat, bu gece sabaha kadar so­luğun yanımda olacak!

Açılmayacak kapıların önünde sabahladım gecelerce. Ha­tırlar mısın? O kapılar kurallarımdı. Yıkmayı asla başarama­dığım kalın duvarlarımdı. Kapının iki yanında da ben var­dım. Dışarıdan sesleniyor, içeriden ses vermiyordum. Kendi kendimle konuşamayacak kadar yorgun, kendi kendimden kaçacak kadar korkaktım! “Kim o” diye seslendiğimde, içe­rideki “Ben aşk!” diyecek diye ödüm mü patlamıştı acaba? O yüzden mi, kulaklarımda dalgaların sesini hayal edip, kendi sesimi bastırmıştım? Hangi dalgada hangi hayali batırmıştım acaba? İçeride ağlayan ben, dışarıda ağlayan yine ben… Kim kazanan, kim kaybeden? Bak bu gece ikinci kez soruyorum…

Seni geride bıraktım kaç kez… Bırakmayı denedim… Kızgın mısın bana? Ne olur suratını asma, öyle büyük bir yük olmuştun ki kimi zaman omuzlarımda, dayanamadım bu ağırlığa. Sandım ki, bir omuz silkişle kurtulurum senden. Mantık denen kılavu­zun eşliğinde yola devam ederim kaldığım yerden. Bak nasıl da gülüyorsun bilmiş bilmiş. Evet sen biliyordun sensiz yollarımın hep çıkmaz sokaklarda biteceğini. Döndüm dolaştım yine se­nin sokağında buldum kendimi. Çünkü sen bendin. Ben sen­dim. Kemikleşmiş bir parçaydın ruhumun en hassas yerinde. Kiram azdım, atamazdım, yok sayamazdım. Senden vazgeç­mek kendimden vazgeçmekti. Geride bıraktığım sadece âşık olan sevdalılardı. Suçlama ifadesi oturdu yüzüne. Haklısın, ben de acı çektirdim. Senden kaçmak isterken ezdim acımasızlıktan irileşen ayaklarımla âşık kalpleri. Kim bilir, belki bu gün içimde devleşen acı o günlerin eseri…

Deniz oldun sen biliyor musun defalarca hayatımda? Hani sorsalardı bir zamanlar bana aşk senin için ne diye, deniz der­dim. Maviydin, sonsuzdun, huzurdun, tutkuydun! Kulaç attı­ğımı sanırken sonsuzluğuna, dibine çektin, boğdun umutsuzlu­ğunda. Hatta bazen en çılgın anlarımda tramplenden atlarcasına atladım en derin yerinde sana. Çivileme çakıldım! Betona çarp­maktan beter oldum bir anda. Ne maviyi gördü gözüm, ne tu­zunda eridi hüznüm. Acımdı baskın yanın, beyaz değildi artık köpük köpük dalgaların!

Cadı olmak istiyorum ey aşk bu gece! Alaycı bakışını sakla bence kendine, cadıların sağı solu belli olmaz bilirsin. Atlayıp sihirli süpürgeme, yol alıp bulutların üzerine, sana dair her ne varsa gözlemlemek istiyorum en tepede. Sonra da koyulup işe, süpür­mek senin damlattığın tüm acılan sokaklardan süpürgemle. Gü­cüm yetmez sanma, sihirli süpürgem unutma. Aaa gamzen de varmış, yakaladım. Bu gece deli, bu gece çılgınım!

Sana teşekkür etmem gereken de bir yığın şey var, biliyorum. Ama önce müsaade, içkimi tazelemeye gidiyorum. Eveeeet, ne­rede kalmıştık? Teşekkür! Şaşırdın değil mi, deminden beri küçük bir kız çocuğu gibi şikâyet eden kadın nereye gitti diye düşünü­yorsun? Saklamaya kalkma. İyi tanıyorum ben de seni, yaşadı­ğım her sevgi yerleştirdi senden bir parçayı içime, bir parça sen oldum belki ben de… Cesareti öğrettin bana. Sen düştün mü bir akla, korkaklık kalkar rafa. Ayakları sağlam basmalı aş­kın yere diye hep söylemişimdir. Kayarsa zemin, nasıl edilir sana dair onca yemin? Silah bile doğrultsa dünya, tek bir canı korumak için feda edilir ne var ne yoksa. Aşksa, âşıksa nam­lunun ucunda, işte o anda evren susar, konuşur riya… Ancak cesur olmayana yakışır silah doğrultmak aşka!

Hadi gel karne verelim birbirimize! Matematik: 0! Neden mi? Hiç tutmadı ki sende hesaplar! İki artı iki ne zaman dört etti ki sende? Sağa döndü bazen o ikiler, bazen sola. Hatta ters bile döndü dört, dört köşe olup bizi şaşırtmanın zevkinden! Zaten sev­mem sayıları. Dayatılan, diretilen şeylere karşı hep bir inat var­dır içimde. Sınırlamalar, kalıplara sokmalar ters geliyor nedense. Hiçbir insan aynı değildir aşkın karşısına geçince. Hatta aynı insan, aşkla her karşılaşmasında başkalaşır. Kabuk değiştirir…

Benzer İçerikler

Öğretmen ve Öğrenciler Tatile Girerken Bir Ders: Parola Oyuncak Değil, Kimseyle Paylaşılmaz

yakutlu

Aşk Büyüsü – Tuba Atıcı Coşar – Online Kitap Oku

yakutlu

Sabahı Aramak

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy