Aşk’ın Zülfikârı Şems-i Tebrizî

Ulu Şems…
Şems-i Tebrizî,
Şems-i Pârende,
Şemseddîn Muhammed,
Şems-i Kalenderî,
Şems-i Melâmetî
Şems-i Dâi…

Bu esrarengiz Hakk dostu, gerçekte kimdi? Neden birden Mevlânâ’nın hayatına girip, onun gibi büyük bir âlimi bir anda kendisine bağlayarak; onun yüzünü, ötelerin de ötesinde olan başka âlemlere ve hakikatlere çevirdi? Neden, kendisine “Aşk’ın Zülfikârı” diyordu? Neden günlerce ve haftalarca hiç dışarı çıkmadan sohbet ettiler? Ulu Şems, bu sohbetlerde Mevlânâ’ya hangi bâtınî ve ilahî sırları açtı? Neden, hiç beklenmedik bir zamanda ortadan kaybolarak, Mevlânâ’yı peşine düşürdü? Nasıl oldu da fail-i meçhul bir cinayete kurban giderek, Mevlânâ’yı hüzünlere boğdu?

Bütün bu soruların cevabı ve tarihin tanıklık etmiş olduğu en büyük aşkın öyküsü bu kitapta sizi bekliyor…

Merak etmiyor musunuz?

Aşk olsun…

***

Önsöz

Erken okuma dönemlerimden bu yana karizmasıyla dikkatimi çeken Şems-i Tebrizî’nin yaşam öyküsüyle ilgili olarak, zihnimde uzun zamandır bir eksiklik ve bir boşluk hissi barındırmaktaydım.

Çünkü Ulu Şems hakkında, klasik kaynaklann cevapla- yamadığı bir yığın soru vardı kanımca.

Ve bir türlü anlayamıyordum:

Sûfîlikle yakînen hemhâl olan Konya halkı, bu Hakk erenini kendi Mevlânâ’larından niçin kıskanıyordu?

Konya halkı neden durup dururken Ulu Şems’e garez besliyordu? Öyle ki, bu garez Ulu Şems’in faili meçhul bir cinayetle ortadan kaldırılmasına kadar dahi varabilmişti.

Öte yandan, klasik kaynaklarda anlatılanlar birbiriyle çelişmekteydi. Elimizdeki metinlerde, izahı mümkün olmayan boşluklar, dolgu malzemesi olarak kulanılan nakiller ve rivayetler bulunmaktaydı. Sonuç olarak Ulu Şems’in yaşam öyküsü, klasik menkabelerle ve evliyâ öyküleriyle harmanlanmış bir sis perdesinin arkasında bırakılıyor ve bilinçli bir şekilde dikkatlerden uzaklaştırılıyordu.

Hatta Ulu Şems, Mevlânâ’nın sürekli yüceltilişi ve karizması karşısında nedense sönük bir tarihsel kahramana dönüştürülmekteydi.

Birşeyler eksikti, ama neydi?

Ulu Şems gerçekte kimdi?

Bu gizemli Hakk âşığının ansızın ortadan kaybolması, 1-2 yıl sonra Şam’da tekrar ortaya çıkması, daha sonra rica-minnet Konya’ya dönmesi ve sonra da bu şehirde bir kaç ay içinde faili meçhûl bir cinayete kurban giderek tamamen gaib olmasının asıl sebebi neydi?

Bu sarsıcı faili meçhûl cinayetten sonra, neden 70 yıl boyunca Ulu Şems’in katledilişi bir türlü soruşturulamadı ve acılar içinde gözyaşı döken Mevlânâ dahi bu konuda neden bir girişimde bulunamadı?

Üstelik Şems-i Tebrizî, bir anda tarih sahnesine çıkmış ve Mevlânâ’yı birdenbire yabancısı olduğu bir irfanî iklime ve ezoterik dünyaya çekivermişti.

Öte yandan Ulu Şems’in, kendi geçmişi hakkında hemen hemen hiç konuşmaması, klasik bir tarikat silsilesine sahip olmaması, bilgi ve irfanda çağdaşlarının çok çok ötesinde olması, pozitif bilimlerde, aklî ve naklî ilimlerde ve özellikle de marifet ilmindeki eşsiz ve benzersizliği, ayrıca da çok iyi eğitim almış olan bir seyyah ve özgür bir ruh olması gibi karineler, bizi Ulu Şems üzerine tekrar tekrar düşünmeye mecbur etmektedir.

İşte bu farkındalığımın sâikleriyle ve tecessüsümün etkisiyle yaklaşık iki yıllık bir araştırma ve okuma süreci geçirerek; Ulu Şems’i, klasik kaynakların yanısıra alternatif yerli-yabacı kaynaklardan da araştırmaya koyuldum ve de anlamaya çalıştım.

İş bu demde, sorularıma yerli yerince cevaplar bulabildiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Bu itminan duygusudan sonra ise tespit ve tahlillerimi siz değerli okuyucularımızla da paylaşmamın bir vefa borcu olduğunun idrakiyle elinizdeki bu çalışmayı kaleme aldım.

Kitabımız, üç bölümden oluşuyor:

Birinci bölümde, Ulu Şems’in menâkıbnâmesini bulacaksınız. Bu menâkıbnâme bölümünde, tüm klasik kaynaklarda yer alan efsanelere, söylencelere ve mebkıbelere yer vermeye çalıştım.

İkinci bölümde, Ulu Şems’in tarihçe-i hayâtı olarak kabul edebileciğimiz bir çerçevede, nesnel olarak tarihte yaşamış olan gerçek ve tarihsel Şems-i Tebrizî’nin izini sürmeye çalıştım. Sonuç olarak onu, içinde bulunduğu coğrafî, siyasî ve psikotarihsel bağlamıyla yeniden ve nesnel bir şekilde sizlere tanıtmaya gayret ettim.

Üçüncü bölümde ise Ulu Şems’in Mevlânâ’ya bıraktığı irfanî mirası ve Bâtınî geleneği sohbet tadında kurgulayarak sizlere aktarmaya çabaladım.

Umanm beğenir ve gâh aşk, gâh da meşkedersiniz!

Bu girizgâhtaki sözlerimi tamamlamadan önce, kitabımızın elinizdeki haliyle sizlere ulaşmasını sağlayan, eleştiri ve katkılarını esirgemeyen, metnimizi kritik bir edisyondan geçirerek redakte eden değerli editörümüz Sn. Ozan Kemal Sarıalioğlu’na ve yayıncımız Ersan Güngör Beyefendiye de teşekkürlerimi bu vesileyle arzediyor, 2012 yılının yaz tatilini de içine alan yazım süreci boyunca bana anlayışlı davranarak benden sevgi ve gülüşlerini esirgemeyen sevgili eşime ve oğluma da tüm kalbimle ve içtenliğimle şükranlarımı sunuyorum…

Bu eserimi, sevgili(m) Hatice Alşan’a ithaf ediyorum…

M. Hakan Alşan
22 Temmuz 2012
Akçaabat / Trabzon

*

Menâkıbnâme:
Söylenceler; Efsâneler

Şems-i Tebrizî’nin asıl ismi Muhammed b. Ali’dir. Horasan Bölgesi içersinde yer alan ve Güney Azerbaycan’ın merkezi olan Tebriz’de doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. “Şems-i Tebrizî” lakabıyla meşhur oldu.1 1247 (H.645) tarihinde Konya’da şehid edildi. O, tahkik erbabının müşküllerini halledici, temyiz ehli olan ulemânın rehberi, velâyet ehlinin aşk sultanıdır. Bâtınî-Kalenderî ulularındandır.2 Şeyh Şemseddîn Tebrizî Hazretleri, Şeyh Rüknüddîn Şücasî hazretlerinin dervişlerinden ve seçkin halifelerinden biriydi. Kendisi, Şeyh Ebû Bekri Selebâfî3 ve Şeyh Kemal-i Hoca Cendî ile bir çok sohbetlerde bulunmuş, aralarında nice dostluklar ve sırlar geçmişti. Şeyh Şemsüddîn’in ismi “Haddâdar b. Muhammed b. Alî b. Melikdâd-i Tebrizî“dir. Kendisi “Kutbü’l Ârifin” (Âriflerin Kutbu) ve “İmamü’l Âşıkîn” (Âşıkların Önderi) Mevlânâ Muhammed Celalüddîn Belhî/Rûmî (k.s.)’in irşadına sebep olmakla meşhurdur.4

Şemseddîn Tebrizî hazretleri, Tebriz’de ilim öğrendi ve edeb üzere yetişti. Daha küçük yaştayken manevi hâllere, üstün derecelere kavuştu. Kendisini, menkabelerinden birisinde şöyle anlatmışlardır:

Henüz ilk mektepteydim. Daha bülûğ çağına girmemiştim. Peygamber efendimizin sevgisi bende öyle yer etmişti ki, ‘Sırr-ı Muhammeddîyye’ aşkından kırk gün geçse de aklıma yemek ve içmek gelmezdi. Bazen yemeği hatırlattıklarında, onları elimle yahut başımla reddederdim. Göklerdeki melekleri ve yerde gayb âlemini, kabirdekilerin hâllerini müşahede edebilirdim. Hocam Ebû Bekr, hâllerimi başkalarına haber vermekten beni men ederdi. Bir gün babam bu hâllerimden ürktü ve beni karşısına alıp; “Yavrucuğum! Ben senin acayip işlerinden bir şey anlamıyorum. Bunun sonu nereye varacak? Korkarım ki sana bir zarar erişir?” dedi. Ben de ona; “Babacığım! Bir tavuğun altına konan ördek yumurtasından çıkan bir ördek yavrusunun dereye    dalıp yüzdüğü gibi, ben de manevî deryâya koşa koşa dalmış bir hâldeyim.” diye cevap verdim.

Şems-i Tebrizi hazretleri dünyaya değer vermez, haram ve şüphelilerden     son derece sakınır, mübahların fazlasını terk ederdi. Kendisinde intişar eden Kalenderî-Melâmetî neş’e gereği bir yerde durmaz, talebelerinin bulundukları yerlere giderek onları yetiştirirdi. Bu şekilde bıkmadan, yorulmadan pekçok yerler dolaştı. Bunun için kendisine Şems-i Parende yani “Uçan Güneş” denilirdi. Şems-i Tebrizî hazretleri daima seyahat ettiği yerlerde, uğradığı memleketlerde iyi bir dost bulunması için dua ederdi.5

Şemseddîn Tebrizî önceleri çok riyazet eder, nefsini ıslah ile uğraşırdı. On veya on beş günde bir kere iftar ederdi. Gıdası yarım bayat çörek parçasıydı. Onu da paça suyuna doğrar, tirid6 yapardı. Bir gün çorba pişiren onun bu hâlini öğrenip çorbaya biraz fazlaca yağ karıştırmıştı. Şemseddîn hazretleri bunu görünce o dükkân sahibiyle bir daha alışveriş yapmadı.

Muhammed Şemseddîn Tebrizî, daima seyahat eder, gittiği yerlerdeki irfan meclislerine ve sohbetlerine katılırdı. Ebû Bekr-i Kirmânî’den ve Bâbâ Kemal-i Cendî’den feyz aldı. Şeyh Baba Kemal Cendî’nin meclisinde, “Lemeât” adlı eserin sahibi “Şeyh Fahrüddîn-i Irâkî” ile birlikte oldu. Onunla beraber, Bâbâ Kemal’in yanında, Şeyh Fahreddîn-i Irâkî de ders almaktaydı. Şeyh Fahreddîn, her keşf ve hâlini, şiirler halinde Bâbâ Kemal’e arz eder bildirirdi. Şeyh Baba Kemal, Şems-i Tebrizî’ye: “Ey Şems, sen neden Fahrüddîn-i Irakî gibi bazı sırları şiirlerle fâşetmiyorsun. Yoksa senin gönlünde bir

————

1    Bkz, Mahmud Cemaleddin el-Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye ez Lemeât-ı Ulviyye, haz. M.S. Tayşi, İstanbul, (M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayını), 1993, s. 427-435.
2    Bazı kaynaklar Şems-i Tebrizî’nin Bâtınî-İsmailî ekole mensup olduğunu teyid etmektedir. (Bkz, Devletşah, Tezkire, Çev: Necati Lügal, c. 11, s. 251, İstanbul, 1977.)
3    Bu zât sepetçilik ile geçinirdi. Sepetleri örerken Hakk’ı gizliden gizliye zikrederdi. Halkın arasına karışıp ticaretle uğraşır, kendini cemiyet içersinde daima sırlardı. Bu itibarla Şems-i Tebrizî hazretleri meşbû olduğu melâmetî neş’eyi bu zâttan almıştır.
4    Ayrıca bkz,    Menâkib-ül-Ârifîn, c.l, s. 82; Nefehât-ül-Üns, s. 520; Hadîkat-ül-Evliyâ, s. 16; Kâmûs-ül-A’lam, c. 4, s. 2872.; Risâle-i Sipahsalar; Menâkıb, Millet Kütüphânesi, Feyzullah Efendi Kısmı, no: 2142.
5    İleri okumalar için bkz, Melahat Kıyak Ürkmez, Şems-i Tebrizî, Tuna Yayınları, Konya, 2011.
6    Tirid: Tirit diye de bilinir. Etsuyuna veya sebzeli yemek suyuna doğranmış kuru ekmek veya sert yufka ile yapılan mütevazi bir yemektir. Bazı menkıbe kitaplarında, Peygamber Efendimizin de Tirit çorbasını çok sevdiğinden söz edilmektedir.

Benzer İçerikler

Rüzgargülü – Ursula K. Le Guin

yakutlu

Şehir Mektupları | Ahmet Rasim

yakutlu

Babanın Adı Var

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy