Hz. Mevlana ve Şems-i Tebrizi ilahi, yani Gerçek Aşkın yolunda yanmışlardı. Günümüzde de bu tarz aşkın kapısını aralayabilen insanlar var.
Peki biz sıradan insanlar için bu yolculuk nasıl olacak? Başımıza neler gelecek?
Modern hayatın içinde Egonun şaşırtıcı oyunlarına yenik düşmeden ilerlemek nasıl olacak?
Bu kitapta Gerçek Aşkın yolculuğuna çıkmış gerçek bir kadının öyküsünü bulacaksınız.
“Hazzın, karanlıkta saklı olduğunu düşünüyordum. Ama aslında o kirli, bulanık bir denizde yüzmek gibiydi. Neydi o öyle, iyi ve güvenli ilişkiler durağan, sıkıcı, monoton olacaktı. Hazdan ve tutkudan yoksun. Ama bu kendi aydınlığımı bile bile karartmaktan başka bir şey değilmiş. Kendi ellerimle kendimi aşağıya çekiyordum. Her yükselmek isteyişimde, gerçeği göremediğim için biraz daha batıyordum. O nedenle hep orijinal sandığım, ama ruhen bozuk tiplere tutuldum. İlk kez karanlığa hayır deyip elimin tersiyle onu itmeye karar verdiğim an, her şey dönüştü. Çünkü artık her yolu denemiş ve sınıra gelmiştim.”
Hande
Ego öylesine kuvvetlidir ki, onu ortadan kaldırıp kalbimizde zaten var olan İlahi Sevgiyi ortaya çıkartmamamız için elinden geleni yapar. Melankoli, melodram, abartılı sahnelerden hoşlanır. İçimizdeki ışığı söndürmeye uğraşır.
Oysa bu işin püf noktası, ısrarla Işığa Evet demek ve bir daha arkaya bakmadan aynı yolda yürümeye, bizi korkutsa bile devam etmektir.
Gerçek Aşk’ı nasıl ayırt ederiz, bilir misiniz?
İnsanın zihnini, kalbini yormaz ve kesinlikle zarar vermez. Hatta gerçek sevgili, düştüğünde, sen talep etmeden elinden tutup kaldırır. Seni sarıp kavrar. Bunun konuşulmasına bile ihtiyaç kalmaz. Kalbinde nedensiz acı oluşturmaz ve başka bir sebepten oluşsa bile, onu seninle beraber eritir. Yani senin tekrar ışığa dönmene yardımcı olur.
Aslında Ayrılık Da Yoktur, Gerçek Aşka giden yolun kapısını aralıyor.
***
Gerçek Aşkı Arayanlara
Hz. Mevlana ve Şems-i Tebrizi ilahi yani Gerçek AŞKın yolunda yanmışlardı. Günümüzde de bu tarz aşkın kapısını aralayabilen insanlar var. Peki biz sıradan insanlar için bu yolculuk nasıl olacak? Başımıza neler gelecek? Modern hayatın içinde EGOnun şaşırtıcı oyunlarına yenik düşmeden ilerlemek nasıl olacak?
Bu kitapta Gerçek AŞKın yolculuğuna çıkmış gerçek bir kadının öyküsünü bulacaksınız.
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR…11
ÖNSÖZ…13
LEMURYA…19
AŞKIN PEŞİNDE KOŞARKEN…39
KANLICA’DA KAHVALTI…45
BÜYÜK DEĞİŞİM…53
İLK YEMEK…57
KARANLIK AŞKLAR…69
HANDE…75
PİRAMİT AŞKLARI’NDAN MEZUN OLMAK…85
İLANI AŞK…93
İKİZ RUHA GİDEN YOLCULUK…103
CEVAP…107
AŞKIN KENDİSİ OLMAK…111
HOLOGRAM…115
TOPRAKLAMA VE KALP DÖNGÜSÜ…125
ERİL-DİŞİL’İN MÜKEMMEL UYUMU…137
BULUŞMA…139
HOLOGRAM… 2. KURAL: KABUL VERMEK…155
KALBİ KOŞULSUZ SEVGİYE AÇMAK…159
MERKABAH…159
BÜYÜK BOŞLUK VE KARANLIK ALAN…173
İSTANBUL…177
HOLOGRAM YÖNETİMİ 3. KURAL: TAKDİR VE ONURLANDIRMA…193
TELEFON…199
KALPTEKİ DOĞRULARI SÖYLEMEK…203
KUSURSUZ TOPRAKLANMA YÖNTEMİ…207
YÜZLEŞME…215
AMSTERDAM…217
1210, ORTAÇAĞ AVRUPASI… HOLLANDA…227
AYRILIK YÖNETİMİ…245
PARTİ…249
YAŞAMAK SANATI…259
1-ADIM…261
2-ADIM…263
3-ADIM…264
4-ADIM…265
REALİTE DEĞİŞMEYE BAŞLIYOR…267
BAĞIMLILIKTAN KURTULMAK…275
ERKEKLER İÇİN…279
ZAMAN ÇİZGİLERİNİN KESİŞMESİ…283
MATRİX…295
KOŞULSUZ SEVGİ VE HOLOGRAMIN 4. KURAL’1…297
SIRAT KÖPRÜSÜ…301
ZAMAN ÇİZGİLERİ VE ZAMANIN GİZLİ KAPILARI…311
İLAHİ SEVGİ’NİN GÜCÜ…313
IŞIĞIN NE KADAR YÜKSEKSE AŞMAN GEREKEN KARANLIK O KADAR KOYU VE AĞIR OLMALI…323
MELEKLE ŞEYTANİN KADİM SAVAŞI…333
ÇEKİM YASASI MEDlTASYONU…339
SON YEMEK…345
ÖLMEDEN ÖLMEK…361
BEN BİR KADINIM…363
İKİZ RUH VE İLAHİ SEVGİ BOYUTUNA ÇIKARKEN…367
SON SÖZ…371
İKİZ RUHLAR…375
İKİZ RUHUMU BULDUĞUMU NASIL ANLARIM…381
TEŞEKKÜR
Bu kitabın içinde yer alan öykü, gerçek kişilere aittir. Birkaç bölümde bahsettiğim meditasyon ve Arizona hikâyesi ise, hayatını başkalarına örnek olması için açabilecek kadar sevgi dolu ve cesur bu kişilerin kimliklerini saklamak adına kendi hayatımdan alıntıdır. Bu ilginç hayat öyküsünde yer alan tüm gerçek kişilere buradan teşekkür etmek isterim. Cesaretleri, zaafları, duyguları, her ne yaşanmış olursa olsun, üst boyutlara yükselmeye ant içmiş güzel ruhları için her şekilde onurlandırılmalılar. Onların yaşadıklarını ve serüvenlerini anlayabilmek, okuyanın da yüksek bir pencereden, şefkat ve kabulle bakmasını gerektiriyor. Bu yüzden şimdiden siz değerli okuyucularımın kalbine, kabulüne, sevgisine, saygısına çok teşekkür ederim.
ÖNSÖZ
Sevgi naziktir. Yumuşaktır. Biz sevgiyi sadece bir duyguymuş gibi algılar, hatta zaman zaman küçümseriz. Oysa gerçek sevgi canlı bir varlık gibidir. Derinlemesine dokunur, okşar, besler, verir. Hayatın güzelliklerini ayağımıza getirir. O, dışardan içimize almaya çalıştığımız bir şey değil, içimizde var olan ve dışa doğru akan bir varoluş şeklidir. Doyumludur. O his içimizde var oldukça, bulunduğumuz yerde, hangi şartta olursak olalım, mutluluk hisseder, tam ve bütün oluruz. İşlerimiz rast gider. Ve tüm insanlıkla BÎR olduğumuzu fark edebiliriz.
En son bu hissi ne zaman duymuştunuz? Belki de âşık olduğunuzda, öyle değil mi? Ama her nedense sizin aşkınızın verdiği mutluluk ve doyum hissi kısa sürmüştü. Çünkü aşk olarak hissettiğimiz duygu dışardan kendimize almaya ve orada tutmaya çalıştığımız bir durumdur. îlk kez ayaklarımız yerden kesildiğinde, “Yaşasın, hayallerim gerçek oldu!” deriz. Ama bu gerçek sevgi değildir çoğu zaman. Bencildir. Hatta âşıkların vericiliği bile çoğu zaman bencildir. Başkalarının ihtiyaçlarıyla bile ilgilenmeyiz, zihnimizin tamamını sadece âşık olduğumuz kişi kaplamıştır artık. Ve o kişinin gerçek haline olduğu gibi kabul verip sevmek yerine, var olduğunu sandığımız kişiliği severiz.
Günümüzde aşk zannederek yaşadığımız senaryolar, çoğunlukla aslında içimizde var olması gereken ama hissedemediğimiz gerçek sevginin eksikliğini tamamlama çabasıdır. Ve bu sevgiyi fark etmemizi engelleyen yegâne suçlu EGO’dur. Egomuz, var olan korkularımızın sesidir. İlahi bir düzene ya da Yaratıcıya güvenmek yerine ego zihnimizi devralır ve kendi çözümlerini üretir. Ego ve zihin, eğlendiricidir. Çeşitli doyum araçları üretir. Ama hayali bir dünyadır bu, çünkü bize asla doyum vermez. Çünkü hâlâ dışarda olanı içeri almaya çalışıyordun Sırf bu yüzden, egoist bir yaşam tarzı, başkalarınınkiyle kendi çıkarlarımız çatıştığı zaman, hep kendimizi tercih etmeye yönelik olur. Ego hayatı hızlandırmaya çalışır. Hayatın sıradan akışını beğenmez ve sıradan bulur. Hatta o çok sıkıcıdır. Eğlenceyi en üst düzeye çıkartıp sıkıntılı olanlardan kaçmamızı emreder. Bu da ilişkilerimizde yakalayabildiğimiz gerçek sevgi varsa, bunu yaşayamadan, keyfini layık olduğu gibi çıkartamadan tüketmemize sebep olur. O saatten sonra artık âşık taraflar her sıkıldıklarında birbirlerinden kaçar, yalan söyler, aldatırlar. Bunu yapamayanlar ise karşı tarafa bağımlı olarak kalırlar, çünkü tek eğlence araçları odur.
Ego öylesine kuvvetlidir ki, onu ortadan kaldırıp kalbimizde zaten var olan İlahi Sevgiyi ortaya çıkartmamamız için elinden geleni yapar. Çünkü eğer o sevgi ortaya çıkarsa kendisi var olamayacaktır. Ego var olma telaşına girerse, beslenmeyi çok sevdiği türev duyguları hissettirmeye başlar. Bunlar suçluluk, öfke, kıskançlık, çaresizlik, eziklik, utanç, pişmanlık, güvensizlik gibi olumsuz duygulardır. Kimi zaman bu duygunun ana kaynağını bilmeden, egomuzun hoşlanmadığı sıkıcı bir hayat akışı sırasında, örneğin âşık olduğumuz kişinin bizim arzu ettiğimiz hareketleri yapmaması durumunda, bu duyguları hissederiz.
Ego, olumsuz duyguları sever. Onlardan beslenir. Melankoli, melodram, abartılı sahnelerden hoşlanır. Çünkü kişi acı çekmekten hoşlanmayacağı ve bundan kaçınacağı için, içindeki İlahi Sevgiyi ve Yaradanın varlığını bulamadan yeniden egoya başvuracaktır. Ve biz bu duyguları yaşadığımız durumla özdeşleştiririz. Karşımızdaki kişiyi kontrol etmeye, durumu manipüle etmeye çalışır hayat enerjimizi boşa harcarız. Bütün bunlar, ilişkimizi daha da kötüye götürmekten başka bir işe yaramaz.
Gerçek sevgiyi yaşayamadığımız zaman, onu küçümseriz. Durgun, sıkıcı, hatta tekdüze zannederiz. Oysa gerçek sıkıcılık, egosal sevgiyle hareket ettiğimizde yakamızı bırakmaz. Yani duygular sinüs eğrisi gibi hareket eder. Pek çok yüksek tutkular yaşar, bir yerlerde sürünüp bunalıma gireriz. Bu hareket içinde yaşadığımız boyutun bir özelliğidir. Ve yaramaz ve meraklı bir kedinin kendi kuyruğunu kovalaması gibi sonu gelmeyecek bir arayışın peşinde koşturup dururuz. Tutku ve güzellikleri sürekli kılmaya çalışmak için…
Oysa İlahi Sevgiyle sevmeye başladığımızda, hayat başka türlü olacaktır. Durum hiç de zannettiğimiz gibi sıkıcı ya da tekdüze değildir. Sevgi doyurucudur. O hep aradığımız doyum sürekli bizimledir. Üstelik artık duygular sinüs eğrisi gibi bir aşağı bir yukarı oynamaz. Mutluluk daimidir.
İlahi Sevgiyi yakalayabilmek iki şarta bağlıdır. Bilinçaltımızdaki kök korkuları, yani kaybetme korkusu, değersizlik, yetersizlik gibi duyguların en azından yarısını silmek gerekir. İkinci koşul, egomuzun seçim ve alışkanlıklarını yıkmak, yalancı ve tüketici aşklara bir son vermeyi seçmektir. İşte o zaman, egomuzun etrafımıza ördüğü stratejileri, koruma kalkanlarını kısa süreliğine acı çekmeyi göze alarak tek tek yıkmaya başlarız. Onun kurduğu yalan dünyadan, beklentilerden, dışardan geleceğine inandığı beklentilerden kurtuluruz.
Ve hayatımız inanılmaz derecede değişir. Bu öylesine mükemmel ilişkiler ve doyumlar getirecektir ki, kendimizi yaratılmış her şey ve herkesle BÎR ve BÜTÜN hissederiz. Bu bağı kurduğumuzda, gerçek anlamda sevdiğimiz kişiyle bağ kurmayı, güvenmeyi, onu özgür bırakmayı, kabul vermeyi, takdir görüp takdir etmeyi, saygı görüp saygı vermeyi, boşluk duygusu olmaksızın AN’da kalabilmeyi başaracağız.
İşte o zaman, ayrılık diye bir şeyin aslında hiç var olmadığını, egomuzun yanıltıcı dünyasında yaşamanın bizi ayrılığa götürdüğünü, aynalarla dolu bu dünyanın gerçek değil sadece bir yanılsama olduğunu hissedip öğreneceğiz.
Deneyimlediğimiz her şey içselleşecek ve bizim yaşamımızın bir parçası haline gelecek.
Bu kitap, bilinçaltındaki terk edilmek, tercih edilmemek, yalnız kalmak, aldatılmak, kaybetmek, yok sayılmak, değersizlik hissetmek gibi duyguların en az yarısını temizleyebilmiş, kalbindeki İlahi Sevgi paydasını artırmış kişilerin, tamamen egonun ilişkilerdeki yanılsamalarından kurtularak gerçek sevgiye ve sağlıklı bir bağ kurabilmeye yapacakları yolculuğu anlatıyor.
Siz eğer hâlâ size kötü ve saygısızca davranıldığında kendinizi değersiz hissediyorsanız, kaybetme korkusuyla bağımlılık geliştiriyorsanız, henüz Aslında Giden Erkek Yoktur adlı kitabımda anlattığım Piramit İlişkileri dinamiğinde hareket etmelisiniz. O tarz ilişkilerde hâlâ kaçan kovalanır stratejisi ve oyunlar geçerlidir. Bu da o dönemde bir ihtiyaçtır ve deneyim olarak çok zevklidir.
Eğer dış dünyanın size davranışları sizi etkilese bile değer duygunuzu kaybetmiyor, egosal stratejilere artık başvurmuyorsanız, bağımlı değilseniz ve artık Piramit Seviyesindeki erkek ve kadınlara ilgi duyup çekilmiyorsanız, bu kitabın öğretilerini uygulayabilirsiniz. Piramit İlişkilerinden mezun olmuş ve artık sadece bedensel, duygusal, zihinsel seviyelerde kalmış kişilere zafiyet duymuyorsanız, başınıza neler geleceğini bu kitapta bulacaksınız.
Buradaki yöntem ve bilgiler, sadece sağlıklı insanlar için geçerlidir. Duygusal ve ruhsal yardıma ihtiyaç duyuyorsanız, konunun uzmanlarına muhakkak başvurmalısınız. Öte yandan yardım alamayacak ama sağlıklı olan kişiler için kendi başlarına evde uygulayabilecekleri pek çok yönteme örneklerle işaret edilmiştir.
Sevgilerimle…
LEMURYA
Göz alabildiğine uzanan çiçek tarlasında rengârenk laleler, papatyalar ve ismini bilmediği birbirinden hoş çiçekler arasında ince uzun bir toprak patikada koşuyordu. Üzerindeki ince, beyaz ketenimsi bir kumaştan elbise neredeyse dizleriyle bileklerinin arasına dek uzanıyordu. Mısır püskülü gibi dümdüz, upuzun, açık sarı saçları beline dolanıyordu. Hava açık ve güneşliydi ama bedenini yakmıyordu. Başını kaldırdı. Uzaklarda kendiliğinden akıp giden nehrin, güneş ışığının altındaki parıltısını izledi. Sağ tarafta ilerde çok da yüksek olmayan tepeler, heybetli birer bekçi gibi bu cennet bahçesini koruyorlardı. Arada bir yerlerde okul ya da tapınak diye adlandırabileceği, bembeyaz mermerden yapılmış bir binadan geliyorlardı.
On iki yaşının verdiği heyecan ve özgürlük hissiyle çiçek tarlalarına herkesten önce gelmişti. Birazdan o kara gözlü çocuk da gelecek, el ele tutuşarak koşacaklar, birbirlerine sarılacaklardı. Her zaman olduğu gibi üzerine yan yana oturarak saatlerce sohbet ettikleri kaya kovuğuna gidecekler, ergenlik ile çocukluk arasında uzanan ince çizgide eğleneceklerdi. Her gün geliyordu buluşmaya. Genç kızın içinde bir gün olsun onun gelmeyeceğine dair kuşkusu yoktu.
Çiçeklerin arasında kalan ipten sandaletlerinin içindeki ayaklarına baktı. Ne kadar zariftiler. Bedenini seviyordu. Ama daha önemli bir şey hissediyordu. Dünya Annenin ve Gökyüzü Babanın kendisini sarıp sarmaladığını, yaşamın mutluluk veren bir şey olduğunu ve deneyimlemek istediği her şeyi bir armağan gibi kendisine getireceğini, halinden memnun olmayı, hepsini biliyordu. Bunlar zaten öyleydi işte… Hissedebilmek için aramak zorunda değildi. Zaten kalbinde duruyordu. Bütün algıları, içgüdüleri açıktı. Aklında dönüp duran şarkıyı mırıldanarak, çocuksu bir dans tutturdu.
Ra ra Ptaraaa
Benim adım Ptaaraaa
Koskocaman Evrenin
Işıklı çocuğuyum
Bir gün düşer biterim
Her şeyi hak edenim
Hepsi benim oyunum
Hepsi benim oyunum
Çocuksu bir tavırla tek ayağının üstünde zıplıyor, kollarını açarak dönüyordu. Beyaz elbisesinin etekleri uçuşuyor, gönlü neşeyle doluyordu. Anlamını bilmiyordu. Nereden öğrendiğini de… Sadece ruhunun şarkisiydi bu. Kafasından geçirdiği bu şiir, ne Türkçeydi ne de başka bir dilden. Dizeler halinde dökülüyordu dudaklarından. Bir gün kendini kötü hissetse bile, bunun geçici olduğunu, aslında hak ettiği bütün güzelliklerin kendisine bahşedileceğini biliyordu. Hem de hiçbir kuşkusu olmadan.
Ra ra Ptara
Benim adım Ptara
Ben nadide çiçeğim
Güzeller güzeliyim
Tanrıçanın ışığı
Erkeklerin yıldızı
Hidayete erenim
Hidayete erenim
Kollarını iki yana açarak koşmaya başladı. Patikanın dışına çıkmış, elbisesinin uçlarının etraftaki otlara takılmasına izin veriyordu şimdi. Kendisini çok güzel ve mükemmel hissediyordu. Ptara, “Nadide Çiçek” demekti. Tıpkı gerçek bir dişinin, nadide bir çiçek gibi güzel, özel ve bir o kadar da iyi bakılması, korunup sarmalanması gerektiği gibi.
Ra ra Ptara
Benim adım Ptaaraa
Evrenin eli kolu
Bedenimde gezenim
Bir bakarsın düşerim
Karanlığa girerim
En sonunda yeniden cennetime dönerim
Ra ra Ptaaraa
Benim adım Ptaaraaa
Âlemlerin içinde
Katmanlarda gezerim
Çok zamanlar geçerim
Eza cefa çekerim
Yuvama döndüğümde
Hepsi rüyaymış derim
Hayatın anlamı neydi? Bu güzel dünya, bastığı toprak, doğanın enfes, baştan çıkartıcı kokusu, diğer insanlarla kurulan diyalog, hepsi de Yaradan m armağanıydı. Ne kadar da şanslıydı. Ne kadar da güzeldi. Ne kadar da canlıydı. Kendinden emin, güven ve huzur içindeydi. Ruhunun coşma vakti gelmişti. Gözlerini kapattı ve kara gözlü delikanlıyı hayal etti. Onunla yan yanayken zamanı nasıl da unutuyordu. Ama bir an önce gelsin gibi bir bekleyemezlik halinde değildi. Oyun oynamak onunla veya onsuz, her zaman eğlenceliydi. Asla yalnız değildi. Toprak Anne, onu bastığı her adımda şımartıyordu.
Ra ra Ptaaraa
Benim adım Ptaaraa
Veçhemdir kundalini
Bildim sevişmeleri
Ruhumun bilgisini
Aktarırım bedene
Her şey bilgelik için
Hidayete erene
Dönerken omuzlarını yakalayan güçlü kollar genç kızı durdurdu.
“Ptara, seni özledim. Nasılsın?”
Derin, simsiyah gözlere baktı. Ne kadar da esmerdi. Şahin gibi kararlı ve mağrur bakışları vardı. O, on dört yaşındaydı. Ama henüz hâlâ bir yetişkin değildi. Bulundukları klanın dışında, rahip olmak üzere yetiştiriliyordu. Rahipler toplumda çok büyük saygınlığa sahipti. Halkın büyük bir kesimini onlar yönetir, bilgeliklerini kullanırlardı. Kendisi de başka bir klana mensuptu ama kara delikanlıdan daha aşağıda değildi. Sadece onun kadar kararlı ve sert olamıyordu. İçinde yumuşacık bir dürtü vardı.
Sarddılar. Delikanlı onu yere oturttu. Çiçek tarlasında iki kafa görünüyordu artık. Yere oturmuş, kızı da kucağına, yüzü kendine dönük olacak şekilde oturtmuştu. Sevgiyle, güvenle birbirlerine yaslandılar. Onun gibi birinin yanı başında olması ne güzeldi. Böcekler adeta etraflarında dans ediyorlardı. Klanlarındaki diğer öğrenciler, şu anda umurlarında değildi. Delikanlının varlığı Ptara’ya öylesine güzel bir his veriyordu ki, genç kız hiçbir şey düşünmeden bedenini, ruhunu, duygularını ve düşüncelerini ona açabilirdi. Bu kendiliğinden olan bir şeydi. Aklında engellemesi gereken hiçbir kayıt yoktu ki… Ne bir korku, ne de bir yargı. Sadece kendini onun kollarında müthiş bir huzur içinde hissediyordu.
“Ptara… Nadide Çiçeğim benim!”
Seni seviyorum demesine gerek yoktu. O frekans zaten kalbinden kendisininkine akıyordu. Nadide Çiçeğim derken ses tonu zaten her şeyi fısıldıyordu. Genç kızı sırtüstü çimenlere uzatarak üzerine kapandı. Dudaklarından öpmeye başladı. Yanakları, alnı, gözleri, her yerini avuçlarıyla bir bir usul usul okşayarak öpüyor, ama kıyafetini üzerinden çıkartmıyordu. Buna gerek yoktu. Bu onların her birbirlerine dokunduklarında yapmaları gereken bir şey değildi. Henüz Ptara’nın bedeni buna hazır değildi.
“Seni hep korumak istiyorum. Ömrüm boyunca.”
Ptara kıkırdadı. “Buna bayılıyorum. Korunacak hiçbir şey yok ki… Ama ben yine de bir şey icat edip senin beni korumanı sağlamak istiyorum. Çünkü sana hayranım.”
Kara gözlü delikanlı gülümseyerek şefkatle yüzüne baktı.
“Ne kadar da narinsin. Her yerin iğne oyası gibi güzel. Yine kayalarda otururuz, değil mi?”
Güldü. “Tabii oturacağız. Başka türlüsü olamaz. Sen hep benim yanımda ol. Sen benim eş ruhumsun. Bunu biliyorum. Ne yapsan da her zaman benimle olacaksın. Ömrün boyunca…”
Göbeklerini birbirlerine bastırdılar. Kalpleri adeta parlak bir ışıkla sarmalanmıştı. Birlikte, aynı anda nefes almaya başladılar. Nefes derinleştikçe, diyafram ve kasıklarını birbirine bastırmaları yeterliydi. Nefeslerini en yüksek haldeyken tuttuklarında acayip bir titreşme başlıyor, enerjüeri birbirlerine akmaya başlıyordu. Bu hissin değeri ölçülemezdi. Bir daha nefes aldılar. Ve bir daha. Her seferinde heyecanlan ve birbirlerine sokulma istekleri biraz daha artıyordu. Delikanlı güçlü eliyle genç kızın belini kendine doğru çekecek şekilde bastırdı. Daha da yaklaşmak imkânsızdı belki ama onlar aldırmıyorlardı. Genç kız narin elini kara gözlü delikanlının beline koyarak kendine çekmeye çalıştı. Nefes aldıkça, uçuyorlardı. Artık yerde değilmiş gibi, ne verimli, türlü canlılarla dolu toprağı, ne de etraflarındaki çimen ve minik taşlan hissediyorlardı. Zaman durmuştu.
Yaklaşık bir saat kadar sadece nefes aldılar. Aldıkça be…