Tüketimin arttığı, insanların mutsuzlaştığı, umutların tükendiği bir yüzyıldayız sanki. Uyandığımız her yeni gün, kötü şeylerin olağanlaştığı bir önceki günün aynısı gibi. Üstelik her şeyden şikâyet ediyoruz ve ısrarla o sorunları çözmek için bir adım atmıyoruz. Bazen de kendimizi denizdeki en küçük kum tanesi gibi hissediyoruz. Yerimizde sayıyor ve yaratılan gündemlerde boğulup o karanlıkta iyice kayboluyoruz.
Ahmet Şerif İzgören’in söylediği gibi aslında tüm konu mesafeyle ilgili. “Gerçekleriniz ve hayalleriniz… İkisi arasındaki mesafe açıldıkça üzgün, tatminsiz ve mutsuz bir hayat yaşarsınız. İkisi ne kadar yakınsa o kadar mutluluk vardır hayatınızda. Aynı mesafe gelir ve gider için de geçerli. Ne kadar açarsanız arayı o kadar zorluk başlar yaşamınızda. Üretim ve tüketim… Tükettikleriniz ürettiklerinizden fazlaysa, dengeli ve hayata değer katan tarafta değilseniz eğer her anlamda kendiniz de tükenmeye başlarsınız.”
At Şu Adımı, hayal ettiğimiz gibi yaşamanın, kişisel hedeflere ulaşmanın, kararlılıkla hareket etmenin ve diğer kum taneleriyle bir olup okyanus yaratmanın çok basit formülünü anlatıyor. Atın adımınızı ve ne iş yapıyorsanız onu sevgiyle, tüm bilginizi ve emeğinizi koyarak, iyi bir planlamayla yapın.
*
Taçkınım, bu ülkeyi inanılmaz temsil ettin dünyanın her yerinde. Etrafına hep iyilik yaptın, kendinden başka kimseden bir şey beklemedin. Tıp okurken rehberlik yaparak paranı kazandın, Fransa’da uzmanlığını aldın, Asya Pasifik Mikrocerrahi Dernekleri Federasyonunun başkanı oldun. Kaç hastan yazmış, “benim elimi kurtardı, benim kolumu kurtardı, bir kuruş almadı bizden” diye. Kalpten gülüşün hep gözümün önünde olacak kardeşim. Cemalim, askeriyedeyken her derdimizi, umutlarımızı ve güzelliğimizi paylaştık. Ev arkadaşım, can dostumdun. Benimle duyduğun gururu, arkadaşlığını ömrümün sonuna kadar kalbimde saklayacağım kardeşim. Öğretmenlik yaptığın okulda tüm öğrencilerin hayatlarına kattığın harika şeyler için bu ülkenin yalnız, güzel ve umutsuz gençleri adına çok teşekkür ederim. En çok beraber yemek yemeyi, kahkahalarla gülmeyi ve bir de deniz kıyısında balık düşleriyle geçirdiğimiz zamanları özleyeceğim. Kemalim, nasıl da ilerlettin beni… Düşünsene subaysın, evinde Umberto Eco’yu çeviren, Amerika’da üniversitede ders vermiş edebiyatçı, harika bir adam var. Çok değerliydin çok. Talat Ağabeyimle gece entelektüel tartışmalarınızı kahkahalarla dinlememiz, bizim cehaletimize gösterdiğin saygı ve harika bir aydın oluşun inanılmazdı. Zaten dev gibiydin, Beyoğlu’nda sen, ben ve Erhan buluşmuştuk. O ara sakal da bırakmıştın, Yunan tanrıları gibiydin balık yerken. Zeynep ve Ali’yi gücüm yettikçe hep kollayacağımı bil.
Demircan kardeşim, seni tanımıyorum ama bu kitaptan sonra tanışacağız. Bizzat getireceğim sana kitabı. Ve bu kitapla birlikte aslında çok insan tanıyacak seni. Kitabı ithaf ettiğim diğer dostlarımdan farkın sağ olman ve hiç görüşmemiş olmamız. Okur da kitabın sonlarında anlayacak niye bu kitabı ithaf ettiğim dört kişiden birisi olduğunu…
İçindekiler
Önsöz
Emek
Bilgi
İş Kalitesi
Girişimcilik
Planlama
Ekip
Etik
Eylem
Tutku
Teori&Tasarım
Okurla Sohbet
Kaynakça
Önsöz
Böyle bir kitapta yapılabilecek en yanlış şey, insanlara yol haritası çizmek olabilir. Gençliğimde okumaya başladığım ve “yol haritası” sunan kitaplar oldu. Biraz baktıktan sonra devam edemedim hiçbirine. Hepsi de doğru yolu gösteriyorlardı ve tek bir yol vardı öğrettikleri. Karakterleri, sorumluluk duyguları, yetenekleri, zekâları, yetişme tarzları, potansiyelleri, ilgi alanları ve değer kavramları farklı farklı insanlara sen tek bir yol gösteriyorsun ve “doğrusu bu” diyorsun. Oysa başarı diye anlattığın şey bir başkası için başarı değildir. Birisine mutluluk getiren şey diğerine getirmez. Sen herkese Elon Musk’ın yolunu çizip “doğru yol bu” diyorsun ama değil. Temel yöntemleri şudur: Mark Zuckerberg, Steve Jobs ve benzerlerini anlatıp “bak” derler “nasıl da zengin”, sonra onların kullandığı ürünleri satarlar size. Sattıkları aslında Elon Musk’ın göreceli başarısının bir parçası olma duygusudur. Oysa işini iyi yapan bir memur, işini iyi yapan bir hemşire, işine değer katan bir öğretmen örnek olamaz mı insanlara? Şahane örnek olur aslında. Ama onları anlatmazlar. Ratan Tata dünyanın en zenginlerinden birisidir. Bir röportajında tüm kariyeri boyunca aldığı harika bir dersi anlatmıştı: İlk aşama çok zengin olmaktır. Sonra sektörünün lideri olmayı hedeflersiniz, onu da başardım. Üçüncü aşamada ulaşılması çok zor sanat eserlerine sahip olmayı hedeflersiniz, onu da yaptım. Sonrası bir boşluk. Bir seferinde tekerlekli sandalyesi olmayanlar için bir yardım projesinde yer aldım, şimdi onu sürdürüyorum ve bence en son ve dördüncü aşama karşılık beklemeden yardım edebilmenin getirdiği haz. İlk üç aşama Türkiye’de ahlaklı, okuyan, dürüst insanlar için imkânsız olduğuna göre sanırım direkt dördüncü aşamaya geçebilme şansımız çok. Burada durup “Sakın Ratan Tata’ya da inanmayın” diyeceğim. Kimse çizmesin sizin yolunuzu. Hayattaki en değerli inisiyatifiniz bu. Size verilmiş en değerli armağanlardan birisi. Kendi hayatınızı inşa etme kararı. Bunu ben dahil kimsenin eline bırakmayın.
Birazdan kitap başlayacak, kesinlikle ders vermeyeceğim size. Beni de çok etkileyen harika hikâyeler anlatıp, sıradışı örnekler vereceğim ama dersi kesinlikle size bırakacağım. Yol sizin, karar da sizin olmalı. Şunu sorma hakkınız tabii ki var: Peki seni niye okuyalım kanki? Başka yazarlar da var… Öncelikle kitap başlayalı bir sayfa olmadı, bana “kanki” falan diye hitap etmeler… “Dan” diye samimiyete girmeyelim yoksa kitabın sonunda enseme vurursunuz. Diğer yazarlardan farkım ne olabilir diye düşündüm; entelektüel düzey, edebi yazım tekniği, vizyon falan deseniz oralarda çok tıkanırım. Hepsi benden üstündür diye düşünüyorum. Yalnız bizi bir adaya bırakın, ülkedeki tüm yazarlarla birlikte ve sadece birer somun ekmekle. En sonda ben hayatta kalırım, garanti veriyorum. Eski bir subayım ve hayatı idame benim işim. Silah verip “Güney Kore dizisi çekiyoruz, birbirinizi vuracaksınız” deyin, “Son kalan adadan sağ çıkacak” deyin, garanti veriyorum adadan sağ ben çıkarım, Ahmet Ümit de sona kalır ama adadan ben çıkarım, bu işler kitap yazmaya benzemez. Zıpkınla dalarım, kilolarca balıkla çıkarım, Orhan Pamuk falan yalvarır, “Ağabey bir levrek de bana ver” diye. Veririm ispendiki alırım Nobel’ini elinden. Sonuçta adada ölmek var acından, neylesin orada Nobel’i. Benim de balığımın yanında bir de Nobel’im olur. Yazarlar futbol takımı seçmeleri olsun, tamam Sunay Akın kesin kaleci ama seçmeler sonunda ben de kesin forvetim ve bir hafta içinde kesin takım kaptanıyım. Hiç değişmedi; çocukluğum, öğrenciliğim, subaylığım, futbol takımı, basketbol takımı, mahalle çetesi… Hep kaptan oldum. Öyle bir karizmam var. Bunlardan dolayı seni niye okuyayım ki? Yok diğer yazarları öldürürmüş de suda en uzun süre dipte bu kalırmış da nefesle on, on beş metrede avlanıyormuş da topa güzel vuruyormuş da bana ne, diyor olabilirsiniz. Tamam da hani kankaydık demin? Şimdi biraz düşündüm, size hak verdim. Tüm bu saydıklarımdan dolayı bir kitap okunmaz, yanlış yerden girdim, sonuçta edebi alanda anlatacağım bir şey olmayınca buradan yürüyeyim dedim, denedim, olmadı ben de farkındayım. Arada birçok yazarı da gereksiz karşımıza aldık. Koskoca yazar camiasına kitabın girişinde “hepinizi öldürürüm” falan denecek laf mı Allah aşkına? Kitabı satayım derken kontrolden çıktım. Siz de verdiniz coşkuyu çok kötü oldu. Neyse konuyu gereksiz dağıttınız. Kitap girişi böyle olmamalı daha entelektüel düzeyde bir iletişim kurmalıydık. Çok acayip başladık. O değil sizinle de gerildik gereksiz. Belki şu andan itibaren kitabın içinde toparlarım. Deneyeyim bir… “At artık şu adımı” diyorsunuz, haklısınız.
Beni sevip okuduğunuz için sağ olun. İyi ki bir yerlerde karşılaştık sizinle, bir başka kitapta, bir seminerde, bir videoda ya da sevdiğiniz bir arkadaşınızın tavsiyesinde. İyi ki bir adada karşılaşmadık. Anladınız siz onu. Sesli güldüm iyi mi!
31.10.2023 17.43
Hırvatistan semaları
“MÜZİĞİ
DUYMAYANLAR
DANS EDENLERİ
DELİ
SANIRLAR.”
Friedrich Nietzsche
EMEK
Hem bu bölüme hem de kitaba, evliliklerinin ilk yılla- rında fakir evlerindeki rutubetten doğan nem ko- kusunu çocuklar hissetmesin diye devamlı patates kızartıp yaşamlarını sürdüren bir çiftle başlamak istiyorum: Kemal ve Gül Sunal. Böyle oluyor o işler. Doğan Cüceloğlu, bir yere çaba göstermeden gelenlerin çiğ ve ham olduklarını söylerdi konuşmalarında. Ejder Sözen’in aile hekimi olarak tayini Muğla’nın Bencik Köyüne çıkar. Bir miktar hastası vardır ama öyle devlet hastanesinde günde gerçekten 100 hastaya bakan doktorlardan değildir. Kendisine uzun bir vakit kalır mesaide. Çoğu insan şu iki davranıştan birini gösterir: Ya şikâyet eder “Beni köye yolladılar, bu maaşa bu iş mi yapılır” diye ya da oturur cep telefonu başında borsa, sosyal medya, ömür tüketir. Ama Ejder bambaşka bir yol çiziyor kendisi ve Bencikli çocukların geleceği için.
….