Ateş Canına Yapışsın | Sezgin Kaymaz


Bütün sakinlerinin mutlu ve huzurlu yaşadığı Cennet’te, Tanrı ilk insanı yarattı, adına da Âdem dedi. Onu yarattığı toprağa kendi nefesinden üfleyerek can verdi, bu cana hem iyilikten hem şerden, hem riyadan hem sadakatten koydu. Ona güzel olan ne verdiyse, bir o kadar da kötülük ekledi. Sonra Cennet’teki tüm varlıklara dönüp Âdem’e secde etmelerini buyurdu. Bu buyruğa karşı çıkabilecek kadar kibirli tek bir Cennet varlığı vardı, o da Azazil’di. Âdem gelene kadar Cennet’te kendi özünden bihaber, huzur içinde yaşayan Azazil, “ilk insan”la mücadeleye girecek, yaratılışında var olan ateş canına yapışıp İblis’e dönüşene dek bütün Cennet’e Âdem’den üstün olduğunu kanıtlamaya çalışacaktı. Peki ya bir çamur topağından ibaret olan insan, Cennet bahçesinin çiçeği Azazil’in aklına haramı düşürürse ne olacak? İblis mi insanı kandıracak, yoksa insan İblis’i Cennet’ten kovduracak kadar “şeytan” mı olacak? Sezgin Kaymaz yeni romanı Ateş Canına Yapışsın’da, insanlık tarihinin en eski anlatılarından biri olan “Cennet’ten kovuluş” hikâyesine can veriyor. Hepimizin tanıdığı Cennet’in bildik kahramanları onun kalemiyle yepyeni bir ses kazanıyor.

Cân ellerinden gelmişem
Nâmı, nişânı neylerem?
Ol mülke meylim salmışam
Ben bu cihânı neylerem?

Uzanmış düşünüyordu. Ellerini ensesinin altında kenetlemiş, çakır gözlerini yukarıya, aslen nereye diktiğini bilmeden dikmiş, kara kara düşünüyordu. “Tanrım! Neden? Neden? Anlamıyorum. Hiç anlamıyorum. Buna ne gerek vardı? Buna gerek vardıysa, bana ne gerek vardı? Ne? Ne?” Düşünüyordu. İnsanoğlunun düşünemeyeceği kadar derin, analitik, felsefi, karamsar, kötümser, yakıcı, azap verici, özeleştirel. Düşünüyordu. İlk sanat nasıl olur da gönülden çıkardı? Yolda yol alanlara mahrem, yurdu arş-ı âlâ olanlara solukdaş değil miydi bir zamanlar? Kulluk yoluna candan koyulanlardan değil miydi? İlk sevgi nasıl çıkardı gönülden? O da bu şarabın sarhoşlarından değil miydi; O’nun eşiğine âşık olanlardan? O’nun göbeğini de O’nun sevgisiyle kesmiş, onun canına da O’nun aşkını ekmiş değiller miydi? O da zamanede iyi günler görmüş, Cennet baharının rahmet sularında kendinden geçmiş değil miydi? Onu da O’nun lütuf eli ekmemiş miydi?

Onu da yokluktan getiren, “hiç” iken var eden O değil miydi? Düşünüyordu. Gözleri dalar gibi oldu. O eşsiz yurdun eşsiz renkleri çaktı beyninin içinde. Mesnedi bilinmez birtakım semavi rafyalar, rüzgâra kapılmış kâğıt süsler gibi çıtırdayarak beyindeki görüntüyü, o beynin sahibiyle birlikte geldikleri yere, Cennet’e sürmeye, çekmeye başladı. Böylesi çok daha iyiydi. Aksine, düşüncelerini kendi salim kafasıyla düşünmeye kalktığında, az önce de öyle olmuştu, o düşünceler onun eseri olmaktan çıkıyor, sahibini mıhı kopmuş boğa gibi kakmaya, boğa görmüş inek gibi süsmeye başlıyordu. Çok daha iyiydi bu. Sen uyu, düşüncelerin seni göreceğine sen onları gör.

Uyu.
Uyu sen!
Uykunun ne büyük nimet olduğunu idrak edebilmiş miydi ademoğlu? Ne gezer! Rüya gördüğünü biliyordu hoş, gene de heyecanlandı. Üzerinde seyrüsefer ettiği düş bulutuna rahvan gitmesini fısıldayarak göğe uzanan ipeksi dizginleri kıstı. Işığa hızla yaklaşıyordu. Gözleri dolar gibi oldu. Heyecanlandı. “Tanrım???” Ders verdiği yeşil çimenleri gördü önce. Bir vakitler sahip olduğu sonsuz huzur ve saadeti, kıymetleri bilinmemiş birer eski esvap gibi orada, o kakavan kafasına uyup yere gelesice sırtından attığı yerde duruyor zannetti. Çimenler, aynı anda her yandan esen ilahi yel marifetiyle hem dört bir yana yatar hem de aynı anda zaten dört bir yandan yele maruz kaldığı için hiçbir yana yatmaz, olduğu yerde durup durur, dikilip durur, çakılıp durur gibiydi. Başını göğe kaldırdı, gülümsemeye çalıştı. “Hoşlukların bitmez mi hiç?” Kendi sorusunu kendi cevapladı:

Benzer İçerikler

Kayıp Tarihçeler Serisi – Online Kitap Oku

yakutlu

Kırık Hayatlar

yakutlu

Vahdet-i Vucud Felsefesi

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy