Ateşpare 1 | Ceren Melek


Adalet peşinde koşarken kendi kimliğini kaybeden bir seri katil: Aşkın. Üstün zekâsı ve kan dondurucu oyunlarıyla yıllardır yakalanmayan, kimliği bilinmeyen, tüm dünyanın aradığı bu seri katil ona gelen her işi içindeki vahşetle başarıyla tamamlamıştır. Ancak bir gün karşısına yeni bir kurban çıkar. Bu kurban Cebonayan adlı gizli bir örgütün lideri Ateş Alanguva’dır.

Aşkın her işinde başarılı olduğu gibi bu işte de başarılı olacağını düşünür ve kibrine yenik düşerek Ateş’in peşine düşer. Ancak Aşkın’ın bilmediği bir şey vardır: Ateş de en az Aşkın kadar zeki ve tehlikelidir çünkü Ateş mafyatik gücü ve akıllara durgunluk veren teknolojik donanımıyla karanlık dünyaların efsanevi ismidir.

Aşkın ve Ateş’in yolları kesiştiğinde, yırtıcı bir güç savaşının içinde bulurlar kendilerini. Aralarındaki çekimle artık Ateş ve Ateşpare yangına düşmüşlerdir ve bu yangının ne denli büyük olduğunun farkında değillerdir.

“Korkmuyordum, ne karanlıktan ne gürleyen gök gürültüsünden ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm; ben zarar görmez, ben zarar verirdim. Ben bir katildim. Bu bir sıfat değildi. Bu benim mesleğimdi.”

*Uyarı: Argo ve küfürlü ifadeler içerir.

Yetişkin okurlar içindir.

*

1. BÖLÜM: V

Dışarıda dondurucu bir rüzgâr vardı. Gittikçe şiddetlenen rüzgâr, yerdeki kuru yaprakları cesedin üzerine taşıdı. Kırk üç yaşında bir adam cesedi… Kan taze ve sıcaktı, sadece bir dakika üç saniye olmuştu öleli. Tam on beş dakika yirmi saniye can çekiştikten sonra, vücudunda artık kan kalmayana kadar direnmişti.

Ay, çıplak sırtındaki kanlı V harfini aydınlatıyordu. Gözleri açıktı ama manasız bakıyordu. Vücudunun her tarafı kanla kaplıydı.

Büyük ihtimalle polis onu bulana kadar hayvanlara yem olacaktı.

Kanla karışık ıslak toprak kokusu ciğerlerimi dolduruyordu. Arkamı döndüm, acelesiz adımlarla ormanın içinde yürüdüm. Toprak yolun sonunda ayağımdaki büyük numara botları kendi ayakkabılarımla değiştirdim. Elimdeki kanlı siyah eldivenle birlikte sırt çantama koydum. Yeni bir eldiven taktım. Kafamdaki siyah berenin üstüne kaskımı taktım.

Siyah motora bindim ancak hemen yola çıkmadım. Teker izleri takip edilemeyecek hâle gelinceye kadar karmaşık daireler çizdim.

Yola çıktım, hızımı artırdım.

Tam otuz altı dakikanın sonunda varmıştım evimin köhne sokağına. Yıkıntı binanın garajına bıraktım motoru. Garajın içinden direkt binaya geçtim. Yıkılmak üzere görünen merdivenleri yavaşça çıktım. Her an kırılabilir gibi duran ama aslında insan gücüyle hiçbir şekilde açılmayacak kapımı açtım.

İllüzyonu severdim ve hayatım tamamen illüzyondu.

Binanın eskiliğinin aksine evimin içi inanılmayacak kadar yeni ve temizdi. Halısız, koyu mermer zeminde yürüdüm. Asla halı kullanmazdım. Tüylerine bir delil düşebilirdi, bu yüzden hep mermer seçerdim. Temizlemesi en kolay olan oydu.

Temizleme odamın önünde durdum, gözlerimi kapıya okuttum.  Kapı açılırken üstümdekileri hızla çıkarmaya başladım. Önce eldivenlerimi, ardından beremi çıkardım. Kâküllerim alnıma düşerken soyunmaya devam ettim. Hepsini plastik kaba koydum, siyah sütyenime kadar çıkardım. Sırt çantasını olduğu gibi yerleştirdim.

Yüzüme maskemi, elime plastik eldivenlerimi taktım. Dikkatlice hidroklorik asidi plastik kabın üstüne döktüm, hepsi erirken odaya keskin bir koku yayıldı. Yüzümdeki maskeye rağmen bu koku burnumu yakarken çıktım odadan. Banyoya geçip arındırıcı bir duş aldım.

Duşun ardından jakuziyi köpükle doldurdum. Bir kadeh viski doldurup sigaramı yaktım. Ve soğuk suyla dolu jakuziye girdim, bunu hak etmiştim. Pahalı müzik sitemimden çıkan hoş melodiyle gözlerimi yumdum.

İyiydim, iyiydim, iyiydim…

Jakuzinin karşısındaki büyük ekran aydınlandığında gözlerim kamaştı ve ekrana baktım. İhtiyar az önce attığım maktulün fotoğrafına cevap vermişti. Bu ağ sadece ikimize aitti, kimsenin ulaşamadığı ve benim oluşturduğum mükemmel bir sistemdi.

Yeni bir kurban daha atmıştı. Sigaramdan derin bir nefes daha çektim. Bakmak istemiyordum, bu gece olmazdı. Birden fazla cinayetle uğraştığımda beynim bulanıyordu. O bulanıklık kanlı bir perdeden başka bir şey değildi. Kan daha fazla kanı çekiyordu ve bu hiç bitmiyordu.

Ekranı kapatıp kumandayı bıraktım. Sigaramı söndürdüm. Jakuzideki su biraz daha soğurken viskimi bitirdim.

Kafamı suyun içine gömdüm. Soğuk canlı hissettiriyordu, soğuk beni dinç tutuyordu.

                                                                          🔥

Rıhtımda, teknedeydik. İhtiyar’ın eski ama çok değerli tekneleri… İhtiyar hemen karşımda oturmuş; sarı, balıkçı yağmurluğuyla halatlarla uğraşıyordu.

Durdu, yaşlılıktan çökmüş gözlerini yüzümde gezdirdi. “Aylin’i ne zaman ziyarete gideceksin?” dedi. Zaman ona iyi davranmamıştı. Onu tanıdığımda da yaşlıydı ancak şimdi daha çok çökmüştü. Yüzündeki kırışıklıklara bir yenisi daha eklenmişti, koyu gözleri eski parlaklığından çok uzaktı.

“Yarın.” Tam yirmi bir saat sonra.

“Ablanın çıkmasına az kaldı. Ne yapacaksın?”

“Ben her zaman ne yapacağımı bilirim, İhtiyar,” dedim ama bunu sorudan kaçmak için söylediğimi ikimiz de biliyorduk.

“Seni normal bir genç zannediyor, onu evine götüremezsin. Hem artık çok dikkatli olman gerekecek. Gerçi ben kime ne anlatıyorum ki, eminim çoktan bir çözüm yolu bulmuşsundur,” dedi ama bu sırada tavrımı tartıyordu.

“Bazen zekâmla alay ettiğini zannediyorum,” dediğimde güldü İhtiyar, elindekiyle uğraşmayı bıraktı.

“Alay edilecek bir zekân var. İnsan normal olmayan şeylerle dalga geçer ve senin zekân normal olamayacak kadar korkutucu.” Üstün dememişti, korkutucu demişti.

Korkunçtu zihnim. Çoğu zaman öldürme arzusu olan vahşi bir hayvan gibiydim. Sanki normal bir insan olmak için değil, bunun için doğmuştum. Av bulmayı, onu yakalamayı ve yok etmeyi seviyordum.

“Sana dün attığım işe baktın mı?” Eğer çok sıra dışı bir durum söz konusu değilse bir işi bitirdiğim gün asla ikinci işe bakmayacağımı biliyordu, bilerek dün atmıştı. Bakmamı istememişti, bugün bana kendisi anlatmak istemişti. Yüzüne bakmaya devam ettiğimde ilgilenmiyormuş gibi halatına geri döndü. “Çok yüklü bir para, şöyle on işin toplamı gibi ama çok tehlikeli.” Yutkundu, halatını yere atıp devam etti.

“Aşkın, asla ölmeyecek bir adamı öldürmeni istiyorlar. Fiyatı tehlikesine değmez.”

“Neden? Tanrı mıymış bu adam?” dedim alayla.

“Onu öldürmek bir devlet başkanını öldürmekle eş değer, o kadar korunaklı. Hatta çok daha güçlü.”

“Kim?”

“Cebonayan’ın yeni lideri.”

Cebonayan, ülkenin ve dünyanın en büyük topluluklarından biriydi. Gizli ve mafyatik… Daha önce çok fazla üyesini öldürmüştüm hatta birbirlerini öldürtüyorlardı. İçlerinde bir üstünlük savaşı, hiyerarşi vardı.

“Kabul ediyorum,” dedim hiç tereddüt etmeden.

“Hayır, saçmalama, bu senin için bile çok fazla.”

“Kimler gelmiş!” diye aptalca bağıran Tarık tekneye bindi. Sarı botları teknenin zemininde tok sesler çıkarıyordu. Martılar uçuşuyordu tepemizde, bağırışları İhtiyar’ın zar zor alıp verdiği nefes seslerine karışıyordu. Dalgalar teknenin sert yüzeyine çarpıyordu. Her şeyi duyuyordum, her şeyi hissediyordum.

Yüzüme uzunca bakan Tarık İhtiyar’a döndü. “Anlaşılan yeni işi söylemişsin.”

“Kabul etmemesi gerektiğini de söyledim,” dedi İhtiyar.

“Ona söyledikten sonra ne anlamı var ki? Kabul edeceğini biliyordun.” Karşıma oturdu. “Aşkın, bu işi kabul edemezsin.”

“Ettim bile, Tarık.”

“Zekisin, tamam, belki çok zekisin ancak karşındaki insanların nasıl bir güce sahip olduğunu bilmiyorsun.” İşaret ve orta parmağımı birleştirerek şakaklarıma iki kere vurdum.

“Benim gücüm burada, ne kadar güce sahip oldukları umurumda değil. Beni yakalayacak insanın benden zeki olması gerek.” Tarık koyu yuvarlak gözlerini kırpıştırdı, kirli sakallı yüzünü ovaladı.

“Ve dünyada senden daha zeki bir insan yok, değil mi?” Kendi sözlerine kendi bile şaşırıyormuş gibiydi. “Bu kibir senin sonun olacak, Aşkın.”

İhtiyar hiçbir şey söylemedi ancak onu tanıyordum. Bakışlarını biliyordum, o da kibirli olduğumu düşünüyordu.

Ayağa kalktım, muhabbet etmeyi sevmiyordum. Çok bile kalmıştım. Konuşmayı sevdiğim bir kişi vardı, o da ablamdı. Onunla da konuşmam sınırlıydı. Tekneden indim, siyah botlarım ıslak zeminde ritmik bir ses çıkarıyordu.

O sese bir ses daha eklendi. “Aşkın!” Durmadım, yavaşlamadım bile. Koştu ve önüme geçti. Beni durdurabildiğini sanarak rahatladı. Ancak beni, ben izin verdiğim için durdurabilmişti.

“Ne?” Derin bir nefes aldı, bakışlarını kaçırdı. Gözlerime çok bakamıyordu, baktığı zaman konuşmayı unuttuğuna bile şahit olmuştum.

“Son zamanlarda çok fazla iş aldın, bu hem fiziksel hem de psikolojik olarak çok yorucu. Bence bu kadar ağır bir işi almak seni kötü etkileyebilir. Hem ablanın çıkmasına da çok az kaldı, neden biraz kendine müsaade etmiyorsun?”

“Kişisel doktorum mu oldun, Tarık?” Tarık aptal değildi ancak zeki de değildi.

İşler, planladığım cinayetler zihnimi oyalamamın bir yoluydu. Ne kadar zor bir iş gelse, o kadar çekiliyordum. Çünkü beynimi daha fazla kullanmam gerekiyordu.

Daha fazla konuşmasına müsaade etmeden yanından geçip gittim.

“V!” Durdum, arkamı döndüm. Gözlerim hızla etrafı taradı. Burada kimse olmazdı bu saatlerde. Yine de etrafta ‘V’ diye bağırması ondan bile beklenmeyecek bir aptallıktı.

“Bana bir daha o şekilde seslenirsen senin dilini koparırım.” Kimliğim gizliydi ve hep öyle kalmalıydı.

“Kibrin, hırsın ve zekân sonun olacak.”

Kibrim, benim cesaretim. Hırsım, yaşama sebebim. Zekâm, silahım.

Ve bana umutsuzca tutuk olan Tarık, bunların hepsinden bihaberdi.

🔥

Yağmur damlaları saçlarımı ıslatırken öylece denizi seyrediyordum. Buraya ilk gelişim, bu ıslak ve eski tahtada ilk oturuşum değildi.

O gün de aynı böyleydim; ıslak bir köpek yavrusu gibi ama korkusuz, gideceği hiçbir yeri olmayan kimsesiz bir kız gibi ama güçlü…

O zaman da aynı böyleydim, o zaman da katildim, o zaman da aldığım canlar için ağlayamıyordum, kayıplarımın acısını yaşıyordum.

Önünde oturduğum küçük barakanın tahta kapısı gıcırdayarak açıldı. Hiçbir şey söylemedi İhtiyar, aynı o günkü gibi önce botları girdi görüş açıma. Aynı o günkü gibi sarmıştım kollarımı vücuduma, yavaş yavaş kaldırdım bakışlarımı. İhtiyara baktım uzunca, sanki onu ilk defa görüyormuş gibi inceledim.

O da beni inceledi. Onun da aklına o gün geldi, tam on yıl önce bugün.

“Kimsin sen?” diye sordu aynı o günkü gibi ve ben yine aynı cevabı verdim:

“Katilim.” Aynı o günkü gibi güler gibi oldu ama gülmedi. Her şey aynıydı, İhtiyar’ın yaşlanan yüzü dışında.

“Öyle mi? Kaç kişi öldürdün?”  Üç demek istedim, o gün dediğim gibi. Diyemezdim. Kaç olmuştu? Yüz üç mü? Bin üç mü?

O günden sonra hiç saymamıştım, hep üçte kalmıştı saydığım sayı. Sayamazdım, sayarsam delirirdim. “Çok.”

“Ne kadar çok? Gökyüzündeki yıldızlar kadar mı yoksa tüm plajlardaki kum taneleri kadar mı?”

Hitler değilim. Soykırım yapmıyorum.” Güldü İhtiyar, yavaşça yanıma oturdu dizlerini bükerek.

“Düşünüyorum, seni öldürüyor muyum diye düşünüyorum,” dedi İhtiyar. Yüzü ıslanmıyordu, sarı yağmurluğu onu koruyordu. Koyu gözlerini denize dikmişti benim gibi.

Ben doğduğumda başlamıştım ölmeye, her cinayetimde biraz daha ölmüştüm. Aşkın ölüyordu, V hayat buluyordu.

“Beni sen öldürmüyorsun.”

“Belki öldürmüyorum ama yardımcı oluyorum. Aşkın’ı çok seviyorum ama hep V’yi seçiyorum.” İhtiyar zeki ve sakin bir adamdı. Her zaman sorunları sükûnetle çözerdi, beni çok fevri bulurdu.

Fevriydim ama düşünmeden hareket etmezdim.

“Cebonayan’ın liderini öldürmek kolay olmayacak, haftalar, belki aylar süren bir çalışma gerek sana. Ve aynı zamanda gelen bir iş daha var, oldukça basit. Seren Şenay adında biri, basit bir hayatı var.” Durdum, bakışlarım donuklaştı. Başımı hızla İhtiyar’a çevirdim.

“Bir kadını mı öldürmemi istiyorsun?” Hâlbuki kurallarım oldukça basitti. Kadınlar ve çocuklara asla dokunmaz ve dokundurmazdım. Bu cinsiyetçilik değildi, bu lanet olası bir travmaydı ve üstüme yapışmıştı.

“Kadın değil. Yani öyle ama doğuştan değil. Birkaç yıldır kadın, önceden erkekmiş. Dosyasını gönderirim, incelersin.”

“Olsun, şu an kadın sonuçta. Gönderme dosyayı.” Yavaşça nefes verdi. Yüzünde gurur vardı. Bir babanın kızına bakışı gibiydi ama ne o benim babamdı ne de ben onu gururlandıran kızıydım. Bunun için gurur duymasına da gerek yoktu ayrıca.

“Son zamanlarda çok daha merhametsizsin, daha hissizsin, kabul edebileceğini düşündüm.” Bu benim için sadece bir zaaftı. Asla aşamadığım ve aşmak istemediğim acı verici bir zaaf.

“Öyleyim zaten, kabul etmemem prensip gereği.”

“Aylin çıktıktan sonra da bu kadar gaddar olabilecek misin, merak ediyorum.” Olacaktım, gaddar olduğum kadar iki yüzlüydüm.

Ayağa kalktım. “Sohbetine doyum olmuyor ama gitmem gerek, İhtiyar.” Gidip şu Cebonayan’ın liderini araştıralım bakalım.

Kafasını yavaşça sallamakla yetindi. Arkamı döndüm, yağmur daha da şiddetlenirken rüzgâr saçlarımı yüzüme savurdu.

Bir daha dönmedim arkama, dönersem yine o güne dönecektim. Hızlı adımlarla uzaklaştım olay yerinden, yeni bir olay yoktu. Olay on yıl önce gerçekleşmişti, bir kız çocuğu ölmüştü.

Yutkundum.

Aşkın arkasını dönüp İhtiyar’ın gözlerine bakmak istedi, İhtiyar da bunu bekledi. Ancak V dönmedi, V asla arkasına dönmezdi.

🔥

Büyük çalışma odamdaki koca siyah panonun üzerindeki ipleri ve raptiyeleri çıkardım, kâğıtları buruşturup harla yanan şömine ateşine attım. Eski işe ait her şeyi temizledim.

Aynı sırada İhtiyar’ın gönderdiği dosyaları tarayıcıya aktardım. Yan yana duran üç monitörüm de açıktı. Belgeler ve fotoğraflar çıkarken kendime bir kahve doldurmak için mutfağa geçtim. Siyah fayanslı tezgâhımın üstünde hazır duran kahvemi bardağa doldurdum. İçeride çalışan makinenin sesi mutfağa kadar geliyordu. Sert kahvemi alarak odama geri döndüğümde makine çalışmayı durdurmuştu. Makineden çıkan sıcak kâğıdı elime aldım ve sayfanın önünü çevirdim. İsmini bilmediğim ama öldüreceğim adamın yüzü tüm sayfayı kaplamıştı.

Kumral, buğday tenli ve açık kahve renkli gözleri olan bir adamdı. Göz rengi o kadar açık bir kahveydi ki sarıya çalıyordu. Şekilli yüzü ve kısık bakışlarıyla ilgi çekici bir ifadesi vardı. Gençti, bu kadar genç birini beklemiyordum. Otuz yaşında bile değil gibiydi.

Bu kadar yakışıklısını da ilk defa öldürecektim. Elimdeki kâğıdı boş, siyah panonun ortasına astım. Birkaç adım geriledim, fotoğraftaki yüzü biraz daha dikkatli inceledim. Bu kadar gençken nasıl Cebonayan’ın lideri olmuştu?

Yaklaşık bir saatte pano tekrar dolmuştu. Öğrendiğim tüm bilgileri ve bağlantıları ortadaki fotoğrafın etrafına yerleştirmiştim. Birkaç adım attım, sigaramdan derin bir nefes aldım ve panoyu inceledim.

Ateş Alanguva.

Yirmi dokuz yaşında, bir metre doksan santim boyunda, Tuğrul ve Şebnem Alanguva’nın ikinci çocukları.

Aileden gelen mevkisi, bol parası ve kudreti vardı ama gözlerden uzak bir adamdı. Yurt dışında geçen muhteşem bir eğitim hayatı olmuştu, zengin züppelerinden biriydi diye düşünebilirdim. Tabii, Cebonayan’ın yeni lideri olmasaydı.

Çok daha derin bir adam olmalıydı, zeki ve kurnaz olmalıydı. Kötü olmalıydı.

Düşündüğümden daha eğlenceli bir cinayet olacak gibiydi.

(…)

Benzer İçerikler

Aynalar Koridorunda Aşk

yakutlu

Sibop | Başar Başarır | Birazoku

yakutlu

Hükümdar | Mustafa Çevik | Birazoku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy